‘Kestiğin ağaçların gölgesinden çık!'

-
Aa
+
a
a
a

Ümit Şahin ve Ömer Madra, Akbelen'deki son gelişmeleri Yeşil Gazete muhabiri Cansu Acar'dan öğreniyor.

""
Açık Yeşil: 02 Ağustos 2023
 

Açık Yeşil: 02 Ağustos 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Ümit Şahin: 95.0 Açık Radyo’da Açık Yeşil başlıyor. Ben Ümit Şahin.

Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.

Ü.Ş.: Destekçimiz Abbas Yongaçoğlu'na teşekkür ediyoruz. Açık Yeşil’i bu hafta hemen Akbelen'e bağlanarak başlatacağız. Telefon hattımızda Yeşil Gazete muhabiri Cansu Acar var. Cansu günaydın, bizi duyabiliyor musun?

Cansu Acar: Merhabalar, duyabiliyorum.

Ö.M.: Merhaba Cansu, günaydın.

C.A.: İyi yayınlar, günaydınlar.

Ü.Ş.: Teşekkürler. Biliyorsunuzdur, Yeşil Gazete direnişin başından beri Akbelen yayını yapıyor ve Cumartesi gününden beri de muhabirleri de orada. Cansu’nun bugün beşinci günü Akbelen'de. Yeşil Gazete neredeyse sosyal medya üzerinden canlı yayınla aktarıyor olup biteni. Bu sabah da yeni gelişmeler var. Cansu son durumu senden hemen öğrenebilir miyiz?

C.A.: Tabii, hemen anlatayım. Şu anda ben alandan biraz uzaklaşmak zorunda kaldım. Bunun nedenini de dinleyicilere aktarayım istiyorum. Öncelikle alanda, nöbet tutulan alanda Akbelen Ormanı için çok fazla jammer araçları var. Jammer'lardan dolayı da hiçbir şekilde iletişim sağlayamıyoruz. O nedenle alanın bir buçuk kilometre ötesindeki bir yola inmek durumunda kalıyoruz. Ama şu an alanda yaşanan son gelişmeler şöyle; jandarmanın kestiği, daha doğrusu şirketin kestiği ağaçları koruyan jandarmaların, ağacın gölgesi altında konumlanmasına yani barikat kurmasına direnişçiler şikayetçi oldu ve bununla ilgili eylem başlattı. İlk tepkileri duyar duymaz alandaki tüm aktivistler, hemen nöbet alanının sol arka tarafında bulunan bu bahsettiğim alana gitti. Bu alan birçok açıdan önemli. Hem bir tarım arazisi, buna karşı olarak aktivistler tepki gösteriyor. Hem de jandarmanın barikatların arkasında kesim yapılan ağaçların, ağaçlardan kalan yegane ağaçların gölgesi altında sığınmalarından şikayetçi oluyorlar. Hatta alanda, ‘Kestiğin ağaçların gölgesinden çık!’ şeklinde sloganlar atılıyor. En son dakikalarda oturma eylemi de yapıldı bu arada. Hiçbir şekilde direnişçiler alanı terk etmiyor ve kol kola bir barikat kurmuş durumdalar. Jandarmaların karşısında son ana kadar duracaklarını söylüyorlar ve istedikleri şey de bu tarım arazisine hak ihlali yaparak girdiklerini ve bu tarım arazisinden çıkmaları yönünde. Ayrıca, ‘Bu ağaçların gölgesini hak etmiyorsunuz’ ve ‘Bu ağaçların gölgesinin altında durmayın’, ‘Burada barikat kurmayın’ diyorlar.



Ü.Ş.: Anladığım kadarıyla kesilen ağaçlar yani kütükler bir tarım alanına yığılmış ve ona karşı şu anda bir eylem var öyle mi?

C.A.: Tam olarak şöyle aslında; nöbet alanı ormanın tam ortasında bulunuyor ve nöbet alanının içerisindeki ağaçlar yani o alanın olduğu noktadaki ağaçlar henüz yaşamaya devam ediyorlar. Fakat üç noktada da birçok ağaç katledilmiş durumda. Bu bahsettiğim alanda da yine ağaçlar katledildi. Bu kütükleri toplama şekilleri de şöyle oldu; dün sabah 06:00 sularında hızlı bir şekilde çok fazla jandarmanın alana girdiğini gördük ve bu nöbet alanını bir anda çevrelediler. Her yere polis barikatları kurdular ve hiç daha önce görmediğimiz şekilde jandarma yoğunluğunu gördük. Nöbet alanının her iki tarafını da abluka altına alıp arkadaki işçilerin kesimi değil de bu kütükleri keserek, taşımak için keserek kamyonlara yerleştirilmesine yardımcı olmaya çalıştılar. Aslında insanlar onlara tepki göstermesinler diye. Fakat bu yaptıkları hareket, işçileri orada korumaktan ziyade şöyle bir şeye yol açtı; insanlar daha önce biliyorsunuz, burada çok defa TOMA’lar tarafından biber gazı saldırılara maruz kaldılar, abluka altına alındılar, gözaltına alındılar. İnsanlar sabahın 06:00’sında henüz yeni yeni uyanırken ve bazıları daha uyurken buna yakalandı. Böyle bir şeyle karşı karşıya geldikleri için de abluka altına alınıyoruz diye düşündüler. ‘Bu alanda bizi çevreleyerek sıkıştıracaklar ve bu alandaki ağaçları da kesecekler’ diye düşündüler ve çok korktular.

Ü.Ş.: Evet. Şu anda peki ağaç kesimi devam ediyor mu?

C.A.: Şu anda ağaç kesim devam etmiyor. Bu arada iki gün önce de görmüşsünüzdür zaten, birçok yerde de paylaşmaya çalıştık, çünkü burada basın mensuplarının internete erişimi kısıtlandığı için biraz zorlanıyoruz. Biraz alandan uzaklaşıp o şekilde paylaşmaya çalışıyoruz. Daha önce barikat kurulmamıştı dediğim alanda yani nöbet alanının üst kısmında, tepelik bir arazi, oradaki bütün ağaçların zaten kesmişlerdi ve daha sonrasında Muğla Valiliği'nden akşam saatlerinde bir açıklama gelmişti, ‘Artık ağaç kesimi yapılmayacak’ diye. Sonrasında da, ‘Bu alanın rehabilitasyonunu sağlayacağız’ yönünde bir açıklama gelmişti. Sonrasında minik yani genç ağaçların kesildiğini gördüğümü ben söyleyebilirim o noktada ve ‘tomruklama’ yapıyoruz dediler insanlara. İnsanlar tepki gösterdi, bayağı bildiğiniz tepeye kadar tırmandılar, bunlara karşı gelmeye çalıştılar. Fakat Muğla Valiliği'nin açıklamasından sonra, ‘Ağaçların kesimini asla yapmıyoruz. İsterseniz sizden üç arkadaşı yukarıya çıkartabiliriz, bakabilirsiniz’ dendi. Bu sürede de yukarıdaki işçilerin testere sesleri insanları artık tetiklemeye başladı. Çünkü uzun zamandır yani yıllardır korunan bir orman var burada, bir ekoloji mücadelesi var ve birçok ağacın yanlarında ölü bir şekilde yattığını söylüyorlar. Bu nedenle de testere onları çok fazla tetikliyor. Çok fazla tepki gösterdiler. İzmir Barosu Başkanı ile birlikte alana üç kişi gönderdi komutan ve alanda kesimin olmadığını söylendi. Şu anda ağaçlar kesilmiyor. Onların dediği de yani kolluk kuvvetlerinin bize yaptığı açıklama da bu. Fakat o günden beri yani iki gün önce yanılmıyorsam genç ağaçların da o tomruklama süresinde alındığını gördüm en azından.

Ö.M.: Ben debir şey sormak istiyorum, pardon. Bu jammer denilen sinyal bozucuların alana sürekli yerleştirilmesini hangi gerekçeyle izah ediyorlar? Yani bütünüyle soyutlayarak, haberleşmeyi kesmeye yönelik bir şey olduğu aşikar. Fakat kendi verdikleri gerekçe bu olamaz herhalde.

C.A.: Olamaz zaten. Bu arada da jandarma erlerimizin de aynı bizler gibi etrafta dolaşarak çekim yapmaya daha doğrusu telefon operatörünün çekimine ulaşmaya çalıştığını gördük alanda. Onlar da aynı mağduriyeti yaşıyorlar. Bu arada bir iki saat öncesinde basın özgürlüğü için de sloganlar atıldı ve niye açmadıklarını sorduk komutana ve jandarmalara. Bize söyledikleri şey şuydu, “Bu bana verilen bir karar ve biz burada jammer'ları bulundurmak zorundayız. Bununla ilgili beni şikayet edecekseniz savcılığa şikayet edebilirsiniz.” “Fakat bu acilen çözülmesi gereken bir sorun,” dediğimizde de herhangi bir yanıt alamadık. “Şikayet edebilirsiniz ama bizim yapabileceğimiz bir şey yok,” dendi.

Ü.Ş.: Bu haberlerden, sizin paylaşımlarınızdan ve yaptığınız haberlerden, videolardan gördüğümüz kadarıyla alanda eylemciler, aktivistler var. Orman içinde kesim yapan işçiler var, jandarma var. Şirketten kimse var mı? Hiç gördünüz mü bu süre içinde?

C.A.: Şirketten kimseyi görmedik. Bu alandan zaten o şekilde girişler olmuyor. Bizim girdiğimiz yani nöbet alanının yan tarafında bir yol var, ana yoldan geçen. O yoldan geçtiğini gördüğümüz araçlar oluyor. Barikatlar oluyor, barikatları taşıyan nakliye araçları geçiyor. Jandarmaları taşıyan araçlar geçiyor. Bunun dışında bir araç, herhangi bir araç geçmiyor. Fakat şöyle bir durum var. Nöbet alanının abluka altına alındığı noktadan en az ya da en fazla diyeyim, daha doğrusu bir kilometre ötede jandarmaların kaldığı bir alan var. Bu noktada şirket elemanları ya da çalışanları olabilir. Fakat o noktaya bizim ulaşımımız tamamen kesilmiş durumda.

Ü.Ş.: Anladım. Çok teşekkürler Cansu. Son bir şey sorayım. Nöbet alanında kaç aktivist kaldı?

C.A.: O konuda aslında çoğu aktivisti üzen bir şey söyleyeceğim ne yazık ki. Akbelen'de çok fazla insan kalmadı. Yani yüzlerce insan vardı. Zaten burada on gündür, 24 Temmuz'da şirketin alana girdiğinden itibaren insanlar akın akın gelmişlerdi. Birçok STK geldi, birçok meslek odasından, barolardan geldiler, Tabipler Birliği’nden geldiler, pek çok sendikadan da destek geldi. Fakat şu an 40 - 50 kişilik bir ekip olduğunu söyleyebilirim. Ekoloji çevrelerinden yani aktivistlerden, gruplardan insanlar geliyorlar, ziyaret ediyorlar ve Akbelen'in yanında olduklarını defalarca kez söylüyorlar. Bu arada şunu da iletmek istiyorum. Çünkü buradaki İkizköylü direnişçilerin de isteği bu yönde. Bunun uluslararası kamuoyunda yayılmasını istiyorlar. Bununla ilgili açıklamalar da yapıyorlar. Son zamanlarda yaptıkları paylaşımlar daha çok İngilizce, İspanyolca ve Almanca şeklinde ve onlara da ulaşmaya çalışıyorlar. Burada gerçekten çok büyük bir desteğe ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar. Bu şekilde devam ediyor. Bu arada ben sağlıkla ilgili de bir şey söylemek istiyorum. İletişim konusunda zaten bir hak ihlali olduğunu söyledik. Burada sadece insanların, basının iletişimini engellemiyorlar. Burada herhangi bir sağlık problemi olması durumunda, insanlar herhangi bir şekilde ambulansı da arayamayacaklar. Bu, gün boyunca sürüyor. Yani belli bir saate kadar sürdürülüp duran bir sinyal kesici işlevi değil bu. Gün boyunca sürüyor. Fakat buralarda herhangi bir şekilde ambulans da bulunmuyor. Bu konuya da dikkat çekmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü burada insanların sağlığıyla ilgili bir problem olduğunda revir gibi bir şey, onlara hızlı bir şekilde yardımcı olabilecek revir gibi bir şey yok. Çok sınırlı, ilaçlar var. Onlar da yara kremleri gibi şeyler. O yüzden birazcık daha bu sağlık konusuna da dikkat çekmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çok fazla sesimde değişme var. Ondan da bahsedeyim hazır. Kestikleri ağaçları, kütükleri taşıyorlar şu anda ve hem kestikleri sırada, hem budadıkları sırada, yani kendilerince budama diye ifade ediyorlar bunları, hem de bunları kaldırdıkları sırada çok fazla havada toz oluyor. Bu nedenle de birçok zaman maske kullanmak zorunda kalıyoruz. Birçok insan artık öksürmeye falan başladı. Bizde de bu sağlık problemleri var ne yazık ki.

Ö.M.: Evet. Ben de ufak bir ilavede bulunayım bitirmeden. Uluslararası medyaya ulaşma konusundaki çabaların biraz gerçekleşmekte olduğunu görüyoruz. Özellikle Middle East Eye adlı gazetede, internet gazetesinde Katherine Hearst imzalı, kapsamlı bir yazı çıktı. Çeşitli tanıklıklara yer vererek gayet ayrıntılı olarak veriyorlar. Aynı zamanda bugün Bahadır Altan’la da gene böyle uzakta, beş kilometre öteden yaptığımız bir mülakatta söyledi; Barcelona'da yani İspanya basınında da yer alıyormuş. Bu şirket, Barcelona’nın futbol stadyumu Camp Nou’yu inşa etmekte de sorumlu oldu. Ona karşı da kuvvetli bir tepkiyi yansıtan yayınlar da olmuş. Ben de ufak bir ilavede bulundum.

Çok sayıda gösterici, Barcelona'nın Limak ile ittifakına karşı pankartlarını kaldırdı.

C.A.: Buna ben de küçük bir ekleme yapayım o zaman. Almanya'daki iklim aktivistlerine de ulaşmaya çalıştılar. Yani buraya gelemeyen insanlar da gerçekten Akbelen için büyük bir mücadele veriyor ve bizi de haberdar ediyorlar bunlardan. YeşiGazete’ye ulaşanlardan birisi bu, Lutzerath grubunu biliyorsunuz. Zaten eylemleriyle söz ettiren bir grup. Onlar mesela Akbelen için paylaşımlara başladılar. Böyle haberler Akbelen'deki insanları gerçekten çok sevindiriyor. Çünkü şirketin soyut hayali yani o madeni açarak bütün yapacağı, neden olacağı ekolojik tahribat şu an somut olarak gözlerinin önünde. O yüzden bu şekilde haberler onları gerçekten çok mutlu ediyor, yalnız hissettirmiyor. Çağrıları da bu yöndeydi zaten. Akbelen’e çağırıyorlar insanları.

Ü.Ş.: Evet. Direniş devam edecek gibi görünüyor ve herkesi de desteğe çağırıyorlar. Çok teşekkürler Cansu. Sen hemen herhalde şimdi eylemin olduğu yere dönmek istiyorsun.

Ö.M.: Evet çok teşekkürler.

C.A.: Ben teşekkür ederim.

Ü.Ş.: Kolay gelsin.

C.A.: Sağolun, hoşçakalın.

Ü.Ş.: Evet, Yeşil Gazete'den Cansu Acar, Cumartesi gününden beri Akbelen'de, kamp alanında neredeyse. Canlı yayın yapıyorlar Twitter üzerinden. Tabii Yeşil Gazete üzerinden ve Instagram üzerinden de aslında. Onunla son durumu konuşmuş olduk. Bu arada aktivist sayısının azalması anladığım kadarıyla Pazar günü Valiliğin ‘ağaç kesimi durdu’ açıklamasından sonra oldu değil mi Ömer Abi?

Ö.M.: Onlarla da bağlantı bir miktar olabilir. Ben asıl iki şey ilave edeyim. Bir tanesi, Bahadır Altan'la sabah konuşurken bu hafta sonunda İstanbul'da yanılmıyorsam çok büyük bir direniş, protesto eylemi düzenlenmesi için kuvvetli çağrılarda bulundu ve bunun yaygınlaştırılmasını istedi. Öte yandan da bütün bu dış basında yer alan haberlerin çoğalmasının da önemli olduğunu söylüyorum. Özellikle ben bir de Mehveş Evin'in kisadalga.net’teki yazısında dikkatimi çeken bir husus vardı. Onu bir cümleyle bahsetmiştim ama buraya da koyuyorum. Ebru Özdemir, Limak'ın patronu Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu'ndan da, UNDP'den de destek almış. Yani burada işin uluslararası boyutları ve riya konuları da ciddi bir boyut taşıyor.



Ü.Ş.: Evet, bu arada drone fotoğraflarını ya da drone videolarını görmüşsünüzdür. En son gördüğüm yukarıdan çekilmiş bir fotoğrafta aslında açık madencilik ya burası açık maden alanını komşu olanak veren, ormanın komşusu olan kesimin tamamen kesilmiş olduğu görülüyor. Yani biraz daha ötesi, yani nasıl tarif edilir? Kaç metredir bilmiyorum ama birkaç yüz metrelik alan en azından tamamen temizlenmiş durumda. Sadece henüz ihtiyaç duymadıkları kısımdaki ormana dokunmamışlar. Yani bu sanki, ‘Durdurduk artık, tamam kesmiyoruz’ değil, ‘Gerekli kısmı kestik.’ Şimdi herhalde yakında kazmaya ve kömürü çıkarmaya başlayacaklar. Orası bitince de henüz girmedikleri kısma girecekler ya da belki daha önce girecekler. Dolayısıyla burada bir ciddi aldatmaca var. Yani oradaki aldatmaca sadece ‘rehabilitasyon yapıyoruz’ falan değil. O da tabii bir aldatmaca. Onun ötesinde de duran bir aldatmaca. Yani gerekli kısmı kestikleri için durdukları çok belli oluyor.

Ö.M.: Partilerden yani CHP’li milletvekillerinin oraya gittiklerini, Kılıçdaroğlu'nun da ziyaret ettiğini, hatta sonradan da alana, kesim alanına da geçmek zorunda kaldığını yani daha doğrusu talep edilmesi üzerine gittiğini de biliyoruz. Ama yani TBMM’nin olağanüstü toplantı yapması için daha büyük ne olabilir? O konuda bir girişim vardı ama sonuçlandığını zannetmiyorum. Yani ciddi bir kaygı da bu açıdan var doğrusu.

Ü.Ş.: Evet. O konuda çok da bir yorum yapayım mı, yapmayayım mı bilmiyorum. Yani ne kadar umurlarında olduğundan emin değilim açıkçası. Çünkü iki yıldır Akbelen'de zaten bu devam ediyor aslında. Şimdi sadece biraz fazla basına çıktığı için bir destekleme ihtiyacı hissettikleri bariz. Ama gerçekten burası biliyorsunuz daha 20 yıllık rezervi olan bir alan ve eğer şirket durdurulmazsa, Türkiye'nin kömür inadı devam ederse burada bir tane orman kalmayacak, bir tane köy de kalmayacak. Aslında sadece orman değil, köyler de kaldırılıyor.

Geçen hafta Açık Yeşil’de Arif Ali Cangı ile konuşmuştuk. Orada kendisi net olarak söyledi. İkizköy’den bahsediyoruz şu anda ama iki köyün asıl mahallesi, Işıkdere’ydi galiba ismi, asıl eski mahallesi zaten şu anda maden ocağının içinde. Yani yok edilmiş durumda. Bu Yenimahalle'de şimdi gidecek belki ormandan sonra. Dolayısıyla bu böyle köyleri ve ormanları yuta yuta ilerleyen, zaten uydu haritalarından da böyle yara gibi görünen, devasa bir açık madencilikten bahsediyoruz. Bu arada ikizköydireniyor web sitesi üzerinden dün bir açıklama yayınlandı. Özellikle YK Enerji’nin yani Limak ve IC İÇTAŞ Enerji ortaklığının bu kesime dair yayınladığı bir basın açıklaması vardı. ‘Biz aslında kötü bir şey yapmıyoruz’, daha da önemlisi, ‘Biz eğer bu ormanları kesmezsek siz elektriksiz kalırsınız. Çünkü biz şu kadarın elektriğini sağlıyoruz’ diye abartılmış rakamlardan oluşan bir açıklama yapmışlar. Bu açıklamayı madde madde, 11 maddeyle cevap veriyorlar. Yeşil Gazete’de de çıktı bu. İkizkoydireniyor.net’te de görebilirsiniz. Burada çok önemli bir iki tane nokta var. Onları ben de not etmek isterim. Birincisi, bu santrallerin ciddi bir kapasite mekanizması adı altında ciddi bir sübvansiyon ya da devlet desteği aldıkları, tekrar kontrol ettim bu programdan önce, Türkiye Elektrik İletim A.Ş.'nin (TEİAŞ)'ın sitesinden ve şu anda toplam galiba 29 tane, hatta daha fazla da olabilir, yani 40 civarında, 50 civarında da olabilir, bir kısmı Hidroelektrik Santral (HES), HES'leri saymıyorum, fosil yakıt santrali, linyit, ithal kömür ve doğal gaz santrali kapasite mekanizması adı altında doğrudan devlet desteği alıyor. Bunların arasında Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy de var. Yani Muğla'daki üç santral de var. Kapasite mekanizması, 2018’den beri toplam 131 milyon dolar bir devlet desteği almış durumdalar. Yani bu ormanları kesmeleri için sadece araziyi tahsis etmekle kalmıyor devlet, bir de üstüne para veriyor bu kömür madenlerini genişletmeleri, bu eski ve kirletici santralleri çalıştırmaya devam etmeleri için. Hiçbir şekilde ne kül depolaması yaptıkları söylenebilir, ne baca gazını arıtıyorlar. Yani beş üniteden sadece ikisinin de baca gazı arıtma tesisi var. Hem havayı, hem de ormanları, çevreyi ve suyu kirletmeye devam ediyor. Üstüne üstlük Ege Bölgesi'ndeki santrallerin toplam 67 gigabyte saatlik üretiminin sadece %10’unu yapıyor bu iki santral. Yani ne Türkiye ne de Ege Bölgesi bu santraller kapandığında elektriksiz kalmayacak. Çünkü zaten enterkonnekte hatlarla ve aslında bunlar zaten rüzgar ve güneş santrallerine göre çok pahalı olduğu için biliyorsunuz altta kalıyorlar. Yani daha fazla güneş ve rüzgar üretimiyle bu santrallerin yokluğu çok kolay telafi edilebilir. Tamamen manipülasyonla, yanlış bilgilendirmeyle kendi varlıklarını sürdürmeye çalışan bir şirketten bahsediyoruz ve muhtemelen de aslında ilk kapatılması gereken santraller bunlar Türkiye'de. O yüzden de bu mücadelenin şimdi burada veriliyor olması çok kritik. Bütün Türkiye, kömürle artık bir geleceğinin olmadığını bu mücadeleyle anlamış olsa gerek. Ben bu açıdan da, her şerde bir hayır vardır derler ya, bunun bir başlangıç olabileceğini de düşünüyorum, kömürün sonu anlamında.

Ö.M.: Evet. Hem aktivist hem de çevre mühendisi Deniz Gümüşel, bir röportajında bayağı şeyden bahsediyor. ‘Top soil’ denilen toprak üstünü de tahrip ederek gittiklerini de söylüyor. Çünkü yeniden ağaçların oraya dikilmesini bile imkansız kılacak şeyler yapılmakta olduğunu da kendisi bir çevre mühendisi olarak söylemiş. Tabii bir de senin biraz önce sözünü ettiğin, bu linyit madenlerinin çıkarılması, hafriyatı için kaybolan köyler, kasabalar yani Muğla’daki Yatağan, Kemerköy, Yeniköy, 12 köyün ortadan kalktığını ve aynı zamanda da Sağlık ve Çevre İttifakı diye adlandırılan kuruluşun 2022 raporunda yaptığı hesaplara göre de 68 binden fazla erken ölüm, 43-44 bine yakın da prematüre doğuma yol açtığı ve 456 bine yakın çocukta 1982-2020 arasında da bronşit görüldüğü gibi çarpıcı rakamlar, bilançolar veriliyor. 1997’de tüm bunların kapatılması kararına rağmen operasyonlara devam ettiklerini de anlatan ilginç bir yazı, röportaj dizisi de vardı.

Ü.Ş.: Evet. Akbelen'i konuşmaya devam edeceğiz haftaya kadar. Artık ne gelişmeler olursa bu raporlara da gelecek hafta daha detaylı olarak bakarız. Şimdi bir iki dakika vaktimiz varsa Sinéad O'Connor ile çıkalım programdan. Geçen hafta kaybettik biliyorsunuz. 56 yaşındaydı İrlandalı şarkıcı ve şarkı yazarı. Benim en sevdiğim şarkısı “This is a Rebel Song"dur. İngiliz sevgilisine seslendiği tabii bir metafor olarak aslında, İrlanda - İngiltere üzerine yazdığı nefis bir şarkıdır. Şimdi “This is a Rebel Song" ile çıkalım. Gelecek hafta görüşmek üzere. Hoşçakalın.

Ö.M.: Hoşçakalın