Osman Cemal'den bir 'Argo Lugatı'

-
Aa
+
a
a
a

Ayrıntılarla uğraşan bir insan olarak, sözlüklere özel bir önem veririm. Hele bu sözlük özel bir ilgi alanını içeriyorsa, değeri iyice artar. Bu nedenle geçtiğimiz aylarda (Ekim 2003) Selis Yayınları’nın Osman Cemal Kaygılı’nın ‘Argo Lugatı’nı yayınlaması, beni oldukça heyecanlandırdı.

 

Bu ‘lugat’den ilk kez Ferit Devellioğlu’nun Türk Dil Kurumu’nca 1940’lı yıllarda yayınlanan ‘Türk Argosu’ [1] adlı kitabını karıştırırken haberdar olmuştum. Kitaba bir önsöz yazan M. Şakir Ülkütaşır, önce Türk argosuna yönelik çalışmaların olmamasından yakınır: “Filhakika daha evvel üstat Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ercüment Ekrem Talû, Sermet Muhtar Alus gibi muharrirlerimiz makale ve hikâyelerinde, argodaki birtakım sözleri yazılarına intikal ettirmemişlerdir. Buna rağmen ne bir folklorcumuz, ne de bir lûgatçimiz Türkiye argosunu toplamak yolunda gereği kadar ciddî bir harekette bulunmamışlardır.” Ülkütaşır bu yakınmayı yaparken sanki birden aklına gelmiş gibi, şu sözlerle devam eder: 

 

“Yalnız burada şu noktayı memnuniyetle kaydedelim ki, rahmetli Osman Cemal Kaygılı bu konu üzerinde bazı makaleler yazmış ve bir kısım kelimeleri neşretmiştir. Bu sahanın değerli ve yetkili bir yazarı olan Osman Cemal’in gerek argomuz ve gerek halk tabirlerimiz hakkındaki –noksan da olsa- bu yayınları, bilhassa doğru açıklanmış olmaları bakımından, en çok istifadeye şayandır.” [2]

 

Osman Cemal Kaygılı’nın adı geçen çalışması 1932 yılında Haber gazetesinde tefrika edilmiştir. Yetmiş yılı aşkın burada kalmış ve en nihayet kitap olarak gün ışığına çıkarılmıştır. Elbette bu süre içinde bir çok argo sözlüğü yayınlanmıştır. Yukarda adı geçen Ferit Devellioğlu’nun sözlüğü sürekli genişleyerek (en sonuncusu 1980’de olmak üzere) [3]

altı baskı yapmıştır.Hulki Aktunç’un ‘Büyük Argo Sözlüğü’ [4] ise çağdaş gelişmelere açık yapısı ve sıkı araştırmacılığı sayesinde yakın dönemlerin bu konudaki en önemli kaynak kitabı haline gelmiştir . Ama bütün bu gelişmelere rağmen, Kaygılı’nın bu çok eski tarihli çalışması, bir efsane haline gelmiş, merak konusu olmuştur.

 

Selis Yayınları’nın yayınladığı Osman Cemal Kaygılı’nın ‘Argo Lugatı’, kitabı yayına hazırlayan Tahsin Yıldırım’ın ‘Argo Üzerine’ başlıklı sunuş yazısından sonra (s.7-38) Kaygılı imzalı üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar;

 

a)   Haber Akşam Postası gazetesinde Temmuz- Ağustos 1932 tarihlerinde tefrika edilen Argo Lugatı (s.39- 111);

b)   Resimli Şarkı dergisinin Eylül 1933 tarihli 33. sayısında yayınlanan ‘Bizde Argo’ adlı makale (s.113- 123);

c)   Daha önce nerede yayınlandığı belirtilmemiş ve Mehmet Halit Bayrı’nın ‘İstanbul Argosu ve Halk Tabirleri’ adlı kitabına bir katkı olması amacıyla kaleme alınmış ‘Halk Tabir ve Tekerlemeleri’ başlıklı makale (s.125- 138).

Bu bölümlerden sonra yine editör tarafından hazırlanmış (olduğunu sandığım) “Osman Cemal Kaygılı’nın eserlerindeki bazı halk tabirleri ve argo ifadeler”başlıklı kısa bir inceleme ile kitap noktalanmaktadır (s.139- 159).

 

Osman Cemal Kaygılı, ‘Argo Lugatı’ için yazdığı küçük sunuşta, söz konusu argonun bir ‘külhanbeyli’ dili olduğunu özellikle belirtiyor: “ ‘Haber’ için hazırladığım bu lugat, argonun yani bizdeki külhanbeylik şive ve lehçesinin oldukça canlı bir aynası olacaktır”. Kaygılı’nın lugatının ayrıntılarına girmeden önce, geçen yıllar içinde argo kavramının giderek genişlediğini, bir çok özel kesim arasında konuşulan sözcüklerin daha sonraki sözlüklere girdiğini belirtelim. Hatta Arslan Kaynardağ’ın “bitpazarı esnafı”nın , Filiz Bingölçe’nin ise kadınların argo sözlüğünü hazırladığını hatırlatalım. 

 

Osman Cemal Kaygılı’nın ‘Argo Lugatı’ elbette çok eskimiş bir sözlüktür. Ama bu eskilik ona ayrı bir tat vermekte. Yok olmuş sözcükler ve deyimler, hem arkeolojik kazı alışkanlığı olan araştırmacıları heyecanlandırmakta, hem de argonun yapısal özellikleri hakkında ilginç gözlemler yapmamıza olanak sağlamakta. Arkeolojik tadı ancak ancak kazı çalışmasında alabileceğinizi tahmin edebilirsiniz. Biz burada bazı küçük notlar aktararak, bu metinden hareket ederek, argo üzerine birkaç saptama yapabileceğiz.

 

Giyim kuşam, bu konudaki yeni eğilimler, moda argonun ilgi konuları arasındadır. Bu ilgide elbette bolca “alay” ve aşağılama vardır. ‘Lugat’den bu kapsamda örnekler:

 

Adadiyoz: Kılık kıyafeti, hal ve tavrı pek uçarı, pek kopukvari. “İmanım adadiyoz yürü!”

 

Bavyere çobanı: Avcı ceketi, golf pantolonu, uzun çorap ve alelûmum spor kostümüyle yollarda gezenler. “ Al bir bayere çobanı daha sana!” “Bilader, dün gece bir bavyere çobanına çattık, az kalsın başımız nara yanacaktı.”

 

Kereste:  (Bu sözcüğün ilk anlamı hödük, dangalıktır, ama ardından şöyle bir açıklama geliyor) Kılık kıyafetleri acayip olanlara da ‘kereste’ derler. Meselâ: temmuz sıcağında arakasında cübbe bozması siyah bir pardösü, bacağında beyaz pantolon, ayaklarında yün çorap, başında panama şapka, elinde baston, yüzünde bir parça sakal ile dolaşanlara ‘kereste’ derler.

 

Günümüz argosunda yabancı kökenli sözcükler arasında ağırlığı İtalyancadan ve Çingeneceden gelenler oluşturur. Ama 1930’lı yıllarda bu ağırlık, İstanbul’da yoğun olarak yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi kökenli vatandaşlarımızın anadillerine aitti. Bir kaç örnek:

 

Ola mesa: (Rumca: Doğru içeriye, anlamına gelir)Ulu orta, paldır küldür, sağa sola bakmadan, oldum olasıya, olduğu gibi, düşünüp taşınmadan,

mülahaza etmeden, aklına estiği gibi. “ola mesa yürüyor herifçioğlu!”Böyle işlerde ola mesa gidiilmez.” “Yüklen ulan ola mesa!” “Ben ola mesa gideceğim sen ister gel, ister gelme!”Ola mesaya kafiye olsun diye “Haydi ola mesa, helayasa!” derler.

 

Pami: (Rumca) Haydi yürü, kaç, kaçalım, cızdam edelim. “Haydi kıralım pamiyi” “Vaktiyle biz pami edelim.”

 

Sapanorya: Bu kelime Yahudicedir, aslen ‘havuç’ demektir, ‘havuç gibi adam’ ‘biçimsiz’ manalarında kullanılır. “Sapanorya kihaber?” “Sapanorya babandır senin!” (…) “Bak senin sapanoryalara dans ediyorlar.”

 

Voyvo: Dört beş sene evvel ilk defa Balat’da çıkmış, sonra gazete müvezzileri tarafından Babıâli yokuşuna yayılmış oradan alay yollu matbuata geçmiş ve Nazım Hikmet’in bir şiirini tanzir için yazılan mazihi bir manzumede kullanılmış, nihayet bu isimde bir de mizah gazetesi çıkmıştır. Yahudice ‘çürük yumurta’ demekmiş! O zamanlar bu kelime İstanbul’da pek moda olmuş, herkes uçan kuşların peşinden bile “Voyvo” diye bağırmaya başlamıştı. Alay için birisinin peşinden “ Küp! Küp kapakları” makamında kullanılan bu kelime artık az kkulanılmaya başlamıştır. “Voyvo! Turşucuya voyvo!” “Sakallıya voyvo!” *Keresteye voyvo!” gibi.

 

Sözlükteki bazı sözcükler, aradan geçen yetmiş yıllık süreden dolayı, bize tamamen yabancıdır. Sözcüğün kökeni ile argo anlamı arasındaki ilişkiyi anlamak için özel araştırma yapmak gerekmekte. Birkaç örnek verelim:

 

Acem golü: Yenidir, futbol sahalarında çıkmıştır. Manası: Topun kale arkasından geçerek ağlara takılması. Şöyle kullanılır: “- Goool! – Hangi gol be, kör müsün? Ona Acem golü derler.”

 

Anadolu: Yırtık, yama, sakat, leke… Koltukçu argosudur. “Verecektim beş papeli ama Anadolusu vardı.” “Anadolusu var mı bu pantolonun? Yok tertemiz, ayna gibi.”

 

Değirmen: Saat. “Senin değirmene dikiz et bakalım, vakit geldi mi?” “Zil Hasan gene bugün bir değirmen araklamış.” [Not. Herhalde o dönemin saatleri çok büyük olduğu için böyle adlandırılıyor.]

 

Hımdım: Cümbüş, ğlence, sazlı söözlü, içkili âlem. “Haydi bu gece bir hımdım yapalım!” “Dün gece hımdım da idiniz galiba!”

 

Mantalborike: Kokain, heroin gibi beyaz zehirler.

 

Şazeliden: Bu kelime sırf kahve, çay hakkında kullanılır. Manası: cabadan, beleşten, lüpten, bedavadan demektir. “Yap bakalım bize şazeliden bir şekeri çok.” “- On beş kahve borcun var yahu! – Hangi on beş, tam yirmi iki kahve isterim senden, yoksa yedisini de şazeliye mi yükleyeceksin?”Şazeli kahvecilerin piridir.

 

Tünel geçmek: Lâkırdıya omuz vermek, dalga geçmek, söylenileni yanlış anlamak. “Galiba tünel geçiyorsun!” “Tünel geçeceğine lâkırdıya kulak vereydin.”

 

Bazı sözcükler ise zaman içinde değişmiş. Maraza yerine de ‘haraza’ , madara yerine de ‘madra’ kullanılırmış. Mandepsi ise bir harf değişikliğiyle ‘mandepse’ imiş aslında. Öte yandan bugün ‘abazan’ sadece cinsel anlamda kullanılır, oysa bu sözcüğün aslı ‘habazan’mış ve çok daha geniş bir anlamda kullanılıyormuş:

 

Habazan: İştihalı, aç. “kaç gün var rakıya öyle habazanım ki.” “Mangizlikten kaç gün var, öyle habazanım ki…” “Habazan herif, şuraya geldi de karnı doymaya başladı.”

 

Kendi kitaplarında da bizi argo kullanan insanların dünyasında dolaştıran Osman Cemal Kaygılı, bu kez bizzat kelimelerle, argonun bizatihi kendisiyle karşımızda. Bana iyi geldi, size de tavsiye ederim. “Yanpala zeydün” bir vaktinizde, onla bunla “kaynatmak” için. Der makam zınk.

 

‘Argo Lugat’ınden uzun tutulmuş bir madde:

 

PALAVRA: Bugün birçok manalarda kullanılan bu kelime en ziyade matbuat sütunlarında kullanılmaya başladıktan sonra revaç bulmuş ve herkesin ağzına düşmüştür. ‘Palavra’nın asıl manası tulûat kumpanyalarında figüran oynayan oyuncuların yaptığı gürültülü roller demektir. Tulûat kumpanyalarında figüran oynayan oyunculara eskiden olduğu gibi hâlâ ‘palavracı’ derler. Meşhur komiklerimizden rahmetli “K. [el] Hasan Efendi” perde aralarında onlara böyle seslenirmiş:

 

- Haydi ulan palavracılar, çabuk sıralanın koyintaların arasına bakayım!

 

“Koyinta’ demek tulûatçı lehçesinde kolis [Not: yayınevi bu sözcüğün anlamını bulamamış, acaba bir harf yanlış dizilmiş ve korist anlamında ‘koris’ olabilir mi bu? ] demektir. Palavracıların tuluât kumpanyalarındaki rolleri mesela şöyledir: Köy düğünü oynanırken damatla gelini karşılamak üzere bir alay köy delikanlısı el çırparak ve türkü söyleyerek kolislerin yerine sahneye doğru yürürler ki işte bunlar, oyunda esas rolleri olmayan palavracılardır. Hatta bunlar böyle cümbür cemaat
sahneye girerlerken sahnedeki esas rol sahiplerinden Asım Efendi yahut başka bir aktör kendilerine seslenir:

 

- Bu tarafa ağalar, bu tarafa!

 

Hasan Efendi de gülerek ilave eder:

 

- Bu tarafa ağalan bu tarafa, vapuru doğrultalım, köprüyü geçeceğiz!

 

‘Palavra’ kelimesi aynı zamanda yüksekten atma, kıymetsiz şeyleri yaldızlı şekilde kıymetkar gösterme, fazla uydurma, mübelağa, şişirme, bir meseleyi mantarla süsleme manalarına da kullanılır. ‘Palavra’ kelimesi matbuata ilk defa bundan altı, yedi sene evvel ‘palavra edebiyatı’ şeklinde girmiş ve ondan sonra ‘palavra edebiyatı’ ‘palavracı muharrir’ tabirleri herkesin ağzında klişe haline gelmiştir. ‘Palavra edebiyatı’ ‘edebiyatta palavracılık’ ‘palavracı muharrir’ tabirlerinin bundan altı, yedi sene evvel matbuata nasıl giridiğini öğrenmek isteyenler o zamanki Akşam, İkdam gazeteleri koleksiyonlarını karıştırmalıdırlar.

 

‘Palavra’ kelimesi bugün argoda şu şekilde kullanılıyor: “Geç şu palavracıyı be!” “Kulak asma palavracıdır”. “Palavradır inanma!” “Vay palavracı vay!” “Geçmişi tenekeli dün gece bir palavra savurdu, mangalda kül bırakmadı!”

[1] Ferit Devellioğlu, Türk Argosu (Genel inceleme ve sözlük), Genişletilmiş İkinci Basımı, İstanbul 1946

[2] agy, s.IV-V

[3] Kitabın basım tarihleri şöyledir: 1941, 1945, 1955, 1959, 1970, 1980.

[4] İlk baskısı 1990 yılında yapılan bu kitabın YKY’ndan yapılan ikinci baskısı 1998 tarihini taşımaktadır.

[5] Arslan Kaynardağ, “Tarihi, değişen yönleri ve gizili diliyle İstanbul Bitpazarı / Bitpazarı’nın gizli dili ve argosu,” Folklor ve Etnografya Araştırmaları 1984, İstanbul 1984. Filiz Bingölçe, Kadın Argosu Sözlüğü, Metis Yayınları, İstanbul 2001

 

(Post Express'de yayinlanmıştır)