'Sorun'lar ve 'çözüm'ler

-
Aa
+
a
a
a

8 Şubat 2008Radikal Gazetesi

Bugünlerde aklımdan geçirdiğim bir konuyu Ahmet Altan çarşamba günü Taraf'ta yazmış. Konu, sorun çözmek için hiçbir şey yapmama alışkanlığımızdı. Bir şey yapmayarak sorunu büyütme huyumuz. Ahmet Altan bunu benden daha 'beliğ' cümlelerle anlatıyor: "Sorunların, biz onları çözdüğümüz zaman değil de çözmediğimiz zaman ortadan kalkacağına inanan tuhaf bir toplumuz." Evet, tam da böyle.. derken, belki de tam böyle olmadığını, böyle olmayabileceğini düşünmeye başladım. İmdi, bir ülkede sorunları kim çözer? Çözmeye 'etkili ve yetkili' olanlar çözer tabii. Bizde bunlardan var mı? Var elbette, 'önemli ve rütbeli' zevatımız, hiçbir zaman eksik değil ve zaten kendileri her daim hatırlatırlar, eksik olmadıklarını, olmayacaklarını... Konunun anahtarı belki de 'sorun' dediğimiz şeyin tanımında. Belki onların 'sorun' dediği şeyi biz o gözle görmüyoruz, onlar da bizimkileri... Bu bir açıklama olabilir mi? Ahmet Altan'ın yazısını okumadan önce benim aklımdan geçen 'sorun' şu Ergenekon konusuyla ilgiliydi. Hani, hep söylediğimiz şeyler: bir kamyon çarptı, aralanmaması gereken perdeler aralandı, görünmemesi gereken şeyler göründü. Ahmet ve ben, benzer münafıklarız, bu olaya bakıp o görüneni görünce bizim burada 'sorun' diye çıkarsadığımız, böyle kolay akla gelmez ilişki ağlarıyla suç örgütleri kurulmuş olması, bunların kendi kafalarına göre 'vatan kurtarmak' üzere işlediği cinayetler, bu gibi olayların bir toplumun hayatı üzerinde oluşturduğu dayanılmaz ağırlık vb. 'Sorun' deyince biz böyle şeyler anlıyoruz. Peki, o 'etkili ve yetkili'ler, 'önemli ve rütbeli' olanlar? Tahmin ediyorum ki onlar da Susurluk kamyon kazası gibi bir olaya bakınca, 'Burada sorun var' diyorlar. Ama ortaklık bu noktada bitiyor. Çünkü bu noktada bizim gibiler için 'sorun', aralanan perdenin iyice açılması, toplumdan saklanan şeylerin gün ışığına çıkması ve tabii, nihai olarak, böyle şeylerin bir daha olmaması. 'Etkili ve yetkililer' içinse 'sorun' bunun tersi: bu perdeyi nasıl kapatırız, bu parlayan ışığı nasıl savunuruz, uygunsuz vaziyette yakalanan generali nasıl kamufle deriz? Ve tabii, nihai olarak, bu gibi şebekelerin ilanihaye çalışmaya devam etmesini nasıl sağlarız? Bu soruları sorup sıraladıktan sonra, harekete geçiyorlar ve tabii 'etkili ve yetkili' oldukları için, 'sorun' olarak gördükleri şeyi çözüyorlar. Nedir çözüm? O subay terfi ediyor, soru sormak isteyen Millet Meclisi'ne gitmeye tenezzül etmiyor, üç generale ifade veriyor, onlar şüphe çekici bir şey görmüyor. Dava devam ettiğine göre ortada kesin bir şey yok. Ben de 'var' demiyorum, ama tutalım, varsayalım ki, şimdiye kadar ortalığa saçılan bilgilerde bir gerçeklik payı vardır. Bu ne demek? 'Etkili ve yetkililer'imiz öyle bir 'sorun' saptamış ve sonra bu 'sorun'u öyle bir biçimde çözmüş ki, işte Danıştay yargıcından Hrant, papazlara, misyonerlere bir yığın insan canından olmuş. Susurluk'un üstünü örtmek için harcanan çabalar o zaman üstünü açmak için harcansaydı, bu insanlıkdışı olaylar çok büyük bir ihtimalle yaşanmayacaktı vb. Böyle olunca, 'sorun çözmüyorlar' diye yakınmaktan vazgeçiyorum galiba. "Ama çözmesinler, çözmedikçe birkaç ceset daha eksik kalabilir. Çözerlerse.. maazallah!"