Bir spor belgeseli: Eclipse

-
Aa
+
a
a
a

Spor Gündemi'nde Burcu Biçer, 43. İstanbul Film Festivali'nde ilk gösterimi gerçekleşen, spor belgeseli "Eclipse" üzerine film ekibinden İpek Kent ve Efe Öztezdoğan ile konuşuyor.

""
Bir spor belgeseli: Eclipse
 

Bir spor belgeseli: Eclipse

podcast servisi: iTunes / RSS

17 Mayıs'ta gösterime girecek spor belgeseli Eclipse'i, filmin ekibinden İpek Kent ve Efe Öztezdoğan ile konuştuk.



‘İzmir'den beş jimnastikçi, tarihi bir başarıya 2020 Tokyo Olimpiyatları'na katılmaya hak kazanır. Ancak karşılarına eşi benzeri görülmemiş bir engel çıkar: Covid-19. Pandemi nedeniyle tarihinde ilk kez ertelenen Olimpiyatlar’da hayallerine tutunup Türkiye'nin ilk Olimpiyat madalyasını alabilmek için karantina, deprem ve sıkıntılarla geçen zorlu bir yılın üstesinden gelmeye çalışırlar.’

Eclipse, üzerinde beş yıl çalışılmış bir spor belgeseli; sporcuların Olimpiyat’a hazırlık süreçlerine odaklanıyor ve bu sürecin bir kısmı pandemi zamanında yaşanıyor. 

Belgeselde; Ferhat Arıcan, İbrahim Çolak, Nazlı Savranbaşı, Ahmet Önder, Göksu Üçtaş Şanlı ve Adem Asil yer alıyor.


Burcu Biçer: Çok geleneksel ve klişe bir giriş olarak bu belgesel nasıl ortaya çıktı sorusuyla başlayalım.

Efe Öztezdoğan: Biz aslında ekip olarak biraz daha kurmacayla ilgilenen bir ekibiz ve bir yandan da aslında spor bizim ilgi alanımıza çokça giriyor yani kişisel olarak spor seyretmeyi çok seviyoruz. 2008’de - ekibimizin kaptanı diyelim - Alper Maral ile birlikte Pekin Olimpiyatları’nı seyrederken, bazı sporcuların hikayelerinin ne kadar dokunaklı olduğunu gördük. Bir yandan da kendi aramızda Türkiye'de spor kültürüne dair bir şeyler yapılması gerektiğini konuşuyorduk. Kendi mesleğimiz de sinema olduğu için film yapabiliriz, bununla ilgili hikayeler araştırabiliriz, insan hikayeleri anlatabiliriz diye düşündük. Böylece de ‘Rings In Color'ı kurduk. Rings In Color, aslında bir kulüp - herhangi bir prodüksiyon şirketi değildi ve buna insanlar dahil olmaya başladı. Hepimizin birazcık kişisel spor hikayeleri de var. Mesela, ben tenisçi bir aileden geliyorum ve dedem de, babam da bu konuda çok başarılı. Ben üçüncü nesilim ve başarısız bir sporcuydum - hayalperesttim ve ailenin yüz karasıydım diyebilirim başarı oranı olarak.

Başarısızlık hikayeleri vardı ama herkes kendi üzerinde sporun ne kadar adanmışlık gerektirdiğini biliyordu. Dolayısıyla ekibe yavaş yavaş da Meryem Yavuz yani görüntü yönetmenimiz dahil oldu; ardından Osman Bayraktar, Can Areler ve Balmuyar Kavan eklendi. Hikayeleri araştırmaya başladık ve oradan da Göksu'nun 2012'de Londra'ya gitme hikayesini çekme şansını elde ettik.

Sabahattin Olago'nun - o da üç kez kış Olimpiyatları’na kayakla koşucu olarak gitmeyi başarmış bir sporcu - hikayesini çektik; Olago. Bunlar hep kısa yani yaklaşık dört – beş dakikalık filmlerdi. Aslında hep uzun bir şey yapma hayali de kuruyorduk. Oradan da aslında bu hikayeye geldik. Çok uzun süre bu çocukları da daha küçüklüklerinden beri takip ediyorduk - onlardan bir başarı geleceğini bekliyorduk. Biz çekmeye karar verdiğimizde 2018'deydik ve İbrahim daha dünya şampiyonu olmamıştı, Ahmet de dünya ikincisi olmamıştı. Prodüksiyonel zorluklar gibi şeyler yüzünden 2019'un sonuna doğru filmi çekmeye başladık. Sonra da pandemi oldu ve bir anda bambaşka bir şeye evrildik.


B.B.: Tam olarak başarı odaklı bir süreç izlemediğiniz için soracağım -  biz bunu çekelim, jimnastikçi Göksu, bahsettiğiniz kayak filmi vs. nasıl bir karar süreci yaşıyorsunuz? Bir spor belgeseli çekmek için ne lazım?

E.Ö.: Aslında birden fazla insanı takip ediyoruz ve bir film çekebilmek için bir sürü şeyin yani böyle gezegenlerin aynı hizaya girmesi gerekiyor; bütçe bulmanız gerekiyor, destek bulmanız gerekiyor, bazen sponsor bulmanız gerekiyor, çekeceğiniz sporcunun buna sıcak yaklaşması gerekiyor - bunlar denk geldiğinde oluyor. Birden fazla şey deniyorduk, burada denk geldi bunlar ve o şekilde başladık. Yoksa rasyonel ayağı yere basan bir şeyler olmak zorunda, böyle çok fazla hayalperest yaklaşamıyorsunuz çünkü film çok uzun, çok zor ve çok pahalı bir süreç. Beş yıla yakın sürdü yani iki yıl çektik, üç yıl kurguladık - böyle çılgınca bir süreç.


İpek Kent: Zordu ve bir de altı karakter var filmde. Her birine bir film yapabilecek kadar malzememiz var aslında ve bayağı seri dizi düşünüyorduk bir ara yani dizi mi yapsak acaba altı bölümlük diye aklımızdan geçti. Uzun ve zorlu bir kurgu dönemi oldu.


B.B.: Aynı zamanda Alper Maral da benim üniversiteden hocam olur, onun, işin içinde olduğunu çok uzun yıllardır biliyorum. Ona da selam söyleyelim buradan. Bu ‘Dönence’ fikri nasıl oldu ve Eclipse'in ismi nasıl ortaya çıktı?

E.Ö.: Olimpiyat böyle aslında, sürekli birbirini tekrarlayan bir süreç. Bu arada Olimpiyat kavramı bizim için bayağı değerli bir şey çünkü biraz da yanlış bilinen bir şey. Olimpiyat, Olimpiyat meşalesinin sönmesiyle başlayıp, yanmasına kadar geçen dört senenin adı. Ondan sonra bizim normalde Olimpiyat dediğimiz şey Olimpiyat Oyunları ve o dört senenin kutlaması da 15 gün aslında. Biz hep diğer projelerde bu Olimpiyat kavramına odaklanıyorduk yani aslında o arada geçen sporcuların hazırlandığı süre bizce çok acayip bir şey, inanılmaz hikayeler yaşanıyor; sakatlıklar, hayal kırıklıkları, mücadele oluyor ve orada da o sporcuların karakterleri ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bir yandan da dört senede bir tekrarlanıyor ama mesela pandemi olduğu için, bir tanesi beş sene, bir tanesi ise üç sene oldu.

Bir yandan da güneş tutulması da buna benzeyen bir şey - sürekli tekrarlanıyor. Yani bu ‘Eclipse’, bu ‘Dönence’. Aslında ‘ekinoks’ demek de bir dönence ama kendini tekrarlayan ve üst üste örtüşen şeyler olması bize çok çekici geldi. Çok spoiler vermeyelim ama filmin sonunda da aslında birazcık bu döngüyle ilgili bir şeyler var. Böyle bir yerden çıktı aslında; Barış Manço'nun şarkısı “Dönence”.



B.B.: 2020’de Tokyo'ya giderken sporun dışında çok başka dış etkenlerden de etkilendi sporcular; tarihinde ilk kez Olimpiyatlar iptal edildi, ertelendi, 2021’de yapıldı. Pandeminin, sporcuları ve mental sağlığı nasıl etkilediğine de biraz değiniliyor belgeselde ve altı ayrı sporcu üzerinden değiniyoruz buna. Burada birazcık sporcuların hem spora odaklanmasını, hem de çevresinden nasıl izole bir şekilde yaşayabildiklerini görüyoruz. Gerçekten çok yalın bir ortam sağlamışsınız belgeseli çekerken.

Sporcular ile iletişiminiz nasıldı? Ferhat, Ahmet, Adem, Nazlı... Milli sporcu olma yolunda gerçekten başarılı ve kusursuz olmaya çalışan sporcular bu isimler.


İ.K.: İletişimimiz yani bize alışmaları ilk başta bir süre zaman aldı. Önce hiç kamerayı çıkarmadan iki ay falan oturduk salonda, bize bir şekilde alışmalarını bekledik. Ondan sonra çok yakın olduk ama bir noktada biz hiç soru sormuyorduk zaten.

Ömer Madra: Jimnastik salonunda oluyor olay, değil mi?


İ.K.: Ne güzel bir tanım oldu, ‘jimnastikhane’. Evet, salonda. Hep salondalar zaten, biz de oradaydık onlarla beraber. Onlar içini dökmeye başladı aslına bakarsanız ve orada da ne kadar yalnız ve zor bir hayat yaşadıklarını anlamış olduk. Pandemi dışında da zor yani kamp dediğiniz şey mesela; yılın yarısını kampta geçiriyorlar - sevdiği, ailesi, annesi, babası, sevgilisi yani herkes uzakta ve sürekli aynı insanlar. Bir de üstüne pandemi olunca tek başına kalmak zorunda kaldı herkes odalarda, bu da iyice yalnızlaştırdı. Mesela bazı planlar - Ahmet Önder'in kendi kendine şarkı söyleme planı var bir tane - biz yokuz odada, o kendi çekiyor onu.

B.B.: Zaten jimnastik de öyle bir spor ki çok mükemmel ve kusursuz olması gerekiyor. Peki, bu sizi etkiledi mi? Sporcuların mükemmele ulaşmaya çalışması, o kusursuzluğu sürekli yaşamaya çalışmaları belgesel ekibini etkileyen bir tarafı oldu mu?

E.Ö.: Biz aslında sürekli bir şeyi denemiyorduk; onların hayatında ne olduğunu keşfetme süreci yaşadık. Sonuçta bir jimnastik filmini de daha önce çekmiştik yani jimnastik yakın olduğumuz bir spordu. Ama bu sefer çok fazla içine girdik ve çok fazla zaman geçirdik. Dolayısıyla mesela bir hareketi hayatın boyunca yüz bin kere tekrarladığında dünyana nasıl bir etki yarattığını da gözlemleme fırsatı bulduk. Biz, bazı rutinleri belki 300 kere çektik. Dolayısıyla ne yapacağını biliyoruz, nerede hata yapabileceğini biliyoruz. Çok fazla öğrendik bunu ve şu çok enteresan; düşünün, sekiz yaşında bir şey öğreniyorsunuz ve bunu 12 yaşında da yapmaya devam ediyorsunuz, 15 yaşında da yapmaya devam ediyorsunuz. Yani aslında aynı hareketi yapıyorsunuz. Önce onu mükemmelleştirmeye çalışıyorsunuz. Çünkü jimnastik böyle, en ince detaylarda puan kaybettiğiniz bir yarışma türü. Ondan sonra mükemmelleştirdikten sonra da bunu korumaya çalışıyorsunuz ve o kas hafızası öyle bir şey ki azıcık bıraksanız, üç – dört gün o hareketi tekrarlamazsanız birkaç ay daha vermeniz lazım tekrardan bir önceki seviyeye getirmek için. Çok zor bir spor, çok garip bir spor.

Ömer Madra: Türkiye de jimnastik alanında çok başarılı olmuş bir ülke – taa Ruhi Sarıalp döneminden bir şey var. Ondan sonra da pek sözü edilen bir şey değildi ama şimdi filmden de izlenimler alınca çok ilerlemiş olduğunu, Türkiye'nin de bu konuda büyük bir ilerleme, hamle içinde olduğunu da düşündürüyor.

B.B.: 2024 Paris Olimpiyatları için gerçekten jimnastik takımı ve bireysel olarak da sporculardan beklenti yüksek ama bu kesinlikle bir baskı yapmasın çünkü onları izlemek bile o kadar keyifli ki.

Ahmet Önder belgeselde şöyle diyor; "O kadar yapamadım ki nasıl yapılmadığını çok iyi biliyorum. Bu sefer yapmak istiyorum."

Ben Ahmet'i o kadar iyi anlıyorum ki... Yani Ahmet, ben de o kadar çok yapamadım ki, ben de bu sefer yapmak istiyorum dediğim çok fazla an yaşadım ki... Hayattan çok fazla şey bulduğunuz bir belgesel. Belki de benim dönemim bu belgesele çok müsait bir dönemdeydi. Umarım Paris Olimpiyatları'nda Ahmet de, ben de yapmış oluruz.

Ayrıca sporcuların da bir belgesele nasıl katkı sağladığını görüyorsunuz. Bu, sonuçta bir arşiv yani spor tarihine bir arşiv, hafıza bırakıyorsunuz. Onun bilincinde olarak da hareket etmişler ve Paris için bence böyle bir belgeselin, Eclipse'in onları çok yüreklendiren bir iş olduğunu düşünüyorum.

Olimpiyat aslında öyle bir organizasyon ki çoğu diğer alanı da besleyen ve diğer alanlarda da çıktısı çok fazla olan yani sinemada, müzikte, birçok yeni medya kanalında bunun çok fazla çıktısı olabiliyor ve somut bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Özellikle Paris Olimpiyatları yani pandemiden sonra gerçekleşecek ilk Olimpiyat olacağı için de biraz daha fazla ilgi odağı var oraya. Türkiye için de önemli bir organizasyon olacak; hem 100. yıl, Türkiye'nin 100. katılım yılı, hem de voleybol takımından çok büyük bir başarı bekleniyor. Jimnastikçilerden de çok büyük bir başarı bekliyor yani bu sene Türkiye biraz fazla madalya bekliyor. Umarım gerçekten güzel bir Olimpiyat süreci olur. Biz de radyoda, spor gündeminde bunu takip edeceğiz.


Eclipse, 29 şehirde 17 Mayıs'ta vizyona giriyor ve 19 Mayıs haftası olduğu için de aslında tüm öğrencilere bedava olacak.