"Geçer"

-
Aa
+
a
a
a

Tıp alanında cinsiyetçilik kadın sağlığını nasıl etkiliyor, neden birçok kadının şikayetleri "geçer" denerek geçiştiriliyor? Çiçek Tahaoğlu ile İşte Böyle Güzelim'de konuşuyoruz.

""
Louise Bourgeois
İşte Böyle Güzelim…: 27 Eylül 2024
 

İşte Böyle Güzelim…: 27 Eylül 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Çiçek Tahaoğlu: Bugün aslında tıp alanında cinsiyetçiliğin kadın sağlığını nasıl etkilediğinden bahsedeceğiz. Ama dün önemli bir gelişme oldu. Münevver Karabulut'un katili Cem Garipoğlu'nun mezarının açılmasına karar verildi. Dolayısıyla önce buradan başlamak istiyorum. Münevver Karabulut cinayeti, Türkiye'de erkek şiddeti ve kadın cinayetleri denilince ilk akla gelen ve sembolik olaylardan biri, biliyorsunuz. Tam 15 sene önce yaşandı. 15 senedir de kamuoyunda hiç gündemden düşmedi bu olay. Tabii gündemden hiç düşmemesinin sebebi aslında adaletin tecelli etmediği duygusunun toplumda hakim olması bu olayla ilgili.

Ömer Madra:  Bir hatırlatır mısın?

Ç. T:  Tabii, hatırlatacağım. Olay 2009 yılında yaşanmıştı. 17 yaşındaki Münevver Karabulut'un cesedi bir çöp konteynerinde parçalara ayrılmış bir şekilde bulunmuştu. Çok kısaca hatırlatıyorum tabii. Cinayeti işleyen Cem Garipoğlu 6,5 ay boyunca saklanmıştı ve 6,5 ay sonra bütün bu haberler, manşetler vs. teslim olmuştu. Dava sonucunda da 24 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu karardan 3 yıl sonra, 2014'te, Cem Garipoğlu'nun cezaevindeki koğuşunda intihar ettiği açıklanmıştı.

Cinayetin bu kadar vahşice işlenmiş olması, katilin cinayetten sonra aylarca saklanması ve bu süreçte delillerin karartıldığıyla ilgili çıkan onlarca haber ve tabii soruşturma ve mahkeme süreçlerinde kamuoyuna yansıyan bazen gerçekten tuhaf, bazen şaibeli olaylar. En sonunda dediğim gibi katilin cezaevinde intihar ettiğinin duyurulması, Cem Garipoğlu'nun tırnak içinde ölmediği, cezaevinden kaçtığı ya da kaçırıldığına dair spekülasyonların, komplo teorilerinin yayılmasına sebep oldu. Yıllar sonra gelen bu mezarın açılmasıyla ilgili karar da aslında bu söylediğim iddialarla bağlantılı, o yüzden bunları dile getirdim.

İlk iddialar aslında bu intihar ettiğinin kamuoyuna duyurulmasının ardından çıkmıştı ama asıl intihardan sekiz yıl sonra Garipoğlu ailesi, Münevver Karabulut'un katledildiği odada poz verdikleri bir fotoğraf paylaştı sosyal medyada.

Fotoğrafta, yıllar önce gazetelerde Münevver Karabulut'un kanıyla kaplı halde gördüğümüz koltukta oturuyorlardı bu arada. O koltuk da oradaydı. Bu mizanseni, o salonu aslında televizyonlardan, gazetelerden tanıyorduk. Tabii o kadar tuhaf ve açıklaması zor bir durumdu ki böyle bir paylaşım yapmaları. Bu, Cem Garipoğlu'nun ölmediği iddialarını yeniden alevlendirdi, özellikle bu fotoğraf. Bunun üzerine de Münevver Karabulut'un babası mezarın açılması için başvuruda bulundu. İşte çeşitli yerlere başvurularda bulundu birkaç kere. Ama bu talebi, zaten hali hazırda otopsi yapılmış olduğu için reddedildi. Geçtiğimiz Kasım ayında, 2023 Kasım'ında bu sefer Cem Garipoğlu'nun babası mezarın açılıp DNA eşleşmesi için başvuruda bulunmuştu. O da, bu komplo teorilerinin bir noktadan sonra şehir efsanesi haline geldiğini alıntılıyorum kendisinden ve ailesinin cezalandırıldığını söylemişti. "Açılsın mezar, DNA eşleşmesi yapılsın ve biz de bundan kurtulalım" gibi bir başvuruydu onunki. Dün, Karabulut Ailesi'nin avukatı Rezan Epözdemir mezarın açılmasına karar verildiğine dair bir tweet attı. Bu karar için iki yıldır hukuki bir süreç yürüttüklerini söyleyen avukat Epözdemir'in tweetinden bir parça okuyayım olayı açıklayan. "Geldiğimiz noktada, Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı talebimizi kabul ederek Cem Garipoğlu'nun mezarının açılmasına ve Fethi Kabir işleminin yapılmasına karar verdi. Ve bu konuda Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na talimat yazıldı," diyor ve şöyle devam ediyor. "Yıllardır gittiğimiz her yerde, yazılı ve görsel basında, sosyal medyada en fazla sorulan, halkımızın önemli ölçüde ikna olmadığı bu muamma bu suretle giderilmiş olacak," diyor. Tabii olayın bu raddeye gelmesi, hani 10 yıl önce gerçekleşen, 2014'te gerçekleşen bir intiharla ilgili hala kamuoyunda şüphelerin olması aslında bize biraz sistemi, sisteme dair bir şeyler söylüyor burada, adalet sistemine, yargılama sistemine çünkü kamu vicdanını bu kadar yaralayan ve bu kadar göz önünde olan bir olayda bile defalarca göz göre göre delillerin karartılması, ve bunun gibi birçok olayın yaşanmasından kaynaklanıyor aslında. İnsanların da Cem Garipoğlu'nun ölümünü sorgulaması ya da bu ölüme inanmaması.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu da dün bir açıklama yaptı ve dedi ki, "Eğer ailesinin aklında fail Cem Garipoğlu'nun akıbetine ilişkin bir şüphe varsa bunun nedeni yetkililerin görevini defalarca ihmal etmesidir," dedi. Çok önemli bir noktaya aslında bence işaret etti platform. Bu arada Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun da kuruluş hikayesi Münevver Karabulut cinayetine dayanıyor. Bunu da ekleyeyim. O yüzden de onların açıklamasına baktım bu konuyla ilgili. O dönem, 2009'da cinayetin ardından yaşanan ihmaller zinciri ve dönemin emniyet müdürünün "Siz de kızınıza sahip çıksaydınız" şeklindeki açıklaması üzerine büyük bir öfke oluşmuştu toplumda ve sokak eylemleri yapılıyordu. Cem Garipoğlu'nun kaçak olduğu sürede de, yakalandıktan sonra da. Ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu da bu süreçte kurulmuştu ve şu anda aslında Türkiye'nin onlarca ilinde aktifler, binlerce üyeleri var. Dolayısıyla bu da bize Münevver Karabulut cinayetinin ne kadar sembolik bir olay olduğunu Türkiye'de anlatan bir örnek diyorum. Bakalım sonuçlanacak mı bu tartışmalar mezar açılıp DNA eşleşmesi yapıldıktan sonra.

Ö. M: Buna ne deniyor? Fetih kabir mi? Öyle bir terim. 

Ç. T:  Evet, fetih kabir deniyor. Mezardan çıkartılıp incelenmesi. 

Ö. M:  Peki tarih var mı bunun için? Ne zaman yapılabileceğine, yapılacağına dair bir açıklama geldi mi? 

Ç. T:   Yok hayır, zaten Rezan Epozdemir'in tweetiyle bütün medya haberleştirmiş bunu. Karabulut ailesinin avukatının duyurduğu kadarıyla konuya hakimiz diyebilirim. Önümüzdeki günlerde gündem olacaktır. Çünkü dediğim gibi 15 yıldır hep medya tarafından yakından da takip edilen bir olay, göreceğizdir önümüzdeki günlerde diye düşünüyorum. 

Ö. M:   Peki, buradan başka bir yere geçelim. 

Ç. T:  Geçtiğimiz hafta Euronews'te bir haber yayınlandı. Polikistik over sendromunda yetersiz teşhis araştırmaları da sınırlandırıyor, haberin başlığı. Sosyal medyada da çok fazla etkileşim alan bir haber oldu. Ben açıkçası Twitter'da bu haber tweetinin etkileşimlerini, kadınların bu tweet hakkında yazdıklarını çok ilgiyle okudum. Çünkü birçok kadın kendi deneyimlerini anlatmış, tweeti alıntılayarak ya da cevap yazarak polikistik over sendromu ile ilgili. Ya da işte "erkekleri etkileyene kadar çözülmez bu mesele" gibi sitem etmişler. Çokça böyle cevap var.

Polikistik over sendromunun ne olduğunu da çok özetle anlatayım size de anlayabilmeniz için. Yumurtalıklarda kistlerin olduğu, regl düzensizliğine sebep olan hormonal bir durum. Çeşitli farklı etkileri de var ama jinekolojik bir durum diyeyim. Ve Dünya Sağlık Örgütü'ne göre regl gören kişilerin yaklaşık %13'ü polikistik over sendromu yaşıyor. Kadınlar arasında en sık görülen sağlık sorunlarından biri olduğunu görüyoruz polikistik over sendromunun. Ve yine Dünya Sağlık Örgütü'ne göre bu rahatsızlığa sahip kadınların %70'ine teşhis konmuyor. Aşırı yüksek bir oran bu tabii. 

Ö. M: Ne demek teşhis konmuyor? 

Ç. T:  Kadınlar şikayetle gidiyor ama polikistik over sendromu tanısı konmuyor bu kişilere. İşte regl ağrısıdır, geçer, regl zaten ağrılı bir şey deniyor. Geçiştiriliyor birazcık.

Bunun tam onaylanmış bir tedavisi yok bu konuyla ilgili. Tanı konulduğunda doktorlar doğum kontrol hapı yazıp gönderiyor ve diyorlar ki "doğum yapacağınız zaman gelin geri." böyle geçiştirilen bir süreç oluyor kadınlar için. Bu kadın dinleyicilerimizin birçoğuna tanıdık gelecektir, çoğu kadının yaşadığı bir şey oluyor bu. Polikistik over sendromuna yönelik bir tedavi olmamasının sebebinin, bu konuda yeterince araştırma yapılmaması olduğunu, yeterince araştırma yapılmamasının sebebinin de aslında yeterli sayıda polikistik over tanısı koyulmamış olması olduğunu, dolayısıyla buna bütçe ayrılmaması olduğunu anlatıyor bu haber. Ve bu bir kısır döngü bahsettiğim. 200 milyonun üstünde kişiyi etkiliyor, Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre. Kadınlar arasında en çok görülen ama en az teşhis konulan rahatsızlık. Anlatabildim mi bu teşhis konulamama meselesini? Açıklayıcı oldum mu?

Ö. M: Kolay kavranacak bir şey değil doğrusu. Özellikle tıp erbabının, doktorların da işin içinde olması dolayısıyla çok boyutlu bir sorun.

Ç. T: Evet, evet. Bunun birazcık boyutlarına da geleceğim. Klinik araştırmalar da, buna yönelik klinik araştırmalar olmadığından bahsediliyor. Polikistik over sendromu kadınlarda olur, çok da önemsenecek bir şey değil gibi yaklaşılıyor ve bir tanıya bile çevrilmiyor zaten, tedavisi de yok. Doğum kontrol hapı yazıp geçiyoruz, diye böyle anlatayım. Tedavisinin olmamasının sebebi bu konuda yeterince klinik araştırma olmaması. Klinik araştırma olmamasının sebebi de bu konuya bütçe ayrılmaması, bütçe ayrılmamasının sebebi de yeterince tanı olmaması.Bu bir kısır döngü, en başa sıfır noktasına döndüğümüz bir mesele. Kadın hastalıklarının klinik araştırmaları konusunda da bir tartışma var tabii. Çünkü geçmişte klinik araştırmalara sadece erkekler dahil ediliyormuş. Hatta spesifik olarak beyaz erkekler diyelim. Hatta Çatlak Zemin sitesinde bu konuyla ilgili Deniz İnal'ın çevirdiği detaylı bir yazı var ilgilisine. "Tıp Deneylerindeki Erkek Odaklılık Kadın Sağlığını Nasıl Mahvetti?" başlıklı bir yazı. Guardian'da yayınlanmış, Çatlak Zemin için Türkçe'ye çevirmişler. Klinik çalışmalarının sadece erkekler üzerinde gerçekleştirilmesinin, yazıda aslında nasıl komplikasyonlara sebep olduğu, mesela ilaç deneylerinde kadınlarda çok ciddi komplikasyonlar görülebildiği vs. ve kadınların mücadelesi sonucunda ABD'de 1993 yılından itibaren aslında kadınların klinik deneylerine dahil edilmesinin şart koşulduğu anlatılıyor, bahsettiğim yazıda. Bu bütüncül bir mesele tabii. Mesela iki gün önce Guardian'da başka bir haber çıktı, bir de ondan bahsedeyim. Bunun başlığı da "Uzmanlar kadınların kalp hastalıklarından gereksiz yere öldüğünü söylüyor" haberin başlığı. Çevirdim, haberin girişini okuyayım size: Doktorlar ve bilim insanları, kalp hastalıklarının erkek hastalığı olduğuna yönelik yanlış algı yüzünden dünya çapında binlerce kadının öldüğünü söylüyor. Uzmanlar, kalp damar hastalıklarının kadınların bir numaralı katili olduğunu, demek için tıpta kaydedilen önemli ilerlemelere rağmen çoğu kadına yeterince teşhis konulmadığını, yeterince tedavi edilmediğini ve klinik çalışmalarda yeterince temsil edilmediği için gereksiz yere öldüğünü söylüyor, diye bir haber. Aslında kadın sağlığına ilişkin bunun gibi çok fazla haber var. Baktığımızda görüyoruz bunları. Araştırdıkça sanki kadın sağlığının nasıl ciddiye alınmadığına dair araştırma sayısı, tedaviye yönelik araştırma sayısından daha fazlaymış gibi bir izlenime kapılıyor insan açıkçası. Mesela dediğim bu Guardian'da çıkan kalp rahatsızlıklarından kadınların gereksiz yere ölmesi haberi iki gün önce çıkmış ama ilgili haberlere baktığınızda iki sene önce de çıkmış, 2020'de de çıkmış. Hep sağlık profesyonellerinin ve sağlık meslek örgütlerinin açıklamalarıyla aslında seneler önce de haberleştirilmiş. Ama bir şey değişmemiş sonuç olarak ki hala haber oluyor bu. 

Ö. M: Peki bunun sebebi ne? Çok acayip bir durum. Ne olabilir bunun sebebi?

Ç. T: Dr. Kate Young diye Avustralyalı bir halk sağlığı araştırmacısı var. Dr. Kate Young, kadın ve çocuk sağlığında medikal belirsizlikler üstüne uzmanlaşmış. Kendini de böyle tanıtıyor. Guardian'a bir röportaj vermiş ve bu konuda şöyle diyor: "Çoğunlukla kadınları etkileyen hastalıklar büyük ölçüde gizem olarak kalıyor. Üzerlerinde yeterince çalışılmıyor, yeterli şekilde tedavi edilmiyorlar, hatta sıklıkla yanlış teşhis ediliyor ya da hiç teşhis edilmiyorlar. Bu da zincirleme olarak hem tıp pratiğini hem de kadın sağlığını etkiliyor." Young, bu durumun kadınların şikayetlerinin yeterince ciddiye alınmamasıyla, kadınların abarttığının düşünülmesiyle toplumsal cinsiyete dair önyargıların ve patriarkal yargıların tıp alanında da yaygın olmasından kaynaklandığını söylüyor.

Dr. Young, endometriozis adlı başka bir hastalıktan bahsediyor. Bu hastalığın gerçek olmadığını öne süren kimse yok. Ancak tıptaki genel inanış, endometriozis tanısı konan kadınların histerik tepkiler verdiği yönünde. Bu durum, kadınların şikayetlerinin histerik tepkiler olarak değerlendirilmesine ve tanı aşamasına gelinememesine yol açıyor. Buna "medical gaslighting" deniyor, tıbbi aldatmaca.

Ö. M: Aldatmaca gibi bir şey, değil mi? Algı bozukluğu yaratmak.

Ç. T: Evet, kişinin kendi algılarını sorgulamasına neden olan bir manipülasyon. Gaslighting artık tıbbi alanda da bu şekilde kullanılmaya başlandı. Özellikle adet ağrısıyla bağlantılı rahatsızlıklarda kadınlardan bunu normalleştirmeleri, kadınlığın doğası olarak kabul edip ağrıyla yaşamaları bekleniyor. Bu durumda "Doğurursan geçer" gibi yaklaşımlar çok sık duyuluyor. Endometriozis her on kadından birinde görülen bir hastalık.

Ö. M: Bu oran oldukça yüksek. Adı zor telaffuz edilen bir hastalık bu kadar yaygınken, hafife alınmaması gerektiği ortada.

Ç. T: Kesinlikle. Endometriozis çok ağrılı bir hastalık ve hayatı yaşanılmaz hale getirebiliyor. Ancak adet ağrısı olduğu için genellikle ciddiye alınmıyor. Üstelik bu hastalığın kalıcı bir tedavisi yok, geçici çözümlerle idare ediliyor. 2006 yılında Karen Ballard, endometriozis tanısının ortalama 8,5 yıl geciktiğini ortaya koymuş. Bu da kadınların yıllarca doktor doktor dolaşmasına neden oluyor. Kendi deneyimime göre bu süreç 20 yıl sürdü.

Ö. M: Gerçekten çok uzun bir süre. Bu tür rahatsızlıkların kadın sağlığını ciddi şekilde etkilediği ortada.

Ç. T: Evet, kadınların yaşadığı bu tür deneyimler, tıptaki toplumsal cinsiyet önyargılarının ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor. Bu hastalıklar yalnızca semptomlarla sınırlı kalmıyor, ilerleyen zamanlarda başka sağlık komplikasyonlarına da yol açabiliyor. Kadın sağlığına daha bütüncül bir yaklaşım gerekiyor, ancak mevcut araştırmalar ve kadınların anlattıkları deneyimler, maalesef gerçeğin pek de böyle olmadığını gösteriyor.

Ö. M: Peki, bu duruma karşı ne yapılması öngörülüyor?

Ç. T: Feminist sağlıkçılar bu durumu sık sık dile getiriyor ve farkındalık yaratılması gerektiğini savunuyorlar. Endometriozis gibi hastalıklar artık daha çok gündeme geliyor. Doktorların kadınları daha dikkatli dinlemesi gerekiyor çünkü birçok deneyim, tanıların geç konulduğunu gösteriyor. Konuşuldukça, tıpkı PMS gibi konuların da normalleşmesi ve kabul edilmesi sağlanıyor. Hatta birçok iş yerinde regl izni bile kabul edilmeye başlandı.

Ö. M: Bu durumların daha çok konuşulması ve kadınlara kulak verilmesi gerektiği ortada. Kadınların şikayetlerini abarttıkları yönündeki önyargılardan kurtulmak gerekiyor.

Ç. T: Aynen öyle. Konuşuldukça bu konuların daha görünür hale gelmesi ve kadınların deneyimlerinin daha fazla dikkate alınması gerekiyor. Regli izni gibi uygulamalar bunun bir örneği.

Ö. M: Evet, bu meselelerin ne kadar derin ve çok boyutlu olduğunu bir kez daha görüyoruz.

Ç. T: İki farklı haberden bahsettik ama ikisinde de kadınlarla ilgili durumlarda ortak bir şüphecilik ve patriyarkal yargıların işlediğini görebiliyoruz.

Ö. M: Mücadeleye devam, ne diyelim.