Hem direngen hem şifalı: Deve dikeni

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

Yaz sıcaklarına karşı pek "direngen", yüzlerce yıldır insanlığın bin bir derdine deva bir bitki: Deve dikeni. Anadolu'da deve kengeli, meryemana dikeni, süt deve dikeni, sütlü kengel, akkız, şevketül meryem, mübarek dikeni gibi adlarla da biliyoruz biz onu... 

Devedikeni
 

Devedikeni

podcast servisi: iTunes / RSS

“Direngen”, çünkü çok zorlu koşullarda yaşayabiliyor; aşırı sıcaklara karşı yeşil kalabiliyor. Yol kenarlarında, ekili olmayan tarlalarda sıkça çıkar karşımıza... Onun yeşil kalmasını sağlayan özelliği, amansız dikenlerle donatılmış olması. Birçok bitki, aşırı sıcaklarda artan terlemeyi azaltabilmek için yapraklarının büyük bir kısmını sertleştirerek dikene dönüştürüyor ve böylece su kaybını azaltmaya çalışıyor. Az su olduğu için gövdelerini de sertleştirip, dik durmayı başarabiliyorlar. Dikenleri sayesinde bu bitkiler lezzetli gövdelerini, kurtlara, böceklere, kuşlara ve diğer büyük hayvanlara karşı da korumuş oluyor.

Bilimsel adı, Silybum marianum ya da Cardus marianum olan devedikeni Papatyagiller (Asteraceae) ailesine ait. Boyları 30–100 cm arasında değişiyor; köşeli biçimdeki gövdesi seyrek tüylerle kaplı. Bir ya da iki yıl yaşayabilen bu bitkilerin yaprakları soluk yeşil renkte, beyaz damarlı ve dikenli. Başçıkları, dikenli ve açık yeşil renkli yapraklar ile mor renkli küçük çiçeklerden oluşuyor. Çiçek başçığının içinde yer alan çok sayıdaki tohumları paraşüte benzer tüylere sahip; bu, tohumlarının rüzgarla uçarak uzak mesafelere dağılmasını sağlıyor. Anavatanı Akdeniz bölgesi, Ege ve Karadeniz'de de yaygın olarak görülüyor ama bol güneş alan sıcak ve kurak bölgelerde özellikle serpilebiliyor. Dünyada da Avrasya, Amerika, Avustralya ve Orta Avrupa'da yaygın... 

Beyaz deve dikeni (Carlina gummifera) denen türü, çok yıllık bir bitki; kırmızı ya da pembe çiçekler açıyor. Yine çok yıllık bir bitki olan, akrabası köygöçerten dediğimiz (Cirsium arvense) türü ise, çok hızlı çoğalıyor ve zararlı ot olarak kabul ediliyor. 

Çok şifalı bir bitki, insanlar neredeyse 2000 yıldır, karaciğer rahatsızlıklarından tutun migren ağrılarına birçok hastalığın tedavisinde deve dikeninin şifasından yararlanıyorlar. Antik çağın ilk kitaplarından beri, birçok botanik kitabında faydalarından söz ediliyor. Anavarzalı Dioskorides, MS 1. yüzyılda deve dikeninin şifasından bahseden ilk kişidir; ilk tıbbi bitkiler kitabı sayılan De Materia Medica'sında devedikeni tohumlarının insanı sarhoş ettiğini, safra artırıcı özellikleri olduğunu, yılan ısırmalarına iyi geldiğini ve ayrıca hidrofobi yani su korkusunu tedavi ettiğini yazmış. Ondan sonra yüzlerce yıl boyunca birçok bitki bilimci de onu takip ediyor. Yaşlı Plinius deve dikeninin kaynatılarak özü çıkartılıp seyrekleşen saçlara sürüldüğünde, saçların tekrar sağlıklı ve gür biçimde uzamasını sağladığını yazmış. İsviçreli doktor ve kimyager Paracelsus, Dioscorides’in yolunu izleyerek deve dikeni özünü safra yolları hastalıklarının tedavisinde kullanmış. 

Ortaçağ manastırlarının bahçelerinde şifalı bitki olarak da yerini almış. Ortaçağ'da yaşamış, bir Cizvit rahibi ve bitki bilimci olan John Gerard 1597'de, bitki tarihini anlattığı The Herball kitabında birçok hastalıkların tedavisi için deve dikeni cinsinin Carduus ya da Cnicus benedictus türünü önermiş. Cnicus benedictus aslında görünümü ve mor çiçekleriyle, deve dikeniyle sık sık karıştırılan şevket-i bostan bitkisi. (Şevket-i bostan ve süt deve dikeni, Holy Thistle yani kutsal deve dikeni diye geçiyor kaynaklarda, aslında farklı bitkiler bunlar.) Gerard, bu dikenli bitkinin yapraklarını "inatçı ülsere" karşı önermiş; yaralara her zaman iyi geldiğini, sıcak suda demlendiğinde ateşi düşürüp baş ağrılarına iyi geldiğini yazmış. Şöyle yazıyor kitapta: "Yaprakları suda demlenerek ya da toz halinde alınırsa baş ağrıları ve migrene çok iyi geliyor. Vücudun herhangi bir yerindeki ağrıya iyi geliyor, tüm bedeni güçlendiriyor ve yorgunluğu gideriyor. Aynı zamanda bedende su toplanmasına karşı da iyi. Hafızayı güçlendiriyor ve ağır duymayı engelliyor. Ağız yaralarına ve geçmeyen cerahatlı yaralara Carduus Benediktus yapraklarının tozu ya da suyundan daha iyi gelen bir şey yok."  Kökünün melankoli ve melankoli nedeniyle ortaya çıkan diğer hastalıkların tedavisinde kullanılacak en iyi ilaç olduğunu da söylüyor.  

Ondan 50-60 yıl sonra, İngiliz şifacı Nicholas Culpeper, deve dikeni suyunun sadece boyun tutulmasına değil, çocuklardaki kemik eğriliğine, raşitizm hastalığına da iyi geldiğini yazmış; karaciğer ve dalak rahatsızlığı bulunan farklı vakalarda kullanımından bahsetmiş, sıtma ateşine etkisi olduğunu gözlemlemiş. Burada Culpeper yine kutsal deve dikeni, şevket-i bostandan bahsediyor olmalı. 1694 tarihli A Scripture Herball kitabının yazarı William Westmacott da "Karaciğer ve kan dostu olduğunu ve baharda haşlanarak diğer şifalı bitkilerle birlikte yenebileceğini" söylüyor. İki bin yıldır bütün şifa kitaplarında karaciğer şikayetleri için önerilen bir bitki; karaciğerin yenilenmesini uyardığı, iyileştirici ve antioksidan özelliği olduğu yüzlerce yıldır biliniyor. Son araştırmalar da bunun doğruluğunu kanıtlamış durumda, detoks ve antioksidan özelliği olan bitkinin tohum ve yapraklarında bulunan silimarinin karaciğerde biriken zehirli maddelerin atılmasını kolaylaştırdığı; safra üretimini artırdığı biliniyor. Deve dikeninin tohumları kavrularak veya demlenerek, yaprakları da çiğ veya pişirilerek tüketiliyor. (Burada yararlarından söz ediyorum ama bu tip bitkisel takviyelerin doktor tavsiyesine uyarak bilinçli tüketilmesi gerektiğini de hatırlatmak isterim.)

Tabii deve dikenlerinin başka kullanım alanları da var. Birçok deve dikeni türünün tohumlarından yağ elde edilebiliyor; eski zamanlarda hem kandil yağı olarak hem de yemeklerde kullanılmış. Misk deve dikeni ya da eşek dikeni de dediğimiz Carduus nutans türünün çiçek başlarındaki incecik tüyler, kağıt yapımında; galagandediğimiz Onopordum acanthium türünün tüysü kısımları ise yastık dolgu malzemesi olarak kullanılıyormuş. 

Şifalı oluşları bir yana mistik güçlerine de inanmışlar deve dikeninin. Cebinize bir devedikeni çiçeği koyarsanız kötülükleri de melankoliyi de savuşturacaktır, bahçenizde deve dikeni varsa bu evinizi hırsızlara karşı koruyacaktır. Büyücüler de en uzun olanlarından kendilerine çubuk yaparlarmış.

Kimi deve dikeni türleri de uzun yıllardır kusursuz görünümlerinden dolayı, süs bitkisi olarak yetiştiriliyor. Şeytanarabasıya da küre deve dikeni diye bildiğimiz Echinops, bütün dünyada yüzlerce deve dikeni türü arasından belki de en gösterişli çiçeklere sahip olanı. Dikenli yaprakları, mavi ya da beyaz olabilen top biçimli çiçek başları var. Avrupa, Doğu ve Orta Asya'ya, güneyde de tropikal Afrika'ya özgü bir deve dikeni bu. Bu deve dikeninin jenerik adı da bir diğer kullanım için ipucu içeriyor. Deve dikenlerinin büyük çoğunluğu Carduus cinsine ait. Çok kesin olmamakla birlikte deve dikenleri ipliksi kısımları dolgu malzemesi olarak kulllanıldığı için bu adın Grekçe'de yün tarama anlamına gelen teknik bir terim olan cheurosözcüğünden geldiği sanılıyor. 

Deve dikenleri Batı mutfağına da girmiş; başları kaynatılarak, taze dalları soyularak kuşkonmaz gibi yağda çevrilerek; salata olarak ya da taze çiçek başları haşlanarak enginar gibi tüketilirmiş. Enginar da zaten Akdeniz kökenli, bir akrabası deve dikeninin...  Deve dikeninin ilk ne zaman ehlileştirilip mutfağa girdiği hala tam bilinmiyorsa da İtalya'da, bu yüzlerce yıl geriye giden bir gelenek... Goethe'nin Sicilya'dan geçerken, yolun kenarından toplanmış deve dikenlerini afiyetle yiyen iki adam görüp şaşırması bunu bizde anlatıyor. İtalya Seyahati kitabında,  "Deve dikeni demetlerinin önünde ayakta durup ellerindeki keski bıçaklarla sapların tepesini kesen bu iki ciddi adamı şaşkınlıkla fark ettik. Parmaklarının ucuyla dikenli ganimetlerini alıp sapı soyuyorlar ve içindekini zevkle yiyorlardı" diye yazar. 

Deve dikeni yaprakları da ayrıca özellikle İskoçya'da, samanla tanışmadan önce değirmenlerde dikenleri öğütüldükten sonra sığırlar ve atlara yem olarak veriliyormuş. Tartandan sonra İskoçya'nın başta gelen ulusal sembollerinden bir deve dikeni.

Antik dönemde de deve dikeninin iyi şans getirdiğine, kötülüklere karşı koruduğuna; güç ve enerji kazandırdığına dair inanışlar var. Bunun da ötesinde, sapından kesildikten sonra bile uzun süre canlılığını koruduğu, çürüme emaresi göstermediği için uzun yaşamın ve azmin, başta da dediğim gibi "direngenliğin" bir simgesi... 

İlk bakışta en belirgin özelliği, bol dikenli yapısı olduğu için deve dikeni Hıristiyanlık ikonografisinde İsa’nın çilesi ve günahların affını da simgeliyor. Bu sembolizmin bir uzantısı olarak Hıristiyan kültürü ve inanışında Cennet bahçesinden kovulan insanın dünyevi acılarını da anlatıyor.  Yaratılış öyküsünde de bunu anlatır zaten: Tanrı, cennetten dünyaya düşüşünden sonra Adem'e döner ve onu sert bir şekilde uyarır. Bundan sonra artık beslenmek için birçok eziyete katlanmak zorunda olacağını söyler; dünyada onun yiyebileceği dikenli bitkiler ve deve dikenleri vardır sadece. Her gün, tatlı özüyle açlığını gidermek için acılar içinde kıvranarak bu bitkileri yemekten başka çaresi yoktur. 

Dikenli yapraklarından dolayı deve dikeni, Romalı askerlerin çarmıhtaki İsa'nın başına taktığı dikenli taca atfen, onun çilesini temsil eder tüm dini resimlerde de... Kimi resimlerde deve dikenini gagalayan saka kuşları da resmedilir. Gerçekten de bu kuşun Latince adı carduelis, temel yiyeceği deve dikenlerinin Latince ismi carduus'tan geliyor. Bu tip betimlemeler, mağfireti, günahtan ve cezadan azat edilmeyi anlatmak için kullanılıyor. Ruhun simgesi olan Saka kuşu, deve dikenleriyle yani acılarla beslenir bu dinsel anlatımlarda... 

Hıristiyan inanışında bir başka söylence daha var, deve dikenleriyle ilgili. Meryemana dikeni adını almış olması da zaten bu öyküye dayanıyor. İnanışa göre, Bakire Meryem, bebek İsa'yı Herod'un askerlerinden kaçırmak isterken, onu deve dikeninin geniş yaprakları arasına saklar. Efsaneye göre, onu emzirirken sütünden birkaç damla yaprakların üzerine düşer, bu da yaprak damarlarının yanında beyaz noktacıklar halinde izler bırakır. 

Rönesans ressamı Albrecht Dürer de Portrait of the Artist Holding a Thistle / Deve dikeni Tutan Sanatçı adlı ahşap üzerine yağlı boya resminde de bu sembolizmi kullanır. Strausburg'da bulunduğu sırada yaptığı bu ilk yağlıboya otoportresinde; sağ elinde aslında farklı aileden olan deniz boğa dikeni (Eryngium ametystinum) tutuyor. 1493 tarihli bir otoportre bu. Dürer henüz 22 yaşındadır ve kendini, duygularını, düşüncelerini gözden geçirme aracı olarak ömrü boyunca tekrar tekrar yapacağı otoportrelerden biri. Bu bitkinin Almanca adı, sadakat anlamına gelen “Mannestreue”...  Dürer seyahatteyken, babası evlilik koşullarını belirlemiş ve onun için uygun bir eş bulmuştur. Resmin Nürnberg’deki nişanlısı Agnes Frey’e gönderilmek üzere yapıldığı yönünde spekülasyonlar da var. Resmin üst kısmında Dürer’in el yazısıyla "İşlerim, yukarının yazdığı yolda ilerler" ibaresi var. Bu onun “kaderinin tanrının elinde olduğu düşüncesini” bir anlamda görselleştiren bir detay. 

Shakespeare eserlerinde de çıkıyor karşımıza...  Kuru Gürültü oyununda, bir çekişme halinde olan bu yüzden birbirlerine aşık olduğunu söyleyemeyen Beatrice ve Benedick'i evlendirme çabaları etrafında gelişen bir oyundur bu. 3. perdenin 4. sahnesinde, Beatrice rahatsız olduğunu söylediğinde Margaret "Biraz Carduus Benedictus özü alıp kalbinizin üstüne sürün, böyle bir derde derman olurmuş" diyor; bu söze karşılık Hero "şimdi ona bir diken batırdın" deyince, Beatrice "Niçin Benedictus, niçin Benedictus? Neyi dokundurmak istiyorsun?" der ve Margaret ona "Bir şeyi dokundurmak istemiyorum, sadece o şifalı bitkiyi kastettim" diye yanıt verir. 

İskoçya ile olan ilgisine gelirsek… Braveheart filminde de dikkati çeken o sahnede anlatıldığı gibi devedikenlerinin İskoçya tarihinde sembolik bir yeri var. 500 yıldan fazla süredir kraliyet armalarında yerini almış. Bir efsaneye göre, İskandinav ordusu gece baskını yapmak isterken, dikenli bir bitkiye basan düşman askerinin acı çığlığıyla uyanan İskoçlar pusuya düşmekten kurtulmuş. Ve böylece deve dikeni de ulusal bir simgeye dönüşmüş. Öte yandan, hangi tür deve dikeni olduğu da çok kesin değil.  İskoçya'da tek değil, kimileri yerel kimileri egzotik birçok çeşit deve dikeni türü yetişiyor. Boğadikeni de olabilir; süt deve dikeni de... Kimi kaynaklar Galagan olduğunu söylüyor ki bu İskoçya'ya değil daha çok İber Yarımadası'ndan doğuya Kazakistan'a, kuzeyden merkezi İskandinavya'ya kadar Avrupa ve Batı Asya'ya özgü bir tür. Romalılar zamanında süs bitkisi olarak İngiltere'ye, büyük olasılıkla Doğu Anglia bölgesine getirilmiş.

1485 yılında III. James hükümdarlığı zamanında Holyrood Sarayı için yapılmış altar panolarından birinde, Kraliçe Margaret önünde diz çökmüş bir figürün arka planında deve dikenleri görülüyor. 1503 yılında kraliyet arması olarak kabul edilmiş. 1525 yılında altın paralarda; V. James ve VI. James zamanındaki gümüş paralarda deve dikeni vardır. VI. James'in 1583 yılında İngiltere kralı olmasıyla deve dikeni gülle birlikte betimlenmeye başlamış. İngiltere'nin en eski ve en asil şövalyelik nişanı The Order of Thistle da 1540 yılında V. James zamanında verilmeye başlamış.

Deve dikeni Balkanlarda yaşanan acıların da simgesi... Panait İstrati, Baragan'ın Deve dikenleri kitabında, Baragan'ın kıraç topraklarında kıtlığın, toplumdaki güç eşitsizliğinin ve yaşanan gerginliklerin öyküsünü yoksul bir çocuğun gözünden anlatır. Doğanın acımasızlığıyla, amansız "krivatz rüzgârı" ve deve dikenleri"yle kuşatılmış Tuna boyundaki insanların yaşamlarını ve feodal beylerin bu insanlara layık gördüğü acıları anlatıyor. Şöyle geçiyor romanda deve dikenleri: “Burada söz konusu olan dikenler, kar erir erimez, bir mantar gibi küçük toplar halinde görünürler. Bir haftadan daha kısa sürede, toprağı kaplarlar. Baragan’ın sırtında taşıyabileceği bunlardır ancak. Bu dikeni çok seven ve aç gözlülükle otlayan kuzuya da dayanır. Ama kuzular otladıkça, o gelişir; topçuk halinde büyür ve büyümesi durup da hayvan onu rahat bırakınca, koca bir damacana boyutlarına ulaşır; çünkü o zaman korkunç derecede batar dikeni. Bu kötü tohum kendini savunmayı becerir. Ayaktakımından insana benzer; yararsız oldukça kendini daha iyi savunur. Ama yararlılık ve yararsızlık konusunda kesin düşüncemiz nedir?”