Susana Baca ile Röportaj

-
Aa
+
a
a
a

Tıkabasa müzik

Hiç unutmuyorum, 1995 yılında Susana Baca müzik camiasında bomba gibi patladı. Elbette ondan önce bilenler biliyordu, özellikle 1987 tarihli ilk albümü “Poesia y Canto Negro”, ama Afro-Peru geleneksel parçalarının toparlandığı “Afro-Peruvian Classics: Soul of Black Peru” toplama albümü sayesinde tüm dünya adını bilir oldu. Bu albümü hala yere göğe sığdırılamamakla birlikte sorumlu bir çalışma. Etnik müzik severlerin mutlak suretle arşivinde bulunan bir çalışma.

27 Nisan’da Aya İrini’de Avea Sıra Dışı Müzik Konserleri kapsamında, Latin dünyasının Grammy’li divası Susana Baca’yı ağırlayacağız.

Dinleyeni kavrayan derin müzikleri, şarkı söylerken bizlere hayatı yaşatan sanatçı piyasaya çıkardığı 13 albümüyle müzik dünyasının dinmeyen fırtınası haline geldi. Yarattığı etki, sahiplendiği sorumluluklar ile kendisini farklı bir konuma taşıdı. Afro-Peru müziğinin yaşatılması, tanıtılması ve kültürünün gelişmesinde oynadığı önemli rol sayesinde önemli bir misyona sahip olan sanatçıyı uygun bir zamanında yakalayıp siz müzik severler için bir röportaj yaptım. Samimi ve doludizgin cevaplar ile geçen bu önemli röportajı siz müzikseverler ile paylaşmanın heyecanı içerisindeyim.

Keyifli okumalar…

Başlangıç olarak Türk dinleyicileriniz için müziğe nasıl başladığınızı ve nasıl bir müzisyen olmaya karar verdiğinizi açıklar mısınız?

Müziğe annemin karnında başladım diyebilirim. İnsanların, müziği kendi kendilerini ifade etme aracı olarak kullandıkları bir yerde doğdum. Annem çok iyi bir balerin, babam ise gitar çalıp şarkı söylerdi.  Tüm aile fertleri şarkı söyler, dans ederdi. Teyzelerim  Aretha Franklin tarzında siyahi ve şişman kadınların sesine sahipti.

Türk müziği ile ne kadar haşır neşirsiniz? Beğendiğiniz bir sanatçı var mı? Eğer, ileri de bir çalışma imkanı bulursanız kiminle çalışmak istersiniz?

Bir kez Sezen Aksu’yu dinledim, yoğunluğundan çok etkilendim. Şarkı sözlerini anlayabilmeyi çok isterdim, Türkçeyi bilmiyor olmak benim için acı.

Afro-Peru müziğine performans ve araştırma bakımında hayatınızı adadınız, bu tarzda sizi etkileyen nedir?

Öncelikle, Afro-Peru müziği doğal bir müzik, benim siyahi oluşum gibi ayrıca Afro-Peru müziği hem çok zengin hem de ritim çeşitliliğine sahip. Öncelikle, bunu dünyaya, en önemli sahnelere ve salonlara taşımak benim için bir tür meydan okuma idi.  İkincisi,  susturulmuş, göz ardı edilmiş, yok olmaya yüz tutmuş, programlı bir şekilde unutturulmuş müziğimizi ve kültürümüzü tanıtmak sosyal bir sorundu. Bu yüzden kendi kimliğimi onarmanın bir parçası olarak kendimi buna adadım.

Afro-Peru müziğine aşina olmayan dinleyiciler için bu tarzı biraz daha açıklayabilir misiniz?

Size şunu söyleyebilirim ki; her müzikte olduğu gibi Afrika müziğinde de Afro çok ritimliliği koruyarak geleneksel Kızılderili müziği ile birleştiriyoruz, kendine has özellikler kazanmanın yanı sıra melankolik seslerin yerini kimi zaman bayram havası alıyor. Bu, yaşayan bir müzik. Türkiye’de insanlar zamana iyi ayak uyduruyor ve bence birçok ortak duygumuz var. Bizim müziğimizi çok beğeneceklerini düşünüyorum.

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

Benim müziğimde neşeli, eğlenceli, bolca oynak ritim var. Aynı zamanda benim müziğimde şiirsellik var; şarkı söylediğimde, dinleyenler çoğunlukla gözyaşlarına hakim olamıyor. Benim müziğim tutkuya sahip. Dinleyicinin ruhu bizi dinlemekten memnun, ayrıca müziğim barış elçiliği yaparak net bir özgürlük mesajı veriyor.

Ne yazık ki eski müziklerin çoğu korunmamakta, bu sizi daha fazla araştırma yapmaya ve Peru müziğini daha fazla duyurmak için kamçılıyor mu? Öte yandan sizin ve müziğiniz hakkında bilmemiz gereken en önemli şey nedir?

Benim ülkemde, ne yazık ki hala ırkçılık var. Kızılderili müziği ve büyük çoğunluğu kıyılarda yaşayan siyahilerin müziği ve bu ikisinin karışımı Avrupalı Kreoleler (Avrupalı yerleşimcilerin soyundan gelenler) için ortadan kalkması gereken bir olguydu, şarkı söylemek ve araştırmaya devam edebilmek için köklerimi araştırmaya taşıyan bir mücadeleye ve uzun bir sürece girdim.

Vatanımızın kültürel esası Kızılderili,  Siyahi ve İspanyol’dur. Bu üçünün karışımı, her birinin kendi katkısıyla, Peru’nun kültürel mirasını oluşturmuştur .

Irkçılık, yıllar yılı insanların doğal miraslarını saklamalarına yol açtı ve bu yanlış görüşü silip atmak bir mücadeleye dönüştü; bir sanatçı olarak ben bugüne kadar, korunmuş olan tüm değerler açısından yeni genç müzisyenler için bir köprü görevi gördüm.

Peru’nun Kültür Bakanı oldunuz, bir müzisyen olarak bu size ne hissettirdi ve bu görevciniz boyunca neler yapabildiniz?

 

Önce ev siparişi verdim, bütçeyi savundum, teknisyenlerin ve araştırmacıların desteği ile kültürel yönetimi, birçok plan ve projeyi gerçekleştirdim. Bakanlığı açtım ve mevcut tüm sanatçıları orada kabul ederek tüm kültürel ifadeler kapsamında bir sinema salonu oluşturduk, Sinema Kanunu’nu çıkardık.

Sanatçıların sosyal güvence sahibi olmaları için bir sanatçı yasası çıkarıldı. Arkeolojik ve anıtsal malvarlığının korunmasına ilişki politikalar tasarlandı. Bir albüm yapma imkanı bulamamış ve besteleri, yorumları ile Peru’nun gurur kaynağı olmuş en iyi müzik çalışmalarına sahip farklı sanatçıları kaydetmek için bir kayıt/ arşiv çalışması oluşturmak istedim.

Müzik Müzesi açacaktım. Ancak görev sürem çok azdı, yalnızca 4 aydı ve politik desteğe sahip değildim.

Bu görevinizden sonra OAS (Organization Of America States – Amerikan Devletleri Örgütü) başkanı oldunuz, bu konum müzik kariyerinizi nasıl etkiledi?

Bütün bunlar başarıyla gerçekleşti çünkü ben dünyaca ünlü bir şarkıcı ve sanatçıyım ancak yönetimim sırasında Peru’daki eleştirmenler buna çok kızmışlardı, zira şarkı söylemeye devam etmeliydim. Ben dürüsttüm, bakan olmayı kabul ederken Peru Başbakanı’na ve Cumhurbaşkanı’na şarkı söylemeye devam etmek zorunda olduğumu söyledim. O noktada siyasi destek olmadı. Ben şarkı söylemeye çıktığımda sanatçı olarak işimi yapıyordum, aynı zamanda Bakan olarak birçok kurumun kapısını açtım ve Peru’yu Kültür Bakanlarının uluslararası ajandalarına dahil ettim. 4 ayda çok çalıştım, sağlığımı tehlikeye atarak 4 saatlik uyku ile yetindim. Elimden gelenin en iyisini yaptım.

İşte tam bu prestijden dolayı Amerikan Devletleri Örgütü Amerika Ülkeleri Kültür Komisyonu Başkanı seçildim. Ülkeme sağladığım başarıları dile getirme fırsatım olmadı.

Kanımca sınırların gün geçtikçe ortadan kalkması sonucu farklı kültürler birbiri arasında entegre oluyor, utançlar yıkılıyor ve dar kafalılar tarafından uygulanan ırkçılık yok oluyor. Kültürel küreselleşme hakkında düşünceleriniz nedir?

Pek çok farklı ülkeyi tanımayı sağlayan küreselleşme, günümüzün fenomeni haline geldi. Bunun olumsuz yanı, bir halkı diğerinden ayıran geleneksel görgülerin sulandırılarak belirli bir standarda getirilmesi eğilimi. Olumlu yanı ise, örneğin müzik ile ilgili olarak, farklı kültür kombinasyonlarının birlikte müzik yapmayı tecrübe ettikleri bir senaryo. Bir Rus, Arap, Brezilyalı ve bir Avusturyalı birlikte iyi müzik yapıyorlar ve bu muhteşem; felaket olan Rus’un gözden kaybolması olur.

 “Dünya Müziği” terminolojisi çok popüler oldu, bazı sanatçılar bu tanımı kucaklarken, bazıları çok sert tepki gösterebiliyor. Siz yerel bir müziğin “dünya müziği” olarak sınıflandırılmasına nasıl bakıyorsunuz?

“Dünya müziğinden” benim anladığım, gerek kendine has özellikleri olan, gerekse de onu evrenselleştiren bir takım unsurları bulunan ve elbette küreselleşen bir müzik olması.  Dünya Müziği ifadesi daha çok müzik piyasası içerisinde bir konum. Piyasa, bazı yerel müzikleri satılabilir veya satılmaz olarak değerlendiriyor ve ben şahsen bunu kınıyorum.

Global müzik arenasını göz önüne alırsak kendi müziğinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? Ayrıca Perulular ve siz müziğinizi nasıl sınıflandırıyorsunuz?

Müzik endüstrisine göre ben dünya müziği yapıyorum, Perulular için ise, kendisine ait rafine bir müzik ve bana göre, çağdaş unsurları bir araya getirdiğim ancak kendi çağdaşlığımı da yaşadığım kendi müziğim.

Sınırları ve insanlar arasındaki buzları yıkan müziğin gücü hakkında bir yorum istesem?

Bence müziğin sahip olduğu güç ve farklı ten renklerine sahip yaşlıların, gençlerin, çocukların bir arada dans ettiği, çığlıklar attığı, şarkı söylediği bir konseri görmek muhteşem. Herkes aynı dili konuşmaz ama müzik onları birleştirir, ruhlarını bir araya getirir. Orada olmaktan memnun olurum. Singapur Womad’daki Jimmy Cliff konserini hatırlıyorum.

Kendi müziğinizin yanı sıra, sürekli aralıklarla geri döndüğünüz, ilham, derinlik ve ruhaniyet aldığınız başka bir sanatçı veya albüm var mı ve neden?

Etiyopya şarkıcılarını dinlemek kendi ruhum açısından oldukça yararlı; kısa bir süre önce orada yaşayan Beatriz adında, Peru Belçika Büyükelçisi olan bir kadın bana bazı CD’ler verdi. İlham kaynağı, Cadiz’in tüm özüne sahip olan Javier Ruibal. Beni tutku ile dolduran bir başka olgu ise Camarón de la Isla, bu şarkı insanın içinden kopup gelen bir şey.

Sizin müziğinizi etkileyen Perulu, Latin Amerikalı ve Batılı sanatçılar kimdir?

Caetano Veloso, Gilberto Gil, Billy Holiday, Mercedes Sosa, Silvio Rodríguez, Fito Paéz ve Calle 13 del Peru, Jesús Vásquez, Chabuca Granda, Nicomedes Santa Cruz  de los Jovenes, Javier Lazo ve Rafo Raez.

Bir dünya sanatçısı olarak, tüm dünyayı dolaşırken diğer sanatçılardan neler kulağınıza geliyor? Özellikle son zamanlarda dinleyip oldukça etkilendiğiniz bir sanatçı/grup var mı?

Juan Perro ve “Rio Negro”su  ile bir dizi Perulu vals şarkıcısından oluşan “La Gran Reunión”.

Ver son sorum olarak, Björk ve Damien Rice gibi sanatçılar yorumlamak nereden aklınıza geldi?

Damien Rice’ın bir CD’si elime geçti, söylenişindeki sakinlik hoşuma gitti, ağzını açıp ruhundan söyleyişi.  Björk ise adı gibi: “hayat”, şarkı söylerken size verdiği şey bu, çapalı şarkısını aldım çünkü ben deniz kenarında büyüdüm, onun deniz ile ilgili söylediği her şeyi ben de hissediyorum.