Geleceğin Fotoğrafı

-
Aa
+
a
a
a

Felaketler çağına giriyoruz. İnsanoğlunun, kendi yaşam kültürünü getirdiği son aşama, artık gezegen ve üstünde yaşayan tüm canlılar için tehdit edici olmaya başladı.

Güneydoğu Asya Depremi'nin yarattığı yıkımın görüntüleri, yaşamla sadece ''kâr''lı ilişki kuranların politikalarında hiçbir değişiklik yaratmayacak gibi. Oysa ki gezegen, üstündeki canlılarla beraber alarm veriyor. Narin canlı türleri hızla tükeniyor, kutuplar eriyor, su rezervleri tükeniyor, çölleşme hızlanıyor, kıyılarda ve kutuplarda yaşayan insanlar binlerce yıllık topraklarını ve alışkanlıklarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Gezegen, bilinen en sıcak dönemine giriyor.

Ve tüm bilim insanlarının konsensüs sağladığı bu felakete devletler bile kayıtsız kalamazken ABD, küçük ama önemli bir çabayı, Kyoto Anlaşmasını imzalamıyor bile. Büyük petrol, kömür, enerji şirketleri ABD ile kol kola ateşi körüklemeye devam ediyor.

''Atalarımızdan bize miras kalmayan, çocuklarımızdan ödünç aldığımız dünya'', böyle giderse, kısa zaman sonra o çocuklarla ve tüm canlılara ''felaket'' ve yıkım olarak geri verilecek.  

Güney Asya'da yaşanan tsunami felaketinin ardından ortaya çıkan vahim görüntüleri bazıları, ''işte geleceğin fotoğrafı'' şeklinde yorumladı. Öte yandan 1990 ve 2000 arası, iklim değişikliğine bağlı felaketler 400 bin insanın ölümüne, 480 milyar dolarlık zarara neden olmuş. Ve insanlık, özellikle iklim değişikliği kaynaklı bu fotoğraflara ya alışacak ya da bu gidişata ''Dur'' demek gerekecek. Gezegeninin verdiği tehlike sinyalleri, küresel ısınmanın geldiği boyutu anlatıyor. Bilim insanları küresel ısınmanın okyanusların taşmasına, su rezervlerinin tükenmesine, canlı türlerinin ortadan kalkmasına ve bir dizi siyasi-sosyal krizlere neden olacağını vurguluyor. Kyoto'yu imzalamayan ABD ise küresel ısınmayı inkâr ediyor. Gezegen alarm veriyor, petrolcular, kömürcüler, enerjiciler kâr etmeye devam ediyor.

Küresel ısınmanın etkilerini, konuklarımız İTÜ Meteoroloji Bölümü'nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, çevreci Melda Keskin, Açık Radyo Yayın yönetmeni Ömer Madra ile ele aldık.

Yapılan bilimsel çalışmalardan ve elde edilen tarihi bulgulardan, gezegenin felaketler çağına girdiğini gözüküyor.

Keskin : Eskiden doğal dediğimiz felaketlere şimdi insan kaynaklı felaketler diyoruz. 80'lerle 90'ların karşılaştırmasında, maddi ve insani kayıpların ciddi şekilde arttığı gözüküyor. Bu felaketlerin birinci dünyada mı üçüncü dünyada mı olduğu da önemli. Mesela İsviçre'de veya Almanya'da bir kent sular altında kaldığında, maddi-insani boyutu daha yüksek gözüküyor. Ancak Hindistan'da bu tip felaketlere herkes alıştı. Bir de sigorta şirketlerinin verilerinden felaketlerde artış olduğu anlaşılıyor. Mesela, dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden Münih Re, "iklim değişikliği kaynaklı olaylar 2050'de yılda 300 milyar dolara mal olacak" diyor. Bu para aynı zamanda, bugün iklim değişikliği yaratan fosil temelli yakıtlara ve biraz da nükleer enerji için verilen yıllık sübvansiyon miktarına eşit. Yani, doğrudan halkın vergilerinden toplanan para, her yıl yıkıcı ve yok edici etkisi olan bir sisteme aktarılıyor. ''İnsanlık çıldırmış olmalı'' diyebiliriz.

Aslında iklim değişikliği, küresel ısınma ve buna bağlı etkiler konusunda herkes hemfikir. Hatta devletler bile. Keza, yayınlanan üst düzey raporlar, 189 ülkenin taraf olduğu Kyoto Sözleşmesi de bu duruma işaret ediyor.

Madra: Doğru ama, kabul edilmiyor da. Kimin gerçek kimin başka bir dünya da yaşadığı gibi bir algılama problemi var. ''Hükümetlerarası İklim Değişimi Panel''i neredeyse, şu ana kadar olan en çok bilim insanını bir araya getiren bir toplantı. 14 yıldır üstünde çalışıyorlardı. 80'e yakın ülkeden gelen, iki binin üzerinde bilim insanının söylediği bir şey var: Kayıtlı insanlık tarihinde görülmüş en sıcak 10 yıl, 1990'dan sonraki dönemde yaşanmış. Kimsenin inkâr etmediği bir gerçek bu. Washington Post'tan bilim tarihi doçenti Naomi Oreskes'in araştırmasında, "1993'le 2003 arası saygın bilim dergilerinde yayınlanan 923 tane makalenin %75'i, ya açık olarak ya da ima ederek, durumu kabul ediyor. Kalan %25'i de hiç bir pozisyon almamış. Yani insan elinden mi kaynaklandığını hiç ele almadan, veri olarak kabul etmiş." deniyor. Sadece bir kişi dışında büyük bir konsensüs var; O da MIT'den Prof. Richard Lintzen. Onun da sıkı bir dedektiflik sonucu, Petrol ve Enerji şirketlerine danışmanlık için günde 2500 dolar para aldığını öğrendim. Hal böyle olunca, ''Kim kâr ediyor?'' konusuna dikkatle bakmak gerekiyor.

Yakın zamanda da bir felakete tanık oldu gezegen. Ve bu olayı, bir gazete ''İşte geleceğin fotoğrafı'' diye tanımladı. Küresel ısınma sonrası ortaya çıkacak fotoğrafı da böyle tarif edebilir miyiz?

Kadıoğlu:Güneydoğu Asya'da yaşanan felaket, bize kıyılardaki yaşamın ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Sadece kıyılarda değil, adalarda da. Tsunamide zarar gören adaların denizden yüksekliği çok azdı. Dolayısıyla, bizim gibi ülkelerde, kıyı yaşamı son derece kırılgan ve tehlikeye açık. İşte, bu yüzden, gelişmiş ülkelerde kıyılarda dolgu yollar yapılmıyor. Kısa dönemli yatırımlar yapılıyor. Nüfusun çoğunluğunun kıyılarda olduğu düşünülürse, bu önemli. Karadeniz'de yapılan çalışmalar, 2100'de deniz suyu seviyesinin 1,5 metre yükseleceğini gösteriyor. İklim değişikliğini biz afet olarak görüyoruz. Afet dendiği zaman bir kaç çeşidi var bunun. Şiddetli, ani afetler, işaret vermeden yavaş gelişen afetler, ormansızlaşma-heyelan gibi. Küresel iklim değişikliği de yavaş gelişiyor, ama farkı işaret vermesi. Hem de büyük işaretleri var. Afetler de artıyor, ama daha önemlisi, insani ve maddi kaybın büyük oranda artması. Yanlış arazi kullanımı, kıyıları, dere yataklarını yerleşime açmak... Tüm bunlar afete maruz kalan insan sayısını artırıyor. Üçüncü bin yılın en önemli üç büyük problemi: nüfus artışı, terörizm ve küresel iklim değişikliği. Üç problem de birbiriyle ilişkili. Yani bir çıkmaza girmiş, gidiyoruz.

Doğa da tepki vermeye başladı. Kırılgan türler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya deniyor.

Keskin: Kaydedilen yıllardan bahsedildi, bir de kayıt edilemeyen yıllar var. Buz kütlesinden havuç şeklinde bir kalıbı, 3 km'ye kadar inip çıkartıyorlar. O kalıbın içersindeki bulgulara bakaraktan, önemli sonuçlar elde ediyorlar. İşte son 20 bin yıla dair iklim bilgileri buradan alındı. Geçen Ekim'de yayınlanmış bir makale, Climate/ İklim adlı dergiden; Kuzey Kutbu'nun beklenenden daha fazla ısındığını gösteriyor, %40'ı şu anda erimiş. Eylül ayında yayınlanan bir makaleye göre de; Güney Kutbu'nun batısında buzların akışı ve çözülüşü hızlanmış. Eğer Kutuplardaki donuk toprak çözülürse, toprağın içinde tuttuğu metan gazını hızla atmosfere vereceği büyük bir ''geğirme etkisi''nin oluşacağı görülüyor.

Madra: Ki metan gazı karbondioksitten 4 kat daha fazla sera gazı etkisi gösteriyor.

Keskin: İşte tüm bunların altında inliyor gezegen. İnsanlar ''bir-iki dereceden ne olur'' diye kaygı duymama yolunu seçiyor. Bunu kendi beden ısımızla karşılaştırabiliriz. Ateşim 36.8 iken iyiyim, ama 37.5' a çıktığında hasta oluyorum. Gezegenin de yerküre ısısının şu anki artışı 0,6. Yani, doğa' felaketlerinin bir kısmının nedeni bu artış. Gezegen insanlar tarafından bu şekilde kullanılmaya devam edilirse, 2 derece gibi bir tehlike sınırına ulaşılacağından bahsediliyor.

Hava sıcaklıklarındaki bu anormal değişimlerin de bununla ilgisi var mı?

Kadıoğlu: Biz iklim değişikliğine işaret etmek için gündelik değil, mevsimsel ve yıllık değişikliklere bakıyoruz. İşte, 1998 yılının son 1400 yılın en sıcak yılı olması, sonraki yıllarda da bu trendin devam etmesi, narin kuş türlerinde toplu ölümler görülmesi gibi işaretler de çok önemli. Biliyorsunuz, eskiden madenciler ocaktaki hava değişimini haber vermesi için kuş indirirlermiş, yanlarında. Dolayısıyla, kimyasal değişimlere doğanın verdiği tepkiyi görüyoruz. Bir de iklim göçmenleri vardır. Sadece kuşlar değil, her şey göç ediyor. Mesela Hint Okyanusu'ndan kalkıyor balıklar Süveyş Kanalı'nı geçip Antalya'ya geliyor.

Kitlesel insan göçü olur mu? Güneyden, Kuzeye... Keza bu felaketlerin yol açacağı açlık, susuzluk, evsizlik gibi sebeplerden insanlık belki savaşlar ve büyük göçler yaşayabilir...

Kadıoğlu: Bu olay bir şekilde başladı aslında. Ada ülkelerden, gruplar halinde, gelişmiş ülkelere başvurular oluyor. Artık iklim göçmeni gibi bir olguyla da karşı karşıya kalacağız. Öte yandan, daha başka ekstrem gelişmeler de olacak. Mesela, Mısır ortadan kalkma gibi bir tehlikeyle karşı karşıya. Nil Nehri'nin tuzlanma ihtimali var. Akdeniz'de su yükseldiği zaman, Nil Nehri'ni basacak ve o suyu tarımda ve içecek su olarak kullanan insanlar bundan yoksun kalacak. Bugün Mısır'da Cuma hutbelerinde bile iklim değişikliği konuşuluyor. Hal böyle olunca da, Kuzey ülkeleri ile Güney ülkeleri arasında gerilimler olacak. Sonuçta Kuzey buna neden oluyor, ama bedelini Güney ödüyor.

Madra: Hani şu kurbağa deneyi var ya, içinde kurbağa olan suyu alttan ısıtmaya başlayınca, kurbağa farkına varamayıp haşlanarak ölüyor. İşte, şu andaki halimiz de biraz böyle. Göçmenlik meselesine gelince, mesela 2 metre yükseklikteki Tuvalu gibi adalarda, 90 cm. yükselme çok tehlikeli. Dolayısıyla, Yeni Zelanda'ya başvuruyorlar bizi alın diye. Çünkü, 30 bin senedir oturdukları yerde artık oturamıyorlar. Dünya üzerinde iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının dörtte birini yaydığı gerekçesiyle ABD'yi dava ediyorlar. Bu çok önemli bir gelişmedir. Bunun yanında, Kuzey Kutbu ahalisi Eskimo'lar (İnuit'ler), "Bizi kömür madenindeki kanarya gibi kullanın. Kanaryanın şarkısının bitmesinin anlamı; 'kaçın'' demektir. İşte, biz de kanaryayız. Ve şarkımız bitmek üzere'' diyorlar. Alaska'da Fairbanks denen bölgede, yarı donmuş (permafrost) tabaka çözülüyor ve 20 bin kişilik bir İnuit kabilesi içeri göç etmek durumunda kalıyor. Sonunda, Amerika'dan, Grönland'dan, Kanada'dan ve Rusya'dan 155 bin Inuit'i temsilen bir Eskimo, Orta Amerika Adalet Divanı'na başvurdu, şikâyetçi oldu.

Kadıoğlu: Kuzey Kutbu daha çok ısınıyor. Hava tabakası, yani bizim troposfer dediğimiz, 11 km kalınlığında olan tabakası, bir elmanın kabuğu gibidir. Havaya yaydığınız herhangi bir şey öyle hemen kaybolup gitmiyor.

Keskin: Dünya Bankası gibi yüksek miktarda krediler veren kuruluşlar, genellikle çok mükemmel Çevre Etki ve Değerlendirme Raporları hazırladıklarını iddia ediyorlar. Eskiden yıkıcı projeleri destekledikleri için çok büyük eleştiriler almışlardı. Örneğin 3 küsur milyar dolarlık Bakü-Ceyhan Boru hattı, içinden her yıl 50 milyon ton petrol akacak bir boru hattı. Onların hazırladığı raporda, petrol dökülmeyecek, kaza olmayacak ve benzeri konular var. İklimle ilgili hiç bir şey yok. Muhtemel konu ileride, iklimsel adalet konusu olacak. Bu konuda ilk dava, 2002 yılının yazında, ABD'de Colorado Boulder'de, Belediye meclisi, Greenpeace ve Friends of the Earth (Dünya Dostları) tarafından açılan dava. Karşılarında da Amerikan Eximbank ve deniz aşırı krediler veren diğer bir ulusal banka var. Bu iki bankaya, ''Sen bizden vergi alıyorsun. Gidip bu parayı Amerikan şirketlerine vererek, Filipinler'de bir kömür santraline veya Bakü- Ceyhan boru hattına destek oluyorsun. Sonra bu endüstriyel işletmeler nedeniyle iklim değişiyor ve hayatımızı etkiliyor'' dediler.

Dünyadan farklı örnekler de var galiba...

Keskin: 2003'te Arjantin'deki sel felaketinden sonra, BM İklim Değişikliği Çerçeve Antlaşmasının 6. maddesi öne sürülerek yetkililere dava açılmış. "Siz enerji politikalarınızda iklimi gözetmiyorsunuz, bizim de canımıza okuyorsunuz'' gerekçesiyle. Örnekler çoğalıyor. Nepal Everest'teki ulusal parkını, Peru da yine bir doğa parkındaki tahribatı öne sürerek Kasım 2004'te Dünya Mirası Komitesi'ne başvurup, iklimi bozanları şikâyet etti.

Madra: Bu davaların önemli birer adım olduğuna inanıyorum. Nature dergisi'nde yer alan bir araştırmada, "Grönland'daki buz tabakaları çözülüyor, bunun korkunç sonuçları olacaktır" deniyor. İkinci bir örnek, küresel ısınmadan dolayı Çin'in buğday ürünü yüzde 37'ye düşebilirmiş. Üçüncüsü, tayfunların, fırtınaların oranının %21 oranında artacağı hesaplanıyor. Dördüncüsü de kısıtlanamayan, sera gazı denilen gazların emisyonu Kaliforniya'yı olduğu gibi suya muhtaç hale getirecek deniliyor. Beşincisi ise okyanuslardaki planktonların sayılarında 1970'e göre %80'lik düşüş varmış. Küresel ısınma nedeniyle sayıları azalmış.

Keskin: Hindistan'daki dağlardaki buzulların erimesi sonucunda da milyarlarca insanın suya ihtiyacı olacak. Bir kere eriyip tükendiklerinde arkası gelmeyecek. Ben Formula 1 yarışı düzenliyorum, ama bilmem ne kadar ağaç dikiyorum demekle olmaz. Ağaçların ve denizlerin karbondioksiti emme becerisi var, ama ısınan ortamda bunun tersi tepki verebilecekleri ortaya çıkıyor.

Kadıoğlu: İstanbul'da kar yağmıyor uzun zamandır, sadece yağmur yağıyor. Barajların su seviyesi düşük şu anda. Küresel iklim değişikliği kar yağışını etkilediği için doğadaki suyun depolanması da azalacak.

Madra: İnsanlar bunları duymak istemiyorlar, herkes yat ve katlarıyla yaşamak istiyor. Sadece büyük şirketleri suçlamakla yetinmememiz lazım. Chomsky'nin benim çok beğendiğim lafıyla ''yaratılmış ihtiyaçlar peşinde yaşayan'' insanlarız. Reklamı yapılan her şeyi almak istiyoruz. O zaman da şirketleri suçlayamayız.

Biz de hep afet sonrası konuşulur ya, halbuki bir de önlem kısmı var. Bu durum için de geçerli mi?

Kadıoğlu: Bu aslında sigaraya çok benziyor. 50 sene önce bazıları sigara sağlığa zararlıdır derken, bazıları da aksini iddia etti. Zararları artık ortada. Küresel ısınmaya da vardır, yoktur diye bakmamak gerekir. Riski görmek lazım. "Bekle gör" politikasıyla değil, şimdiden harekete geçmek gerekir. Bireysel olarak da sorumluluklarımız var. En temiz enerji kullanılmayan enerjidir denir. O yüzden birey olarak enerji sarfiyatına çok önem vermek gerekir. Evde kullanılmayan lambaların söndürülmesi, kısa mesafelerde yürünmesi gibi az enerji kullanma yoluna gidilebilir.

Uluslararası eylemcilerin de gündeminde bu konu, değil mi?

Keskin: Elbette. Dava sürecini başlatanlar da onlar. Exxon Mobil'e karşı İngiltere'de yürütülen bir kampanya olmuştu. Exxon bir simge, Amerikan enerji politikasını ve dünyaya saldırmasını destekleyen dev bir şirket. 1 milyon insan boykota katıldı. Birçok sivil toplum kuruluşu destekledi, benzin istasyonlarında bildiri dağıtıldı: "İklim katillerine 5 kuruş vermeyin'' mesajını verildi.

Madra: Çevre hareketleri, yeşilci, hippi, ''entel'' kesimle sınırlıydı. Ama şimdi durum değişti. Batmakta olan ada ülkeler gibi, veya dünyanın en eski milletlerinin kabilelerinin bir arada Amerika'yı dava etmeleri, uluslararası platformlarda çok önemli. Çünkü artık çevre meselesi, barış hareketiyle, genel insan hakları kültürüyle tam bir bütünlük içinde. Hatta insan hakları meselesi bile değil, canlı hakları meselesi durumunda. Bush'un iklim politikasına Arnold Schwarzenegger gibi Cumhuriyetçi vali bile karşı çıktı. Petrol ve kömür şirketleri de "kâr oranımızı zedeliyorsun'' diye dava açtılar. Eyaletler bunlara uyanmaya başladı. Çevre hareketleriyle beraber bütünleşirse umut var tabii ki.

Son olarak, sizce bu felaketi nasıl durdurmak mümkün?

Keskin: Kötü bir benzetme olacak, ama bu kansere benziyor. Kanser ölümcül bir hastalık, herkes farklı şekilde etkileniyor. Enerjide de aynı şey var. Kanserle ilgili hep "mucize şekilde yendi'' haberleri yapılır. Aynı mucizeyi iklim değişikliği için de kullanabiliriz. Ama zihnimizi değiştirebilirsek gerçekleşir. Biz gelişmekte olan bir ülkeyiz, daha kirletmedik, yaklaşımları çok saçma. Bireysel sağlığımız gibi gezegenin sağlığına da aynı özeni göstermeliyiz. "Bir gün gelecek yapacağım'' değil, bugünden bir şeyler yapmak gerektiğini anlamalıyız.

Madra: En temel eksikliğin dayanışmada olduğunu düşünüyorduk. Dünyanın en büyük ülkesinin, en büyük saldırısına karşı konuldu. Engellenememiş olabilir, ama savaşa karşı insanlık tarihinde görülmemiş bir dayanışma gösterildi. Aynı şeyi çevre hareketi için de mümkün görüyorum. Çevre hareketini de insan hakları kültürünün bir parçası olarak düşünüyorum. Düşman da belli; kömür ve petrol şirketleri, otomotivciler...

Kadıoğlu: Duyarlı olmamız lazım. Biz ne yapabiliriz?'' diye düşünmeliyiz. Amerika'da küresel iklim değişikliğine dair bir kampanya var, ''annenizi dinleyin'' diyorlar. Anneler genelde kızar ya, televizyonu, ışığı açık bıraktın diye. Annemizi dinlersek bireysel olarak da olsa önlem almış oluruz.