"İklim konularına ‘iyi niyet’ beyanlarıyla yetinenlerin devri sona eriyor"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, dünyadan ve Türkiye'den derlediği iklim haberlerini sunuyor.

""
"İklim konularına ‘iyi niyet’ beyanlarıyla yetinenlerin devri sona eriyor"
 

"İklim konularına ‘iyi niyet’ beyanlarıyla yetinenlerin devri sona eriyor"

podcast servisi: iTunes / RSS

İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Geçtiğimiz hafta içinde iklim krizinin ne şekilde yaşandığını size anlatmak için karşınızdayım. Hızla sıcak bir yaz mevsimine girdik yine. Geçtiğimiz hafta yaşanan sıcaklar Türkiye’de de hissedildiği gibi, komşumuz Yunanistan’da da oldukça etkili oldu.

Akropolis, Yunanistan'ın en çok ziyaret edilen turistik yeri ve ülkeyi etkisi altına alan sezonun erken sıcak hava dalgası nedeniyle Çarşamba günü en sıcak saatlerde halka kapatıldı, okullar tatil edilip sağlık uyarıları yapıldı. Kültür Bakanlığı, Atina'daki UNESCO listesinde yer alan arkeolojik alanın, Çarşamba ve Perşembe günleri sıcaklıkların 43 °C'ye ulaşması beklenirken, öğlen saat 12:00'den 17:00'ye kadar kapalı olacağını bildirmişti. Yunanistan'da her yıl düzenli olarak kavurucu yaz sıcaklıkları görülen ilk sıcak hava dalgası iki gün sürecek ancak bakanlık gerekirse bu önlemin uzatılabileceğini söyledi. Meteorologlar, Yunanistan için en az üç gün boyunca 38 °C'nin üzerinde seyreden sıcaklıkların kaydedildiği en erken sıcak hava dalgası olduğunu belirtti.

İklim Krizi ve Sivil Koruma Bakanlığı, Atina çevresindeki Attica bölgesinde çok yüksek yangın riski konusunda da uyardı. Çarşamba ve Perşembe günleri başkent de dahil olmak üzere ülkenin çeşitli bölgelerinde okullar kapalı kaldı, İşçi Bakanlığı ise kamu sektörü çalışanlarına evden çalışmalarını tavsiye etti. Bakanlık ayrıca, yiyecek dağıtımı da dahil olmak üzere açık hava çalışmalarının Perşembe gününe kadar öğlen saat 12:00'den 17:00'ye kadar durdurulmasını emretti.

Eğer hatırlarsanız ben de geçen senelerde yaptığım Cuma grevlerimde bazen tuttuğum pankartta ‘Bu Yaz Gelecek Senelerin En Serini’ yazısıyla, her gelen yazın bir öncekinden daha sıcak olacağının vurgusunu yapmak istiyordum. Bilim insanları söylüyordu ama artık bizler de ciddi ciddi hissediyoruz bu ısıtmayı.

Her geçen gün büyüyen başka bir sorun ise mikroplastikler. Mikroplastiklerle ilgili bugüne kadar birçok haber sundum. Bilim insanları, içtiğimiz su, tükettiğimiz gıda, kanımız, beynimiz ve annelerin karnındaki bebekler dahil her yerde mikroplastiklerin bulunduğunu açıklamaya devam ediyor. Bu kez, seçtiğim haberde yeni bir mikroplastik bulgusu var.

Çin’de bir grup araştırmacı, 40 erkekten aldığı meni örneklerinin tümünde mikroplastiklere rastladı. Bu rastlantı, mikroplastikler ve üreme sağlığı ilişkisine dair soruları da beraberinde getirdi. Büyük plastik atıkların parçalanmasıyla ortaya çıkan ve genellikle boyutu beş milimetreden küçük olan plastik parçalar, mikroplastik olarak adlandırılıyor. Diğer plastikler gibi mikroplastikler de esneklik ve dayanıklılık için kullanılan pigmentler, antimikrobiyaller, UV stabilizatörleri ve alev geciktiriciler gibi kimyasallar içeriyor. Mikroplastikler daha önce Everest‘in zirvesinde, okyanusların derinliklerinde, canlıların beyin hücrelerinde, gıdalarda, anne sütünde, plasentada, kanda ve diğer birçok yerde tespit edilmişti. Ancak daha önce spermler üzerinde yapılan çalışmaların hiçbirinde test edilen tüm örneklerde mikroplastiklere rastlanmamıştı.

Çin‘de yapılan daha eski bir araştırmada sperm örneklerinde mikroplastiklere rastlanma oranı %50 iken, İtalya‘daki bir araştırmada ise %60 idi. Qindao Üniversitesi’nden araştırmacılar, evlilik öncesi sağlık taramasından geçen 40 sağlıklı erkekten sperm örneği aldı ve sperm örneklerinin tamamında mikroplastiklere rastlandı. Bulgular, mikroplastiklerin ne kadar yaygın hale geldiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Meni örneklerinde sekiz farklı plastik türü tespit edilirken, bu türlerden en yaygını ambalajlarda kullanılan polistiren olurken plastik torbalardan çıkan polietilen ve PVC en yaygın türler arasındaydı.

Son yıllarda doğurganlık üzerine yapılan araştırmalar önemli bir gerçeği gün yüzüne çıkardı: Erkeklerin sperm sayısı sürekli olarak azalıyor - hem de giderek daha hızlı şekilde…

2018’de yapılan bir araştırmaya göre, erkeklerin sperm sayısı, 50 yıl öncesine göre neredeyse yarı yarıya azaldı. Bu düşüş eğilimi, 1963 yılından bu yana yıllık olarak %1,6 oranında devam ediyordu. Ancak 2000 yılından beri düşüş oranı %2,6’ya yükseldi.

Araştırmanın yazarlarından Hagai Levine, azalan sperm sayısının çevresel ve yaşam tarzına bağlı faktörlerle açıklanabileceğini söylüyor. Kötü beslenme, hareketsizlik, stres ve alkol kullanımı gibi alışkanlıkların sperm sayısını ve doğurganlığı azalttığı biliniyor.

Mikroplastiklerin insan sağlığına etkileri konusunda hala bilinmezlikler olsa da havada bulunan mikroplastiklerin solunum yolu hastalıklarına yol açtığı da biliniyor. Hormonal sistemini bozduğu bilinen BPA’lar da kalp-damar hastalıkları veya Tip-2 diyabet gibi kronik rahatsızlıkları tetikliyor. Araştırma bulguları, spermlerde tespit edilen mikroplastiklerin de benzer bir etkiyle üreme sisteminde hasara yol açabileceğini gösteriyor.

Ozon tabakası, dünyayı zararlı ultraviyole ışınlarından koruyan hayati bir katmandır. Ancak 20. yüzyılın ortalarından itibaren insan faaliyetleri nedeniyle bu koruyucu tabaka ciddi şekilde incelmeye başladı. Özellikle soğutma, iklimlendirme ve aerosol spreylerde kullanılan kloroflorokarbonlar yani CFC’ler ve hidrokloroflorokarbonlar yani HCFC’ler gibi kimyasallar, ozon tabakasına büyük zarar verdi. Bu durum, cilt kanseri, katarakt gibi sağlık sorunlarının yanı sıra ekosistemler ve tarım üzerinde de olumsuz etkiler yarattı. Bu tehlikeli gidişat karşısında uluslararası toplum harekete geçti ve 1987 yılında Montreal Protokolü imzalanarak ozon tabakasını incelten maddelerin kullanımı aşamalı olarak yasaklandı.

Bilim insanlarının son araştırmaları, Montreal Protokolü'nün başarısını gözler önüne seriyor. Nature Climate Change dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, atmosferdeki zararlı gazların beklenenden daha hızlı bir şekilde azaldığını ortaya koydu. Araştırmada yer alan bilim insanları, ozon tabakasını korumaya yönelik uluslararası çabaların ‘büyük bir küresel başarı’ olduğunu belirtiyor. Protokol kapsamında alınan önlemler sayesinde, ozon tabakasına zarar veren gazların atmosferik seviyeleri tahminlerden beş yıl önce zirveye ulaştı ve azalmaya başladı. 2021 yılında yapılan ölçümler, hidrokloroflorokarbonların (HCFC’ler) seviyelerinin tahmin edilen süreden beş yıl önce zirveye ulaştığını gösteriyor. Bu da, Montreal Protokolü'nün ne kadar etkili olduğunu kanıtlıyor.

Ozon tabakasının iyileşmesi, atmosferdeki ozon miktarının artması ve bu sayede zararlı UV ışınlarının yeryüzüne ulaşmasının engellenmesi anlamına gelir. Bu durum, hem çevresel, hem de sağlık açısından büyük bir öneme sahiptir. Ozon tabakasının iyileşmesi, cilt kanseri ve katarakt gibi sağlık sorunlarının azalmasına katkıda bulunurken, aynı zamanda ekosistemlerin ve tarımın korunmasına da yardımcı olur. Örneğin, UV ışınları bitkilerde DNA hasarına yol açarak verimliliği düşürür. Ozon tabakasının korunması, bitki örtüsünün sağlığını korur ve dolaysıyla tarımsal üretimin devamlılığını sağlar.

Montreal Protokolü, çevresel sorunların çözümünde uluslararası işbirliğinin ne kadar etkili olabileceğini gösteren önemli bir örnektir. Farklı ülkelerin bir araya gelerek ortak bir hedef doğrultusunda çalışması, ozon tabakasının korunmasında büyük bir başarı sağladı. Protokolün başarısı, yalnızca ozon tabakasının iyileşmesini sağlamakla kalmadı; aynı zamanda gelecekteki çevresel anlaşmalar için de bir model oluşturdu. Küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi günümüzün en önemli çevresel sorunlarına karşı da benzer iş birliği ve kararlılıkla hareket edilmesi gerektiğini gösterdi.

Sonuç olarak, ozon tabakasının iyileşmesi, insanlığın çevresel sorunlara karşı aldığı önlemlerin etkili olabileceğinin en somut örneklerinden biridir. Montreal Protokolü'nün uygulanması sayesinde, ozon tabakasına zarar veren gazların kullanımı büyük ölçüde azaltıldı ve ozon tabakası iyileşme sürecine girdi. Bu süreç, çevresel sorunların çözümünde uluslararası iş birliğinin önemini bir kez daha ortaya koydu. Gelecekte, benzer iş birliği ve kararlılıkla, diğer çevresel sorunların da üstesinden gelinebileceğine dair umut verici bir örnek olarak kaydedildi.

Ozon tabakasına verilen zararı durdurabilmek, insanlığın doğru yola girebileceğine dair bir umut hikayesi bence ancak her sene umut kırıcı hikayeler kendini yeniliyor. Bunlardan biri de Limit Aşım günü.

Türkiye’nin limit aşım günü, bu yıl 11 Haziran tarihine denk geldi. Bu tarih, geçen yıla göre kaynaklarımızı 11 gün daha erken tükettiğimizi gösteriyor.

Küresel Ayak İzi Ağı GFN, her yıl ülkelerin kaynaklarını ve tüketimini baz alarak her ülkenin limit aşım gününü belirliyor. Bu yıl dünyanın limit aşım günü 1 Ağustos’a denk geliyor, Türkiye ise kaynaklarını dünya ortalamasından daha hızlı tüketiyor.

Türkiye’nin bu yılki kaynak tüketimi Çin, Portekiz, Yunanistan, İspanya ve Norveç’in de aralarında bulunduğu 61 ülkenin kaynak tüketiminden daha düşüktü. Ancak İran, Arjantin, Brezilya, Tayland ve Azerbaycan gibi ülkelerin tüketimini aştı.

GFN’nin hesaplarına göre, Türkiye’nin tüketimi için her yıl 2,1 dünyanın kaynağına ihtiyaç duyuluyor. Yani önümüzde iki seçenek var: Ya kendimize yeni bir dünya daha bulacağız ya da tüketimimizi azaltacağız.

Birleşmiş Milletler Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre, 2030’a kadar emisyonları 2010 yılına oranla %43 düşürebilmek için, limit aşım gününü küresel olarak 19 gün daha ertelememiz gerekiyor - aksi takdirde iklim hedeflerine ulaşmamız mümkün olmayacak. Yaklaşık 50 ülkenin ise aşım günü bulunmuyor, yani bu ülkeler her yıl biyokapasitelerini aşmayacak şekilde tüketim yapıyor.



Bir sonraki haberim ise Erasmus AI’den iklim değişikliği odaklı yapay zeka dil modeli: ClimateGPT.

İklim değişikliği odaklı ilk yapay zeka modeli olan ClimateGPT, 200 milyondan fazla akademik çalışmayı barındırıyor ve kendisine sorulan soruları, makaleleri kaynak göstererek yanıtlıyor. Ancak doğru yanıt yüzdesi halen 'veri yetersizliği' nedeniyle yüksek değil.

İklim değişikliği odaklı, açık kaynaklı ilk yapay zeka dil modeli olan ClimateGPT, küresel ısınmanın etkilerini hafifletmek için yapılan çalışmalara destek olarak iklim kriziyle mücadeleye katkı sunmayı hedefliyor.

Hem bilim insanlarına, hem de iklim krizi konusunda çalışmalar yürüten araştırmacılara doğru bilgi sağlaması amaçlanan model, Erasmus AI adlı şirket tarafından geliştirildi. AA‘dan Yeter Ada Şeko‘nun aktardığına göre, veri tabanında 200 milyondan fazla akademik çalışmayı barındıran yapay zeka modeli, kendisine sorulan soruları, makaleleri kaynak göstererek yanıtlıyor. Eğitilme ve veri merkezi oluşturma süreçleri güneş enerjisi ve hidroelektrik enerji kullanılarak gerçekleştirilen yapay zeka modeline erişmek için, kullanım amacını belirten talep formunu doldurmak yeterli oluyor.

Şirketin CEO’su Daniel Erasmus, yapay zeka modellerinin ileriye dönük belirli temalar ve hedefler doğrultusunda şekilleneceği öngörüsünde bulunduklarını ve çağın en temel varoluşsal problemi olan iklim değişikliğine işaret eden bir çalışma yapmak istediklerini söylüyor.

Aşırı hava olaylarını yapay zeka modeline işlerken El Niño ve La Niña etkisini de göz önünde bulunduklarını belirten Erasmus’un verdiği bilgiye göre, makaleler, aşırı hava olaylarına ilişkin bildirimler ve iklim değişikliği konusunda geliştirilen son teknolojilere dair veriler modele eklenmiş.

ClimateGPT’nin bilgilerini bilimsel makalelerden aldığına ve kaynakları da kullanıcılara gösterdiğine değinen şirket yöneticisi, yapay zeka modelinin asıl amacının toplumun düşük karbonlu yaşam şekline daha hızlı adapte olabilmesi için yapılan çalışmalara katkı sunarak iklim değişikliğinin hızına yetişmek olduğunu ve bu bağlamda iklim değişikliğinin topluma olan etkilerini de ele aldıklarını belirtiyor.

Daniel Erasmus, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri‘ni de modele öğrettiklerini şöyle aktarıyor, “İklim değişikliğine katkıları düşük olmasına rağmen, Küresel Güney ülkeleri bunun yükünü taşıyor. Bu noktada eşitlik başta olmak üzere çeşitli yönlerden geliştirdiğimiz modelin bütünsel bir anlayış kazanmasını istedik. İklim değişikliği karşısında yürütülen çabaların hızlanması gerekiyor ve yapay zeka bu anlamda büyük önem taşıyor. Bugünden sürdürülebilir bir yarına ulaşmak için önümüzde üstlenmemiz gereken bir dizi rol, vermemiz gereken bir dizi karar bulunuyor. Yakın zamanda yayımlanan bir araştırma, iklim değişikliği karşısında erken harekete geçme ile geç harekete geçme arasındaki maliyet farkının ortalama 100 trilyon dolar olduğunu ortaya çıkardı. Bu, aşağı yukarı küresel ekonominin bir yıllık gayri safi milli hasılası demek.”

ClimateGPT’nin sorulara verdiği cevapların doğruluğu, ABD‘deki Georgetown Üniversitesi ile işbirliği yapılarak test edilmiş ve ortalama %82 oranında doğru yanıt olduğu belirlenmiş. Erasmus, ClimateGPT’ye sorulan bir soru hakkında ne kadar çok akademik çalışma varsa, verilen yanıtın doğru olma ihtimalinin o kadar fazla olduğunu söylüyor, “Örneğin Ruanda‘daki iklim etkilerine baktık. Buradaki doğruluk oranımız %58 ile %62 arasında değişiyordu. Veri tabanında bu bölge için çok fazla makale olmadığı için böyle bir sonuç aldık. Sonuç mükemmel değil ama yine de normal. Daha verimli cevaplar verebilmek için modelin veri tabanını her geçen gün geliştiriyoruz.”

Çalışmalarının amaçlarından birinin de iklim değişikliği konusunda dezenformasyonla mücadeleye katkı sağlamak olduğunu sözlerine ekleyen Erasmus, “ClimateGPT ile iklim değişikliği hakkındaki küresel bilgimizi artırmak istiyoruz. Buradaki amacımız genel olarak insanların iklim konusunda daha iyi kararlar almasına ve durumu daha iyi anlamalarına yardımcı olmak,” diyor.

Daniel Erasmus’un paylaştığı verilere göre, iklimle ilgili çok düşük seviyeli kararlardan politik düzeydeki kararlara kadar her konuda soru soruluyor. Kurumlar, özellikle karbon ayak izlerini azaltmak için neler yapabileceklerin sorup, bu konuda yol haritası isterken, bireyler de yaşadıkları bölgelerin iklim krizine karşı kırılganlıkları hakkında bilgi almak istiyor; çatılara güneş panelinin nasıl kurulacağı gibi gündelik hayatta yapabileceklerine ilişkin sorular soruyor.

İsviçreli politikacılar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden gelen önemli bir iklim kararını reddederek, diğer kirletici ülkelerin de aynı yolu izleyebileceği endişesini artırdı.

Strazburg'da bir yargıçlar paneli, Nisan ayında İsviçre'nin zayıf iklim politikaları nedeniyle yaşlı kadınların insan haklarını ihlal ettiğine karar vermişti. Aktivistler, kararın bir dönüm noktası olduğunu belirtti çünkü bu karar, Avrupa Konseyi üyelerinin, karbon-yoğun ekonomilerini temizlemek adına yavaş çaba gösterdikleri için yasal zorluklarla karşı karşıya kalabileceğini gösteriyor. Ancak İsviçre Parlamentosu’nun alt meclisi, geçtiğimiz Çarşamba günü 111 lehte ve 72 aleyhte oyla bu kararı göz ardı etmeye karar verdi. Üst meclis tarafından da kabul edilen ancak federal hükümeti bağlamayan bildiri, mahkemeyi ‘kabul edilemez ve orantısız yargısal aktivizm’ ile suçladı.

Bu karar kesinlikle tehlikeli bir emsal teşkil ediyor.

KlimaSeniorinnen – veya İsviçreli kadın iklim yaşlıları – 65 yaşın üzerindeki 2 bin 400 kadından oluşan bir grup, İsviçre hükümetini, gezegenin 1.5 °C ısınmasını durdurmak için gereken adımları atmamakla suçlayarak mahkemeye vermişti. Bölgesel ve ulusal mahkemelerde yıllarca süren aksiliklerin ardından, davayı Avrupa'nın en üst insan hakları mahkemesine taşıdılar ve kısmi bir zafer kazandılar. Ancak Çarşamba günü yapılan hararetli tartışmada, İsviçreli politikacılar mahkemeyi eleştirip kadınlarla alay etti.

Federal meclisin en büyük partisi olan sağcı popülist İsviçre Halk Partisi'nden Jean-Luc Addor, "Bu ‘iklim yaşlıları’ sadece görünüşte sağlıklı olan bir grup olan kadın boomerlar, çocuklarımıza yaşamları boyunca sahip oldukları yaşam koşullarını inkar etmeye çalışıyorlar," dedi.

Doktorlar ve iklim bilimciler tarafından yapılan bir çalışma, 2022 yazında İsviçre'deki sıcak hava dalgalarında ölümlerin %60'ının iklim değişikliği sonucu olduğunu ve en çok yaşlı kadınların etkilendiğini ortaya koydu.

Tartışma öncesinde, KlimaSeniorinnen ve Greenpeace, politikacılara insan haklarının demokrasinin temeli olduğunu ve siyasi çoğunluklardan bağımsız olması gerektiğini hatırlatan 22 bin imzalı bir dilekçe sundu.

KlimaSeniorinnen'in Eş Başkanı Rosmarie Wydler-Wälti, bu bildiriden dehşete düştüğünü ve bunun anayasal bir devlete yakışmadığını söyledi, "Bu bildiri, biz yaşlı kadınlara ve bugün ve gelecekte küresel ısınmanın gerçek sonuçlarından muzdarip olan herkese bir ihanettir."

Oylama, aşırı sağın Avrupa Birliği seçimlerini kazanmasının ardından birkaç gün sonra gerçekleşti.

Avrupa Birliği üyesi olmayan İsviçre, Kasım ayında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamasının 50. yılını kutlayacak. Bu sözleşme, mahkemenin kararlarını uygulama yükümlülüğünü yasal olarak getiriyor.

Lozan Üniversitesi'nde uluslararası hukuk profesörü Evelyne Schmid, İsviçre gibi küçük devletlerin uluslararası anlaşmalara saygı gösterme konusunda özel bir çıkarı olduğunu ve politikacılardan gelen bildirinin federal hükümeti zor bir duruma sokacağını söyledi, “Parlamento üyeleri ve diğer herkes beğenmedikleri kararları eleştirebilir – bu elbette bir demokrasi içinde meşrudur ve mahkemeler tam da anlaşmazlıkların olduğu durumlar için vardır. Ancak bir parlamentonun kurumu 'aşırı yargısal aktivizm' ile resmen suçlaması farklı, sorunlu bir mesaj gönderiyor."

İklim davaları ile devam edelim istiyorum.

İklim krizinin kötüleşmesiyle birlikte Uluslararası Mahkemeler, danışma görüşleriyle donanmış olarak sahneye çıktı. Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi ITLOS, son kararında iklim krizine büyük bir darbe indirdi ve şüpheye yer bırakmadan ‘Devletler, iklim krizinin etkenlerinden ve etkilerinden okyanusları korumakla yükümlüdür’ kararını verdi.

Uluslararası iklim anlaşmalarının zayıflıklarının arkasına saklananlar için bu görüş, Paris Anlaşması ve UNFCCC'ye uyumun, uluslararası hukuk altındaki yükümlülüklerini yerine getirmek için yeterli olmadığını açıkça ortaya koymakta.

Görünüşe göre iklim konferanslarına katılmak ve orada burada taahhütlerde bulunmak yeterli değilmiş. Anlaşılan, gerçekten çalışmak ve deniz ortamını kirleten sera gazı emisyonlarını önlemek, azaltmak ve kontrol altına almak için gerekli tüm önlemleri almak zorundaymış hükümetler.

Küresel ortak alanların korunmasının, yalnızca tüm deniz ekosistemleri ve onlara doğrudan bağımlı olan ve iklim krizinden dolayı en büyük risk altında olan kıyı ve ada toplulukları için değil, tüm insanlık ve gezegen için bir yaşam ve ölüm meselesi olduğunu anlamanın zamanı artık.

Bu muhteşem görüş bildirisinden sonra şovun bittiğini düşündüyseniz, endişelenmeyin: İki başka mahkeme daha iklim üzerinde çalışıyor! Dikkatler şimdi, bekleyen danışma görüşlerinin potansiyeli ile Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı ICJ’in üzerinde.

ICJ, iklim krizi ve onun yıkıcı etkileriyle ilgili olarak, devletlerin ne yapması, neyi yapmaktan vazgeçmesi ve neyi geri alması gerektiğini söyleme konusunda hem benzersiz bir fırsata, hem de eşsiz bir yetkiye sahip.

ECO, her iki mahkemenin de devletlerin iklim krizini önlemek ve en aza indirmek, geçmiş ve mevcut zararlarını gidermek için uzun süredir çeşitli uluslararası hukuk kaynaklarına dayanan yükümlülükleri olduğunu doğrulamasını sabırsızlıkla bekliyor. ECO, devletlerin bir tur yazılı argüman sunduğunu biliyor -ancak ICJ bunları açıklanamaz bir şekilde gizli tuttuğundan henüz görmedi - ancak oyun da henüz bitmedi.

Şimdi, devletlerin mahkemenin 15 Ağustos'taki sunum süresi dolmadan önce iddialı ve ilerici argümanlar öne sürme fırsatı var. Devletler, mevcut en iyi bilime dayanan mevcut konsensusu, insan hakları hukuku ve çevre hukukunun ilkeleri dahil olmak üzere diğer uluslararası hukuk kaynaklarının geçerliliğini ve iklim değişikliği ile ilgili devlet yükümlülüklerinin ihlallerinin yasal sonuçları olduğunu açıklayan argümanlar sunmalıdır. Mesela tazminatlar gibi.

Şimdi, devletlerin, insan hakları görevlerini ve devletleri uluslararası hukukun tamamında bağlayan önleme yükümlülüklerini tavizsiz bir şekilde ilan etme fırsatını yakaladığı zaman. On yıllardır iklim konularında sadece ‘iyi niyet’ beyanlarıyla yetinenlerin devri artık sona eriyor; şimdi gerçek eylemler zamanı.


İklim Kuşağı Konuşuyor için ayrılan sürenin sonuna yaklaşırken, sizin için seçtiğim şarkı ile programı sonlandırıyorum. Haftaya Cuma günü saat 14:00’te tekrar buluşana dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın.