Kasım 2015

Yıl Sonu Değerlendirmesi
-
Aa
+
a
a
a

Kasım ayı belki de yaşamanın ne kadar külfetli olduğunu gösteren ve en fazla unutulmak istenen zaman dilimi olarak 2015 Yılının hanesine rahatlıkla yazılabilirdi. Yurt içinde ve dışında şiddet olayları ve krizlerle sarsılan dünya düzeni, hayal kırıklıklarının birbirini kovaladığı bu ay, gezegenin geleceğine dair kaygıların da had safhaya ulaştığı tepe noktalardan biri olarak anılabilir.

Ayın Sözü:

"Yaşamımızı yeniden kurma imkânı sağlayacak bir Nuh’un gemisi yok. Kurtuluşu sadece bizler, hep birlikte mücadele ederek, yeni bir sistem inşa ederek başarabiliriz." 

İklim İçin Hareketinin yaptığı İklim Forumu çağrısından. (İklim İçin)

***


İndirmek için: mp3, 24.6 Mb.

Kasım ayı belki de yaşamanın ne kadar külfetli olduğunu gösteren ve en fazla unutulmak istenen zaman dilimi olarak 2015 Yılının hanesine rahatlıkla yazılabilirdi. Yurt içinde ve dışında şiddet olayları ve krizlerle sarsılan dünya düzeni, hayal kırıklıklarının birbirini kovaladığı bu ay, gezegenin geleceğine dair kaygıların da had safhaya ulaştığı tepe noktalardan biri olarak anılabilir.

 

Türkiye’de 1 Kasım da yapılan genel seçim istikrar vaadiyle seçime giren AKP’nin %50’ye yakın bir oy oranıyla zafer kazanıp tekrar tek başına iktidar olmasıyla sonuçlandı. Ama bu zafer beklenen istikrarı getirmekten uzaktı. Ülke bir alacakaranlık kuşağına bodoslama dalıverdi.

 

Ülkedeki karanlık gelişmeleri saymaya başlayacak olursak, Diyarbakır, Şırnak ve Mardin'in bir çok ilçesinde sokağa çıkma yasağının devam ettiğini, Nusaybin'de evi taranan beş çocuk annesi Selamet Yeşilmen’in, kendi evinin kapısı önünde hunharca vurularak öldürüldüğünü söyleyebiliriz.

 

 

 

Yine Nusaybin'de sokağa çıkma yasağının kaldırılması için açlık grevine giren milletvekillerinin bulunduğu yere gelen güvenlik görevlilerinin, önce kendilerine sunulan tepsilerdeki baklavaları bir güzel yedikten sonra, vekillerle birlikte 10 gündür abluka altında tutulan ilçeye yürümek isteyenlere biber gazı yedirip tazyikli su içirmek üzere saldırması da aklınızın bir köşesinde kalabilirdi.

 

 

 

Silvan'ın Tekel mahallesinde sokağa çıkma yasağının ardından güvenlik güçlerinin çekildiği harabeye dönmüş sokakların duvarlarında "Esedullah timi" imzası okunuyor, Şırnak’ın İdil ilçesinde polis, operasyonlarını “Ölürüm Türkiyem” şarkısı eşliğinde havaya ateş ederek kutluyordu.

 

Selahattin Demirtaş'ın, “şehir savaşı yaşanıyor" diye tasvir ettiği durumu, Cumhurbaşkanı Erdoğan muzaffer bir general edasıyla, "Önümüzdeki dönem konuşma-tartışma dönemi değil, sonuç alma dönemidir" diye tanımlıyordu.

 

Kazılan hendeklerle yapılan operasyonlar arasında bir halk, bir kültür, bir tarih yıkıma uğramaya başlamıştı.

 

Diyarbakır'ın merkez Sur İlçesi'nde bulunan, İslam'ın 4 mezhebini simgeleyen, ve 500 yılı aşkın süredir ayakta kalan Dört Ayaklı minare, çatışmaların arasında kalarak ayaklarından vurulmuştu.

 

 

 

Belki de modern Türkiye tarihinin en trajik cinayetlerinden biri işte tam bu noktada işlendi.  Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, 28 Kasım saat 10.30’da Dört Ayaklı Minare'nin çatışmalarda zarar görmesine dikkat çekmek için düzenlediği basın açıklaması sırasında meydana gelen çatışmada uzak mesafeden açılan ateşle öldürüldü. Aynı saldırıda iki polis de hayatını kaybetti. Çatışmanın tarafları Elçi'nin ölümünden birbirlerini suçlarken, olay yeri incelemesi için gelen heyet bile saldırıların ortasında kaldı.

 

 

 

Kimin silahından çıktığı bilinmeyen ve belki de asla bilinemeyecek bir kurşunla öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi 80 ilin baro başkanları,  milletvekilleri, ailesi ve sevenlerinin de içinde bulunduğu 50 bin kişinin katıldığı hüzünlü bir törenle defnedildi. Kendisini tanıyan herkesin istisnasız sevgiyle andığı aktivist hukukçunun, minarelerin ayakları dibine devrilmeden önce son sözünün “Bu ne ya?!” olduğu kayıtlara geçti.

 

Bir diğer suikast ise, bu sefer daha çok insanı hedef alacak şekilde Fransa'nın başkenti Paris'te gerçekleşti. IŞİD'in üstlendiği seri saldırılarda Paris'in birinci, onuncu ve onbirinci bölgeleriyle birlikte, Fransa Stadyumu'nun önünde 130 kişi ve 7 saldırgan hayatını kaybetti, 300'den fazla insan yaralandı.

 

 

 

10. bölgedeki popüler Petit Cambodge ("Küçük Kamboçya") restoranında, Amerikalı rock grubu Eagles of Death Metal’in konser verdiği Bataclan Tiyatrosu'nda, Rue de la Fontaine-au-Roi adlı sokakta bulunan İtalyan restoranı La Casa Nostra'da, Rue de Charonne sokağındaki La Belle Équipe adlı İtalyan restoranında düzenlenen dehşetengiz ve soğukkanlı saldırılar başta Fransa, bütün dünyada şok etkisi yarattı ve büyük bir korku dalgasına sebep oldu.

 

 

 

Charlie Hebdo saldırısının ardından Paris sokaklarında 10 ay sonra yeniden aynı soru soruluyordu: Neden?

 

Avrupa'da ikinci dünya savaşından sonra girilen en büyük alarm haliydi bu. Başbakan Manuel Valls, "Teröristlerin kimyasal veya biyolojik silah kullanma riski var" dedi ve Parlamento, olaydan hemen sonra ilan edilen olağanüstü halin 3 ay uzatılmasına onay verdi.

 

Saldırganların geldiği yer olarak açıklanan Belçika'nın başkenti Brüksel'de de olağanüstü hal ilan edildi, askerler aynı Fransa’da olduğu gibi sokaklara indi. Metro istasyonları, okullar ve bir çok kamu binası kapalıydı.

 

Uçuş halindeki 2 Air France'e uçağına, Kopenhag hava limanına, Moskova'da kalabalık bir restorana ve ABD'de Harvard Üniversitesi'nde peş peşe bomba ihbarları yapılıyordu.

 

Almanya ile Hollanda'nın Almanya'da; Belçika ile İspanya'nın Belçika'da oynayacakları futbol müsabakaları iptal edildi. Türkiye ve Yunanistan arasındaki dostluk maçı yapıldı yapılmasına, ama ölenler için yapılan 1 dakikalık saygı duruşu esnasında yine ıslıkların ve "şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganlarının arş-ı âlâya yükselmesi, başta Türk ekibinin teknik direktörü olmak üzere bir çok vatandaşın utançtan yüzünü kızarttı.

 

Saldırıların ardından Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande artık “savaş halinde” olduklarını ve kendilerini Işid'i yok etmeye adadıklarını açıkladı. Saldırıların beyni olduğu düşünülen Abdelhamid Abaaoud BBC'nin haberine göre, "mermi ve şarapnel parçalarıyla delik deşik oldu". Işid'in başkenti Rakka'ya yönelik hava operasyonları önemli ölçüde hız kazandı. Terör eylemleri sonrası Fransa'nın yaptığı ilk saldırıda, Rakka’da cezaevi olarak kullanılan bir stadyumun, bir müzenin, bazı kliniklerin ve bir hastanenin de aralarında bulunduğu bir çok IŞİD binasının yerle bir edildiği söylendi.

 

Paris saldırısının gölgesinde dünya politikasına, ekonomisine ve iklimine yön veren 19 ülkenin ve AB’nin liderleri, yani G20, dünyanın en turistik merkezlerinden Antalya’nın Belek beldesinde kuşların gerçekten uçmadığı olağanüstü güvenlik ortamında bir araya geldi.

 

Senkronize bir şekilde servis edilen yemekleri yerken dünyaya dayanışma mesajları ileten liderler, dünya üzerinden terörün kökünü kazımaya ant içmekteydiler.

 

Rusya lideri de ağzındaki baklayı çıkaracağı mekân olarak kendine Antalya'yı seçmişti. Putin, her zamanki “cool” edasıyla "IŞİD, 40 ülkeden finansal destek alıyor. Bunlar arasında G20 üyeleri de var!" diyerek Kasım ayı sonunda ortaya çıkacak krizin ilk işaretini çakıverdi.

 

Bu kriz, 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya'ya ait Su-24 tipi uçağın Suriye - Türkiye sınırında bulunan Bayırbucak’ta stratejik Kızıldağ'ı alma savaşında hava bombardımanı yaptığı sırada sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle Türk uçakları tarafından düşürülmesi ile başladı.

 

Paraşütle atlayan pilotlardan biri yerden açılan ateşle öldürüldü, Rusların kurtarma ekibi yerde saldırıya uğradı ve Türkiye ile Rusya arasında büyük bir diplomatik kriz patlak verdi.

 

 

 

Putin, "sırtımızdan vurulduk" dedi, Davutoğlu, "Uçağın vurulması emrini bizzat ben verdim" diyerek sorumluluğu üzerine aldı. Putin’i telefonla aradığını ancak Rus liderin telefonunu açmadığını söyleyen Erdoğan önce, "Rus uçağı olduğunu bilseydik farklı davranırdık" dedi, sonra "Rusya'dan özür dilemeyeceğiz, asıl ihlal yapanlar özür dilesin!" açıklamasını yaptı.

 

Rusya vatandaşlarına, "Türkiye'ye gitmeyin" çağrısı yapıyor, askerî temasları askıya alma kararı alıyor, vizesiz Rusya'ya gidebilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına  pasaport kontrollerinde zorluk çıkartılıyordu.

 

Ticari ilişkiler de bu krizden nasibini aldı: Rusya'nın yaş meyve ve sebze alımında kesintiler başladı. Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliği taşlı, boyalı saldırıya uğradı. “Ermeni soykırımını inkârın suç sayılmasını” öngören yasa tasarısı Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma'ya sunuldu ve Rusya'nın Türkiye'ye sattığı doğalgaz akışına dair problemler dile getirildi.

 

Elbette iş burada kalmayacak, 3.Dünya savaşının bile zikredildiği büyük bir krizin ilk adımları Kasım ayında başlayıp 2015 yılının son günlerine değin sürecekti.

 

Irak'ın ardından Suriye, Kuveyt ve Bahreyn'de de kolera vakaları, Viyana'da barış görüşmeleri sürerken Suriye'de dolu dizgin devam eden şiddet, Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta 43 kişinin ölümüne, 239 kişinin yaralanmasına neden olan patlama ve Mali'de bir otele yapılan baskında hayatını kaybeden 18 kişi, 2015 yılının sonuna gelirken dünya ahvaline dair artık neredeyse “umur-u âdiye” haline gelmiş gelişmelerden sadece birkaçıydı.

 

Tekrardan Türkiye’ye dönecek olursak kasım ayı, Cumhuriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar ve gazetenin Ankara Sorumlusu Erdem Gül’ün yaptıkları haber dolayısıyla, casusluk iddiasıyla tutuklanmaları haberiyle karanlık bir havada son buluyordu.

 

Ama umutsuz olmamak için çabalayan insanlar ve onların inşa ettiği çabalar halen görülebiliyordu. Türkiye'nin ilk “İklim Forumu”nda uluslararası iklim hareketi ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen ekoloji mücadelesi ile 55’in üzerinde oturumda, 2500’den fazla katılımcı ile iklim adaletinden başlayıp, enerjiden, gıdadan, sudan, ulaşımdan, sağlıktan, insan hakları ve toplumsal cinsiyete kadar uzanan binbir başlıkta iklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçları tartıştı.

 

Aralık ayında Paris'te düzenlenecek olan COP21 iklim zirvesine, “Laf değil eylem istiyoruz.” mesajı ileten, “son sözü biz söyleriz!” diyen binlerce kişi, bütün kötü gidişata rağmen halkların birlikte mücadelesi ile farklı bir dünyanın mümkün olduğuna ilişkin fikrin güçlendiğini gösteriyordu.