"Aşırı sağın yükselişinde Türkiye öncü"

Ufuk Turu
-
Aa
+
a
a
a

Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, dünyada demokrasilerin tek adam rejimine evrilmeye başlamasıyla otoriterleşme eğiliminin güç kazanmasını ve aşırı sağın yükselişini çeşitli örnekler üzerinden ele alarak genel bir değerlendirme yapıyor.

""
Ufuk Turu: 17 Eylül 2024
 

Ufuk Turu: 17 Eylül 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Batı yazınında Almanya’da aşırı sağ parti Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) yükselişinin, Hollanda’da aşırı sağın iktidar ortağı olmasının, İtalya’da aşırı sağın iktidarda olduğunun ve başbakanın aşırı sağ gelenekten gelmesinin konuşulduğuna dikkat çeken ve aşırı sağın yükselişinin son 10 yılın bir gelişmesi olarak değerlendirildiğini belirten Ahmet İnsel, bu konuda Türkiye’nin öncü bir örnek olduğuna değindi ve Türkiye’de aşırı sağın oyunun %8 ile %12 arasında seyrettiğini, çok fazla değişmediğini ifade etti. Muhafazakar demokrat olduğunu iddia eden sağ partinin Sünni hegemonyası olarak dinci bir eğilimi giderek ön plana çıkardığını ve tek başına çoğunluğu kaybetmesini milliyetçi aşırı sağ parti ile ittifak yaparak telafi ettiğine dikkat çeken İnsel bu nedenle 2015’ten itibaren Türkiye’de AKP ile MHP koalisyonunun iktidarda olduğuna dikkat çekti. Bu koalisyonun MHP milletvekillerinin bakanlıklarda yer almasını dayatmadığını; her iki partinin açık seçim koalisyonu yaparak, Meclis’te her zaman birlikte davranan, her kanun tasarısına birlikte karşı oy veya evet oyu vererek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan’ı birinci turdan itibaren destekleyerek bir fiili ve hukuki koalisyonun açık ortaklığını yaptıklarını belirten İnsel, bu koalisyonun diğer ülkelerdeki milliyetçi, ırkçı aşırı sağ koalisyonlarından bir farkı olmadığı değerlendirmesinde bulundu.  

Dünya’da iki eğilim olduğuna dikkat çeken Ahmet İnsel, Türkiye’nin en açık ve belirgin örneğini teşkil ettiği ilk eğilimin parlamenter rejimlerden bütün yetkilerin tek kişide toplandığı, güçlü başkanlık rejimlerine hızla evrilmesi olduğunu ve bunun uluslararası siyasetteki karşılığının otokrasi olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanının devlet başkanı, hükümet başkanı ve aynı zamanda iktidar partisinin başkanı olduğunu ve iktidar partisi Meclis’te çoğunluğu elde tuttuğu için yasamanın, yürütmeyi denetlemesi diye bir şeyin söz konusu olmadığını dile getiren İnsel, yasama ve yürütmenin Cumhurbaşkanının elinde olduğu ve atama yoluyla ve özellikle yargının da Cumhurbaşkanının elinde kullanabildiği bir imkan olduğunun altını çizdi ve neredeyse yargının başkanın yargısı olarak ifade edilmesinin doğal olduğuna dikkat çekti. Karşı güçlerin olmadığını, medyanın çeşitli yollarla tamamen denetim altına alındığı, devlet televizyonunun iktidarın propaganda organı olarak ve özel basın kuruluşlarının da iktidar etrafındaki iş insanları tarafından satın alınarak iktidarın propaganda örgütleri olarak çalıştığını belirten İnsel, aynı manşetle çıkan altı ayrı gazeteye bu manşetlerin aynı merkezden gönderildiğine ve diğer taraftan medya üzerinde giderek artan bir baskı ve sansürün varlığına işaret etti. Cumhurbaşkanının bir taraftan bütün yetkileri elinde toplarken, aynı zamanda sorumsuzluğunun olmasının ancak mutlakiyetçi monarşilerde olabileceğini vurgulayan İnsel, Türkiye örneğinden hareketle başka ülkelerde de benzer gidişatın görülebileceğine değindi. 

Kais Saied

Bunun en yakın örneğinin 6 Ekim’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı Tunus’ta yaşandığına dikkat çeken Ahmet İnsel, Kais Saied’in 2019 yılında halkın sesini duyurmak ve rejimin içindeki yolsuzlukları temizlemek vaadiyle iktidara geldiğini ancak hızla parlamentoyu feshettiğini, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gücünü arttırdığını ve diğer partilerin işlevsiz hale gelmesini sağlayarak fiili başkanlık rejimi kurduğunu ifade etti. 2014 yılında kurulan Seçim Yüksek Komitesi’ni kendisine bağladığını ve sonuçta 6 Ekim’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘bağımsız’ olan Seçim Yüksek Komitesi’nin Saied dışında iki adayın adaylığını kabul ettiğine ve bu açıklamanın ardından adaylardan birinin tutuklandığını da hatırlatan İnsel, 14 tane Cumhurbaşkanı adayı içinden Saied ile birlikte sadece üç adayın çıktığını ve bu adaylardan yüksek oy alma ihtimali olan adayların adaylığının İdare Mahkemesi tarafından kabul edilmesi karşısında anayasal zorunluluk doğuran bu kararın Seçim Yüksek Komitesi tarafından reddedildiğini aktardı. Tunus’ta karşımıza çıkan tabloya muhalefet açısından bakıldığında; belli başlı muhaliflerin ya hapiste olduklarına, ya yurt dışına kaçmak zorunda olduklarına, ya da seçime katılmalarına izin verilmediğine değinen İnsel, dolayısıyla Tunus’ta yapılacak olanın seçim değil, iktidarda olan kişiye evet ya da hayır oyu vermek olan plebisit olduğuna dikkat çekti. Bu durumda halkın sandığa gitmeyerek tepki gösterdiğini belirten İnsel, 2021’de yapılan milletvekili seçimlerinde katılımın %11 olduğunu ve anayasa değişikliği referandumunda ise katılımın %30 olduğunu hatırlatarak, bu seçimlerin meşruiyetinin sorgulanabilir bir nitelik taşıdığını ve katılımın düşük olmasıyla plebisitin de anlamının kalmadığını vurguladı. Benzer durumu Rusya’da da gördüğümüzü belirten İnsel, Türkiye’de ise katılımın hala yüksek olması nedeniyle tam anlamıyla plebisite karşılık gelmediğini belirtti.

Diğer eğilimin Batı Avrupa’da aşırı sağın yükselmesiyle parlamenter rejimler içerisinde aşırı sağın koalisyona dahil olmaya başladığının veya dışarıdan hükümeti desteklemesinin giderek arttığını belirten Ahmet İnsel, Hollanda’da son seçimlerde hükümette aşırı sağ, yabancı ve göçmen düşmanı partiden beş milletvekili olduğunu, Finlandiya’da dört partilik koalisyonda yer alan aşırı sağ partinin yedi bakanlığa sahip olduğunu, Slovakya’da popülist lider Robert Fico’nun aşırı sağ parti ile yeniden koalisyon kurduğuna, Macaristan’da Viktor Orbán’ın Fidesz Partisi’nin adeta aşırı sağ parti haline dönüştüğünü ve esas aşırı sağ parti olan Jobbik’in ise merkez sağda konumlanmaya yöneldiğine dikkat çekti. İtalya’da sağ ve aşırı sağ partilerin koalisyonun aşırı sağ kökenli Giorgia Meloni’nin başbakanlığını getirdiğine, Almanya’da aşırı sağ parti AfD’nin yükselmesinin iktidardaki Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberaller koalisyonunun aşırı sağın istediği önlemleri almaya yönelttiğine değinen İnsel, geçtiğimiz günlerde Almanya’nın Schengen uygulamasını askıya alarak kara sınırlarında göçmenlere karşı sınır kontrolleri getirmeye başladığını aktardı. İnsel, ayrıca Bulgaristan’da önümüzdeki seçimlerde aşırı sağ partinin yükselişinin devam etmesi olasılığının kuvvetli olduğunun da dile getirildiğini sözlerine ekledi.

Milliyetçi, ırkçı ve aynı zamanda kültürel karşı devrimi dile getiren veya başka bir gözle bakıldığında bir muhafazakar devrim fikrinin önde olduğu aşırı sağ hareketlerin en büyük hedefinin demokrasilerin ara kurumları olarak işlev gösteren sendikaları, dernekleri, yargı kurumlarını etkisiz kılmak olduğunu belirten Ahmet İnsel, iktidarın halkla bütünleşmesi imajı çerçevesinde bir diktatöryel yönetime işaret eden ağır hegemonya kurmaya varabileceğine dikkat çekerek, bu gidişat karşısında çevre, iktisadi ve sosyal konularda geleceğin bir felaket getireceğine yönelik endişelerini dile getirdi ve muhalefetin halkı buna karşı uyarmasının yetersiz olacağını çünkü aşırı sağ partilerin tam da bunu kullanarak kendilerine teslim olmalarını ve gelecek endişesinin giderileceği bir güven alanı vaat ederek iktidara geldiklerini ya da iktidarlarını sürdürdüklerini belirtti. İnsel, muhalefetin gelecekteki felaketlerden konuşmanın ötesine geçerek; arzulanabilir, iyi ve güzel birlikte yaşam geleceğini tasarlaması ve bunu somut olarak elindeki imkanlar oranında hayata geçirmesi gerektiğini ifade etti ve böylece bu haftalık Ufuk Turu programını noktaladı.