Türkiye bir bölgesel güç mü?

-
Aa
+
a
a
a

29 Eylül 2010Referans Gazetesi

Başlıktaki soruya yanıt verebilmek için önce bazı noktalarda açıklığa kavuşmak gerekiyor. Bunlardan ilki, Türkiye'nin barışçı bir güç olması sorunuyla ilgiliyim. İkinci olarak bir ülkenin ‘bölgesel güç' olması, o bölge sınırları içinde ‘küresel güç' olan ülkelerinkine eşit olmasa bile, karşılaştırılabilir bir etki yaratabilmesi demektir. Eğer bir ülkenin böyle bir etkisi söz konusu değilse, ona ancak ‘yerel güç' diyebiliriz. Üçüncü olarak, kolaylık olmak üzere bölgeyi Ortadoğu ile sınırlıyorum.
Türkiye'nin bir Ortadoğu ülkesinin davranışını kendi çıkarları yönünde etkileyebilmesi için, her şeyden önce, söz konusu ülkenin Türkiye'nin önerisini uygun bulması gerekir. Ancak bu yeterli değildir. Çünkü aynı konuda başka ülkelerin de önerileri olabilir. Dolayısıyla Türkiye'nin sunduğu seçeneğin, diğerlerinden ‘daha iyi' olması gerekir. İşte bu noktada sorun karmaşıklaşıyor. Çünkü Ortadoğu, petrol nedeniyle herkesin ilgisini çeken bir bölge. Özellikle de küresel güç olarak düşünülebilecek ABD, AB, Rusya ve Çin gibi ülkelerin. Dolayısıyla Türkiye'nin, bu ülkelerin sunduklarından daha iyi bir seçenek sunması gerekmektedir. Türkiye'nin, iktisadi olanakları, doğal kaynak donanımı, beşeri sermayesi sunduğu seçeneği destekleyen maddi koşulların, onların sunabileceklerinden, daha iyi olmasına izin verecek düzeyde değil.
Örneğin bölgedeki her ülke için AB ile bir ticaret anlaşması yapmak, Türkiye ile yapmaktan daha avantajlı olacaktır. Bu durumda Türkiye'nin küresel güç olarak tanımlanan ülkelerin sun[a]madığı yeni bir öneri ortaya koyması gerekmektedir.
Türkiye böyle bir yenilik taşıyan öneri geliştirebilecek birikim ve deneyimi olduğunu varsayalım[?]. Bu durumda, sorun bu önerinin uygulanabilirliği olacaktır. Herhangi bir önerinin uygulanabilmesi için ilgili oyuncuları (ya da hiç olmazsa büyük çoğunluğunu) tatmin etmesi gerekmektedir. Ancak Ortadoğu ile ilgili ülkelerin istekleri arasında belirgin ve katılaşmış farklılıklar vardır. Bunu görebilmek için Filistin sorununun tarihçesine bakmak yeterlidir. Burada bekleyişleri farklı olanlar sadece Filistinliler ve İsrailliler değildir.
Filistin içinde de farklı otoriteler farklı şeyler istemekte, ayrıca Arap ülkelerinin de bu konuda istekleri farklılaşmaktadır. Bütün bu karmaşıklığa küresel güçlerin tercihlerini de eklemek gerekecektir. Bütün bu farklılıklar arasında bir ortak nokta bulup ülkeleri buraya yönelmeyi hedefleyen bir koalisyon içinde yer almaya ikna etmek hiç de kolay değildir. Önerilenden memnun olmayanların, her zaman engelleyici bir koalisyon kurmaları olanaklıdır. II. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu'nun tarihine bakarsak, aşağı yukarı hep böyle olduğu görülür. (Türkiye'nin, kendi önerisini benimsemeyenlerin bir başka koalisyon kurmalarını engelleyemeyeceğini son Filistin-İsrail görüşmelerinde gördük.) Bu gözlem küresel güç olan ülkeler için de geçerli. Bu nedenle onlar da kendi önerilerinin arkasında güçlü koalisyonlar oluşturmaya çalışmaktalar. (İran'a ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına olumlu oy verenler arasında Rusya ve Çin'in de olmasının sağlanması örneğinde olduğu üzere.)
O zaman soru, Türkiye'nin kendi önerisinin arkasında ‘kazanabilecek güçte' bir koalisyonu kurabilecek ya da böyle bir koalisyonun önemli bir oyuncusu olabilecek konumda olup olmadığıdır. Bunun için gerekli koşul, Türkiye'nin ilgili oyuncuların tümünce ‘güvenilir' bulunmasıdır. Bugün gelinen noktada Türkiye'ye başta, sınırlı da olsa, güven duyan bazı oyuncuların daha kuşkulu bir konuma geçmiş olduklarını görüyoruz.
Öte yandan, Türkiye'nin yenilik getirmekten vazgeçerek, kurulmuş bir koalisyona katılmaya kalkması da anlamsız olacaktır. Çünkü o zaman söz konusu koalisyon açısından Türkiye zaten gereksiz/önemsiz bir oyuncu durumuna düşecektir. Bu durumda Türkiye'nin, bugünkü tutumunu kaygıyla karşılayan ABD, İsrail ve Mısır gibi oyuncuları ikna etmedikçe, bölgesel güç olduğunu, hatta olabileceğini söylemek yanıltıcı olacaktır.