"Türkiye, Akkuyu ile nükleer teknoloji sahibi olamayacak"

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra, Özdeş Özbay ve Yücel Sönmez, İklim İçin'de Türkiye'deki ve dünyadaki iklim haberlerini değerlendiriyor.

""
İklim İçin: 10 Ekim 2023
 

İklim İçin: 10 Ekim 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Bir İklim İçin programı daha başladı. Ben Ömer Madra.

Yücel Sönmez: Ben Yücel Sönmez.

Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.

Ö.M.: Dinleyicimiz ve destekçimiz Gözde Benlidayı’ya teşekkür ederek başlayalım. Bugün Açık Gazete’de, daha önceki iki saat içinde iklim meselelerine pek değinme fırsatı bulamadık ama kısaca özetleyecek olursak, iklim krizinin, aşırı hava olaylarının saatte 16 milyon dolarlık bir zarara yol açtığı hesaplanıyor. Bu tabi aklın, hayalin alamayacağı bir şey. Yani 2000 ila 2019 yılları arasında giderek şiddetlenen fırtınalar, kasırgalar, seller ve sıcak dalgaları yüzünden en az 2,8 trilyon dolar bir zarar olduğu söylenmiş. The Guardian’da Damian Carrington’ın haberi bu. Altından kalkılabilecek gibi görünmüyor ve üstelik daha da kötüleşeceği konusunda hiç kimsenin, hiçbir bilim insanının tereddütü de yok.

Ö.Ö.: Hatta zaten araştırmacılar da belirtmişler ve bu araştırmanın çok sayıda eksiği var diyorlar. Mesela 2022’de bütün gezegendeki iklim değişimi kaynaklı olaylar 280 milyar dolarlık bir maliyete sebep oldu ama özellikle düşük gelirli ülkelerde veri eksikliği var diyorlar. Dolayısıyla gerçek maliyetin yüksek olması öngörülüyor. Bir de ürün verimindeki düşüşler ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi ek iklim maliyetleri de bu hesaba dahil edilmemiş. Sadece aşırı hava olayları dahil edilmiş. Bu yüzden çok çok daha yüksek bir maliyetten söz etmek mümkün diyorlar.

Ö.M.: Tam anlamıyla yaklaşmakta olan hatta artık kapıdan içeri girmiş bir kabustan bahsediyoruz. Nature Communications gibi oldukça önemli, itibarlı bir hakemli dergide de yayınlanmış. ‘Attribituion’ diyorlar bunlara yani atıf yapan araştırmaların hepsine bakılmış ve küresel ısıtmanın daha ne kadar aşırı iklim olaylarına, aşırı hava olaylarına yol açtığı hesaplanmış. Bu gayet ciddi bir durum ve uyarı dizisinin sonuncusunu da bu şekilde söyleyelim.

Japonya'da bulutlarla çevrili Fuji Dağı / Fotoğraf: Toru Hanai/Reuters

Başka bir kabus diyebileceğimiz başka bir haber de The Guardian'dan Tom Perkins'in haberi. Japon estamplarında harika görünen, bulutlarla çevrili Japonya'daki Fuji ve Oyama Dağlarındaki gökyüzündeki bulutlar artık tamamen mikroplastikle doluymuş. Bu da çok inanılmaz bir haber.

Ö.Ö.: Bu da yeni değil aslında. Daha geçen ay tam da Japonya'dan böyle bir açıklama gelmişti. Hatırlayacaksınızdır belki, biz de biraz okuma fırsatı bulmuştuk. Japonya ilk kez böyle bir açıklama yapıyor. Yağmur bulutlarında yapılan araştırmalarda plastik parçaları, mikroplastikler bulunduğu ortaya çıkmıştı. Hatta her bir litre bulut suyunda, 6,7 ila 13,9 tane mikroplastik bulunduğu tespit edilmişti. Şimdi bu konuda yapılan başka bir araştırmada da Fuji ve Oyama Dağlarının tepelerindeki bulutlarda mikroplastikler tespit edilmiş.

Ö.M.: Evet, bu da Environmental Chemistry Lettersdayani gene itibarlı ve hakemli dergilerden birinde yayınlanmışve bu bulutlardaki mikroplastiklerin miktarı üzerine yapılan ilk araştırmaymış. Araştırmanın başındaki Waseda Üniversitesi'nden Prof. Hiroshi Okochi, “Eğer derhal tedbir alınmazsa çok ağır sonuçları olabilecek. Bu plastik hava kirlenmesi hızlı ve doğru bir şekilde ele alınmazsa iklim değişikliği ve ekolojik riskler tamamen gerçekleşebilir. Gelecekte geri dönüşsüz ve son derece ciddi çevre zararları da ortaya çıkar,” demiş. Bu da Environmental Chemistry Lettersadlı dergide yayınlanmış. Gidişat böyle.

Oxford'da protestocular 15 dakikalık şehirlere karşı gösteri yapıyor

Britanya'da Başbakan Rishi Sunak da 15 dakikalık şehir projesine savaş açmış. Hayatı taklit eden, sanatı taklit eden hayat.

Ö.Ö.: Dolaşım özgürlüğüne karşıymış 15 dakika.

Ö.M.: Hakikaten yani, ‘insan arabasına atlayıp eve gidemeyecek mi, bunu mu yapacaklar?’ diye çok ağır tehditler de almış. İlginç bir haber Yeşil Gazete’de. Başbakan Sunak, çocuklarını okula götüren sürücülere, işe gitmek için arabalarına bağımlı olanlara, alışveriş yapanlara, doktora gitmek isteyen, muayene olmak isteyenlere, “Bu amansız bir saldırı,” demiş. Ulaştırma Bakanı Mark Harper daha da ileri gitmiş ve 15 dakikalık bu çevre dostu şehirler konseptinin İşçi Partisi destekli bir hareket olduğunu belirtmiş, dış mihraklar demiş yani.

Ö.Ö.: İsterseniz 15 dakikalık şehirlerin ne anlama geldiğini kısaca anlatalım çünkü onun üzerine komplo teorisi kuruluyor şu anda ve bu projeyi ilk kez ortaya koyan bilim insanı da, “Hiç tahmin etmiyordum bunun üzerinden bir komplo teorisi oluşacağına,” diyor. 15 dakikalık şehirler, aslında kentlerin mümkün olan emisyonlarını mümkün olduğunca azaltabilmek için bazı bölgelerin trafiksizleştirilmesi ve bir insanın 15 dakikalık yürüme mesafesi içerisinde ihtiyaç duyabileceği marketi, terzisi, parkı yani her şeyi bulabilmesi üzerine kurulu. Dolayısıyla bu 15 dakika yürüme mesafesi içerisinden çıkmadan bütün temel ihtiyaçları karşılayabileceği, kent içinde arabayla dolaşmasına gerek kalmayacağı yani en azından temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerek kalmayacağı ve buraların çoğunlukla trafiksizleştirilmesi amaçlanıyor. Böylelikle daha yeşil, daha az trafiğe sahip olan kentler oluşturulması hedefleniyor. Esas proje bu.

Carlos Moreno'nun fikirleri Paris'te hayata geçiriliyor.

Ö.M.: İlk kez Paris’teki Pantheon-Sorbonne Üniversitesi’nde şehir planlama alanında çalışan Kolombiyalı Carlos Moreno tarafından ortaya atılmıştı. Ama Paris dışında Seattle, Bogotá, Melbourne ve Shanghai gibi yerlerde de çok tuttu. Yani çeşitli kıtalarda, çeşitli merkezlerde, şehir merkezlerinde veya mahallelerde de tuttu. Birleşik Krallık’ta da Oxford, Bristol, Birmingham ve Canterbury gibi şehirlerin yöneticileri de farklı versiyonlar önermişler. Ama hem Britanya'nın Başbakanı, hem de Ulaştırma Bakanı tarafından amansız bir saldırı başlıyor ve ağır bir durum kaydediliyor. Yani çok tuhaf bir hayat sanat hikayesi bu.



Evet, buradan İkizköylülerin Akbelen Ormanı davası için mahkemeye yürüyecekleri haberine geçelim. Bunu da takip ediyoruz epeydir. Muğla İkizköy'de köylüler ve aktivistler, kömür maden sahasının genişletilmesi çalışmalarına karşı doğa nöbeti başlatmıştı. Epey yer vermiştik ve Yücel, sen de takip ettin tabi. Şimdi nereye gidiyorlar?

Y.S.: Maden ocağına karşı 11 Ekim'de Muğla İdare Mahkemesi’nde görülecek dava var ve bütün doğaseverleri o davaya davet ediyorlar. Aynı zamanda nöbet alanında bir yürüyüş başlatacaklar. ‘Mahkemeyi hep beraber izleyelim’ diyorlar. Saat 14:00’te başlayacak duruşma ve Akbelen direnişçileri sabah 08:00’de yola çıkacaklar. “Kömür madeni Akbelen’i geçerse, yıllardır üzerinde yaşadığımız, ürettiğimiz topraklarımızı, zeytinlerimizi, ormanımızı ve köylerimizi kaybedeceğiz. Henüz kazanmak için mücadele edeceğimiz çok şey var,” diyorlar ve bütün doğaseverleri yürüyüşe destek çıkmaya çağırıyorlar.

Ö.M.: Hoş da bir ağızla, yerel bir ağızla da, “Hadi yürüyün, siz de geliverin gayri,” demişler.

Y.S.: Çağrı metnin de şu ifadeler yer alıyor, “Akbelen’deki ağaçlarımızı kurtarmak için siz dostlarımızla birlikte çok direndik. Bu sırada çok sert müdahalelere maruz kaldık. Şimdi bizlere yaşatılan o zindan gibi günlerin, şiddetin, baskının, haksızlıkların hesabını hukuk önünde birlikte sorma zamanı. Gelin, biz bitti demeden bu haklı mücadelenin bitmeyeceğini, yılgınlığa düşmeyeceğimizi birlikte gösterelim. Akbelen için adalet sesini birlikte yükseltelim.” Adalet yürüyüşünün detaylarını da yakında paylaşacaklarmış. “Güçlü bir şekilde mahkemeye birlikte yürüyelim. Akbelen davası, topraklarımızın davası, ormanlarımızın davası, zeytinlerimizin davası, suyumuzun ve geleceğimizin davasıdır. Akbelen, adaletin davasıdır. Gelin bu davayı dayanışmayla birlikte büyütelim,” çağrısında bulunuyorlar.

Ö.M.: Evet, epey zamandır çok ciddi bir direniş yürüttüler ve geri basmıyorlar. “Zeytinlerimiz, incirlerimiz, cevizlerimiz, ürettiklerimiz, suyumuz, havamız, ekmeğimiz, aşımız, yemeğimiz, geçmişimiz, bugünümüz, geleceğimiz, çocuklarımız ve torunlarımız için yürüyeceğiz. Hadi yürüyelim, siz de gelin gari,” diyorlar.

Y.S.: Tekrar edelim. Duruşma, 11 Ekim'de saat 14:00’te başlayacak ve Akbelen'den yürüyüş de Akbelen’deki nöbet noktasından saat 08:00’de başlayacak. Hep birlikte mahkemeye doğru gidilecek ve bir adalet yürüyüşü gerçekleştirilecek. Bunu da tekrarlamış olalım.



Ö.M.: Beş, altı dakikamız kalmışken,bugünkü İklim İçin programının son bölümünde ilginç bir şey var. Yeşil Gazete'de Dilan Ela Pamuk’un dün bir ilginç yazısı yayınlandı. Akkuyu Nükleer A.Ş. şirketinin CEO'su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva'nın verdiği bir açıklama vardı. Açık Gazete’de ve Açık Radyo programlarının çeşitli yerlerinde bahsetmiştik. Çok çarpıcı, şaşırtıcı diyebileceğimiz bir açıklamaydı, “Akkuyu Nükleer santralini kendimiz için inşa ediyoruz. Bu nükleer santral Rusya'ya aittir,” diyordu. Epeyce bir süre yorum da gelmedi ama sonradan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın açıklaması geldi. Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva'nın doğruyu söylemediğini, yalan söylediğini belirtmiş. İlginç yani.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatı Mersin‘in Gülnar ilçesinde devam ediyor. Kısaltarak NGS deniyor santrale. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, bir Rus yatırımı olmasına rağmen Türkiye'deki herhangi bir yabancı yatırımdan hiçbir farkının olmadığını söylemiş ama uzmanlar da tepki göstermişler. ‘Kendimiz için inşa ediyoruz, bu nükleer santral Rusya'ya aittir’ sözleri dünya tarihinde de ender rastlanan bir şeydi.

Y.S.: Çok enteresan Ömer Abi, Bakan Alparslan Bayraktar şöyle yanıt vermiş, “Akkuyu Nükleer A.Ş., Türkiye Cumhuriyeti'nin vergi mevzuatına, hukuk kurallarına göre çalışan bir şirket, bir Türk şirketidir. Orada yapılan bu yatırımın, bir doğalgaz santralinden, geçmişte yapılan bir kömür santralinden, rüzgar güneş enerjisi santralinden hiçbir farkı yok.” Yani sayın Bakan, Türkiye'ye vergisini veren tüm şirketleri Türk şirketi olarak kabul etmiş.

Ö.M.: Ama herhangi bir Türk CEO’su verme yok mu? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan diğer şeyleri saymamış Bakan. Şirketlerin var mı yok mu, onu da bilmiyoruz. Ama Yeşil Gazete’nin nükleer editörü ve nükleersiz.org koordinatörü, bağımsız araştırmacı Dr. Pınar Demircan, Bakan Alparslan Bayraktar’ın söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını vurgulamış ve “Sayın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın açıklamalarını okuyunca, yurttaşlara mevcut projenin farklı yanlarının gösterildiğini anlıyoruz. Zira Bakan, Rusya Federasyonu ile anlaşmanın Rusya tarafından bir üstünlük vermediğini savunurken, zaten anlaşmada ‘Türkiye Cumhuriyeti'nde nükleer yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü hakkında işbirliği ve teknoloji transferi taraflarca mutabakata varılacak ayrı koşullar çerçevesinde yürütülecektir’ deniliyor,” demiş. Demircan, “Yani alt antlaşmalar var demek ki, bu o anlama gelir. Bu da bizi reaktör anlaşmasını sorgulamaya götürüyor. Eğer Türkiye ile Rusya arasındaki hükumetlerarası anlaşmanın manasını sorgulayacak olursak, bu anlaşmanın önemi daha ziyade Anayasa’nın dışından dolaşılmasıdır,” derken, “Anayasanın etrafından, çevresinden dolaşılıyor,” diye de ekliyor.

Dr. Pınar Demircan, “Zira bu anlaşmanın yapılmasından önce Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında da ‘usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz’ ibaresi eklenmiştir,” diye sözlerine ekliyor. Zaten bu böyleydi. “Yani toplumsal güçler ve yurttaşlar olarak Akkuyu NGS projesine karşı itirazlar yalnızca Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçleri üzerinden gerçekleştirilebilmiştir”, diye açıklamasını sürdüren Dr. Demircan, hükumetlerarası anlaşmaya ulaşmak isteyen okuyucuları da Resmi Gazete’ye yönlendirmiş. “Bırakın %51’i,” diyen Demircan, “Burada ‘Rus yetkili kuruluşlarının proje şirketindeki toplam payları, hiçbir zaman %51’den az olamaz. Proje şirketinin geride kalan azınlık hisselerinin dağıtımı, her zaman, ulusal güvenlik ve ekonomi konularında ulusal çıkarların korunması amacıyla tarafların rızasına tabidir’ ifadeleri yer alıyor,” diye de eklemiş. “Yap-Sahip ol-İşlet Reaktör finansman anlaşmasının detayları. Şimdi bırakın %51’i, projenin %100’ü Rusya'ya ait, %100 sahibi Rusya,” diyor Demircan ve “‘Proje Şirketi, Rus tarafınca yetkilendirilen şirketlerin doğrudan veya dolaylı olarak başlangıçta %100 hisse payına sahip olacak şekilde, Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve düzenlemeleri kapsamında anonim şirket şeklinde kurulur’ diye ifadeler yer alıyor,” diyor yani tamamının Rusya'ya ait olduğuna işaret ediyor, açıkça görülüyor diyor.



“Sayın Bakanın Akkuyu NGS’nin Türk hukukuna tabii olduğu sözlerine ilişkin de belirtmek isterim ki, 1999’da Türkiye’de uluslararası projelere ilişkin ev sahibi ülke ile yaşanacak uyumsuzlukların çözümü için Tahkim Kanunu yani hakemlik müessesi kabul edilmiştir. Yani Akkuyu NGS kaynaklı sorunlarda başvuru mercii Tahkim mahkemeleri olacaktır. Bu durumda verdiğimiz linkte 17’inci maddede ‘6. Tahkim kurulu kararını oy çokluğuyla alır. Bu karar, her iki Taraf için de nihai ve bağlayıcıdır’ ibaresinde net olarak görülmektedir. Yani Bakan yalan söyleyerek halkı manipüle etmeye çalışıyor,” demiş Dr. Pınar Demircan.

Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri Gönüllü Avukatı İsmail Hakkı Atal, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın Akkuyu NGS’nin bir Türk şirketi olduğu yönündeki iddialarına yanıt vermiş, “Enerji Bakanı panikle yalan söyleyerek olayı kapatmaya çalışıyor.” İlginç, aynı şekilde Pınar Demircan gibi. Pınar Demircan daha önce de ‘Türkiye Akkuyu NGS Projesi’ni iptal etmeli’ diye konuşmuştu. Hatta Yeşil Gazete’de çıkan başka bir yazısında da ‘Türkiye, Akkuyu Nükleer Santrali’yle kendi Fukushima’sını yaratıyor’ demişti. Avukat İsmail Hakkı Atal da, “Bakan açıkça yalan söylemekte ve Türkiye ile Rusya arasında imzalanan ikili uluslararası antlaşmanın aksini iddia etmektedir,” diyor. Türkiye ile Rusya arasında imzalanan ikili uluslararası anlaşmanın Demircan’ın atıfta bulunduğu maddesine de dikkat çeken Atal, “Akkuyu Nükleer %100 Rus hissesiyle, Rus mülkiyetinde kurulacaktır. Yine aynı maddenin dördüncü fıkrasına göre Rusların hissesi hiçbir zaman %51’in altına düşmeyecektir. Yani Türkiye, Akkuyu ile nükleer teknoloji sahibi olamayacak,” diyor ve Türkiye tarihindeki en büyük milli güvenlik tehdidi oluşturduğunu da ekliyor. Daha başka ayrıntılar da var ama son derece önemli ve vahim bir konudan bahsediyoruz. Vaktimiz tükendiği için şimdi herhalde burada bitirebiliriz. Hoşça kalın.

Y.S.: Hoşça kalın.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.