Adanın İnsanları: Kimler Geldi Kimler Geçti

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, Büyükadalı araştırmacı, yazar, girişimci sevgili dostumuz Meri Çevik Simyonidis ile bir araya gelerek kendisinin "Adanın İnsanları: Kimler Geldi Kimler Geçti - Büyükada Heybeliada Burgazada Kınalıada" adlı kitabı üzerine konuşuyorlar.

""
"Adanın İnsanları: Kimler Geldi Kimler Geçti - Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada"
 

"Adanın İnsanları: Kimler Geldi Kimler Geçti - Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada"

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Herkese merhaba. Açık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programını dinlemektesiniz, ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.

D.T.: Teknik masada Feryal Kabil ile beraberiz. Bugün Büyükadalı araştırmacı, yazar, girişimci sevgili dostumuz Meri Çevik Simyonidis bizimle. Merhaba Mericiğim, hoş geldin.

Meri Çevik Simyonidis: Merhabalar, hoş bulduk.

Nevin Sungur, Meri Çevik Simyonidis ve Derya Tolgay

D.T.:Adanın İnsanları: Kimler Geldi Kimler Geçti - Büyükada Heybeliada Burgazada Kınalıada adlı kitabın İnkılap Yayınları’ndan çok taze çıktı, kutlarız. Adalar hafızasına çok derin bir kayıt düşen bu kitabı konuşmak için buradayız bugün.

N.S.: Ne güzel, ellerinize sağlık.

M.Ç.S.: Çok teşekkür ederim.

D.T.: Ben önce seni tanıtayım, sonra da sen bize kitabın ayrıntılarını anlatırsın.

M.Ç.S.: Tabii ki seve seve.

D.T.: Selanik Aristoteles Üniversitesi Felsefe ve Pedagoji bölümünden mezun oldun. İstanbul Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan Başkonsolosluğu'nda 25 sene memur olarak görev yaptın. Daha sonra Mezedaki adında, bizim de tadı damağımızda, hatırladığımız bir restoran ile iş hayatına başladın. Ardından Cantina By Mezedaki ve Mezedaki Online’ı da kurarak daha fazla lezzet severe ulaştın. İstanbul mutfağı workshop ve seminerlerinin yanı sıra, Mezedaki’de ve üniversitelerin gastronomi bölümlerinde tadımlar gerçekleştirdin. Yunanca olarak yayınlanan kitapların var. İstanbulum: Tadım-Tuzum Hayatım adlı bir anı kitabın, DÜNYA Kitap 2015 yılı Gastronomi Dalında En İyi Kitap’ Ödülü’ne layık görülen Bir Varmış Bir Yokmuş adlı bir yemek kitabın, Tadı Damağımda Kaldı: Dünden Bugüne İstanbul Lezzetleri, İstanbul Kokulu Mutfaklar,İstanbul Kokulu Mutfaklar 2, Bir Masalmış Geçen Yıllar ve Unutulmaz Hayatların Reçeteleri adlı gastronomi kitapların var. Hepsini sayıyorum çünkü hepsi de birbirinden kıymetli. Çeşitli akademik seminerler ve konferanslara da katıldın, İstanbul’un çok kültürlü mutfağını temsil ettin. Rum toplumu ve yaşamı hakkında yazı ve röportajların var. Şu anda Gedik Üniversitesi'nde Mutfak Kültürü üzerine yüksek lisans yapmaktasın, değil mi?

M.Ç.S.: Evet.

D.T.: İstanbul Severler Kültür ve Sanat Derneği'nin hazırladığı Cumhuriyetin Güçlü Kadınları kitabına 100 kadından biri olarak seçildin ve ayrıca İstanbul'un ilk lezzet derneği olan Mutfak Dostları Derneği üyesisin. Moda Kültür Derneği Başkanı olarak da görevine devam ediyorsun. Büyükadalısın.

N.S.: Az zamanda çok işler başarmışsınız.

D.T.: Aslında bunu da paylaşalım. Sevgili Meri'yle daha önce de bir sohbetimiz olmuştu Açık Radyo'da - 2019'da da seninle beraber Büyükada'da bir gastronomi rotası yapmış ve onu da Dünya Mirası Adalar programında paylaşmıştık.

M.Ç.S.: Onun da yankıları bayağı büyük olmuştu - Atina'dan, Selanik'ten aramışlardı beni, ‘Ne kadar güzel bir program yaptınız’ diye çok güzel geri dönüşler almıştım o program için. Çok güzel bir program olmuştu, hatırlamaz mıyım? Tabii ki çok iyi hatırlıyorum.



N.S.: Ne güzel. Yaptığınız bütün işlerle, Adaların tarihi ve günlük yaşamın tarihe kayıt düşmesi, geçmişteki kültürünü bugüne taşımak konusunda çok çaba göstermişsiniz. Bugün konuşacağımız kitap da onun bir parçası. Şu anda hayatta olanlar, vefat etmiş olanlar, bir sürü çok renkli kişilik var kitabınızda. Aslında şimdiye kadar yaptığınız bütün faaliyetlerde bir kayıt düşme, yaşayanlar ve geçmiş unutulmasın çabası da var. Bütün bunların arkasında nasıl bir motivasyon var?

M.Ç.S.: Aslında o kadar basit bir sebebi var ki - ben kitap okumayı çok seven bir insanım. Yıllar önce kurumsalda çalışıyordum. O dönem kitapçılara gittiğimde fark ettim ki, İstanbullu Rumlar için yazılmış bir kitap yok - ne yemek kitabı, ne yaşam kitabı, ne sözlü tarihi var. Yalnızca tarih kitapları var. Oysa hali hazırda da devam eden onca lezzet noktası var ve bunların her biri 100 senelik, 80 senelik, 70 senelik... Yani koskoca, burada bir sektörü ayakta tutan gerçekten çok büyük markalar hepsi. Meyhanecilikte de bir numara. Tarabya'dan, Yeşilköy'e balık tavernaları, boydan boya, bütün yediğimiz mezeler... Çikolatacılık ve pastacılık zaten Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına doğru, Cumhuriyet dönemlerine doğru Rumlarla başlamı - İnci, Baylan, Elit Pastaneleri... Dedim ki nasıl olabilir? Elde bu kadar çok veri varken, şimdi bir yemek kitabı yazsam, pasta tarifi mi vereceğim? Ben bir Rum kadını olarak pasta reçetesini asla küçümsemiyorum, belki de yanlış anlaşıldım birkaç yerde bunu söylediğim zaman, bu yüzden ben de bu markalardan bahsedeyim dedim. Bu insanlarla gidip konuşayım, bana yüzyıldır nasıl var olduklarını anlatsınlar. Görmezlikten gelinecek bir durum yok ortada çünkü bu dükkanlar hala var ve herkes buralardan alışveriş yapıyor, gidiyor, eğleniyor, yemek yiyor. Bunlar yokmuş gibi davranıp da, bu adamlar öldükten sonra da, ‘bir zamanlar vardı’ demenin de bir anlamı yok. Ben de bu konuyu deşmeye başlayayım dedim. Böyle başladı aslında.

Tabii ki felsefe okumamla da bunların hepsi birleşti. Burada sosyoloji var, felsefe var, antropoloji var, toplum araştırması var, sözlü tarih var yani her şey var içinde. Buna veya daha öncekilere sadece bir yemek kitabı denilemez. Burada gerçekten sizin de dediğiniz gibi, sözlü tarih araştırmanın değeri ortaya çıkıyor. Çünkü bu insanlar kendilerini anlatmak için oturup da kitap yazamaz ama sen ona sorduğun zaman rahatlıkla anlatabiliyorlar.


N.S.: Aslında siz burada bu insanların ‘biz burada varız’ın sesini duyuruyorsunuz çünkü resmi tarihte bunlar yer almıyor. Dolayısıyla bu çok önemli.

M.Ç.S.: Günlük bir tarih bu - hayatımızın içindeki çok önemli faktörler bunlar. Yani yeme içmeden kesildi dediğimizde ne anlarız? Ölümü anlarız - ölüyor, ‘yemeden içmeden kesildi artık’ deriz. Yani yeme içme çok yaşamsal bir faktör, hayat enerjisi, can, hayatta olduğumuzun en önemli faktörlerinden biri. Dolaysıyla bu konuda anlatacak çok şey var - bir semtten, bir semt kültüründen bahsettiğimde, yemesi içmesi iyi ise benim için orası değerli bir semttir.

D.T.: Neşeyi barındırmak çok önemli yani üzüntüyü herkes yaratıyor ama neşeyi yaratmak çok daha fazla emek istiyor.

M.Ç.S.: Çok doğru.



D.T.: Ben kitaba dönmek istiyorum biraz.

M.Ç.S.: Evet konuyu biraz dağıttım ama nereden çıktım yola dersen, işte böyle çıktım yola. Tamamen normal bir okuyucu olarak istediğim kitapları bulamadım. Ben günlük bir kitap okumak istiyordum yani tarih kitabı değil. Yeme içmesi olsun ama aynı zamanda biraz hayat hikayesi ve anı da olsun, biraz biyografi ve nostalji de olsun. Sonra dedim ki, ‘Madem bulamıyorum, o zaman ben yapayım bunları’ ve böyle çıktım yola. Bu dokuzuncu kitap oluyor aslında. Yunanca tercümelerim, bir tane de Yunanca şiir kitabım var.

D.T.: Zamanımız azalıyor, bu yüzden ben hızlıca sormak istiyorum; Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada yani aşağı yukarı 65 kişiyle görüşme yapmışsın. Bazıları bugün hayatta değil ama yaptığın bütün bu görüşmelerin çoğunun arkasında birer de yemek tarifi var. Bence bu kitabı sadece Adalıların değil, İstanbullu, hatta Türkiyeli insanların yemek tariflerine ve bu hafızaya ilgisi olan herkesin okuması gerekiyor. Bence bu çok kültürlülük elimizdeki en kıymetli şeydi ve onu kaybettik. Eskiden şişelerin bile üzerindeki etiketlerde Yunanca, Fransızca, Osmanlıca, Bulgarca dört, beş dil olurdu. Keza menüler de öyle. Şimdi ise bir çoraklaşma yaşıyoruz. Bu yüzden de bu kitabı herkesin okuması gerekir. Böylece belki de çok kültürlülük üzerine biraz daha kafa yorabiliriz.


M.Ç.S.: Deryacığım, benim kitaplarımı okuyan herkes biliyor ki ben hep çok kültürlü bir İstanbul için yazıyorum, sadece Rum olduğum için değil. Ben de gerçekten bu mozaiğin bir parçasıyım ve ona hayranım. Dolaysıyla bu mozaiğin ne kadar önemli bir zenginlik olduğuna her zaman dikkat çekmek istedim. Adalar da bu çok kültürlü, çok sesli İstanbul'un en önemli lokasyonlarından biri. Mesela İstanbul'daki Kurtuluş semtini de çok anlatırım, o da böyle bir lokasyon. Zaten İstanbul'un tümünde böyle bir çok çeşitlilik var.

Tabii bir Adalı olarak uzun yıllardır onun bu özelliğinin farkındayım. Hatta çocuklarım da bunu görsünler, içinde yaşasınlar diye kurumsal hayatım sırasında senelerce sabah altı vapurlarıyla inip, akşam döndüm, bu fedakarlığı yaptım. Çocuklarım şimdi büyüdü; kızım 27 yaşında ve bana, ‘Ben de çocuklarım olunca onları Ada’da büyüteceğim’ diyor. Adayı tanımış, orada büyümüş olmak onlar için de çok önemli.

Daha sonra da tabii burası için de bir kitap yazmam lazım diye düşündüm. Buranın özelliklerini, buradaki insanların yeme içme alışkanlıklarını, komşuluk ilişkilerini, buradaki mekanları, buradaki mekanların hafızalarını anlatmak istedim. Çünkü bu insanlar yeme-içmeyi, eğlenmeyi bilir, hayatın tam ortasındadır. Ama çoğunun da yazıyla, kitapla ilişkisi yoktur. Fıstık Ahmet Tanrıverdi mesela bir istisnadır ama herkesin böyle kitap yazacak diye bir durumu yok. Dolaysıyla onları, yemesiyle, içmesiyle, her yönüyle konuşturup, onlardan bir şeyler öğrenip ama tarih kitapları gibi değil de eğlenceli bir şekilde bütün bunları yazmak istedim - içinde tarif de olsun, tarih de olsun, insanlar güzel güzel okusunlar, okurken mutlu olsunlar istedim.


N.S.: Siz Büyükada'da bir Rum ailenin kızı olarak, bu kitapta yer alan kişilerden sizi en fazla etkileyen hangisi oldu? Çünkü bir taraftan nostalji, bir taraftan da değişen bir hayat tarzı var. Sadece Büyükada'da değil, bütün Adalarda. Bu kitabı yazarken, kalbinize dokunan kişinin kim olduğunu merak ettim.

M.Ç.S.: Heybeliada’ya de haksızlık yapmayayım çünkü ben genç kızlık yıllarımı Heybeliada’da yaşadım, daha sonra Büyükada'ya geçtim. Hatta çocukluğumun birkaç yılını da Burgaz'da geçirdim çünkü orada da vaftiz annem ve vaftiz babam vardı. O dönemde biz Ada'ya daha çıkmıyorduk çünkü babamın işleri uygun değildi - çok geç geliyordu, vapurlara yetişememek, Ada’ya çıkmak ve Ada’dan inmek gibi sıkıntılar vardı. Kısacası bütün Adalar’ı yaşadım - Kınalı'yı da son zamanlarda yaşadım. Adaların hepsi pırlanta, hepsi çok özel ve çok güzel. İnsanları da öyle - balıkçılarla da konuştum, büyükelçiyle de konuştum ve hepsininde Ada’yla ilgili insanı etkileyen çok özel anıları var.

N.S.: Ama mesela sizi çocukluğunuza götüren...

M.Ç.S.: Beni çocukluğuma götüren... Bunu biraz düşünmem gerekiyor.

D.T.: Sen düşün hatta sen düşünürken acaba parçayı anons edelim mi?

M.Ç.S.: Tabii ki olabilir.

D.T.: Evet Meri'nin seçtiği bir parça var, bize lütfen anonsu yapsın.

M.Ç.S.: Şimdi ben bu kitap için bir tanıtım teaser’ı hazırladım ve 21 Nisan'da Anadolu Kulübü'nde yapılan tanıtımında, fon müziği olarak bir İstanbul şarkısı kullandık; “Menekşeler ve Çiçekler.”

N.S.: Evet, şahane bir parça. Bize ve dinleyicilerimize de dinlettiğiniz için teşekkürler.

M.Ç.S.: Çok güzel bir şarkı, Ada’yı da anlatan bir şark - kuşlardan, menekşelerden, çiçeklerden aşklardan ve meşklerden bahseder. Şimdi bana anılarımı sordunuz; bir sürü anı var yani bunlardan hangisi en güzeliydi gerçekten bilmiyorum, mümkün değil, gerçekten mümkün değil. Ama beni çok duygulandıran mesela Madame Vaso’dur. Kitabın arka kapağında da konuşmalarından bir bölüm var. Madam Vaso, Ksidas Kitabevi'nin sahibesi. Bu bir Rum kitap evi ve 100 yıllık galiba.

Ksidas Kitabevi 

D.T.: 107 oldu galiba. Evet, çünkü geçen sene Türk Yayıncılar Birliği’nden ödül aldı. Türkiye'nin şu anda yaşayan en eski kitapçısıdır. İftiharla tekrardan tebrik edelim kendilerini.

N.S.: Mihal Bey’e de selam olsun.

M.Ç.S.: Madam Vaso’ya da selam olsun.

D.T.: İnşallah bir gün onu da ağırlarız ama biraz zor.

M.Ç.S.: Evet şu an biraz da hasta, eve kapandı şimdi. Ama biz onunla Ksidas Kitabevi'nde çok güzel kitap imza günleri yaptık. Bu etkinliklerde onun mutluluğunu çok hissetmişimdir. Çocuk gibi gelip yanıma otururdu. Bu benim gözümün önünden ve aklımdan gitmeyen bir anı. Niko Katakuzinos'un gençliğini anlatırken hatırladığı anılar da aklımdan gitmiyor. ‘Dans ederken sabahı buluyor ve dans ederek iskeleye inip oradan da vapura binip işe gidiyorduk’ diye anılarını öyle bir keyifle anlatmıştı ki... Kuaför Seher Hanım’dan da başka bir anı var – o da ‘Sokaklar parfüm kokuyordu - o kadar güzel, o kadar asil, o kadar özel sakinleri vardı ki Ada’nın’ diye anlatmıştı.

Derya Tolgay ve Niko Katakuzino

D.T.: Niko Katakuzino, sağolsun iki kez konuğumuz olmuştu. Babası Koço Kalfa en uzun yaşayan Adalılardan biri. Tabii Adalılar buranın havasından suyundan ve arabaya binmeyip yürümekten dolayı uzun yaşıyorlar.

İzin verirsen şimdi senin kitabından şunu okumak istiyorum; diyor ki, “Mimarlar babamın ismi geçince, ‘O kalfa bizden çok daha iyi biliyor’ deyip tüm projeyi babama bırakıyorlardı. Vakko'nun evinin projesinde mimarı Hasan Mengü'ydü. Bir türlü bir şeyleri yerine oturtamıyordu. Gelip bana, ‘Ah ne olur baban ilgilenebilir mi?’ diye rica ettiler. Ben de babama söyledim. O devam etti projeye. Ama kotlar ve akıntı yanlış verilmiş. Ada’nın altyapısı ve toprak zemini yanlış hesaplanmış. Babam düzeltip oturtunca yerli yerine proje anca tamamlandı.’ Ada’nın kıymetli binaları, lezzeti vs. bu çok kültürlülüğün eliyle, zenginliğiyle oluşmuş bir mirasımız var elimizde.


M.Ç.S.: Kıymetini bilmek lazım. Mesela Adil Bali'in anlattığı bir horoz reisi var. Nasıl bir kahraman? Okuduğunuz zaman, insanı gerçekten duygulandırmaması mümkün değil. Herkesi yetiştiriyor, para istemiyor. Herkesin iyiliği için koşturan bir horoz reis.

D.T.: Kahramanlar çok.

M.Ç.S.: Kahramanlar o kadar çok ki gerçekten kimse bir diğerinden daha fazla değerli değil, hepsi aynı değerde, hepsi çok özel.

N.S.: Burada tabii o Ada’nın kıymetini, özelliğini bilip bunu sahiplenen insanlardan bahsediyoruz.

M.Ç.S.: Çok doğru.

N.S.: Zaman değişiyor, her şey değişiyor maalesef. Tarih bütün dünyanın her tarafında böyle olmuş. İnsanlar gidiyor, topluluklar gidiyor, yerine başkaları geliyor. Bundan sonra gelecekler kimse kim yani nereden gelmişse gelmiş, orada ne kadar zamandır yaşıyorsa yaşasın - önemli olan sonrakilere geçmiş kültürleri aktarabilmek. Bu kitap işte bu kıymeti anlatıyor. Bu insanların söyledikleri çok özel. Bu Adaların özelliğini anlamış, kavramış bu insanlar. Bu nedenle bunu sahiplenmemiz gerekiyor bütün Adalılar olarak. Biz yeni Adalıyız, siz eski Adalısınız. Dolaysıyla bütün mesele bu bence.

M.Ç.S.: Zaten ben de bu kitapta dünden bugüne burada kimler vardı, kimler devam ettiriyor, Ada için kimler bir çaba içinde, hepsine yer vermek istedim. Sevgili Derya'yı da çok önceden tanımıştım, yine beni ağırlamıştı Açık Radyo’da. Dünya Mirası Adaların yaptığı çalışmalar çok değerli Ada için. Daha bir çok değerli insan var, buradan bunu da söylemek istiyorum. Bazılarına ulaşamamış, bulamamış olabilirim ama bu demek değildir ki onlarla konuşmak istemiyorum, tabii ki konuşmak isterim. Valla ömrüm yettiği kadar bu işleri yapacağım zaten.

D.T.: Kitap 488 sayfa. İkincisi, üçüncüsü de gelir.

N.S.: Ellerinize sağlık. Bu çabalarınızı çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.


M.Ç.S.: Çok sağolun, çok teşekkür ederim.

D.T.: Konuğumuz sevgili Meri Çevik Simyonedis ile Adanın İnsanları: Kimler Geldi Kimler Geçti - Büyükada Heybeliada Burgazada Kınalıada kitabını konuştuk. ‘Adalar hepimizin’ diye kapatacağız.

N.S.: Hep beraber.

M.Ç.S.: Her şey Adalar için.