"Bu ilkeleri savunarak bir mahkemenin başlamasından daha önemli acil bir ihtiyaç yoktur"

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra Açık Gazete'de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) eski yargıçlarından Rıza Türmen ile bir araya gelerek altı Portekizli çocuk ve genç insanın aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 33 Avrupa ülkesine açtıkları tarihi dava hakkında konuşuyorlar.

""
Açık Gazete: Rıza Türmen
 

Açık Gazete: Rıza Türmen

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: 95.0 Açık Radyo burası. Birkaç günden beri üzerinde durmakta olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılmış gerçekten tarihi bir iklim davasından bahsetmekteydik. Altı Portekizli çocuk ve genç insanın, 33 ülkenin hükumetlerini dava ettikleri bir durumdan bahsediyoruz. Yani iklim krizini zayıflatmak, iklim krizini durdurmak için gerekli tedbirleri almamaktan dolayı sorumlu tuttukları bir insan hakları davası vardı. Bunu, evvelki gün ve dün de konuşmuştuk. Bugün de bu konunun Türkiye’de önde gelen uzmanlarından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) eski yargıçlarından Rıza Türmen'le bir aradayız. Merhaba Rıza, hoş geldin.

Rıza Türmen: Merhaba Ömer.

Ö.M.: Evet aramızda olduğun için çok teşekkür ederiz. Şimdi bunu ancak bir kayıt olarak yapabildik. Teknik arızalardan dolayı canlı yayında yapmayı başaramadık. Ama tam da üzerinde önemle durulması gereken bir şey bu. Nasıl değerlendiriyorsun bu davayı?



R.T.: Şimdi dava, çok enteresan bir dava. Yani AİHM bakımından da enteresan. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 33 devlet bakımından da ilgi çekici bir dava. Bir kere bu davaların görüşü bir daireye geliyor önce, dairede görüşülüyor. Fakat AİHM’nin beş tane dairesi var biliyorsunuz. O dairelerden birin de görüşülürken daire diyor ki, “Bu çok önemli bir mesele, bu iş beni aşar,” ve bunu büyük daireye gönderiyor. Sözleşme buna izin veriyor. Eğer daireler, istisnai durumlarda kendisi yetkisini aştığını, içtihat bakımından da büyük bir önem taşıyan bir dava olduğu kanısındaysa bunu büyük daireye gönderebilir. Şimdi buna büyük daire bakıyor. Büyük daire, yanılmıyorsam dün bir duruşma yaptı. Şimdi bütün diğer davalarda olduğu gibi bu duruşma sonucunda bir yazım komitesi oluşturulacak, karar yazılacak, ondan sonra oylanacak ve açıklanacak.

Bu altı çocuğun kolektif olarak öngördüğü bir sorumluluk var ortada. Bu altı çocuk diyor ki, 33 devlet uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmiyorlar ve bu yüzden de sözleşmenin çeşitli maddeleri ihlal ediliyor. Sözleşmeni yaşam hakkıyla ilgili ikinci maddesi ihlal ediliyor; özel hayat ve ev ile ilgili sekizinci maddesi ihlal ediliyor ve üçüncü maddede de kötü muamele bakımından bir mesele var ve ayrımcılık ileri sürüyor.

Bir kere şunu söylemek lazım ki, AİHM’de çevreyle ilgili, ekolojiyle ilgili bir madde bulunmamakta. Bu, 1950’lerde yazılmış bir sözleşme ve o zamanlar bu kadar popüler değildi. O yüzden sözleşmede böyle bir madde yok. Fakat AİHM, içtihat yoluyla, özellikle sekizinci madde bakımından yani özel yaşam ve ev hakkıyla ilgili madde bakımından bu çevre hakkını kendi içtihatlarına yerleştirdi. Yani AİHM artık kabul ediyor ki temiz bir çevrede yaşamak aslında bir insan hakkıdır ve çevrenin kirletilmesi de bu özellikle sekizinci maddenin yani özel yaşam ve ev hakkıyla ilgili maddenin ihlaline yol açar. Burada da bu mesele var. Fakat burada başka bir enteresan mesele de var. Çocukların söylediği ‘kuşaksal’ bir sorun var. Diyorlar ki çocuklar, “Biz küçüğüz ve biz ileride yaşayacağız, daha yaşayacak yıllarımız var. Siz aldığınız kararlarla, çevreyi kirletmekle bizim geleceğimizi kirletiyorsunuz.” Çocukların söylediği bu şey, bu bakımdan çok üzerinde durmaya değer. O nedenle, çocuklar AİHM’ye verdikleri şikayetçi dilekçelerinde Paris Anlaşması'nın preamble’inde yani ön sözünde yazan ‘intergenerational equity’ kavramını öne çıkarıyorlar.

Ö.M.: Evet, yani ‘nesiller arası hakkaniyet’.

R.T.: Nesiller arası hakkaniyet ve ayrımcılıkla ilgili 14. maddeyi ileri sürerken de buna dayanıyorlar. ‘Bizim neslimize karşı siz ayrımcılık yapıyorsunuz,’ diyorlar. Aynı nedenle şikayet dilekçelerinde Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni ileri sürüyorlar. O sözleşme ne diyor? Üçüncü maddenin, birinci paragraf, birinci fıkrasında ‘Çocukla ilgili alınacak her türlü sözleşmede, her türlü kararda çocuğun üstün yararı dikkate alınır, ona göre kararlar alınır, ona göre sözleşmeler yapılır’ deniyor. Yani burada bir çocuk hakları, daha doğrusu kuşak hakları -bu insan hakları bakımından oturmuş bir terim değil ama- diye bir hak iddia ediliyor. O bakımdan çok enteresan bir dava bu. Şimdi buna karşı ne söyleniyor?

Ö.M.: Evet, bu da çok önemli. Affedersin, sözünü de kestim bir iki ilavede bulunmak için. Çünkü daha önce benim izlediğim kadarıyla, daha önce bunun gibi davalarda, -hatta bir örneği yok ama- özellikle de buna giden yolun takibi sırasında şunu gördük; çeşitli ülkeler bizzat çevre bakanları tarafından da iklim değişikliğinin çok büyük bir sorun olduğunu belirtmelerine rağmen, mesela Yunanistan'da orman yangınlarına ve sellere sebep olduğunu da söyleyen bizzat iklim bakanı olmasına rağmen, aynı yetkililer bu mahkemede bu sefer, ‘İklim değişikliğinin doğrudan bir etkileyici rolü yoktur, insanlara doğrudan etkisi olmamıştır, önce ulusal mahkemelere başvurun’ diye de konuştular. Bunu Yunanistan'da da gördük. Britanya, bütün çevre haklarından, verdiği taahhütlerden U dönüşü yaptığı halde birçok ulus adına konuşma yaptı, o da aynı şeyi söyledi, ‘Önce siz ulusal mahkemelere başvurun’ diye. Türkiye'nin de benzeri bir şekilde konuştuğunu görüyoruz.

R.T.: İyi güzel de, bir kere şunu söylemek lazım ki, daha önceki AİHM kararlarında ortaya çıkan şudur ve AİHM'in ihlal bulması için ille de böyle bir hastalığa böyle büyük bir felakete yol açması gerekmez. Yani temiz bir çevrenin iletilmesi yeterli bir nedendir sekizinci maddenin ihlali için. İlle de orada yaşayanların kanser olması ya da hastalığa yakalanmasını beklemek zorunda değildir şikayetçiler. Bir kere bunu düzeltmek lazım. Tabii ki AİHM kurallarına göre, sözleşmeye göre AİHM'e başvurmadan önce iç hukuk yolları tüketilmesi gerekir ama bu var olan iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekir. Yoksa içerideki yolları nasıl tüketeceksiniz? şimdi? Burada, kolektif bir sorumluluktan bahsediyoruz. 33 devletin kolektif sorumluluğundan ve bunların taraf olduğu sözleşmelere uymadığından söz ediyoruz. O zaman bu kolektif sorumluluğu yargılayacak olan ulusal mahkeme hangisidir? Bir kere bu var. Yani çevre sınır dinlemiyor ki, çevresel sorunlar sınır dinlemiyor ki bir ulusal mahkemeden söz edelim.

Türkiye'yi ele alırsak, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak için anayasada bir madde olması lazım. Ancak Anayasa’da bir madde var ise, AİHM'de de aynı konuda bir madde var ise bireysel başvuru hakkını kullanabilirsiniz. Peki Türkiye Anayasası’nda Paris Anlaşması'nın ihlal edilmemesine ilişkin bir madde mi var? Anayasa Mahkemesi’ne başvuru konusu ne olacak? Böyle bir madde yok Anayasa’da. O nedenle o iç hukuk yollarının tüketilmesi meselesi burada geçerli değil. Burada geçerli olan ‘bir iç hukuk yolu yok’ aslında. Yani davaya bakıp da karar verebilecek, şikayet edilebilecek bir iç hukuk yolu mevcut değil. O nedenle bu argüman pek fazla sağlam bir argüman değil. Buna tabii ki büyük daire karar verecek. Önce ‘acceptability’ yani ‘kabul edilebilirlik kararı’ verecek. Evet. Bu kabul edilebilirlik kararında bu şikayeti inceleyecek. Ama benim kanım odur ki, burada tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu yoktur. O nedenle iç hukuk yolunu tüketme zorunluluğu bu dava için geçerli değildir.

Şikayet dilekçesinde birçok sözleşmeye atıf var. Türkiye bir de şunu söylüyor, ‘Türkiye, Aarhus Sözleşmesi gibi bu sözleşmelere taraf değildir’. Bir kere onu söylemek lazım. AİHM, kararlarında bütün Avrupa'nın büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilen -Aarhus Sözleşmesi böyle örneğin- bir sözleşme varsa, artık o devletin sözleşmeye taraf olup olmadığını aramıyor, o şartı aramıyor. AİHM, ‘bu konuda, bu sözleşmeyle ilgili olarak madem ki Avrupa'da böyle bir genel mutabakat var, o zaman bu sözleşmenin hükümleri taraf olmayan devletler için de geçerlidir’ diyor. Bu bir. İkincisi de burada asıl atıf yapılan sözleşmeye Türkiye taraf yani Türkiye, Paris Anlaşması'na taraf. Türkiye, 1992 BM İklim Değişikliği Çevre Anlaşmasına taraf, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde taraf. Son bir Rio Deklarasyonu var, Türkiye buna da taraf. Yani Türkiye'nin bütün bunlardan doğan bir yükümlülüğü var. Türkiye’yi oraya çıkartıp bir konuşma yaptır anlıyorum ama hakimler soru sorarlar. Ne sordular bilmiyoruz tabii.

Ö.M.: Evet. Ben bir de şunu sormak istiyorum. Türkiye'nin Paris Anlaşması'yla ilgili söylediği şeylerin, savunmasının çok çelişkiler barındırdığı kanaatindeyim. Yani 2015’te 190’a yakın ülkenin neredeyse tamamı Paris Anlaşması'nı imzalamıştı o zaman. Ama Türkiye, onaylama sözünde en geç kalan ülkelerden biriydi. Ancak altı yıl sonra Cumhurbaşkanı New York'a giderken onayladı sözleşmeyi.

R.T.: Sözleşmeyi en son onaylayan Türkiye'dir.

Ö.M.: Evet. Halbuki burada savunmasında da Portekiz'de meydana gelen yangınları temel alıyor ve diyor ki, ‘Türkiye, 2017’de bu anlaşmaya taraf değildi. 2021’de oldu bu.’ Dolayısıyla Paris Antlaşması'na uymadığı teziyle ‘suçlanamaz’ diye bir savunma yapmış. Bu bana çok tuhaf geldi. Sen ne dersin bize?

R.T.: Bunu katiyen kabul etmez mahkeme. Söylediğim gibi, bir kere Türkiye, Paris Anlaşması'na taraf olmasa bile mahkeme diyecek ki ‘Bu o kadar büyük bir çoğunluk tarafında kabul edilmiş bir anlaşmadır ki bunun hükümleri Türkiye bakımından da geçerlidir. Ben bunu dikkate alırım kararımda’. Kaldı ki Türkiye bunu imzaladı. Ne zaman imzaladı bunu?

Ö.M.: 2015’de imzaladı ve 2021’de de onayladı.

R.T.: Tamam sözleşmeyi imzalamanın getirdiği birtakım hukuki yükümlülükler var. Yani o sözleşme tamamen geçerli olmasa bile o sözleşmeye aykırı hareket etmemek gibi bir yükümlülük getirir sözleşmeyi imza etmek. Bu bakımdan, bu argüman hiç mi hiç tutarlı bir argüman değil. Tabii soru soranlar arasında hakimler soru sorarlar. Türkiye’ye mesela hakimler sormuş mu? ‘Bütün dünya karbon emisyonunu azaltırken ve karbon emisyonuna yol açan limit kömürüyle enerji üretmekten vazgeçerken siz ne diye çoğaltıyorsunuz?’ Bu soruyu soranlar var. Acaba şunu sorarlar mı? Akbelen Ormanı'nı niye yaktınız? Yani %2 gibi bir potansiyeli olan santrale linyit kömürü bulmak için Akbelen Ormanı'nı niye yaktınız? Niye yıktınız bütün ağaçları? Orada yaşayan insanları niçin perişan ettiniz? Bunun gibi sorular soruldu mu acaba orada konuşan Türkiye'nin temsilcisine? Yani Türkiye bütün bu sözleşmelere aykırı hareket eden bir devlet aslında. Bu, sözleşmeden doğan yükümlülüklere aykırı hareketlerdir. Bunu örtmenin imkanı yoktur ve Türkiye'nin bu davranışı aslında bu davanın ne kadar haklı olduğunu gösteren tipik bir örneğidir. Yani böyle bir dava sadece Türkiye'ye karşı da açılabilirdi.



Ö.M.: Sonlara da geliyoruz artık ama son olarak şöyle de bir noktanın altını çizmek istiyorum. Dün, dünyanın en önemli iklim bilimcilerinden biri olan James Hansen ve arkadaşları, bütün rekorların kırılacağını ve Paris Anlaşması'nda öngörülen Endüstri Çağı’na göre 1,5 derecelik hedef aşımının da önümüzdeki yıl gerçekleşeceğini tahmin ediyorlar. Çok büyük bir tehlikeden bahsediyorlar. James Hansen da hiç yabana atılacak biri değil, iklim biliminin en önemli isimlerinden bir tanesidir. Onun bu söylemine rağmen, bütün hükumetler böyle bir yan çizme eğilimindeler. Fakat Portekizli çocukları sgönüllü avukatlar ekibinin içinden birisi de çok önemli bir şey söylüyor. Birleşik Krallık kökenli, Global Legal Action Network (GLAN) yani Küresel Hukuk Eylemleri Ağı’ndan Gerry Liston, Associated Press'e (AP) söylemiş, “Bu, genç bir davadır. Çok önemli sonuçları olacaktır,” diyor ve şöyle bir benzetme yapmış, ona ne dersin? “AİHM, İkinci Dünya Savaşı’ndaki korkunçluklardan, dehşet verici suçlardan Avrupa ülkelerini sorumlu tutmak üzere kurulmuştu,” diyor. Yani insan haklarını koruma görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle kurulmuştu diyor. “Dolayısıyla da şimdi bu şekilde bu ilkeleri savunarak bir mahkemenin başlamasından daha önemli hiçbir acil ihtiyaç yoktur,” diye bugünkü, sözünü ettiğimiz bu davayı nitelemiş. Ne dersin buna sen?

R.T.: Bu söylenen çok doğrudur. Bir kere AİHM’nin kurulmasıyla, insan hakları devletlerle iç içe olmaktan çıktı. Yani geçen gün bir devlet büyüğümüz, gazeteciye ‘Türkiye'deki insan hakları seni niye ilgilendiriyor?’ diye soruyor. Onun yanıtı, çünkü insan hakları devletlerin iç işi değildir, bütün uluslararası toplumu ilgilendiren bir konudur. Hele çevre konusunun zaten devletle iç içe olması imkanı da yoktur. O kadar küresel bir sorun ki bir devletin yaptığı ya da yapmayacağı şeylerle bu iş karar verilmiyor, bütün bir küreyi, bütün dünyayı saran bir mesele. Ancak bütün kolektif bir sorumlulukla, kolektif bir bilinçle bu iş çözümlenebilir. O bakımdan bu dava bunun göstergesi aslında ve bu davada AİHM'nin alacağı tutum bence mahkemenin kendi konumuyla da ilgili. Yani AİHM, İkinci Dünya Savaşı'ndaki korkunç olaylarla ilgili değil sadece. Çünkü insan hakları sürekli gelişen bir konu, çok dinamik bir konu. Mesela o zaman bu çevre konusu bu kadar önemli değildi ama bugün bütün dünyanın geleceği burada yatıyor.

Ö.M.: Bütün canlılar aleminin hatta yani sadece insanlar olsa o bile düşünülebilirdi ama yani yeryüzündeki bütün canlı, börtü, böcek, bitkiler ve hayvanların da hayatı bu iklim krizi dolayısıyla feci tehlikede diye bunu anlatıyorlar uzun uzun zaten.



R.T.: Evet. Yani bu karar bence son derece önemli bir karar olacaktır. Paris Anlaşması'nın uygulanması bakımından da önemli bir karar olacaktır ve devletleri belki bir parça silkeleyecektir. Yani Paris Anlaşması'ndan doğan yükümlülüklerini uymalarını sağlayacaktır. Türkiye bakımından nasıl bir sonuç verecektir? Türkiye, Avrupa'da AİHM kararlarını tanımamakla şöhret yapmış durumda. 33 devletten 32’si bu kararı tanıyıp da Türkiye ‘ben bu kararı tanımam’ demesi de burada çok güç olacaktır tabii.

Ö.M.: Tarihi bir nitelik taşıdığını da, geleceğe ilişkin de önemli şeyler içereceğini de düşünebiliriz herhalde. Rıza Türmen, yani 20 dakikalık bir kayıt yapmış oluyoruz bu şekilde. Son olarak söylemek istediğin bir şey varsa söyler misin lütfen? Öyle kapatalım.

R.T.: Yani Türkiye, bu anlaşmalardan dolayı yükümlülüklerini bir iki kere daha gözden geçirir. Yani karbon emisyonunu çoğaltan değil azaltan bir devlet konumuna belki geçebilir. Yani ormanları keserek, ondan sonra kömürle enerji üreterek Türkiye bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerine uyuyor denemez. O zaman belki çıkacak olan bu karar Türkiye'yi bu bakımdan yeniden kendisiyle hesaplaşmaya iter diye düşünüyorum, ümit ediyorum.

Ö.M.: Rıza, çok teşekkürler. AİHM eski yargıçlarından Rıza Türmen ile AİHM’ye altı Portekizli çocuk tarafından tarihi bir iddianameyle, bir dava açarak getirilmiş olayın ardından bir değerlendirme yaptık. Gelişmelere göre seni tekrar buralarda ağırlarız.

R.T.: Memnuniyetle. Çok teşekkürler ederim.

Ö.M.: Sağol. Görüşmek üzere.

R.T.: Görüşmek üzere.