"Parçalı çözümler yerine bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açık"

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, mimar ve koruma uzmanı Doç. Dr. Gül Köksal ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 'Kent Muhafızlığı' tanımını değerlendiriyorlar.

""
Kent Muhafızları
 

Kent Muhafızları

podcast servisi: iTunes / RSS

Nevin Sungur: Herkese merhaba. Açık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programını dinliyorsunuz. Ben Nevin Sungur.

Derya Tolgay: Merhaba, ben de Derya Tolgay.

N.S.: Destekçimiz Melih Aral ve teknik masada Andrei Gritcu’ya çok teşekkür ediyoruz. Evet, geçtiğimiz iki hafta içinde çok şeyler oldu, olmaya da devam ediyor. Ama baktığınızda bu ülkede hep bir mücadele vermek zorundasınız; Demokrasiyi, doğayı, hayvanı, kültürü korumak istiyorsanız iktidara karşı mücadele vermek zorundasınız. İyiyi, güzeli yaşatmak için, özgürce yaşayabilmek için, iktidarın, yönetimlerin aklına estiği gibi verdiği tepeden inme kararlara karşı aklın, bilimin, vicdanın ve sağduyunun yanında kalabilmek için mücadele etmek durumunda kalıyoruz ve bu mücadeleyi verirken de hep bir bedel ödeniyor. Kimileri fişlenerek, parmaklıkların ardına konarak, kimileri polis şiddetine maruz kalarak, kimileri de hayatını kaybederek ödüyor bu bedeli.

Biliyorsunuz, Tarım Orman ve Köy İşleri Komisyonu’nda sokak hayvanları için hazırlanan yasa teklifi görüşmeleri devam ediyor. Ancak dün komisyonu takip etmek için Meclis’e gelen hak savunucuları, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve avukatların çoğu Meclis’e alınmadı. Alınan kişiler de komisyon önündeki koridorda bekletildi. İlk gün salona giremeyenler, koridorda bulunan bir televizyondan toplantıyı takip edebilmişlerdi. Sonraki gün bu televizyon bozuk olduğu gerekçesiyle kaldırıldı. Bunun anlamı komisyonda yapılan bütün konuşmalar, orada yaşananlar gizli kalsın ve kimsenin haberi olmasın.

O gün geçirmek istedikleri itlaf yasasının, ki ben öyle adlandırıyorum, yedi maddesi AKP ve MHP oylarıyla kabul edildi. Toplantı bugün de devam ediyor ve can dostlarımızı öldürmek, hapsetmek için akıl almaz bir gaddarlıkla uğraşıyorlar. Dün gece muhalefetten bir milletvekili toplantıdan canlı yayın yaptı, ben de takip ettim. Yasa önerisini hazırlayanlar, muhalefetin sorduğu soruların hiçbirine cevap bile vermiyordu. Kısacası, geri adım atmıyorlar ve halkın %85’inin istemediği bu yasayı Meclis tatile girmeden önce çıkarmak için uğraşıyorlar. Burada bir mücadele var.

Adalar’daki mücadeleye gelirsek, biliyorsunuz haftalardır azmanbüsleri konuşuyoruz. Azmanbüsler, azman azman Ada sokaklarında dolaşmaya devam ediyorlar. Hatta bunlardan bir tanesi geçenlerde bir vatandaşa çarptı. Allah'tan çok ciddi bir yaralanma değildi ama potansiyel tehlikeyi hepimiz gördük. Bu arada yaralanan arkadaşımıza da buradan çok geçmiş olsun. Buna rağmen yine insanlar mücadeleler veriyorlar. Geçtiğimiz günlerde de eylemler devam etti. Adalılar bisikletlerle azmanbüslere karşı durdu. Bugün de Valiliğe gidiyorlar sesimizi duyurmak için. Geçen hafta arkadaşım Derya Tolgay ve sevgili Gündüz Vassaf'ın imzasıyla Ekrem İmamoğlu'na bir mektup yazıldı. Derya’dan bu mektupla ilgili bizleri bilgilendirmesini isteyeceğim ama önce bugünün konuğunu tanıtmak istiyorum. Mimar ve Koruma Uzmanı Doç. Dr. Gül Köksal. Hoş geldiniz Gül Hanım.

Gül Köksal: Hoş buldum, merhaba.

N.S.: Gül Köksal, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde mimarlık lisansı, sonrasında İTÜ'de Restorasyon Anabilim dalında yüksek lisans yaptınız ve doktoranızı tamamladınız. Birçok kıymetli projeye imza attınız ve birçok değerli konumda yer aldınız - ta ki 2016 yılında Kocaeli Üniversitesi'nde Barış İmzacısı olmanız gerekçesiyle atılana kadar. Şu anda başka bir atölye bünyesinde üretmeye devam ediyorsunuz. Tekrar hoş geldiniz.

Bugün sizi konuk etmemizin nedenlerinden birisi de Evrensel Gazetesi'nde yazdığınız bir yazı;‘İmamoğlu'nun Kent Muhafızı Söylemi Üzerine’ başlıklı yazınıza, ‘Ekrem İmamoğlu, uzun bir süredir İstanbul'un muhafızları olduklarını iddia ediyor’ diye başlamışsınız ve kent muhafızlığı tanımını sorgulamışsınız. Şimdi size söz vermeden önce, Derya, istersen sen kısaca demin sözünü ettiğim İmamoğlu’na yazılan mektuptan bahset, sonra da sayın konuğumuz ile sohbetimize geçelim.

D.T.: Tabii ama önce bir hatırlatma yapalım; Adalar’da kesintisiz 38 gündür eylemler sürüyor. Önemli bir şey daha var Nevinciğim, sana ekleme yapayım; Adalar’a getirilen şehir minibüsleri nedeniyle eleştiri yağmuruna tutulan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na bir uyarı da ekoloji örgütleri ve doğa savunucularından geldi. 35 ekoloji örgütü ve 52 doğa savunucusu, imzaladıkları metinlerde İmamoğlu'na İstanbul Adaları’nın dokusuna ve yaşam kültürüne zarar verecek her türlü uygulamadan bir an önce vazgeçmesi ve azmanbüsleri kaldırması çağrısında bulunuldu.

Bizim yazdığımız mektuba gelirsek, esasında bu mektubun yazılmasında Gündüz Vassaf bize ön ayak oldu. Bizler, sekiz senedir gönüllü bir şekilde yaptığımız Adalar'ın UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girebilmesi konusunda çalışmalar yapıyoruz. Adalar’da çok kıymetli insanlar var. Örneğin EMBARQ İstanbul Tarihi Yarımada Yayalaştırma Projesi’ni yapan arkadaşlarımız gibi. bu ve başka çok değerli birçok arkadaşımızın katkısıyla bir dosya hazırlandı ve bu dosya bakanlığa verildi yani orada bir UNESCO dosyası var. İyidir, kötüdür, yeniden revize edilmesi gerekebilir vs. - bütün bunlar ayrı ama evrensel bir değer var orada. Dolayısıyla bu mektubun altında birçok insanın emeği ve katkısı var.

Bu mektubun ana teması şu: ‘Adalar, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndedir. Lütfen buna sahip çıkın’. Adalar, 20 milyona yaklaşan İstanbul’un yaya bölge statüsündeki tek alanı ve ayrıca tek yaya alanı. Bunu defalarca vurguluyoruz ama tekrardan söyleyelim. Adalar’da turizmin sürdürülebilir olması ancak sorumlu bir turizm politikasıyla mümkün. Küçük yüz ölçümüne sahip Adalar’ı günü birlik ziyarete gelenler için yürüme rotaları ve planları yapılarak buraları keşfetmelerini sağlamak yerine, bu insanlar otobüslere, minibüslere yönlendiriliyor. Bu nedenle mektuba, İBB'nin ‘Yürü Be İstanbul’ uygulaması ile bir bölüm de koyduk. Çok ilginç bir şey; Adalar bu uygulamaya dahil değil. Bu nedenle Adalar’ın da bu rotalara eklenmesini önerdik.

Tabii, bir de kamuya kapalı olan vapur iskeleleri var; Büyükada'daki Dilburnu İskelesi, Heybeliada'daki Tsunami Tahliye İskelesi vs. Bunlar özel kişilere, yasal olmayan yöntemlerle verilmiş durumda. Sonuç olarak bizler, sağlıklı bir ulaşım ve ziyaretçi yönetim çözümleri için takvim istiyoruz kendisinden. Bugüne kadar bize çok sözler verildi ve hiçbiri tutulmadı ne yazık ki, güven ortamı da yok. Bu güvenin yeniden sağlanması için acil takvim istiyoruz.

Bir öneri olarak, mesela 1 Ağustos tarihine kadar halkla birlikte diyaloğa girerek bir ulaşım planı yapmak üzere bir Çalıştay yapılmasını istedik. 1 Ağustos olmaz ise başka bir tarih olur ama artık bizlerle bir diyalog kurulmasını istiyoruz.

Ben sözü daha fazla uzatmayayım ve sivil alanla güç odaklarının bu kadar ayrışmasını Gül bize daha iyi anlatacaktır. Sevgili Gül, sorumu da sorarak sözü sana bırakıyorum. Bu mektuptan sonra gördük ki, Adalıları azmanbüsler üzerinden ayrıştırılıp, ötekileştirerek karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Yani bu olup biteni, bize dayatılanı sorgulamak yerine aynı fayton zamanında olduğu gibi isteyenler ve istemeyenler diye insanlar bölünüyor. Sanki bir futbol maçı söz konusu - hep karşı karşıya, hep ötekileştirerek... Üstelik de bunu yaparken, son derece etik olmayan ve son derecede kötü, kurnazca taktikler yapılıyor. Oysa biz hep birlikte onlara ‘Bütün bunları neden yapıyorsunuz?’ diye sormamız gerek. Gül, sence bu düzen bizi niye bu kadar karşı karşıya getiriyor ve bütün bunların üstesinden gelebilecek miyiz?

G.K.: Bence geliyoruz, niye gelmeyelim? Biz de az değiliz. Teşekkür ediyorum öncelikle hem bu mücadele sürecini yeniden konuşma imkanı verdiğiniz için, hem de beni davet ettiğiniz için. Ben de Nevin Hanım'ın öfkesini paylaşıyorum. Ben, kentsel toplumsal hareketler aktivistiyim aynı zamanda yani sadece akademik yönle değil. Praksis ilişkisini çok önemsiyorum ve ortak değerlerimizin savunulması, yaşatılması ve çoğaltılması konusunda emek veriyorum.

Şimdi muhafaza söylemine, militarist bir yerden değil ama kendi değerlerini savunmak üzerinden bakarsak, kime karşı savunma içerisindeyiz? Hızlı imar, betonlaşma, müşterek değerleri yok sayma ve benzeri türden şeyler çerçevesinde toparlarsak, yerel yönetim de ‘Biz de bunları muhafaza etmek istiyoruz’ söylemiyle yola çıkıyor. Yerel yönetim, bir bürokrat karar verici olarak ve aslında bütün kararları kendilerinin veremediğini de biliyoruz. Bunu Adalar İman Planı süreçlerinde gördük. Kıyıların imar planından bağımsız tutulmasından, belediyelerin bütçelerine, bütçe yönetimlerine kadar merkezi yönetimle çatıştıkları bir dolu konu var. Aslında kutuplaşma ülkenin her alanında, her seviyesinde mevcut ve bu noktada aslında yerel yönetimi güçlendirecek olan şey, muhalefet edenlere karşı karşıya gelmesi değil, ortaklaşacak yolları geliştirerek, süreci geri geldiğinde yavaşlatarak ve çoğaltarak ve hatta derinleştirerek ilerlemesidir. Derya'nın futbol maçı benzetmesi o noktada önemli - ayrılmak yerine çoğalmak, yan yana gelmek ve mevzuları derinleştirerek ele almak. Her şeyin bu kadar yüzeyselleştiği bir yerde, bir muhalefet partisinin de böyle yapması gerekiyor.

Çatışma nereden çıkıyor diye baktığımızda, buna yazımda da kısaca değindim, bir turist hesabı yapan, turistlikleştirme, soylulaştırma - Türkçe'de mutenalaştırma diye kullanılıyor - bir tür pazarlama, yeri geldiğinde bütün bunları bir arka fon, bir görüntü haline getirme ya da markalaştırma vs. gibi kapitalist kentleşme pratiklerini uygulayan bir kentleşme politikasıyla karşı karşıyayız. Yerel yönetimin, merkezi yönetimle de yan yana geldiği nokta bu oluyor. O yüzden de biz tekrar karşı karşıya geliyoruz.

Bizler tam zaman Ada’da yaşayandan sadece yazları yaşayanı, günübirlik kullanandan dünyanın neresinden gelirse gelsin veya yerli yabancı turistlere kadar herkesin eşit, adil, demokratik bir şekilde kent kullanımı değerini savunmalıyız. Kısacası, bizler, Ada’nın herkesin bir arada kullanabileceği bir yer olmasını ve bunun eşit, doğal, dengeli ve onun korumaya değer niteliklerini yaşatacak bir şekilde olması gerektiğini söylüyoruz. Fakat yerel yönetim, merkezi yönetimin yaptığı biçimde, bir turist hesabı ile davranıyor. Ulaşım planlaması, kıyı planlaması, imar planlaması gibi konulara bir çözüm süreci üretmek yerine, ‘Daha büyük araçlara ihtiyaç var’ söylemi çerçevesinde dönüşüm değerini odaklayan, daha çok insanın gelip gitmesini sağlayacak politikalara yöneliyor. Aslında böyle davranarak bir tür ayağına kurşun sıkıyor çünkü değeri yok edecek şeyleri oraya koyarsanız, bir süre sonra oranın değer haline gelmeyeceği anlamına da geliyor.

Ben yazımda, mektuba da işaret ettim zaten, az önce Derya da yavaş yaşam diye işaret etti. Biliyorsunuz ‘citta slow’ ya da ‘slow city’ kavramı çok kullanılır. Türkiye'den de yavaş şehir olarak kabul edilmiş yerler vardır ama biliriz ki bunun kendisi de bir süre sonra markalaştıkları oranda kapitalist kent, neo-liberal sistem onu yutar ve artık orada başka bir şey başlar. Adalar da bu riski her zaman taşıyor. Bu nedenle korunması değer niteliklerine geri dönüşü olmayacak şekilde müdahale etmek yerine, çok daha ince ve çok daha derinlikli bir şekilde ve çoğulcu bir akılla yaklaşmak gerekiyor - bunu da yavaş yavaş yapmak gerekiyor, bütün faaliyetlerin orada yavaşlaması gerekiyor, bu dengeyi kurmak gerekiyor. Aracın hızından nasıl araç olacağına, denetleme mekanizmalarının nasıl çalışacağına kadar şu an bile mevcut koşulları iyileştirecek bir şey pekala yapılabilir. Yeter ki öyle bir niyet olsun ve biz o çerçevede yan yana gelebilelim.

Ben şimdilik kısaca böyle söyleyeyim. Aslında Dünya Mirası Adalar konusuna ilişkin bir tane de örnek vermek istiyorum, onu şimdi vereyim mi yoksa sözü size mi bırakayım? Belki siz de bir şey söylemek istersiniz.

D.T.: Ben sadece küçük bir şey ekleyeceğim, sonra sen lütfen devam et. Dinleyicilerimiz biliyor ama bilmeyenler için söyleyeyim; azmanbüsler, Ada’nın 100 yıllık değişmeyen sokak dokusu ve küçücük ve insani ölçeğinde binalarının ikinci katlarına kadar uzanan yüksekliğe ve devasalığa sahip. Bunlarla ilgili bütün görseller ve linkleri tüm sosyal mecralarımızda da paylaşıyoruz. Merak edenler oralardan daha derinlemesine bilgi sahibi olabilirler. Bu mektupla ve senin yazdığın yazıyla da ilgili bu mecralarımızı takip etmelerini öneririm.

G.K.: O araçların büyüklüğü, burada bir imar sürecinin önünü açabilecek. Bu kadar kompleks, gitgide sorunların büyüdüğü bir yerde parçalı çözümler yerine bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açık. Özellikle bu kadar hızlı tahribatın olduğu bir dünya kentleşme politikası ile sanılmasın ki ortak değerler öyle ömür boyu yaşıyor - Türkiye’de de tezahür ettiği biçimiyle.

Ben şimdi Liverpool kenti örneğini vermek istiyorum. Liverpool, aslında bu kapitalist kentleşmenin ve endüstri devriminin de tetikleyicisi olan yerlerden bir tanesi. Liverpool’un 2004 yılında 28. Dünya Miras Listesi oturumunda listeye kabul edilme nedeni, İngiltere’nin en büyük küresel etki döneminde ticari bir limanın en iyi örneği olması yani aslında bir liman olarak kapitalist kentleşmenin en iyi örneği olması. Fakat bunun kendisi son derece oksimoron veya ironik bir durum. 2012'de Liverpool Waters Projesi ve çok büyük bir stadyumun inşası, büyük liman yenileme projeleri vs. yani kapitalist kentleşmenin en iyi örneği olan yer, neo-liberal kentleşmeyle birlikte daha da büyük ölçekte müdahale görüyor. Dünya Miras Listesi’ndeki bir şehir, bu projeden sonra 2012'de Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne girdi. Sonrasında da son dokuz yıl içerisinde geri dönüşü olmayan zararlar aldığı, özgürlüğü zarar gördüğü, bir gökdelen ormanına dönüştüğü için - bunda da yerel yönetim iş imkanı yarattı - daha çok insan geliyor gibi argümanlar sunuluyor, Liverpool, 2021'de de Dünya Miras Listesi'nden çıkarıldı. Ben bu örneği hakikaten çok ironik buluyorum. Yani bir değerin kendisini nasıl oluşturduğu ve sonra o değeri karşı değerlerle birlikte nasıl çözüldüğüne dair bir durum bu.

Ekrem İmamoğlu bir seçim başarısının yanı sıra çok yakınlarda Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığı’nı da aldı. Eğer İmamoğlu’nun, Türkiye'deki yerel yönetimler olarak kentleri korumaya dair bir iddiası var ise yerel demokrasiyi geliştirmeyi, yurttaşın yönetim kararlarına katılmayı, doğrudan etkinlik katılımı ve bunun için bu ortamın kurulmasının şart olduğunu iddia ediyor ise göstermeli, boş gösteren katılımcılıkla değil, hakikaten halkın sözüne, halkın taleplerine sağlıklı bir şekilde zemin kuracak bir ortam kurması gerekir Adalar’da ve benim de parçası olduğum Haliç Dayanışması’nda, Beyoğlu Kent Savunması’nda, Validebağ ya da Fulya Mahallesi'nde ve daha bir çok yerde. Çünkü yerel yönetimi güçlendirecek olan da bu. Zaten insanlar AKP politikalarından, o kentleşmeden rahatsız. Bir müteahhit anlayışıyla, sürekli bir imar, creatif distraction yani sürekli bir yık yeniden yap gibi değil, aksine yavaş, koruyarak, sürece yayarak, daha fazla birbirimize alan açarak, konuşarak, tartışarak yapmak gerekiyor. Yani politik olarak bence yanlış bir yol izleniyor. Özetle, eğer bundan dönülmez ise hepimiz zarar göreceğiz diye düşünüyorum.

D.T: Çok tutuklanan, gözaltına alınan arkadaşlarımız da oldu ve halen arkadaşlarımız tek tek emniyete çağırılıyor. Fakat bir taraftan da çok ilginç; Ada sokaklarında çocuklarımız gösteri yapmaya başladı - bisikletleriyle protesto ediyorlar. Bir tarafta da dünyada da, aktivistleri tutuklamalar, hatta öldürmelere kadar giden bir süreç de var. Ama gençler de, çocuklar da geleceklerinin çalındığının farkında artık. Dolayısıyla bu neo-liberalizm onların karşısında ne kadar dayanacak acaba? Sence başka bir dünya mümkün gözüküyor mu?

G.K.: Bence başka bir dünyayı mümkün kılacak olanın bizler olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla biz buna ne kadar inanır ve emek verirsek o şekilde tesis olacaktır. Çünkü bütün dünyanın gidişatı; savaşlar, çeşitli iklimden dolayı yaşanan sorunlar, zorunlu göçler... Dünyanın her yeri bir yangın yeri. Biz belki bir tek küçük dünyamızdaki olan yerleri görebiliyoruz ama ben açıkçası her yerde, çeşitli toplulukların oradaki değerleri ve yan yana yaşamı savunduğuna bu yaşımda tanık olduğumu ve daha da olacağımı düşünüyorum.

Tam dediğin gibi, gençler ve daha sonraki kuşaklar da bunun farkına varıyorlar. Hayvanlarla ilgi yasa aslında yaşam hakkına müdahalenin bir örneği. Benim Barış imzacısı olmamın gerekçesi de buydu. Aslında yaşam hakkı temel hak olarak hepimizi yan yana tutan şey. Bunu tesis edebilecek olanların bizler olduğunu ve bu mücadelenin bizi hem diri tuttuğunu, hem de çoğalttığını düşünüyorum. Çok kolay bir şey değil tabii çünkü çok yüzeysel kutuplaştıran süreçler hep olacaktır. Bundan önce de oldu, bundan sonra da olacaktır. Ama buna olabildiğince sakinlikle, yazarak, çizerek, şu an burada yaptığımız gibi birbirimize alan açarak çoğalacağını da düşünüyorum.

Bizim söylediğimiz şeyler adil, eşit bir yaşam herkes için. Biz o ya da bu diye ayırmıyoruz zaten bunun kendisini. Dolayısıyla güçlü olan bir şeyden söz ediyoruz, güçlü bir şekilde yolunu bulacak bir dönemden. Evet, kolay olmayacaktır ve kolay olduğunu da iddia etmiyorum. Sisteme karşı bir şey yapıyoruz, bir tür talep siyasetiyle oradan bir parça bir şey kapmaktan söz etmiyoruz. Eşit, adil, ortak ve herkes için bir yaşamdan söz ediyor isek bunu tabii ki iktidar gücünü vermek istemeyecektir, pozisyonunu paylaşmak istemeyecektir ama bakarsak da nüfus olarak biz daha çoğunluktayız yani oralarda belli insanlar var. Dolayısıyla bizim bu yan yanalığı arttıracak ortamları tesis etme gibi de bir yükümlülüğümüz var, onun için de bir aradayız. Ben umutsuz değilim yani öyle söyleyeyim. Zor ama evet.

N.S.: Dediğiniz gibi bu mücadele insanların arasındaki dayanışmayı da arttırıyor. İnsanlar yaşam hakkını savunmak için ya da akıl almaz politikalara, uygulamalara karşı durmak için, belki de iktidarın hiç istemediği bir şekilde, bir araya yan yana geliyorlar. Bu, sizin de dediğiniz gibi, çok önemli ve en azından ileriye doğru umut veren, bizim direncimizi güçlendiren bir şey.

Demin siz alan açmak demiş ve Fulya'dan bahsetmiştiniz. Bugün X'de gördüm; Şişli Belediyesi, Şişli halkının itirazlarına rağmen, buradaki son yeşil olan Haydar Aliyev Parkı'nın kültür merkezi yapmak istiyormuş. Kültür merkezi tamam çok güzel, çok kutsal bir şey ama başka bir yer bulunamaz mı? Çok haklısınız, bir arada bu mücadeleye devam etmemiz gerekiyor.

D.T.: Bir de hiç halka sormadan yani ‘Ben sizin için en iyisini biliyorum, onu yapacağım’ diyor, değil mi?

G.K.: Şöyle söyleyeyim, bu kültür de kutuplaşmanın bir aracı olarak kullanılıyor yani culture washing, kültürle yıkama, aklama diye bir şey var - Bütün soylulaşma projelerinde AKP'nin de yaptığı öyle bir şey. Ben Haliç Dayanışması’ndan da örnek verebilirim; Haliç Port Tersane İstanbul adını aldıktan sonra oraya müzeleri de ektirdiler. AVM ve rezidansların yanına üç tane, dört tane müze eklediler. CHP yönetimi, şehir hatlarındaki yere de bir İstanbul Sanat Müzesi koydu. Bir noktada kentin soylulaşması dönüşümü, oradaki insanların yerinden edilmesinin ön adımında bir kültürle yıkama denilen, kültürle aklama denilen şeyler yapılıyor. Biz tabii ki kültüre karşı değiliz.

Son cümle şunu söyleyeceğim; öfkeliyiz, evet ve öfkemizi doğru yere yönlendirmek ile de mesulüz. Yani öfkemizi birbirimize değil, tam tersi birbirimize daha sakin ve anlayışlı davranıp, yan yanalığı çoğaltmak gerekiyor. Öfkemizi ise değerlerimizi yok eden, bu sisteme, tutuklayan, yok eden, yerinden eden karar vericilere yönlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum.

N.S.: Evet, programımızın sonuna gelmeye başladık. Tam da bu öfkemizi bir arada toplamak ve karar vericilerine karşı yöneltmek için bir ufak da duyuru yapalım. Bu akşam Kadıköy'de saat 19:30'da hayvan katline neden olacak yasa tasarısına karşı bir eylem yapılacak. Bu da bugünün notu olsun ilgilenenler için. Çok teşekkürler Gül Hanım, katıldınız, çok güzel şeyler söylediniz ve umudumuzu yükselttiniz.

G.K.: Ben teşekkür ederim.

D.T.: Çok teşekkürler Gül. Ada’da görüşmek üzere diyelim.

G.K.: Çok teşekkürler, kolaylıklar hepimize.

D.T.: Adalar hepimizin.

N.S.: Hayvanlar da hepimizin. Görüşmek üzere, hepinize iyi günler.