Çiçeklerin Dili

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

Doğu'dan gelip Avrupa’da popüler bir kültür yaratan çiçeklerin dilinden konuşuyoruz. Çiçeklerin dili derken, artık evrensel olmuş, duygularımızı ve düşüncelerimizi iletmek için çiçekleri kullandığımız o şifreli mesajlardan bahsediyoruz. 

Çiçeklerin dili
 

Çiçeklerin dili

podcast servisi: iTunes / RSS

 

Çiçek dilini ilk kez 18. yüzyıl başlarında, elçi olan eşi dolayısıyla İstanbul’da iki yıl geçirmiş Leydi Mary Wortley Montagu Avrupa sosyetesiyle tanıştırmış. Mektuplarında Lale Devri İstanbul’unda gündelik yaşamla ilgili hayranlık duyduğu, ilgisini çeken birçok hikayeyi anlatan Lady Mary, özellikle kadınların kullandığı çiçekler yoluyla yapılan bir mesajlaşmadan da bahsediyordu.

19. yüzyıl, çiçek kültürünün yaygınlaştığı, Ortaçağ’a özgü doğallığın, yalınlığın ve güzelliğin yüceltildiği, Rafael-öncesi romansların popüler olduğu bir dönemi de temsil ediyor. Çiçeklerin farklı kültürlerdeki sembolik anlamlarının dışında, yeni bir edebi ürün olarak çiçeklerin diline dair el kitapları da moda olur. Oryantalizm akımı nedeniyle Avrupa’nın Doğu’ya ve onun gizemlerine ilgisi de artmıştır. Hatta yüzyılın başında Goethe, örneğin Doğu-Batı Divanı eserinde (1819) tılsımlara ve çiçeklere dair şifreli şiirler yazıyordu. İstanbul’da uzun yıllar geçiren Avusturyalı şarkiyatçı Joseph von Hammer, bir araştırması için haremde çalışanlardan dizeler toplamıştı; sadece kadınların bildiği, boş zamanlarında kendi aralarında eğlenmek için geliştirdikleri bir dil olduğunu öne sürüyordu. Bu dilin, çiçekler ve duygular arasında doğrudan ilişki kurularak değil de, çiçeklerin adlarıyla kafiye oluşturacak sözcüklerin seçilmesi ve uygun biçimde yan yana getirilerek dizeye dönüştürülmesiyle elde edildiğini söylüyordu.  

Çiçek dilini açıklamaya çalışan ilk kitaplar, botanik keşiflerine ilginin arttığı, egzotik türlerin Avrupa’ya aktığı bir ortamda Paris’te ortaya çıkmış. Fransız edebiyatında, doğayı yücelten düzyazılar ve çiçeklerden bahseden pastoral şiirler de öne çıkmaya başlamıştır.  

Örneğin E. Constant Dubos’nun 1808’de yazdığı Les Fleurs, idylles, morales, suivies de poesies diverses (Çiçekler, İdiller, ahlak ve çeşitli şiirler )kitabı gül goncasından ölmezotuna, farklı çiçeklere dair 15 şiirden oluşuyordu. “Ölmezotu dostluk çiçeğidir”; “gül Aşkın kutsal çiçeğidir” gibi tanımlamalar da vardır kitapta. Yine yüzyıl başında yayımlanan, “çiçeklerin simgeleri” ve “güle saygı” başlıklı iki ayrı şiirden oluşan 31 sayfalık, yazarı bilinmeyen bir risalede, şiirde geçen kimi sözcükler numaralandırılmış ve çiçek simgeleri tablosu ile eşleştirilmiş. 142 simge var kitapta: pelin otuna “acı”, akasya ağacına “tasa”, zehirli bir bitki olan kurtboğana ise “vicdan azabı” duygusu yakıştırılmış.

Charlotte de Latour’e ait Çiçeklerin Dili kitabı ise,  mevsimlere ve aylara göre kurgulanan çiçeklerin adlarının yanına anlamları da yazılmış. Pelin otunun bu kez “yokluk”; akasyanın “platonik aşk”, kırmızı akasyanın “zarafet”, akantusun ise “sanat” anlamına geldiğini görüyoruz. Yazara göre çiçeğin duruşunun da bir anlamı vardır. Belli bir düşünceyi ifade etmesi beklenen çiçeğin başı hep yukarıdadır; tersi bir anlam ifade etmesi istenirse çiçeği baş aşağı tutmak yeterli oluyordu. Örneğin dikenleri ve yapraklarıyla bir gül goncası “korkuyorum ama umutluyum” anlamına gelirken, gonca baş aşağı olduğunda “ne kork ne umutlan” diye bir mesaj veriyordu. Farklı çiçekler yan yana geldiğinde ya da tutuş yönüne, duruş yönüne göre farklı anlamlar yüklenebiliyordu. O dönemde muazzam bir popülariteye ulaşır bu kitap. 1858 ile 1881 yılları arasında sekiz baskısı yapılır; Almanca ve İngilizce çevirileri yapılır, 1884 yılında Kate Greenaway’ın çizimleriyle birlikte Londra’da yayımlanır.

19. yüzyıl boyunca çiçeklerin dili üzerine yayımlanan kitapların popülaritesi giderek artar. Doğu’ya ait bir dil olsa da, yazarlar yepyeni yorumlarla kendi varyantlarını üretmeye başlarlar. Taşbaskı tekniği, çiçek betimlemelerinin cazibesini de arttırır.  Emmeline Raymond güzel görsellerle bezeli L’Esprit des fleurs, symbolisme, science (Çiçeklerin Ruhu ve sembolizm, Paris, 1884) kitabında şöyle yazar: “Günümüzün kuşağı, çiçeklerin diline adanmış ve her bir çiçeğin anlamını tercüme eden pek çok kitap olduğunun farkında değil. Bu tarifleri, genç bir kızın hayal gücüne zarar verecek şeylerden arındırmak; botaniği zarif ve latif bir görünüş içerisinde popülerleştirmek için çaba sarf etmek gerekir.” Böylece çiçeklerin dili, ahlak eğitimi aracına da dönüşmüş olur. Hatta dinsel anlamlar da yüklenir. 1867 yılında yayımlanan bir kitap “Çiçeklere dedim ki Tanrı size bana ne söylemenizi istiyorsa onu söyleyin” ifadesiyle başlar örneğin. Çiçekleri anlamak Tanrı’yı da anlamaktır.

Çiçeklerin diline dair, bilimsel geleneğe dayanan kitaplar da çıkıyor. Linneaus ile birlikte Latince adların kullanılmasıyla, botanik özelliklerine daha fazla vurgu yapan kitaplar yazılır; örneğin Provans gülünün anlamı açıklanırken, uygun bir şiir, tarihçe hatta nasıl yetiştirileceğine dair bilgi de eklenir.

Ama bu geleneğin doruk noktasına ulaştığı yer yazar Sirius de Massilie'nin 1891’de yayımladığı Le Nouveau Langage des fleurs (Çiçeklerin yeni dili) adlı kitap.  Çiçekler iki öğeyle, renk ve kokularıyla da anlamlandırılır. Beyaz saflıktır; o yüzden portakal çiçeği bekareti simgeler. Kırmızı aşktır; mavi hassas ruhların, menekşe rengi dulların, yeşil umudun rengidir; sarı ise hem uzun süreli evliliğin hem de “aldatmanın” rengidir. Yazar çeşitli renk tonlarını birleştirerek bir anlamlar dizisi de oluşturmuş. Horozibiği kırmızısı “çoktandır devam eden arzu”; lal rengi “aldatıcı arzu” anlamına gelir, gibi…

Çiçeklerin dili en başından beri, aşıkların birbiriyle gizlice ya da yarı açık biçimde iletişim kurmasına yarıyordu. 19. yüzyıla ait bu örneklere benzer kitaplar, basılmaya devam eder sonraki yıllarda da.  1930’lara tarihlenen bir ansiklopedide örneğin, çiçeklerin ilk anlamları yerine yenileri de gelir. Akasyaya “platonik aşk” yerine “memnun etme arzusu” denmiş; değişmeyenler de var: gül “aşk”, menekşe “alçakgönüllülük” anlamına geliyor; renklerle de pekiştirilmiş bu semboller. Kırmızı “aşk”, beyaz “masumiyet” demek… Bazen çiçeğin renginden farklı bir anlamı olan başka bir madde de eklemiş. Örneğin nergiszambağının anlamı “sen çok çapkınsın” iken, kırmızı nergiszambağı “peşinden çok koşulan birisin” anlamına geliyor.

Bir başka yazar J.C Lattes’ın çiçeklerin dili kitabında ise daha önce basılan pek çok kitaptaki çeşitlemelere dinsel öğeler de eklenir.  Önceki kitaplarda “savaş” sembolü olan beyaz çivanperçemi “şifa ve ferahlık” sembolüne dönüşmüş. İsa’nın, marangoz Yusuf’un yarasını sarmak için bu bitkiyi kullandığı söylenegeldiği için… Botanikçi Carolus Linneaus’un çiçek açma zamanı tablosuna dayandırarak, aylık, haftalık ve günlük burç takvimi saat saat çiçeklerle ilişkilendirilmiş.

Viktorya ve Edward dönemi İngiltere’sinde, burjuvazinin eğlencesi olan çiçeklerin dili, adabı muaşeret kitaplarında da varlığını sürdürür. Bu arada unutmadan eklemem gerek, 19. yüzyılda yazılan çiçeklerin dili kitaplarının ilginç yönlerinden biri de edebi eserleri etkilemiş olması. Balzac’ın Vadideki Zambak romanında Charlotte Latour’un çalışmasına göndermeler vardır. Aşık Felix, sevdiği kişinin evindeki vazolarda hiç çiçek olmadığını fark eder ve masum aşkını ifade etmek için iki buket hazırlamak niyetiyle bahçeye çıkar. Aşkın bir arması vardır ve kontes ondaki şifreleri gizlice çözecektir.  Felix bu buketten -Doğu’ya özgü olduğuna vurgu yaparak- “kendi Selam’ı” olarak bahseder; kendi dönemindeki modaya da gönderme vardır.

Çiçeklerin dilinin edebiyata çokça etkisi de vardı: 19. yüzyıl Fransız şiiri, çiçek imgeleriyle doluydu.  Birçok yazar ve empresyonist ressam çiçeklerin sembolizmini kullandı. Yaratıcı yazarların yanı sıra elbette çiçekçiler de o zamandan beri sözlü kültürdense yazılı kültüre dayanan, “insan eliyle yaratılmış, kurgusal bir etnografinin parçası olan” çiçek dilinden yararlanıyor.

 

Türkçeye çevrilmiş bir kitap da var, onu da anlatmalıyım: Avanzade Mehmed Süleyman’ın isimsiz Fransızca bir eserden 1911-1912 yıllarında çevirdiği bir kitap. Yahya Hazini de günümüz Türkçesiyle sadeleştirmiş: Gizli Lisan (Lisan-ı Ehzar). Büyüyen Ay yayınlarından çıkmış.

Avanzade de kitabında çiçeklerin dilinin Fransızlara Doğu kültüründen geçtiğini anlatmış. İlginçtir, yazar önsözünde neden bu eseri çevirdiğini de biraz mahcup bir dille açıklamaya çalışmış. “Lisan-ı Ehzar fenalık hasıl etmek üzere yazılmamıştır” diyor ve devam ediyor: “Fenalık etmek zannedersem, doğrudan doğruya kadınlara aşk ve sevda mektuplarını öğretmek üzere tahrir ve neşrinden ibarettir ki beni bilenler vicdanımın böyle bir şeyi tecvize müsait olmayacağını kat’iyyen teslim ederler” diyor eğlenceli olduğu için çevirdiğini söylüyor, hem ben çevirmesem başkası yapmayacak mıydı diye ekleyiveriyor, tabii kendi ifade tarzıyla… Ve kitabın sonunda B.H.S adıyla “Çiçekler İçin! Çiçekleri Bilelim, Onlarla Sevdiklerimizi Rencide Etmeyelim!” başlıklı bir bölüm daha var. Çiçeklerin alınıp verilmesiyle ilgili görgü kurallarını anlatıyor bu risalede.

Avanzade Mehmet Süleyman lisan-i ehzar’ın yani çiçeklerin dilinin Doğu’da nasıl doğduğunu şöyle bir hikayeyle anlatıyor. Çiçek dilini yaratan hikâyenin kahramanları, aileleri yüzünden birbirine kavuşamayan iki âşık: Aksiyani ve Mehmed. Şam’da yaşayan aşıklar, kavuşmalarına engel olanların gücü karşısında çaresiz kalınca, birbirlerinden uzaklaşmış gibi yaparlar. Mehmed evini terk eder; Aksiyani ise hayata küser ve kendini bahçeye kapatır. Bir süre sonra ise yaban çiçekleriyle dolu bu bahçeden demetler yaparak evin önünden geçen seyyaha vermeye başlar. Seyyah da her seferinde bu demetleri alır ve yoluna devam eder. Her gün tekrarlanır bu olay. Sonunda seyyahın, Mehmed olduğu anlaşılır. Bu sevdanın gücü karşısında pes eden baba da aşıkların kavuşmasına izin verir. İşte Aksiyani ve Mehmed’in sözsüz olarak sadece çiçekler aracılığıyla haberleşmeleri, dillere destan olur ve artık bilinir ki, her çiçeğin de bir dili vardır.

Çiçeklerin dilini açıklarken Avanzade örnekler vermiş: Mazı ağacı, Yonca, Cezayir Menekşesi, Gül Karanfili” demeti şu anlama gelir: ‘Kalbimi hiçbir şey değiştiremez- Saadet ümit etmeme müsaade var mı? - Bütün hayat boyunca devam edecek bir dostluk- Tecrübe edilmiş bir sadakat.

Yahya Hazini de bu kitabı hazırlarken, Avanzade Mehmet Süleyman’ın dilini ve uslubunu korumaya çalışmış; anlaşılması güç olabilecek bazı sözcüklerin anlamını dipnotlarla vermiş. Kitaptaki çiçek çizimleri benim de zaman zaman bahsettiğim en yetenekli bitki ressamlarındam Fransız Pierre-Joseph Redoute’a ait. Les Liliacees (Zambaklar, 1802-1816) ve Choix des Plus Belles Fleurs et des Plus Beaux Fruits (En Güzel Çiçek ve Meyvelerden Seçmeler , 1898) kitaplarındaki çizimler kullanılmış. 19. Yüzyıldan, Amerikalı botanikçi William Clark’ın çizimleri de var ayrıca…  Bu çiçek çizimlerinin altına, o çiçeğin hangi duygu ve düşünceyi ifade ettiği yazıyor. Avanzade’nin ifadesini koruyarak, birkaç örnek vereyim size kitaptan fikir vermesi açısından: 

Haseki küpesi: Şairler bu çiçeği “Yeis ve kederin timsali” olmak üzere kabul ederler. Beş uzuvlu bir çiçektir. Adeta Çinlilerin büyük çıngıraklarına ve başında bir insan kafası resmi ve bunun üzerinde çıngırakları bulunan bir asaya benzer. Bu sebeple deliye ve deliliğe işarettir. Mesela “sizin için deli ve divane oldum”, “aşkınızdan deli gibiyim” denildiği gibi…

Akşam sefası: Korkaklığı, mahcubiyeti, korkulu muhabbeti bildirir. “Aşıkane meselelerden kaçıyorum” manasında kullanılır. Amerika’nın Peru kıtasından gelen bu çiçek malum olduğu üzere gündüzleri kapanıp geceleri açılır.

Çan Çiçeği: Dalkavukluğu, riyakarlığı, gururu ve övünmeyi beyan eder. Çan şeklinde olduğu için bu çiçeğe bu nam verilmiştir. Minnet ve şükrana da delalet eder.

Gelincik: İstirahate, minnete, şükrana ve teselliye delalet eder. Bu çiçeği birine göndermek veya gönderilen demette bulundurmak “Asla merak etmeyiniz, müsterihim. Memnun ve müteşekkirim. Teselliye muhtaç değilim” demek olduğu anlaşılır. Kırlarda yetişen bu kırmızı çiçeği bilmeyen yoktur. Hususiyeti insana istirahat bahşetmektir.

Erguvan Ağacı: Korkaklığa delalet eder.

Seyfü’l-Gurab (Glayöl olarak biliyoruz biz bu çiçeği): Kuzgun kılıcı da derler. Kayıtsızlığı soğukkanlılığı beyan eder. “mermer gibi soğuk ve sakit duruyorsunuz!” manası anlaşılır.

Salkım Mürveri: Gevezeliği; laklakiyatı (yani boş lafları) bildirir.

Şarkıcı / YorumcuParça AdıAlbüm AdıSüre
Fazıl Say-Serenad Bağcan Dört Mevsim 02:28