Savaşın sınırında

-
Aa
+
a
a
a

23 Ekim 2007Nuray Mert

Anadolu'nun birçok yerinde, benim yaşımda kadınların çocuklarını kaybetmenin acısını bir kez daha yaşadığı bir zamanda, oturup yazı yazabilmek, yani ahkâm kesmek için önce derin bir vicdan azabıyla boğuşmak gerekiyor. Diğer taraftan Kürt meselesiyle ilgili söylenen her şeyin tükendiği bir noktaya geldik. 'Ben onu demiştim, o bunu demişti, Kürtler şunu yaptı, Türkler bunu yaptı, o yapılsaydı, bu söylenseydi' diye yazı döşenmenin hiç zamanı değil. Aslında, Kürt meselesinin tüm çetrefilliği bir yana, Türkiye yanı başında yaşanan savaşın sınırında olmasına rağmen ilelebet dışında kalmanın imkânsızlığını yeni yeni kavramanın şoku içinde. Son 20 sene içinde dünyadaki dengeler tümüyle değişti, üstelik bu denge değişiminin merkezinde Sovyetler sisteminin dağılışı vardı. Ve Türkiye bu sistemin çöküşünün etki alanının merkezinde bulunuyordu. Ancak, biz bu değişime, bazı eski solcuların 'Soğuk Savaş bitti, o halde biz de bari liberal olalım' şeklindeki dönüşümleri dışında fazla kafa yormadık. Birinci Körfez Savaşı'ndan itibaren, Ortadoğu karıştı, bu eşikte de, Kürt meselesi de dahil olmak üzere, ileriye dönük bir akıl üretemedik. 'Biz' derken, ne devlet, ne sadece o veya bu çevre veya siyaseti kastetmiyorum. Siyasi parti ve örgüt olarak temsil edilsin edilmesin, tüm siyasi çevre ve siyaset üzerine ahkâm kesen herkesi kastediyorum. Devlet ve resmi ideoloji ekseninde siyaset yapanlar, Kürt meselesinin 'ihanet' ötesinde hiçbir insani boyutu olmadığı konusunda sonuna kadar ayak dirediler. Kürt meselesine duyarlılık ve demokrasi ekseninde siyaset yapanlar, Türkiye'nin güvenlik sorunu olduğunu, uluslararası dengelerdeki değişimleri ve nihayet Kürt sorununun giderek daha fazla milliyetçilik ve şiddete bulaştığı gerçeğini görmezden gelmekte ısrar ettiler. Körlerle sağırlar birbirini ağırlar. Şimdi bu ağırlamanın bedelini daha fazla ödeyemez olduğumuzu ilan ediyoruz. İyi de kime? Son gelişmelerin sadece PKK ile açıklanamayacağı konusunda neredeyse herkes hemfikir. Kimi işi Barzani-Talabani ve Kuzey Irak'a, kimi ABD'ye kadar uzatıyor. Ortadoğu'da tüm dengelerin karıştığı bir dönemde, tabii hiçbir olay tekil çerçevede açıklanamaz. Peki, bu durumda tam olarak kime meydan okuyoruz? Tüm toplumlar varoluşları tehdit edildiği noktada, varlıklarını tescil edecek tepkiler gösterirler. Bu tepki ardında bir akıl olmayan refleks mahiyetinde ise, derdimiz bitmeyecek demektir. Bana öyle geliyor ki, bunca zamanı 'Dünya yansa bir kalbur samanım yanmaz' daha doğrusu 'Dünya yansın bir kalbur samanım yanmasın' siyaseti ve ufku ile geçirmiş olan Türkiye'nin şu anki tepkisi refleks mahiyetinde. Umarım, bu refleks serinkanlılıkla buluşup, ufku olan uzun soluklu bir politikanın başlangıcı olur. Yine, umarım, politik akıl noksanlığı bir yana, Allah bizi, yanı başımızda her gün can alan işgal ve savaşa bu kadar duyarsız kalmak suretiyle sergilediğimiz vicdan noksanlığımızın bedelini ödemekten sakınır. Ben dünyayı akıl kadar ve belki daha fazla vicdanın ayakta tuttuğunu düşünen biriyim. Bu noktada hemen söyleyeyim, bazılarının iddia ettiği gibi 1 Mart tezkeresinin reddi, bugün başımıza gelenlerin sebebi değil, tam tersine Ortadoğu ölçeğinde ufku açık bir yola gireceksek, akıl ve vicdanın buluştuğu 1 Mart tezkeresi iyi bir milat olarak anılacak.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=236572