Bildiğimizden Farklı Bir Gıda Ekonomisi ve Gıda Toplulukları Çalıştayı

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Bildiğimiz Ekonominin Sonu köşesinde Direnen Üretici Tüketici Kolektifi’nden (DÜRTÜK) Sevgi Ortaç, İlayda Bozarslan ve Yeryüzü Derneği'inde Aytaç Timur konuklarımızdı. 9 Aralık'ta Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılan 2. Gıda Toplulukları Çalıştayı’ndan ve "bildiğimizden farklı" bir gıda ekonomisinden bahsettik.

II. Gıda Toplulukları Çalıştay'ından bir kare. (9 Aralık 2017, Boğaziçi Üniversitesi)
Bildiğimiz Ekonominin Sonu: 14 Aralık 2017
 

Bildiğimiz Ekonominin Sonu: 14 Aralık 2017

podcast servisi: iTunes / RSS

2. Gıda Toplulukları Çalıştayı hakkında daha fazla bilgi ve çalıştaydan fotoğraflar için aşağıdaki bağlantılara tıklayaın.:

https://www.facebook.com/durtuk/

https://www.facebook.com/YeryuzuDernegi/

***

Ömer Madra: Günaydın, hoş geldiniz!

Fikret Adaman: Merhaba.

Bengi Akbulut: Merhaba.

FA: Bugün 9 Aralık'ta Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilmiş olan Gıda Toplulukları Çalıştay’ı üzerine konuşacağız. 3 kıymetli misafirimiz var bugün, Sevgi, İlayda ve Aytaç arkadaşlarımız. İsterseniz hızlıca bilmeyenler için kimiz, neyiz, ne yapıyoruz bir özetleyelim, ondan sonra da çalıştayda neler yapıldı onların üzerinden gideriz.

Sevgi Ortaç: İlayda ile birlikte Dürtük Direnen Üretici Tüketici Kolektifi’ndeniz.

FA: Merhaba İlayda, merhaba Sevgi.

İlayda Bozarslan: Merhaba.

Aytaç Timur: Ben de Yeryüzü Derneği gönüllüsüyüm.

FA: İsterseniz kısaca bu çalıştayın tarihçesiyle başlayalım, ne zaman başlandı, ne yapılıyor ve son toplantının genel çerçevesi neydi?

AT: Bizim Yeryüzü Derneği’ndeki gıda topluluklarımız bu sene 7. yılına girdi, 7 yıldır insanların küçük üreticiden doğrudan ürün almasını sağlıyoruz. Biz Ekim ayında kurulmuştuk, ilk listemiz Ekim ayında yayınlanmıştı, sonra da her yıl Ekim ayında hem geçmiş 12 ayda neyi yanlış yaptık, önümüzdeki 12 ayda neyi düzeltebiliriz diye toplanıp konuşuyorduk. Geçen sene dedik ki bizim aramızda konuşmakla olmayacak bu iş, esas biz bütün üreticilerimizi de çağırmalıyız, kaldı ki İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Çanakkale’de, Eskişehir’de, Bursa’da, Antalya’da bu işleri yapanları da çağırmalıyız dedik. Geçen sene yine Boğaziçi üniversitesinde 1.sini yaptık Gıda Toplulukları Çalıştay’ı ama bu da kesmedi bizi. Çünkü bu işlerde ne kadar paydaşı arttırırsanız, dayanışmayı ne kadar arttırırsanız o kadar doğru şeyler yapıyorsunuz, akıl akıldan üstün. O yüzden bu yıl biz bütün topluluklara çağrı yaptık, işte Dürtü, Bükop, Kadıköy Kooperatifi, Koşuyolu Kooperatifi Girişimi gibi daha böyle adını anmadığım herkesi çağırdık. Herkes de olumlu cevap verdi, hakikaten bu gıda üzerine çalışan insanlar paylaşmak konusunda Türkiye’deki diğer çevrelerden çok daha farklı, çok daha açık, birlikte iş yapması kolay insanlar, o yüzden bu sene ikincisini çok daha geniş bir tabana dayanarak yaptık. O yüzden de bence hem tartışmalar verimli oldu, hem katılım iyi, oldu, bugün buraya bizi çağırdığınıza geçen sene çağırmadığınıza göre de daha çok ses getirdi demektir.

BA: Gıda meselesinin içinde olanlar da biliyor; bu programda da zaten bir şekilde gıda ekonomisini bildiğimiz ekonomi gibi değil, başka türlü eylemek üzerine konuştuk ve daha önce de bu örneklerden bahsettik ama yine de belki ilk kez programa denk gelenler için Yeryüzü Derneği’nde ne yaptığınızı biraz anlatır mısın? Dürtük’ten İlayda ile Sevgi biraz bahsedebilir belki, Dürtük ne yapıyor, ne zaman ne yaptı, vs. Ondan sonra da Çalıştay’a kimler geldi ve neler konuşuldu? Çünkü benim takip edebildiğim kadarıyla ortak bir şekilde bu başka ekonomiyi eylemeye çalışan gıda topluluklarının ortak sıkıntıları var, vs. Böyle biraz onlardan bahsedelim, ben de meraktayım çünkü hiç takip edemedim, kendim için de soruyorum.

FA: İsterseniz Dürtük’le başlayalım?

İB: Dürtük Direnen Üretici Tüketici Kolektifi 2 senedir faaliyette diyelim, İstanbul ve çevresinde toprağı tehdit altında olan, üretimi tehdit altında olan üreticiyle birlikte hareket etmek için yola çıktık. Bir taraftan çalışıyoruz nasıl devam ettirilebilir, bir taraftan da haftalık olarak sipariş topluyoruz. 200’e yakın üyemiz var, hafta başında bir sipariş formu yayınlıyoruz, bu formda sabit olan Yedikule’den Mevlanakapı’ya uzanan bostanlar ve Piyalepaşa. Bu iki bostandan düzenli alışveriş ediyoruz toplu olarak. Perşembe günleri de Dünyada Mekan’da –Dünyada Mekan da bir dayanışma mekanı- buluşuyoruz 5:30 – 7:30 arasında dağıtımımız var. Katılmak isteyenler olursa bu saatlerde tanışmaya davet ediyoruz.

AT: Buradan da bir duyuru yapalım, ilgilenen arkadaşlar Perşembe saat 5:30 – 7:30 arasında Dünyada Mekan’dayız.

ÖM: Sabah 5:30 mu akşam mı?

İlayda: Kesinlikle akşam tabii ki.

AT: Ömer bey için 5:30 olabilir tabii ki?

ÖM: Normal bir başlangıç! Radyoya gelmeden önce olabilir!

FA: Bizde şöyle başladı, aslında biz 10 yıl önce Takas Şenliği ile başladık bu işe, yani kullanmadığımız herşeyi götürüyoruz, 10 yıldır da sürdürüyoruz yani Türkiye gibi bir kültürde çok zor şeyler bunlar, 10 yıl götürmek- Bu bir kitap, bir gömlek, 1 kilo elma, bir televizyon, cep telefonu ve hepsinin değeri bir, bunları birebir paylaşıyoruz.

Can Tonbil: Oradan ben bir yelek almıştım yaklaşık 3 sene önce olsa gerek, iki tane bez çanta verip bir yelek almıştım, hala giyerim efendim.

FA: Haksızlık edilmiş iki bez çantaya bir yelek, birebir olmalıydı!

CT: Ama onun karşılığında da bir tane kitap aldığımı hatırlıyorum.

FA: Tamam şimdi oldu. Biz orada esasında şunun peşindeydik, ihtiyaç ne? Çünkü ekonominin büyümeye, kalkınmaya dayalı olduğunu söyleyen bütün ekonomistler ihtiyaçların sonsuz olduğunu iddia ediyorlar. Hakikaten öyle mi? Nitekim hiç unutmuyorum bir televizyonla 1 kilo elma el değiştirmişti ve biz hangisi değerli diye tartışmıştık; 1 kilo elma mı daha değerli bir televizyon mu daha değerli? Bu tartışmalar bizi gıda olayına götürdü diyebilirim. Çünkü gıda da aslında ihtiyacımız ne? Mesela Türkçe’de çok güzel bir laf var: abur cubur. Abur cubur acaba yemek mi? Çok ilginç bir soru bence ve Türkçe’de bunu kim uydurduysa bence çok akıllı bir insanmış. Abur cubur yemek mi? O zaman paketli aldığımız şeyler yemek mi? O zaman belki bunlar ihtiyacımız da değil. Ekonomi bunlarla büyüyecekse biz o büyümenin içinde yokuz. Böylece gıdaya başladık, sonra fark ettik ki bizim 10 liraya aldığımız bir şeyin sadece 3 lirası üreticinin cebine gidiyor, Birleşmiş Milletler’in raporu var bu konuda; marketten 10 liraya aldığınız bir şeyin 3 lirası üreticinin cebine giriyor. 7 kime gidiyor? Neden onlara gitsin? Esas üreten burada kazanmalı. Üstelik de bunlar küçük üreticiler, Dürtük’ün de çabası bu, küçük üreticiler yok oluyorlar, daha doğrusu yok ediliyorlar, bilinçli olarak yapılıyor bu. Peki biz küçük üreticiyi nasıl destekleyebiliriz? O zaman aradakileri süpürmemiz lazım. İhtiyaç, aracılar, aslında bu çok basit konuştuğumuz şeyler değil mi, bir yandan da konvansiyonel ekonomide de temel olan şeyler. O yüzden de Türkiye’de de, dünyada da bu yapılan şeyin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de mesela geçen sene Fransızları çağırdık, AMAP diye böyle örgütlenmiş bir gıda topluluğu var, gelip sayılarının 1 milyon’a ulaştığını söylediler. Bu sene İtalyanları çağırdık ‘slow food’ oradan çıkmış, ‘terra madre’ oradan çıkmış. Seneye de gönlümüzden geçen Japonları çağırmak, çünkü bu sistemi ilk defa Japonlar kurmuşlar. O yüzden bu dünya deneyimleri de önemli, onlara dokunmamız önemli.

AT: İsterseniz biraz Çalıştay’a girelim, hatta girmiş olduk, İtalyanlar vardı.

BA: Ben de sizin programa tekrar bakıyorum, yani programda konuşulacağı söylenenler ne kadar konuşuldu, onları açıkçası ben de bekliyorum. Gıda topluluklarının çoğalması, gönüllülük, örgütlenme, iletişim yöntemleri, araçları, işleyiş, ekonomik model ve sorunlar,  reel siyasete yön verebilecek eylemler ve birliktelikler. Özellikle şöyle sorayım soruyu, … derneğinin de bu takasları, Dürtük’ün de benim de içinde olduğum dönemden bildiğim bu yapılar aslına ciddi bir değer de üretiyorlar. Ekonomik anlamda finansal bir fiyat koymasalar da senin bahsettiğin aracıları ortadan kaldırdığın, süpürdüğün zaman aslında aracıların yerine getirdiği hizmeti gönüllülük ve işbirliği ile dayanışma çerçevesinde başka bir grup insan kolektif olarak yerine getiriyor. Bir yandan böyle bir ‘bildiğimiz ekonominin sonu’ var, bir yandan da işte gıda ekonomisinin senin de bahsettiğin gibi, Dürtük’te de çokça tartıştığımız ihtiyaç nedir? Bizim gıda tüketimimiz ne aslında, hangi ilkeler belirlemelidir, gıdanın üretimini hangi ilkeler belirlemelidir? Burada o piyasadaki anonimliği ortadan kaldıracak, yüzyüze dayanışmayı koyduğumuz o anlamda yine genel bir ‘bildiğimiz ekonominin sonu’ hikayesi var.  Buna dair Çalıştay’da neler konuşuldu, onları biraz konuşalım.

ÖM: Bengi sen ortak sıkıntılardan demiştin, ondan da bahsetmek gerekiyor, onlar önemli yani.

BA: Evet aynen.

ÖM: Nasıl çıkacağımızın da ipuçlarını herhalde buradan alabiliriz.

AT: İsterseniz sıkıntılara ikinci turda girelim.

SO: Biz mesela oturumlardan bir tanesinde bostanlardan gelen üreticilerle konuştuk, tam da bu meseleye, yani biz bu adil fiyatı nasıl belirleyeceğiz, adil üretimin şartlarını nasıl belirleyeceğiz? Bunu çok yerel üzerinden yapmak zorundayız ve çok yüzyüze ilişkiler üzerinden yapmak zorundayız. Zaten bizim böyle bir avantajımız var, her hafta görüşüyoruz bostancılarla. Yedikule Bostancılar Derneği başkanı Özkan abi gelmişti, o mesela kendi üretiminin nasıl değiştiğini anlatıyor. Bizimle olan muhabbetlerinden, konuşmalarından, her hafta samimi bir ilişki gelişmeye başlıyor. Bu vesileyle aslında biz bir sürü, yani üretimdeki bir sürü girdiyi, üretimin aşamalarını öğreniyoruz ve yavaş yavaş dillerimiz ortaklaşmaya başlıyor. Galiba en önemli girdilerden bir tanesi bu haline geldi yakın zamanda, Çalıştay’ın da içinde, yani üreticilerin, tüketicilerin, yeni toplulukların, yani kıra yeni giden, şehirden kıra giden insanlar var, aramızda da var bu insanlar, onlarla birlikte hep birlikte aslında bu ikiliyi nasıl kıracağımızı konuşma fırsatı elde ettik biraz.

ÖM: Biraz da senin sesini duyalım İlayda?

İB: Bostanlardan ürün alırken aslında yaşadığımız soruna gireyim mi? Mesela lojistik. Ben Kadıköy Kooperatifi’nde de gönüllüyüm, orada da Türkiye’deki ekolojik üretim yapan yerel üreticiyi destekliyoruz bir yandan. Oradan gelen ürünlerle ilgili aslında, Dürtük’le de, Kadıköy Kooperatifi’nde de, Yeryüzü Derneği’nde de tahmin ediyorum lojistikle ilgili bir sorun yaşıyoruz. Belki böyle ‘lojistik kooperatifi’ falan kurulabilir.

ÖM: Lojistik kooperatifi ilginç bir öneri.

İB: Aslında bu çok konuşulan bir şey.

ÖM: Evet çok ilginç, dışarıdan olunca hiç üzerinde düşünmüyor insan ama çok mantıklı geliyor şimdi.

İB: Karbon ayak izi..

BA: Biz aslında epeydir bunu konuşuyorduk, yani bir nakliye ya da lojistik kooperatifi diye sonra bizim aklımıza gelen kimsenin aklına gelmemiş değil, az önce arkadaşın da bahsettiği yurtdışındaki örnekler, ben bir kere programda da bahsetmiştim, lojistik kooperatifleri var. Mesela bisikletle bunun dağıtımını yapan, bisiklet kooperatifi ile lojistik kooperatifi ortaklaşmışlar bir yerden bunu yönetiyorlar falan. Aslında yapılmayacak şey değil ama aslında İlayda’nın bahsettiği buradaki emek meselesi. Benim de az önce söylediğim bir değeri üretince orada ister istemez insan orada 3 kişi, 5 kişi kalabiliyor yani bu işi yapmak zorunda kalan. Sevgi’nin söylediği o yüzyüzelik ve adil fiyat ne demek, adil üretim ne demek? Bunları ortak bir dille o işi yapan insanların yüzyüzeliğine de yansıyor. Yani lojistik sorun aslında kısmen başka bir ilişkiyi örgütleyebildiğiniz sürece üstesinden gelinebiliyor. Yani insanlar severek, isteyerek oraya gelmeye başladığında, o işi yapmaya başladığında lojistik sorunu da aslında biraz, lojistek demeyeyim de gönüllü emek sorununun da birazcık üzerinden gelinmiş oluyor.

SO: Çalıştayın en canalıcı taraflarından bir tanesi de örgütlerin üreticinin farklı bir sürü yerden gelen insanların biraraya gelip de iş yapma ve acayip keyifli bir şey bu belki diğer forumlardan da bildiğimiz. Bizim Dürtük için de bildiğimiz, hakikaten keyif aldığımız için yapıyoruz bu işi. Bu da hakikaten bu işi can damarı.

ÖM: Can alıcı nokta bu herhalde? Dayanışma ilişkisi.

AT: Ben bu konuda bir şey söylemek istiyorum, Felix Gaddari diye bir Fransız düşünür var, 3 Ekoloji kitabında bahsettiği bir kavram var, ayrıkotu kavramı. Biz bu gıda işini ya da benzeri işleri yaptığımız zaman aslında karşımızdaki kitle, yani bu aracılar, marketçiler, distribütörler, kabzımallar çok örgütlü ve çok güçlüler. O yüzden bu ayrıkotu örneği tam bize denk düşüyor. Diyor ki Felix Gaddari “ayrıkotu yukarıdan baktığınızda küçücük bir şeydir, kopartır alırsınız ama toprağın altında öyle derin kökleri vardır ki bir tarlanın ayrıkotunu söküp çıkartmak çok meşakkatli bir iştir. Biz de bu şekilde biraraya gelebilirsek, yani küçük küçük örgütçükler ama bizi aşağıda, toprağın altında bağlayan şeylerse birlikte ürettiğimiz kavramlar, ilkeler, Çalıştay bence buna hizmet ediyor. Çünkü birlikte oluşturuyoruz o kavramları. Şimdi biz kavramları birlikte oluşturursak kim, nerede, hangi coğrafyada, hangi yöntemlerle ne yapmış? Bunun hiç önemi kalmıyor, çünkü kavramsal bir birliktelik oluşturmuş oluyoruz. İçeriği seçerken de buna çok özen gösterdik. O kavramların içini hep birlikte tartışarak doldurmak. Bir de şuna özen gösterdik, çıkıp biri uzun uzun sunum yapmasın herkes konuşsun. Belki de o yüzden akşamleyin salon kapanış fotoğrafı çekilirken gene doluydu. Çünkü herkes konuşabildi, insanlar artık konuşmak istiyor dinlemek istemiyorlar.

ÖM: Aytaç ben de ufak bir ilavede bulunabilirsem son zamanlarda özellikle bu biyoloji dalında yapılan çalışmalarda ormanların mesela hayatta kalmasının kök sistemleriyle yani Gaddari’nin sözünü ettiği sadece ayrıkotu değil bütün ağaç sistemleri için de geçerli olduğunu ortaya koyan yeni araştırmalar var. Tamamen birbirleriyle temas halinde bir bütün ekolojik yapıyı korumak üzere yaşıyor ağaçlar. Şimdiye kadar hiç tahmin edilmeyen bir şey ortaya çıkarıldı son araştırmalarda bilebildiğim kadarıyla, bu da onu doğruluyor.

AT: Aynen onu doğruluyor. Açık Radyo’da böyle bir program da oldu, ormanda yaprakları birbirine değmeden nasıl büyüdüğü filan konuşuldu. Bitki zekası!

ÖM: Bitki zekası evet.

FA: Bir de herhalde burada doğanın da gözetilmesi söz konusu, bunu belki çok içselleştirmiş olduğumuz için ifade edilmedi ama belki bir iki cümle de oraya sarf etmekte yarar var. Doğayı ve insanı gözeten bir bakıştan bahsediyorsak biraz işin doğa kısmına dair bir şeyler eklemek ister miydiniz?

AT: Mesela demin fiyatı nasıl hesaplıyoruz derken orada öne sürdüğümüz bir kavram var: onarıcılık. Yani biz eskiden ekoloji camiasında sürdürülebilirlikten bahsederdik. Nedir mevcudun sürmesi ama o kadar iklim değişikliğiyle, GDO’larla, hibritlerle, kimyasallarla ekoloji o kadar tahrip oldu ki artık sürdürülebilirlik yetmiyor bize, onarıcı olması gerekiyor. O yüzden fiyatı hesaplarken o küçük köylünün bulunduğu çevrede toprağı, havayı, suyu, yeraltı suyunu, dereyi, gölü onarıcı da bir tarım yapması için bir maliyet lazım onu da eklemeğe çalışıyoruz. Doğru mu? Sizde de öyle değil mi?

SO: Evet, evet ve insan sağlığından bir sürü şeye giriyoruz ya organik sertifikalar, vs. kimin sağlığı diye konuşmaya başlayarak, yani sadece tüketicinin sağlığı değil, bunu nasıl bir ekolojik mesele haline de getiririz? Bu açıdan da Çalıştay’da farklı farklı bakış açılarından bir sürü insan birbiriyle tartışma fırsatı buluyor.

ÖM: Tam bu konuda da yeni bir haber gördüm, daha dünkü Guardian’ın internet sitesinden Carrington’ın bu neo nikotinoid denilen bütün çiçeklerde kullanılması yasaklanan pestisidlerin, böcek öldürücülerinin Britanya’da incelenen bütün nehirlerde çıkmış. Yani şimdi çok büyük bir kriz de orada çıkacak mı? Hem kuşlar, nehirlerin üzerinden beslenen kuşlar hem de bizzat nehirlerin içindeki balıklar ve diğer su hayvanları için büyük bir felaket geliyor mu? Şimdi bu tartışma başlamış durumda, çünkü kimyasal şirketleri, devleri engelleyemiyorlar, bir türlü yasaklayamıyorlar, sorun oradan çıkıyor.

AT:  Bir de ben mesela diğer toplulukların listesiyle karşılaşınca şu çok hoşuma gitmişti, bizim listemiz vejeteryan, herkesin listesi vejeteryan. Aslında siz şimdi gıda topluluğundan beslenmeye başladığınız zaman ister istemez vejeteryan olmak zorundasınız çünkü

ÖM: Hatta vegan!

BA: Evet hatta vegan, çünkü bunları taşıması lojistik sorunu olduğu için kuru gıda ve baklagil ve bostanlardan gelen

ÖM: Bu önemli bir nokta.

AT: Hayır, hayır, bizim topluluğumuza et satmaya çalışan oldu ama biz direndik yani.

BA: Ben son olarak şunu soracağım, somut olarak beraber hareket etmeğe dair, yani hem bu ortak sıkıntıları az önce İlayda’nın söylediği gibi lojistik kooperatiflerine çağrı yapmak da olabilir bu, hem de reel siyasete yön verebilecek öneriler başlığı altında herhangi bir somut bir şey konuşulanlardan bize özet verseniz, var mı yoksa bu böyle devam eden bir beraber kafa yorma hali mi? Onunla herhalde bitirebiliriz programı.

ÖM: Ortak sıkıntı da yokmuş anladığım kadarıyla!

İB: En önemlisi ortak sıkıntıları, ihtiyaçları belirlemek.

FA: Bizim bu programda öğrendiğimiz bir şey var  tabii, o da örneğin yine bu programda konuşulmuştu Katalanya örneği filan, aslında ihtiyacımız olan herşeyi kooperatifler kurarak ya da dayanışma toplulukları kurarak gidermek. Hatta belki bu işin önünde sonunda aramızdaki para çevrilişini ortadan kaldırmak, bunu bir sanala taşımak ya da uyduruk bir parayla yapmak bu işi ve senenin sonunda mahsuplaşmak gibi. O yüzden lojistik kooperatifi bence önemli. Aslında İstanbul’da da bir bisiklet kurye girişimi var galiba. Bu sadece orası da değil, kırtasiyesi, piar’ı, basını, herşeyi kura kura böyle arasında da bir takas ekonomisi üreterek TL ile alışveriş yapmamak, ne kadar güzel olur yani!

İB: Yoldayız.

BA: Zaten bu tür şeylerin, yani bu bahsettiğimiz, programda da bahsetmiştik aslında bu bağların falan hepsinin çıkış noktası genellikle gıda yani en temel ihtiyaç ve aslında hem ekolojik krizin hem toplumsal krizin en çok düğümlendiği noktalardan birisi olduğu için insanlar önce oradan örgütlenmeğe başlıyorlar ne yediklerini ve üreticiyle dayanışmak için. Ondan sonra “bizim lojistik işine ihtiyacımız var” o oluyor mesela ya da bir grafik tasarımı yapan kişi de yok muydu yahut kırtasiye de olmasın mı ya da buradan çıkan gıdaları alıp hizmet sektöründe bir kooperatif kafe ya da kooperatif restoran mı kursa birileri falan diye. Gıda aslında herşeyin tohumu alıyorsun aslında bu tohumu oluyor genellikle dayanışma ekonomilerinin o yüzden doğru yoldayız bence.

CT: İki ekleme de ben yapmak istiyorum, dün internette haberlere bakarken karşıma çıkan bir şeydi, umut verici aslında bir yandan ne kadar kötü bir durumla karşı karşıya olsak da, Google’de Türkiye’de yapılan araştırmalarda “… nedir?” sorusunun cevabının arandığı ilk soru pestisitmiş, “pestisid nedir?” diye araştırmış insanlar en çok, ondan sonra varlık fonu geliyormuş, sonra başkanlık sistemi falan diye devam ediyor ama ilk arama sırasında pestisid geliyormuş. Yani durum ne kadar kötü olsa da insanların ne olduğuna dair biraz fikirleri var olduğunu gösterebilen bir araştırma olarak değerlendirebiliriz bu durumu.

ÖM: Neyi değiştirmek istediklerini de gösteriyor o açıdan da önemli tabii.

CT: İkincisi de bu programın başındaki sisteme dair bir konu olacak Aytaç’ın yaptığı, belki o da biliyordur, geçtiğimiz sene olmasa bile bu sene içerisinde Açık Radyo’da yoğun bir şekilde tartışıldı bu Çalıştay, bunlardan bir tanesi de ‘Dünyayı Okumak’ programıydı Aytaç Timur’un yaptığı. Burada da görebileceğiniz üzere aradaki aracıları çıkarıp kendi programınızı yapabileceğiniz bir platform olarak değerlendirebiliriz Açık Radyo’yu galiba?!

FA: Açık Radyo zaten Türkiye’deki ilk örneği bence gıdadan önce değil mi?

ÖM: Açık Lojistik Kooperatifi!

BA: Buraya geliyorsunuz buradan dağıtım yapıyorsunuz her yere. Süper, çok teşekkürler geldiğiniz için. Bir de şunu söyleyeyim bundan sonraki programlarda biz hem Gıda Çalıştay’ına katılan, katılımcısı da olan hem de Türkiye’deki bildiğimiz ekonominin sonu örnekleri olan Kadıköy Kooperatifi, yeni kurulmakta olan Beşiktaş Kooperatifi, vs. misafir etmeğe devam edeceğiz.

ÖM: Bugün Aytaç Timur, Sevgi Ortaç ve İlayda Bozarslan konuğumuz oldular.

CT: Çok teşekkür ederiz.