Patates: Dünya Tarihini Değiştiren Bitki

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

Patates, dünya tarihini değiştiren bir bitki. Bir kıtayı kurtardığı gibi, bir ülkeyi de perişan etti, insanlarının açlıktan ölmesine neden oldu. Bu iki uçta gidip gelen patatesin hikayesi, insanoğlunun toplumsal tarihiyle iç içe. “Dünya tarihini değiştirdiği” söylemi abartılı gibi gelse de tarihsel bulgular bize bunu gösteriyor. 

Patates
 

Patates

podcast servisi: iTunes / RSS

William H. McNeil, 1999’da yazdığı, ‘Patates Dünya Tarihini Nasıl Değiştirdi?’ makalesinde, Amerika kıtasından gelen patatesin, 1770’li yıllarda kıtlık ve açlık çeken Kuzey Avrupa’yı yok olmaktan kurtardığını, zenginleştirdiğini ve bugünkü devletlerin kurulmasına ön ayak olduğunu söylüyor. Onun iddiasına göre “Patates tahıla nazaran dört kat daha fazla karbonhidrat içerdiği için Avrupa’da hızlı nüfus artışına neden olan, kıtanın sanayileşmesini sağlayan ve bugünkü uygarlığın temelini oluşturan” bir bitki.

Patatesin anayurdu, And Dağlarının eteklerindeki Peru ve Bolivya vadileri. 1530’larda İspanyol istilacıların kurbanı olmadan önce And Dağları halkı, İnka uygarlığında yaşıyorlardı. Patates türleri gibi, ekip topladıkları kültür bitkilerini de atalarından miras almışlardı. Bu topraklarda patatesin geçmişi MÖ 8000 yılına kadar uzanıyor; yetişen 300 çeşit patates türünün sadece 2 ya da 3’ü kültüre alınmış Avrupa’da.

İnka topraklarını ele geçiren İspanyol komutan Francisco Pizarro’nun ordusunda tarihçi ve botanikçi Pedro Cieza de Leon da vardır. Leon, 1553 yılında yazdığı Cronica del Peru kitabında Quito bölgesinde “küçük bakla” dediği fasulyeyi ve patatesi bulduğunu yazmış. Pizarro, 1560 yılında tam tamına 99 yumruyu Avrupa’ya getirmiş ve İspanya Kralı II. Felipe’ye sunmuş. Kısa süre sonra Patates, Avrupa’daki pek çok botanik bahçesinde, özellikle de Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun topraklarında boy göstermeye başlamış. Patatesi ilk kayda geçirenlerden biri  Viyana’daki botanik bahçesinin müdürü Carolus Clusius. Belçikalı sanatçı Philippe de Sevres’e çizdirdiği suluboya resim (1589), patatesin Avrupa’da çizilmiş ilk resmi olarak Belçika Anvers’deki Plantin-Moretus Müzesi’nde sergileniyor. 1601 yılında Clusius, Rararium Plantarum Historia adlı kitabında patatesin gastronomik özelliklerine de övgüler düzmüş.

Patatesi ilk olarak botanik literatürüne geçiren ise İsviçreli botanik ve anatomi bilgini Gaspard Bauhin. 1591’de  Patlıcangiller (Solanaceae) familyasına ait olarak sınıflandırdığı bitkiye Latince “Solanum tuberosumadını vermiş. Birkaç yıl sonra İngiliz şifacı John Gerard’ın Bitkilerin Tarihi (1597)kitabında  ve İtalyan şifacı Pietri Andrea Mattioli (1598)’nin şifalı bitkiler kitabında ilk kez İngilizce “potato” adını kullandığını görüyoruz. Potato,  And dilindeki “batata”, İspanyolca, “patata”dan İngilizce’ye uyarlanmış.  Almanca’daki “kartoffel” ve Fransızca’daki “pomme de terre” ise “toprak elması” anlamına geliyor.

Patatesle ilgili en eski tarif Alman yemek kitabında karşımıza çıkıyor. Bohemya ve Macaristan’da çalıştıktan sonra saray aşçılığı yapan Marx Rumpolt’un Ein New Kochbuch (1582) kitabından bir tarif: “Toprak elmaları. Soyun ve küçük parçalara ayırın. Suda iyice kaynattıktan sonra bir kumaşın üstüne iyice bastırın. Küçük parçalar halinde domuz pastırmasıyla kızartın. Altına biraz süt ekleyerek lezzetlendirin…”

Patates Avrupa’ya sadece İspanya değil, İngiltere üzerinden de yayılmış. Britanya’ya ilk getirenler arasında iki kişinin adı geçiyor: İngiltere kraliçesi 1. Elizabeth himayesinde yolculuklara çıkan korsan ve kaşif Sir Francis Drake ve  1580’lerde Sir Walter Leigh’in firmasıyla Amerika’ya seyahat eden astronom ve matematikçi Thomas Harriot.

Patatesin Avrupa’ya girmesiyle birlikte 1600’lerin başında Rönesans sahnelerinde de boy göstermeye başlıyor.  Shakespeare’in 1602’de yayımladığı Windsor’un Şen Kadınları oyununda, şantaj için kadınları baştan çıkaran Falstaff, yine kadınlar tarafından tuzağa düşürülür ve ona başında boynuzlar Avcı Herne kılığı içinde Windsor Ormanı’nda beklemesi söylenir. Falstaff başına geleceklerden habersiz, o son sahnede Mistress Ford’a şöyle seslenir: “Kısa kuyruklu Maralım! Gökten patates yağsın, yeşil yapraklar türküsüyle gürlesin gökler, dolu yerine şeker, kar yerine lokum yağsın.”

Avrupalılar bu bitkiyle 1537’de  tanışmış ama Patatesin bu topraklarda hakimiyetini ilan etmesi zorlu bir süreçten sonra gerçekleşmiş. Kuzey Avrupalılar başta patatese kuşkuyla yaklaşmışlar, hatta bazı Protestanlar Kutsal Kitap’ta ondan söz edilmediği gerekçesiyle reddetmişler. Güzelavratotuyla (belladonna) aynı familyadan geldiği için zehirli olduğu düşünülüyormuş. “Şeytanın yiyeceği” bile denmiş.  İskoçlar patatesi ne ekmiş ne de yemişler.

Tarlalarda da henüz çok yaygın değildir. Patates, ekvatoral bir bölgenin yüksek kesimlerinden, gündüzlerin 12 saat sürdüğü bir yerden geliyordu. Avrupa’da don olayı yüzünden günlerin daha uzun olduğu yaz aylarında patates ekilmiş ama bitki çok az yumru vermiş.

Çok fazla süren ışıklı dönemler patatesin ritmine uymayınca, iki yüzyıl boyunca işler kötü gider ama 18. yüzyıl boyunca 19. yüzyıl başına dek birçok Avrupalı botanik bilimci, Avrupa ve Kuzey Amerika iklimine daha uygun yeni varyeteler geliştirmekle uğraşmışlar. Bitki de iklime alışmış; gün ışığı sorununu çözmek için Ekvatorun daha güneyindeki Şili’den getirilen örnekler geliştirilmiş. Önce Fransa ve Almanya’da sonra İrlanda’da yetiştirilmeye başlamış.

Patatesin Almanya’da yaygınlaşmasını sağlayan kişi uzun dönem Prusya’da hüküm süren II. Friedrich (1712-1786) olmuş. Onun hükümranlığı döneminde Yedi Yıl Savaşı’ndan çıkan (1763) ülkede açlık krizi de baş göstermiş. Kral, beslenme ile tarım üretimi sorununu birlikte çözmek istemiş ve savaşta ele geçirdiği bereketli topraklarda, kolay yetiştirilen besleyici bir bitki olduğunu bildiği patatesin yetiştirilmesini emretmiş. Köylüler patates ekmeye zorlanırken zaman zaman devreye ordu da sokulmuş. Ordunun resmen patates üreticiliğine girmesiyle patates yalnız Prusya’nın değil, yirmi yıl içinde tüm Avrupa’nın temel besin maddesi olmuş.

II. Friedrich’in patates politikası ekilebilir toprağı olan neredeyse bütün Avrupa ülkeleri tarafından da benimsenmiş; İsveç, Norveç, Polonya ve Rusya’ya da patates böylece yayılmış. Bu ülkelere “biraz güçlükle de olsa” Balkan bölgesi de katılmış. Patatesin zehirli olduğuna ve dinen kabul görmediğine inanıldığı için patatese direniş de vardır elbette.  “1802 yılında bir sınır komutanının, patates ekmeyi reddeden Sırp ve Hırvatları” dayak cezasıyla tehdit ettiğini yazan belgeler bulunuyor. Yeni topraklara patates ekileceği zaman 1817’de Venedik’te de patatese direniş olmuş.  Buğday ticareti yapanlar, düzenlerinin bozulacağından kaygılanır. Onlara, ekimin sınırlı yapılacağı için ticaretlerinin olumsuz etkilenmeyeceği, pazarlarda buğdayın satışına her zamanki gibi devam edileceği teminatı verilir ve sorun çözülür. Böylece Patates İtalya’da da yaygınlaşmış olur.  

Patatesi Fransa’ya tanıtan kişi ise Yedi Yıl Savaşları sırasında Almanlara esir düşen Antoine-Augustin Parmentier adlı bir Fransız eczacı. Esir kampında sırf patates yiyerek hayatta kalmayı başarmış; esaretten kurtulup ülkesine dönünce (1763), ömrünün geri kalan kısmını, hayatını kurtaran patatesi tanıtmaya ve aklamaya adamış.

1700’lerin sonuna doğru Fransa’yı kırıp geçiren bir kıtlık yaşanınca (1769 ve 1770) 16. Louis ve Marie Antoinette bu yumrulu bitkiyi halka benimsetme görevini Parmentier’ye vermiş (1778). Diğer halklar gibi Fransızlar da çeşitli bahanelerle patatesi hor görüyor; “yoksul ekmeği”, “domuz ekmeği” diye anıyor, bu bitkinin hastalık yaptığına inanıyorlardı.

Kral, patatese “asaletinden bir nebze ödünç vermesinin” iyi olacağını düşünüp, 50 hektarlık bir kraliyet arazısıne patates ektirmiş; çok değerli bir bitki yetiştiriliyormuş gibi, geceleri araziyi koruması için en değerli muhafızlarını görevlendirmiş. Maria Antoinette saçın patates çiçekleri takmaya başlamış.  Bu da amaçlandığı gibi halkın ilgisini çekmiş. Fransız devriminden sonra da “yurttaş Parmentier” imzasıyla, Patates ve Yerelması Tarımı Üzerine Araştırma (1789) yayımlanmış. Sonrası çok çabuk gelir. Kurucu Meclis “devrimci” kabul edilen bitkiyi yetiştirmeleri için köylüleri o kadar destekler (1793) ki patates büyük bir hızla Fransızların en önemli tarım ürünlerinden birine dönüşür.

Patatesin gündelik yaşamdaki yerine bakarken, Vincent van Gogh’un en ünlü resimlerinden birini de analım. Hollanda’da Nyuen kasabasındaki izlenimlerini resmettiği 1885 tarihli Patates Yiyenler tablosuna “beş para etmez” dedikleri için kardeşi Theo’ya gönderdiği mektupta şöyle der: “Asıl candan belirtmek istediğim fikir şudur: Lambanın altında patateslerini tabağa el uzatarak yiyen bu insanlar, aynı ellerle toprağı da işlemişler. Resmimin, çiftçinin elleriyle çalışmasını ve bu kadar namusluca kazandığı besini yüceltmesini istedim. Biz uygar insanların yaşayışından bambaşka bir yaşayışı canlandırmasını istedim. Onun için herkesin bu resmi güzel ya da başarılı bulmasını istemek aklımdan bile geçmiyor.”

Uygarlığı kurtarması bir yana, patates, tarihin en büyük facialarından birinin de sebebi oldu. Patatese bağlı olarak kıtlık ilk önce Almanya’da yaşanmış. 1840’lı yıllarda Almanya’da patates üretimine zarar veren bir küf hastalığı ortaya çıkmış. Ama patates yanında başka tarım ürünleri de halkın beslenme ihtiyacına yanıt verdiği için Almanya’yı fazla sarsmadan ve uzun da sürmeden atlatılır. Patates bağımlılığı önlemler sayesinde daha ölçülü ve sınırlıydı. Oysa İrlanda için durum hiç öyle olmaz.

17. yüzyılda İrlanda’ya getirildiğinde patates, ülkenin esas ürünü olur. 17. yüzyıl sonunda neredeyse bütün İrlanda patates tarlasına dönüşür. O zaman İrlanda, İngiliz toprağıdır. İngiliz soyluları mülk sahibi oldukları arazileri yerli halka kiraya veriyorlar, paralarını ve ürünü alıyorlardı. 1844 yılında Amerika’dan Dublin’e gelen bir gemi, yükü olan patates tohumluklarıyla birlikte adaya Phytophthora infestans mantarını da getirince üretim, kolay yayılan mantar hastalığı yüzünden üçte bir oranında düşer. Sadece üretimin düşmesi değil, daha büyük bir faciaya da yol açar bu durum. 1846 yılında patates mantarı zehirlenmesinden on binlerce insan ölünce ve patates üretimi de yüzde 90 oranında azalır.

Kıtlık, halkın tohumlukları da yemesi ve tüketmesine yol açar ve 1847’de neredeyse hiçbir yerde ekim de yapılamaz. Her gün binlerce insan bu sefer açlıktan ölmeye başlar. Adadan kaçış başlar. İrlanda zaten “Yeni Dünya”ya göç veren bir ülkedir; ama kıtlık nedeniyle Amerika’ya gidebilen gemiler yetmez olmuş; binlerce irili ufaklı tekneye doluşmuş insanlar da adayı terk eder. Avrupa tarihinde apansız ortaya çıkan bu göçü “önleme” uygulaması başlatılır. “Akdeniz ölümleri”nin benzeri olan tarihin büyük ve süreli facialarından biri yaşanır; yıllar boyunca sayısız gemi ve tekne batırılır; binlerce insan denizde boğulur. Kaç kişinin kurban edildiğine dar tam sayıyı kimse bilmiyor. 1852 yılında hafifleyen, 1860’ta sonlanan ve bir milyondan fazla ölümle biten patates faciası, ülke dışına 2 milyon kadar İrlandalı’nın gitmesine neden olur.

1841’de 8 milyondan fazla olan İrlanda nüfusu, 5 milyonun altına iner. Yıkımın sonunda patates tarlaları otlağa dönüştürüldü. Yüzyılın üçüncü çeyreğinden sonra İrlanda önemli bir et ve yün satıcısı olacaktı.

Kıtlık yıllarında, o sırada padişah olan Abdülmecid (1839-61) imparatorluk ekonomik zorluklar içinde olmasına rağmen bin Sterlinlik bir bağış yapmış; Kraliçe Viktorya’dan gizli olarak 1847’de adaya beş nakliye gemisiyle buğday ve başka tahıllar da sevk etmiş. Abluka altındaki Dublin limanına giremeyen gemiler, yüklerini ancak Drogheda limanına indirebilir. Türkiye-İrlanda dostluğu da o yıllara dayanıyor. 1900’lerin başında kurulan Drogheda futbol kulübünün ambleminde bu yüzden Osmanlı-Türk simgesi olan “ay-yıldız” vardır.  İrlanda’daki Kıtlık ve Açlık Müzesi’nde Türk yardımına geniş yer ayırmış.

Peki, Patates Türkiye’ye nasıl girmiş? 1850 yılında Rusya 'dan Kafkasya yolu ile Türkiye 'ye girmiş ve ilk olarak Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesi yaylalarında yetiştirilmeye başlanmış. Yerel dilde Lazca’da “kartofi” denmesi de bunu kanıtlıyor. 1876 yılında patatesin, Adapazarı bölgesinde yetiştirilmesinde Hüdevandigar valisi Ahmet Vefik Paşa'nın büyük rolü olmuş. Patates, toprak kokan bir ürün olduğu için çok ilgi görmemiş ama 15 yıl boyunca öşürden muaf tutularak ziraati yaygınlaştırılmaya çalışılmış.

Türkiye’nin patates bitkisine önemli katkıları var; patates türlerinin çoğaltılması bunlardan en önemli olanı. Nevşehir ve Niğde illerinde ve başka çok yerde uzun sürelerden beridir yetiştiriciliği yapılıyor. Trabzon patatesi, Adapazarı patatesi, Niğde patatesi gibi yetiştiği ile ya da bölgeye göre adlandırılıyor. Ödemiş’te yetişen Çukaragöz patatesi, kırmızı patates, Malta ya da Kayseri patatesi de denen sarıkız patatesi gibi özel adı olan çeşitleri de var.

İrlanda patates hasadını tahrip eden mantar hastalığı ve benzer hastalıklar bugün de yetiştiricilere sorun çıkarıyor ama yeni patates varyeteleri hastalıklara karşı daha dayanıklı. Çaprazlama çalışmaları sayesinde bitkinin yetiştiği iklimsel bölgeler iyice genişlemiş durumda. Besin değerinin yüksek olması, her tür iklimde ve toprakta kolay yetiştirilmesi, toprağın altında yetiştiği için çevresel şartlardan çok az etkilenmesi, kolay saklanabilmesi gibi özellikleri sayesinde artık dünyanın her yerinde, en gözde bitkilerden biri artık.

Şarkıcı / YorumcuParça AdıAlbüm AdıSüre
Antonio Vivaldi Do Majör Mandolin Konçertosu Allegro 03:56