"Türkiye’de doğru adımlar atılmazsa, iç göç de gerçekleşir, gıda krizi de yaşanır"

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra, Özdeş Özbay ve Yücel Sönmez, İklim İçin'de iklim göçlerinin Türkiye'yi yeni bir mülteci krizine sürükleyip sürüklemeyeceği üzerine konuşuyor.

""
İklim İçin: 03 Ekim 2023
 

İklim İçin: 03 Ekim 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Evet, bir İklim İçin programı daha başladı. Ben Ömer Madra.

Yücel Sönmez: Ben Yücel Sönmez.

Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.

Ö.M.: Dinleyicimiz, destekçimiz Banu Akşehirlioğlu Alptekin'e de teşekkür ederek başlayalım. İklim meselesi dünyada, özellikle de kırılgan bir bölge olan Orta Doğu'da iklim göçleriyle birleşiyor ve ‘Türkiye'de yeni bir mülteci krizi başlayabilir mi?’ bu tartışılmaya başlandı.

Manisa Marmara Gölü

Programcılarımızdan Merve Kara-Kaşka’nın da BBC Türkçe için yapmış olduğu bir mülakat dizisi daha doğrusu röportajlarla bezeli bir haberi var. Çok ayrıntılı ve 2 Ekim Pazartesi günü yayınlandı. Orada, iklim göçlerinin Türkiye'yi yeni bir mülteci krizine sürükleyip sürükleyemeyeceği tartışılıyor. Oldukça ilginç. Mesela Manisa'da Marmara Gölü kıyısında Tekelioğlu köyünde, kimisi yarım yüzyıldan beri balıkçılık yapan köylülerin, Marmara Gölü’nün tamamen kurumasıyla birlikte kendilerini yepyeni bir hayatta kalma mücadelesinin içinde buluyorlar. Mesela eski balıkçılardan Mehmet Erefe, “İyi olmaya çalışıyoruz ama gölümüz gitti, köyümüz öldü...” şeklinde konuşmuş. Yükselen yem fiyatları ve su sıkıntısı sebebiyle artık hayvancılık da yapamadıklarını ve bir üzüm tarlasında çalışarak geçindiğini anlatıyor Mehmet Erefe. Yanlış tarım politikalarından, baraj inşaatlarından dolayı kurudu diyor köylüler ve köyde balıkçılık yapanların bazılarının iş aramak için başka yerlere göç etmek zorunda kaldığını da söylemişler. Türkiye'de de insanlar uzun süreden beri işsizlik nedeniyle doğdukları yerleri terk etmek zorunda kalıyorlar.



Göçün tabii çeşitli sebepleri var. Karmaşık bir konu. Yani sosyoekonomik durum, siyaset, göç edinen yerle ilişki ağlarının olup olmaması, bulunup bulunmaması gibi birçok faktöre bağlı. Şimdi bu karmaşık denkleme artık iklim değişikliği de dahil oluyor ve bu en önemli unsurlardan biri olarak da ortaya çıkıyor. Uzmanlar, temel göç nedeni haline de gelebileceğini tahmin ediyor. BBC Türkçe’de birçok uzmanla konuşmalar yapılmış, görüşmeler yapılmış ve en önemli tespitlerden bir tanesi yüz binlerce yıldır insanların yaşadığı yerlerin oldukça sınırlı bir bölgede olduğu. İnsanlar, dünyanın bazı özel yerlerinde yaşama alanı seçmişler. Bu bölgelerin en büyük ortak özelliği, insanların sağlıklı hayatta kalma sınırları, niyetleri. Bu da yıllık ortalama sıcaklığın 13 derece civarında olması ama şimdi küresel ısınma ya da insan kaynaklı küresel ısıtma ortalama sıcaklığı 13 derece civarında olan bölgeleri 1,5 metreye yakın, 1,15 metreye kadar kuzeye doğru, daha soğuk yerlere doğru, kutuplara doğru itmekte olduğu ve 40 - 50 yıl içinde de bir ila üç milyar insanın yerlerinden olacağı öngörülüyor. Hatta Eylül başında Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Genel Direktörü Amy Pope, “Resmi olarak iklim göçü çağına girildi,” diye de belirtmişti. Merve Kara-Kaşka, bunu da hatırlatıyor BBC Türkçenin haberinde.BM'nin İç Göçleri İzleme Merkezi'nin (IDMC)son raporu olan 2023 raporuna göre sadece 2022’de dünya genelinde yerinden olan insan sayısı %60 artmış ve 60,9 milyona çıkmış. Bu kişilerin yarısından fazlası da felaketler nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmış. Felaket deyince de bunların neredeyse tamamı, %99’u hava olaylarına bağlı olarak yani ya kuraklık, ya aşırı sıcaklık ya da seller suların basması gibi durumlardan kaynaklı. Hatta IDMC'nin Amerika, Avrupa ve Orta Asya'dan sorumlu Bölgesel Koordinatörü Ricardo Fal-Dutra Santos, “İnsanların hava olaylarına nasıl tepki vereceklerini ya da vermeyeceklerini belirleyen çok sayıda demografik, tarihi, politik, sosyal ve ekonomik faktör var diyor,” ve IDCM’nin verilerine göre Türkiye'de hava olaylarıyla bağlantılı felaketler yüzünden ülke içinde yerinden olanların sayısı artmış. Türkiye bir deprem ülkesi ve ilk sırada depremler var. Depremi, orman yangınları ve seller izliyor ki daha önceleri orman yangınları konusunda rivayet muhtelifti. Yani teröristler çıkarıyor, mangal yakılıyor ondan oluyor, anızdan oluyor filan deniyordu ama artık iyiden iyiye ortaya çıktı ki dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de büyük orman yangınlarının ana sebebi sıcaklıkların seviyesinin çok yükselmesi ve havadaki bu kuraklıkla beraber yanar halde olması.

Mesela Kanada'da da yerli halkların bulunduğu ormanlarda, kadim ormanlarda da büyük yangınlar hala kontrol altına alınabilmiş değil. 2011’den beri bölgedeki çiftçilerin hareketliliğini inceleyen Fransa'daki Tours Üniversitesi'nden araştırmacı Gülçin Erdi-Lelandais, kuraklığın çiftçiler arasındaki sosyoekonomik uçurumu derinleştirdiğini de saptamıştı. 12 yıl önce yayınlanan bu araştırmada, kuraklığın ve yoğun göçlerin özellikle en çok Konya Havzası’nda yaşanması bekleniyor. Bir zamanlar Türkiye'nin ekmek sepeti, tahıl ambarı diye nitelendirilen Konya'da çok büyük bir kuraklık, obrukların açılması bekleniyor. Gülçin Erdi-Lelandais, kuraklığın çiftçiler arasındaki bu uçurumu derinleştirdiğini ve kuraklığın sosyal sonuçlarını dikkate alan yani koordineli ve gerçekçi bir kamu politikasının mevcut olmadığını söylüyor. Kuraklığa uyum da tam değil yani genellikle doğaçlama ve kısa vadeli önlemler biçiminde ve mevcutlara ek olarak yeni sosyal eşitsizlikler üretiyor diye de bir tespitte de bulunmuş Gülçin Erdi-Lelandais. BBC Türkçe'nin sorularını da yanıtlamış Gülçin Erdi-Lelandais ve “Bölgede o günden bugüne çiftçilerin sorunları azalmadı, tersine arttı. İklim değişikliğiyle beraber hem tarımsal üretim düşecek hem de tarım nüfusunun göçü hızlanacak,” diye tahminlerde bulunuyor.

Konya Havzası'nda yer alan bir obruk

Konya Havzası’nda çok büyük göller vardı, Beyşehir, Meke ve Tuz gibi çok sayıda büyük göl vardı. Bu göllerin çoğu son 30 yılda yarıya yakın küçüldü. Hatta Tuz Gölü gibi bazı göllerin neredeyse tamamen kuruması sonucu tabandaki toksit maddeler açığa çıkıyor ve bu da etraftaki bölgeleri büsbütün yaşanmaz hale getiriyor. Bu da göçleri tetikleyebiliyor. Sen bu göller konusunda epey gözlem yapmış birisin Yücel, biraz bundan bahsetmek ister misin?

Y.S.: Burada uzmanlarımız hatta biraz iyimser bile konuşmuş diyebiliriz. Türkiye'de çok uzun süredir kuraklığa bağlı göçler yaşanıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri, benim kendi köyüm. İki tane ırmağı olan köyün, şu anda dere, ırmak yatağında akan damla suyu yok ve tarıma bağlı hayat orada alt üst olmuş durumda.

Ö.M.: Neresi bu Yücel?

Y.S.: Sivas, Orta Anadolu. Orta Anadolu’da eskiden tamamen tarıma dayalı bir ekonomi varken, artık bu yok. Bu yaklaşık 20 yıldır böyle aşağı yukarı. Konya, çok iyi, neredeyse karış karış bildiğim bir yerdir. Tuz gölünün yarısı değil, tamamı kuru artık. Keza Meke Gölü tamamen kurumuş bir göl. Bu arada bu yıl Meke'ye kanalizasyon suyuyla hayat vereceklerini söylemişlerdi. Böyle bir açıklama da var. Konya'nın artık değil üstünde altında da su yok. 200 metrenin çok çok altına inmeniz gerekiyor ki bir su, sıvı bulasınız ama o bulduğunuz sıvı da zaten fosil sıvı oluyor ve onu kullanamıyorsunuz, iğrenç bir kokusu var. Ben, kuyudan çıkan o sıvıyla karşılaştım. Milyonlarca yıldır yerinde duran ve değişmeyen bir su olduğu için özelliği o şekilde, hiçbir şey de kullanamıyorsun.

Ö.Ö.: Ne demek fosil sıvı? Fosil yakıt için kullanılan sıvı değil, değil mi?

Y.S.: Hayır, fosil sudeniyor buna ve milyonlarca yıldır çok derinde bekleyen, hiçbir şekilde ne beslenen ne de herhangi bir devir daim yapma olanağı olan bir su. Çok uzun süredir orada beklediği için o su ne içme suyu olarak ne de tarımsal su olarak kullanılamıyor. Konya Ovası’ndaki kuyulardan artık bu su çıkıyor, fosil su çıkıyor. Yani yer altında da su kalmamış. Bir ara derlerdi, ‘Konya'nın altı deniz’, öyle bir şey bitti. Dolayısıyla Konya'yı uzun süredir, 50 yılda bu duruma getiren neden, yanlış su politikaları. Şimdi buna iklim krizi eklendi. Konya, iklim kriziyle beraber artık alması gereken yağış miktarını da alamıyor ya da aldığında çok büyük miktarlarda alıyor ve o da tarıma büyük zarar veren bir şeye dönüşüyor. Çok çaresizler yani Türkiye'nin tahıl ambarında çok büyük çaresizler.

Ö.M.: Herhalde bu durumda oradan göç etmeleri de söz konusu olabilecektir. Yeraltı sularının tüketilmesinden dolayı bir de kendi tarım yaptıkları yerlerde derin obruklar da açılıyor, devasa çukurlar açılıyor.

Y.S.: Uzun süredir köyler boşalıyor. Yani ben 15 yıl öncesinden, kuraklık yüzünden göç eden aile biliyorum, göç etmek üzere olan aile biliyorum, göç etme niyetinde olan aileler biliyorum. Bu problem sadece Orta Anadolu'ya da özgü değil. Biliyorsun, son üç dört yıldır Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da da şiddetli kuraklıklar yaşanıyor, tarımsal kuraklıklar yaşanıyor. Değil ektiğini biçmek, insanların attığı tohum yeşermiyor. Eylül - Ekim döneminde attıkları tohum yağış almadığı için, yeşermediği için iki üç yıldır baharda yeniden tohum atmak durumunda kalıyorlar ve aldıkları risk çok büyük. Yani eğer her şey yolunda gider, ürün alabilirlerse elde edecekleri kâr miktarı çok düşük. Ama bir şey kötü olursa ki son üç dört yıldır o şey genellikle kuraklık oluyor ya da aşırı yağışlarla birlikte gelen seller oluyor, ettikleri zarar artık bir daha toparlanmalarına neredeyse olanak vermeyecek kadar da büyük oluyor. Bu, Türkiye'nin yine tarım deposu olan Çukurova’da da böyle, aynı kuraklık söz konusu. Orada da mesela iki üç yıldır aşırı sıcaktan dolayı narenciye çiçekleri olgunlaşamıyor, meyveye dönemiyor. Dönüyoruz Karadeniz'e ve Karadeniz'de de tam bu makalede de belirtildiği üzere aşırı yağışlar oluyor ve bu aşırı yağışlara bağlı olarak ki bunu iklim uzmanları çok uzun süredir söylüyorlardı, toprak kaymaları ciddi anlamda göçlere neden olan unsurlar arasında.



Bununla birlikte makalede değinilmeyen bir konu da var, Karadeniz bölgesinde önemli bir göç nedeni haline gelmeye başlayacak şimdi; istilacı türler. Yani değişen iklim, artan nem, yağış rejiminin değişmesi ile birlikte daha önce bu coğrafyada tutulmasına olanak olmayan canlıların tutulmasını, çoğalmasını ve çoğaldıktan sonra da tehdit haline gelmesini sağladı. Şu anda Karadeniz'deki insanlar, köylerde yaşayan insanlar üç dört tane istilacı türle nasıl baş edecekleri yönünde çözüm arıyorlar çünkü ektiklerini onlar yiyor.

Ö.M.: Özdeş, onlara ‘rekabetçi tür’ mü deniyordu?

Ö.Ö.: Evet, The Guardian'da böyle bir makale vardı ve dinleyenlerimizin desteğiyle bulmuştuk. İstilacı böyle çok olumsuz çınlayan bir şey olduğu için rekabetçi de deniyormuş.

Y.S.: Evet, zaten olayları rekabette çok güçlü olmaları. Bütün bunların üzerine bir de bizim yaptığımız hatalar ekleniyor. Yani tarımda çiftçiyi iklim krizine hazırlamıyoruz; kentlerde yaşayanları, köylerde yaşayanları hazırlamıyoruz; buna karşı bir takım önlemler alınamıyor, alınmıyor; Konya Havzası’nda kurak tarıma geçişi, kuru tarıma geçişi konuşmuyoruz. Hala o bölgede baraj yapma veya yeraltı sularını nasıl değerlendiririz gibi şeylerin peşindeyiz.

Ö.M.:BBC Türkçe’nin haberinde bir başka uzmanla, BM Çevre Programı'ndan Kıdemli Politika Danışmanı Doç. Dr. Barış Karapınar ile de görüşmüşler ve o da senin dediklerinin doğrultusunda söylüyor. Yani iklim göçlerinin gelecek senaryolarının konusu olmadığını, Türkiye'nin zaten son 10 15 yıldır iklim kaynaklı dış güçlerden etkilendiğini belirtmiş. Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Beşinci Değerlendirme Raporu’nun baş yazarlarından da olan Karapınar, “Bu çoktan başladı,” diyor ve Suriye'den Türkiye'ye rekor sayıda mültecinin göç etmesine sebep olan çatışmalarda iklim değişikliğinin bir faktör olarak ‘eklemlendiğini’ vurguluyor. Bunu biz, bu konularda çok derin araştırmaları bulunan Yale Üniversitesi profesörlerinden Harvey Weiss ile de daha önce konuşma, mülakat yapma fırsatı bulmuştuk. Weiss akademide, o bölgede yalnız savaşın değil kuraklık gibi çok temel sebeplerin yani belki de yeryüzünün ilk büyük imparatorluğunun da 30 - 40 yıl gibi çok inanılmaz bir süre içinde tamamen kuraklıktan yok olup gittiğini gösteren araştırmalarıyla tanınıyordu. Orada artık araştırmalara da devam edilemiyor çünkü bir de Suriye'de savaş var.

Bir de Suriye'den Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan çiftçilerle ve arazilerin uydu görüntüleriyle yapılan 2022 tarihli uluslararası bir araştırma, insanların kuraklık koşullarında nasıl davrandığına da ışık tutuyor deniyor BBC Türkçe’deki haberde. İsveç’teki Lund Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Dinç de, Suriyeli çiftçilerin savaştan önce kuraklık karşısında bir takım önlemler aldıklarını, ilk tepkilerinin arazilerini terk etmek olmadığını söylemiş. Dinç, BBC Türkçe'nin sorularına cevap verirken, “Çiftçiler için kuraklık ya da suya erişim zorluğu elbette önemli meseleler ancak görüyoruz ki aynı dönemde yani 2006’da aynı kuraklık Irak'ta, Türkiye'de de yaşanırken tarım alanları işlenmeye devam etmiş,” diyor. Dinç, “Yani başka nedenler de var,” derken, “Bu, bize sosyoekonomik politikaların, tarım politikalarının ve teknolojik yatırımların önemini de anlatıyor,” diye ekliyor. “Türkiye'deki siyasi ile ekonomik durumun gitgide zorlaştığı bir dönemde -bunun altını çizmek lazım- Suriyelilerin kendilerine yeni alternatifler aradığını da söyleyen Dinç, kimisi her türlü imkanı zorlayıp Avrupa'ya gitmeyi, kimisi Esad’ın olmadığı bir dünyada Suriye'ye dönmeyi, kimisi için ise vatandaşlıklarını elde edip dolayısıyla daha iyi şartlarda Türkiye'de kalmayı yani üç alternatifi değerlendirdiklerini belirtiyor.

Ama öyle bir şey ki mesela üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'yi etkileyecek bir diğer çok önemli risk de deniz seviyelerinin yükselmesi. Bu, dünyanın bütün sahillerinde görülüyor. Üç tarafı denizlerle çevrili olduğu için Amerika'dan, Almanya'dan ve Hollanda'dan bilim insanları, Akdeniz'de bu riske bağlı olası göçleri incelemişler ve Akdeniz çevresinde deniz seviyesindeki yükselişe bağlı olarak yüzyılın sonuna kadar 20 milyona yakın insanın bulunduğu ülke içinden başka yerlere göç etmek zorunda kalacağını ortaya çıkartmışlar. Yani Akdeniz'in güney ve doğusundaki göçmen sayısı, kuzeye göre üç kat daha fazla olacakmış. Tüyler ürpertici bulgular bunlar ama gayet gerçek ve üstelik yeni yapılan, çok ayrıntılı araştırmalar.



Avrupa Birliği'nin (AB) mülteciler için kötümser senaryoları, iklim krizinin gıda ve tarım sistemlerinde çöküşlere yol açarak bir çok çatışmayı tetiklediği bir dünyayı anlatıyor. Yani Türkiye, işlek bir uluslararası göç koridorlarından biri, belki de başlıcası. Bu sürece nasıl yanıt vereceği doğrudan doğruya AB’yi de ilgilendiriyor. Yani BBC Türkçe, AB Sığınma Ajansı’na (EURA) ulaşmış ve EURA, iltica bağlantılı göçlerin geleceğine ilişkin senaryolarında iklim değişikliği ve kaynak kıtlığını da incelendiğini söylemiş ve yeni bir rapor, #Asylum2032 yani ‘2032’de İltica’ diye bir rapor başlığı bu yılbaşında yayınlanmış. Bu raporda, 10 yıl içinde yani 2032’ye kadar Avrupa'ya sığınmayla bağlantılı göçlerle ilgili üç ana zorlukla bağlantılı dört senaryo varmış. Birincisi, iklim değişikliği yani ana zorluk, iklim değişikliği. 21. yüzyılda insan hareketliliği açısından kesinlikle belirleyici itici güç ve uluslararası koruma politikalarını derinlemesine etkileyeceği belirtiliyor. İkinci zorluk, küresel gerilimler, çatışmalar ve dijitalleşme başlıklarıyla inceleniyormuş. Bu zorluklarla ilgili olası gelişmelerle nasıl baş edileceğine göre de dört senaryo projeksiyonu var. Yani en karamsar senaryolardan biri, ‘kuruyan bir gölette, -tüyler ürpertici aslında- piranhalar ve timsahlar’ diye adlandırılmış bir senaryoda sadece 10 yıl içinde yani 2032’ye kadar tarım ve gıda tedarik sistemlerinde iklim krizi sebebiyle çok sayıda çöküş yaşanıyor. Bu durum, güney yarımkürede artan şiddetlere, çatışmalara ve savaşlara neden oluyor. Ülkeler arası sınır geçişleri de zorlaşıyor.

Peki önlenebilir mi göçler? En kırılgan toplulukların güçlendirildiği oyun politikaları daha önemli diyorlar. Bütün uzmanlar bunu söylüyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyoloji bölümünden araştırmacı Barış Can Sever’le de konuşmuş BBC Türkçe. Can Sever, iklim göçlerinin herkesi eşit etkilemediğini vurgulamış yani göç ve iltica gibi zorunlu yer değiştirme davranışları hareketlilik kavramı altında genelleniyormuş. Can Sever, iklim hareketliliği kadar hareketsizliğin de kritik olduğunu da söylemiş. Yani yer değiştirmek de aslında belli bir güç veya kapasite gerektiriyor. Örneğin ailede bir sürü yaşlı ya da hasta insan var ve onlara bakım rolünü üstlenen kadınlar, yaşadıkları yerin dışında kimseyle bağlantısı olmayanlar istese de bir yerlere gidemiyorlar. İnsan, bu ayrıntıları normalde düşünmüyor, böyle araştırmalarla karşısına çıkıyor. Can Sever, “Bu insanlar küresel ısınmaya en az katkıyı yapanlar da olsa ceremesini en çok onlar çekiyor,” demiş. Büyük bir iklim adaletsizliği de var tabi her zaman olduğu gibi.

Son olarak yazıda, Konya'daki kuraklık ve çiftçi göçlerini inceleyen Gülçin Erdi-Lelandais, iklim göçlerinin önlenmesi için bugünden ‘iklim değişikliğine uyumlu tarım teknikleri’ gibi kalıcı çözümler uygulanırken, ‘tarım nüfusunun bölgede kalmasını teşvik edici politikaların üretilmesi’ gerektiğini söylüyor. Dr. Barış Karapınar ise uyum adımlarını erken atmanın maliyetinin geç adımlara göre çok daha ucuz olduğunu belirtiyor. Lund Üniversitesi'nden Dr. Pınar Dinç de, “Türkiye'nin artan kuraklığa karşı nasıl sürdürülebilir önlemler aldığını, üreticisini, tarım işçisini korumak için nasıl adımlar attığını takip etmemiz lazım. Bu adımlar atılmazsa elbette Türkiye'de iç göç de gerçekleşir, gıda krizi de yaşanır,” diye uyarmış. Yani bayağı ciddi çığlıkları olan birçok bilim insanının da birlikte, aynı yönde, doğrultuda uyarılarda bulunduğu bir haber.

Y.S.: Bir şey eklemek istiyorum buna Ömer Abi. Siz de takip ediyorsunuz, iklim krizine dair her rapor pozitif geri besleme ile geliyor. Buradaki pozitif, ‘iyi’ anlamda değil. Yani zararın üç olacağını tahmin ediyorken, yeni rapor ‘yok bu üç değilmiş, yanılmışız yediymiş’ falan diye çıkıyor. Pozitif besleme bu maalesef. Burada biyolojik çeşitlilik kaybı da çok önemli bir faktör. Yani bugün yediğimiz, içtiğimiz ve hayatımızı sürdürdüğümüz her şey, bu biyolojik çeşitliliğin ortak üretimi ve iklim kriziyle beraber bu biyolojik çeşitlilikte olağanüstü bir tehlike yaşanılıyor, yıkım yaşanıyor. Örneğin böcekler bu hızla yok olduğunda, 10 yıl sonra su olsa da, toprak iyi olsa da nasıl tarımsal üretim yapacağımız konusunda henüz tam bir fikrimiz yok. Biz aslında bir sürü konuda başka canlılara bağlıyız. Hayatımızın devamlılığı başka canlılara bağlı ve şu anda her canlı için 13 dakikada bir bir kıyamet yaşanıyor. Yani Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği’nin verilerine göre, 13 dakikada bir tür yeryüzünden tamamen yok oluyor.

Ö.M.: Evet, günde 200 idi ve o da artmakta herhalde türlerin yok oluşu. Öte yandan da tedbir deyince de Enerji Bakanı’nın Irak - Türkiye petrol boru hattının hafta içinde faaliyete geçeceğini açıklaması gibi bir müjde var tırnak içinde.

Y.S.: Evet.

Ö.M.: Piyasalara 500 bin varil petrol tedarik edilebilecek diye bir haber de var. Yani tedbirlerin yerine bunlar konuşuluyor. Evet, bunu konuşmaya devam edeceğiz. Galiba programın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Hoşça kalın diyelim.

Y.S.: Görüşmek üzere.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.