Siyasi krizden çıkabilmek

-
Aa
+
a
a
a

20 Temmuz 2008Radikal Gazetesi

Bir taraftan "Ergenekon davası" başlığında konuştuğumuz, siyasi alanı siyaset dışı mekanizmalarla denetleme ve egemenlik altına alma çabalarının, diğer taraftan, AKP'yi kapatma davasının ve aynı zamanda da, AKP hükümetinin demokrasiyi Meclis çoğunluğuna indirgeyen ve sınıfsal/kültürel farklılığa kapalı yönetim anlayışının sonucunda, Türkiye bugün çok ciddi bir siyasi kriz yaşıyor. 2005'in sonunda yavaş yavaş hissedilmeye başlanan, 2007 başında sevgili Hrant Dink'in hunharca katledilmesiyle hızlanan ve Cumhurbaşkanlığı seçimiyle tepe noktasına çıkan bu kriz, tüm siyasi alanı sarmış durumda. 22 Temmuz 2007 genel seçimleri bu krizin ortadan kalkmasına ya da en azından siyasi normalleşme sürecinin başlamasına bir umut olabilirdi. Ama siyasi normalleşme ve toplumsal istikrara dönme olasılığı da, kısa süre içinde, hem AKP'ye karşı açılan ve hukukun aşırı siyasallaşması sorununu yaratmaya gebe kapatma davası hem de demokrasi ve özgürlükler alanlarında AKP'nin takındığı araçsallaştırıcı ve indirgemeci tavır nedeniyle kısa sürede ortadan kalktı.Sonuçta Türkiye, başta antidemokratik ve siyaset dışı araçlarla rejim değiştirme ya da rejim restore etme girişimleri sonucunda ve AKP'nin Meclis çoğunluğu söylemiyle demokrasiyi araçsallaştıran ve Meclis çoğunluğuna indirgeyen hükümet etme eğilimleriyle ciddi bir siyasi krize itildi. Siyasi kriz, bu anlamda da, Türkiye'de demokratikleşme ve iyi/adaletli toplum yönetimi sürecinin durdurulması ve askıya alınması anlamına geliyor. Toplumsal uzlaşmaTürkiye'yi bu siyasi krizden çıkartmalıyız. Ergenekon davası ve içerdiği gelişmeler, bu anlamda önemli ve gerekli. Ama siyasi krizden çıkmak için yeterli değil. Hukukun genelde, Anayasa Mahkemesi'nin özelde aşırı siyasallaştırılması ve nihayetinde zayıflatılması riski içeren AKP'nin kapatılma davasında, yüce mahkemenin bu süreci durduracak nitelikte, partiye "ihtar verme" ya da "hazine yardımını kesme" ama "parti kapatmama" temelinde alınacak karar da, siyasi krizden çıkma için önemli ve gerekli bir adım olacak. Ama kabul etmeliyiz ki, tek başına siyasi krizden çıkmak için yeterli koşulu oluşturmuyor. Siyasi krizden Türkiye'yi çıkartmak, yeni ve toplum yönetimi temelli bir toplumsal uzlaşmayı gerekli kılıyor. Türkiye'nin yeni bir toplumsal uzlaşmaya ve bu yolla demokratik, adaletli ve iyi toplum yönetimini yaşama geçirecek katılımcı demokrasiye gereksinimi var. Bu gereksinim dün de vardı, bugün de var. Başta demokrasiyi "rejimi koruma adı altında" sürekli erteleyen ve askıya alan siyaset dışı müdahalelere, ama aynı zamanda da, demokrasiyi Meclis çoğunluğuna indirgeyerek araçsallaştıran siyasi söylem ve stratejilere karşı, Türkiye'nin katılımcı demokrasi yoluyla ve demokratik, adaletli ve iyi toplum yönetimi temelinde yönetilmesi üzerine oluşturulacak bir toplumsal uzlaşma, bize siyasi krizden çıkma olasılığını verebilir. Bu yeni toplumsal uzlaşma düşüncesinin, başta hükümet olan AKP dahil tüm siyasi partiler, devlet elitleri, toplum yönetimi kurumları, ekonomik baskı grupları, toplumsal aktörler ve aydınlar tarafından içselleştirilmesi gerekiyor. Toplum yönetimi-temelli bir toplumsal sözleşme, bu anlamda da, her şeyden önce, AKP'nin son dönemde kullandığı Meclis çoğunluğunu fetişleştiren yönetim zihniyetinden, muhalefet partilerinin siyasi krizden nemalanma eğilimlerinden vazgeçmelerini gerekli kılıyor. Ama, sadece iktidar partisinin yönetim anlayışındaki değişiklik ve iktidar-muhalefet uzlaşması bu yeni sözleşme için önemli olmakla birlikte tek başına yeterli değil. Yeni toplumsal sözleşme, devlet elitlerinin ve toplum yönetim kurumlarının kendi öz işlerine dönmelerini ve kendi işlerini iyi yaparak toplum yönetimine katkıda bulunmalarını da gerekli kılıyor. Aynı zamanda da, yeni toplumsal sözleşme, ekonomik ve toplumsal aktörlerin ve aydınların, Türkiye'nin demokratik, adaletli ve iyi toplum yönetiminin katılımcı demokrasiyle olanak kazanacağını düşüncesini içselleştirmelerini ve desteklemelerini de şart koşuyor. Başta hükümet olmak üzere, tüm aktörlerin demokrasinin derinleşmesinin ve toplumsal ilişkilerde yerleşikleşmesinin Türkiye'nin sorunlarına çözüm olduğuna inanmaları ve bu yönde bir irade göstermeleriyle, Türkiye siyasi krizden çıkabilir ve katılımcı demokrasinin iyi ve adaletli toplum yönetimine sokulabilir. 2002-2005 arası TürkiyeÖnerdiğim yeni toplumsal uzlaşmanın ütopik ya da Türkiye şartlarında gerçekleşmesi zor bir olasılık olduğunu söyleyenler olabilir. Ama unutmayalım ki, çok değil altı sene önce 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden sonra, toplum yönetimi temelli bir toplumsal uzlaşmanın ilk adımları atılmış gibiydi. 2002 Kasım-2005 Aralık arası dönemde, başta ekonomi olmak üzere, genel olarak toplum yönetiminde "reform yoluyla istikrar yaratmak" anlayışı ekseninde oluşmuş ve Meclis çoğunluğu söyleminin ve iktidar-muhalefet partileri arasında uzlaşma isteğinin çok gerisine giden bir toplumsal uzlaşmanın ilk adımları atılmıştı. 1995-2002 arası dönemin, toplumu yönetemeyen koalisyon hükümetlerinden, yaşanan şiddet ve düşük yoğunluklu savaştan, yolsuzluklardan, rüşvetten ve tüm bu gelişmelerin sonunda gelen büyük ekonomik krizden sonra, 3 Kasım sonrası ortaya çıkan toplumsal uzlaşma, siyasi partilerin gerisine giden, çok-aktörlülük ve reform yoluyla istikrar elde etme ortak paydası üzerine kurulmuştu.Ekonomide, siyasette ve uluslararası ilişkilerde reform çağrılarıyla ortaya çıkmakta olan toplumsal uzlaşmanın en azından beş önemli aktörü vardı: (a) Kazan-kazan mantığı, reform ve aktif bir iç ve dış siyasetle Türkiye'yi yönetme iddiasını dile getiren AKP hükümeti, (b) 1995-2002 dönemi krizlerinden sonra ve istikrar gereksinimi temelinde kendi öz kurumsal amaç ve işlerine dönen devlet seçkinleri, başta cumhurbaşkanı olmak üzere, (c) ekonomik istikrar ile iyi toplum yönetimi arasındaki ilişkiyi fark ederek bu yönde hükümete destek veren ekonomik aktörler ve sektörler, (d) Türkiye'nin bu dönüşümüne katkı veren AB bütünleşme ve tam üyelik müzakerelerine başlama çıpası ve (e) Türkiye'nin iyi yönetiminin temelinin demokratik ve adaletli bir toplum vizyonunda olduğunu dillendiren demokrat zihniyet. Tüm bu aktörleri ve iyi toplum yönetimi-demokratik reform istenciyle 2002-2005 yılı arası Türkiye, hem içerde hem de dışarıda olumlu ve geleceğe umutla bakan bir dönem yaşadı ve bu dönemi "Türkiye'nin dönüşüm sürecinin başlangıcı" olarak adlandırdık.Bugünden düne doğru Türkiye'nin içinden geçtiği süreci elimizdeki veriler temelinde okuduğumuz zaman şu gerçeği görüyoruz: 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden sonra "Türkiye'nin reform yoluyla iyi yönetimi" olarak tanımlanan toplumsal uzlaşma, ilk önce 2004 yılından itibaren, bugün Ergenekon davası olarak tanımlanan, AKP iktidarının siyaset dışı yollarla zayıflatılması ve yönetimden uzaklaştırılmasını amaçlayan girişimler sonucu zayıflatıldı. Bu girişimler, ulusalcılık ideolojisi adı altında, devlet seçkinlerinin yer aldığı kurumlar ve kamusal tartışma yoluyla üniversite, medya ve sivil toplum içinde yaygınlaştırıldı ve bu yolla toplumsal uzlaşmada zayıflama derinleştirildi. Bu zayıflamaya, kadrolaşmadan kültürel çoğulculuğa kapalı oluşa, reformist niteliği kaybetmeden Meclis çoğunluğunu fetişleştirmeye kadar AKP'nin hükümet etme anlayışındaki değişikler katkıda bulundu. Demokrat olma ile hükümet yanlısı olmayı birbirine karıştıran, en iyi demokrat benim derken kendinden farklı düşünen demokratları eksiklikle ve Kemalistlikle suçlayan ve demokrat zihniyetlerinin mutlaklığını korumak adına kadına karşı şiddeti meşrulaştıran aydınlar da toplumsal uzlaşmanın zayıflamasına katkıda bulundular. Tüm bu zayıflamaya, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan sorunlar, belirsizlikler ve çifte standartlar da eklenince, Türkiye uzlaşmadan hızla siyasal krize itildi. Bugün Türkiye'yi yaşadığı siyasi krizden, 2002-2005 arası oluşma olasılığı göstermiş çok aktörlü ve reform eksenli toplumsal uzlaşmayı yeniden canlandırarak, -ama bu sefer, altını çizelim-, tüm aktörlerin demokratik ve adaletli bir Türkiye'ye bağlılıklarını güçlü bir iradeyle göstermeleri şartıyla çıkabiliriz. Yaşadığımız kriz, bu fırsatı da içeriyor. Hepimize, bu anlamda da, çok iş düşüyor. İlk iş olarak, farklı düşünceleri ötekileştirmek yerine kendimizi eleştirmekle başlayabiliriz. E. FUAT KEYMAN: Koç Üniversitesi