Ekonomi Notları: Pahalı savaş rüzgarları

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları - 18

Ömer Madra: Tek bir konu herşeyi geride bırakmış gibi görünüyor: savaş rüzgârları! Birbiri ardından bir dizi toplantının üst düzeyde yapıldığı ve artık kırmızı alarm verildiği haberleri var. ABD’nin Irak’ı vurması ve bu konuda da Türkiye’den destek alması ihtimali giderek güçlenen ve hatta çok somutlaşan bir durum oldu. Bunun aslında hem seçim gündemini hem de AB gündemini de ikinci sıraya düşürmesi gibi çok derin sonuçları da olması muhtemel. İstersen hem Amerikan ekonomisi üzerindeki etkilerini hem de Türk ekonomisi üzerindeki etkilerini biraz konuşmaya çalışalım?

Hasan Ersel: Önce "bu inşallah kötü bir rüyadır, bütün bunlar olmuyordur" diyorum. Umarım bu hayalim gerçek çıkar, çünkü bu gelişmelerden olumlu bir şey çıkması olanaksız. Hem savaş çıkacak hem de bundan olumlu sonuçlar çıkacak… Olacak şey değil… Sorunun ekonomi ile ilgili yönüne gelelim…İktisadi zarar, insan kaybının acıları yanında giderilebilir nitelik ve boyutta olarak düşünülebilir.

Kabaca, Amerikan ekonomisi açısından bakalım: Savaş maliyeti yüksek bir iş…Daha önce de değinmiştim, giderek ABD, Avrupa gibi ülkeler için bir savaşı yürütmenin maliyeti artıyor. Çünkü demokratik süreç içerisinde toplum çocuklarının cephede ölmesini istemiyor ve onların yaşamlarını korumak için hangi yöntemler gerekiyorsa onlara başvurulmasını istiyor. Yani sofistike silahlar kullan, uzaktan kumanda et, vs. Tabii bu maliyeti yükseltiyor. Öte yandan modern savaş da bu tür harcamaları zorunlu kılıyor. Sonuçta savaş sermaye yoğun bir iş oluyor.

Üstelik küçük bir savaştan da söz etmiyoruz. Körfez Savaşı’nı anımsatayım. Amerika’nın bu bölgeye naklettiği asker sayısı yarım milyondu, 1200 tank getirdi. Bugün teknoloji daha da ilerledi, daha çok malzeme getirmesi gerekecek.

ÖM: Dünyanın en büyük askeri birimlerinden biri haline geliyor.

HE: Körfez Savaşı'nda bu rakamlara bir de 200 bini aşkın müttefik askerini de eklemek gerekiyor. Bütün bu askeri gücün harekât maliyetinin üstlenmek gerek. Üstelik bu güçlerin eşgüdümü de bir yığın problem doğuruyor. Dolayısı ile Amerika’nın böyle bir harekâta başladığı zaman bunun maliyetini hesaba katması lazım. Nasıl bir ekonomi şu anda Amerikan ekonomisi? Zayıf değil güçlü, fakat epeyce de sıkıntılar yaşadı şu ara, bütçe açığı var, böyle bir harekât bu açığı büyütecek. Sonuçta da dönecek vatandaşlarına ve diyecek ki “vergi verin!”

ÖM: Bu noktada ufak bir ekleme yapayım; NY Times gazetesinde çok ayrıntılı bir yazı yayınlandı: “Bu, muazzam bir yük getirir ABD ekonomisine” diyor. Zaman gazetesi de bir değerlendirme yapmış ve belki biraz da abartarak “ekonomiyi çökertebilir” şeklinde bir başlık atmış. Orada “bütçede 165 milyar dolar açık vermesinin de şokunu yaşıyor” diyor bu yıl, daha mali yılın başlangıcından sadece birkaç ay geçmesine rağmen. Bir de, ekonomik göstergeler de tabii iyi sinyaller vermiyor.

HE: Şu bazı basitleştiren açıklamalar vardı “Amerika’ya savaşmak iyi gelir, talep artar, ekonomi canlanır” ama bu iş pek öyle değil. Şu sırada “o silahları yaptım” deyince Amerikan ekonomisinde istihdam çok artacak gibi etkileri beklememek lazım. Bu da sözkonusu silahların özelliklerinden kaynaklanıyor. Çok pahalı silahlar ama o silahları yapmak için binlerce işçi kullanmanız gerekmiyor, uzman 50-60 kişi kullanıyor, sofistike malzeme işin içerisine giriyor. Kullanılan malzeme de sınırlı, yan ürün olarak başka sanayilerden temin ettikleri de sınırlı…Tabii bu kadar sofistike bir silahın yapımıyla ilgili prosedür de gizli olduğu için bunların özel kullanıma yansıması da hiç olmazsa çok gecikme ile oluyor. Böyle olunca, ‘binlerce askeri cepheye gönderip hepsini elbise diktirsek, bir yığın insan da tekstil sanayii geliştiği için iş bulur’ diye düşünebildiğiniz bir savaşa benzemiyor. Endüstrilerarası istem yaratma ve istihdam etkisi zayıf. Bu anlamda iktisadi bir nedenle Amerika’nın bu maceraya atıldığını söylemek zor. Buna mukabil Amerika’da ‘Irak'dan gelen bir tehlike vardır’ diye kamuoyu yaratıldığı doğru. İç politik nedenlerle kullanılır bir malzeme olduğu da gözüküyor. Bir de tabii petrol meseleleri var. Ama kısa vadeded bu da kaygı verici. Bu harekât uzadığı takdirde ne olur? 1990-1991’i hatırlayalım; petrol fiyatları hemen fırladı.

ÖM: Evet, muazzam bir yükselme oldu, arş-ı âlâya yükseldi.

HE: Ama o zaman bundan bazı ülkeler zarar görecek. Amerika yedek stratejik rezervlerini arttırabilir…Japonya’yı düşünelim, O ne yapacak? Japonya petrolde tamamen dışarı bağlı bir ülke. Avrupa büyük ölçüde bağlı bir ülkeler topluluğu. Dünya petrol fiyatları yükseldiği takdirde bu ülkeler çok zarar görmüş olacaklar.. Bu durumda akla Rusya'nın dışsatımını artırıp artırmıyacağı sorusu geliyor. Bu sonucu epeyce etkiler. Onu bilemiyorum tabii.

ÖM: Peki petrol fiyatlarının böyle aniden muazzam yükselmesinin temel nedeni nedir?

HE: Birkaç olay bir arada oluyor, bir tanesi ülkeler taleplerini arttırıyorlar, çünkü herkes stratejik rezerv olarak tuttuğu miktarı artırmak istiyor. İkincisi, savaş ortamında Körfez bölgesinden petrol getirmek de zorlaşıyor. Hatırlarsanız 1988’de Körfez’de bir tanker savaşı başlamıştı. İran da Irak da, Körfezde seyreden tankerleri vurmaya başlamışlardı. Sigorta primleri yükselmiş, bu bölgeye giden tanker sayısı düşmüş, navlun yükselmişti. Bir de bölge ülkelerinin üretimi kesmek zorunda kalması söz konusu. Irak, kazara veya bilerek, diğer ülkelerin petrol tesisleri üzerinde zarar verici bir işlem yapabilir. Körfez Savaşı sırasında Kuveyt’te yapmıştı. Bütün bu sunumu kısıcı etkiler istemin de artışı ile beraber fiyatların yükselmesine yol açıyor. Bir de spekülatif davranışları buna eklemek gerekir Bunu kontrol etmek de çok zor.

ÖM: Yani o tarihte, 1990’da varili 15 dolardan Ekim’de doruk noktasına çıktığında 40 dolarlara yükselmiş.

HE: Şimdi diyelim ki sonbaharda böyle bir harekât başladığını düşünelim. Türkiye'de havaların soğumağa başladığı dönemde bu petrol faturamızı kabaratabilir. Bu da enflasyon üzerinde baskı yaratabilir.

ÖM: Yani ABD’nin bu stratejik petrol depolaması, bu yıl müthiş de arttırılmış herhalde böyle bir olası saldırı düşünülerek, Enerji Bakanı Spencer Abraham’a 100 milyon varil daha arttır denilmiş. Akıp duruyormuş, günde 150 bin varillik bir kapasite Ocak başından beri. Ama kullanır mı kullanamaz mı? Yani, bu da var.

HE: Tabii bir de şunu düşünmek lazım, Amerika'nın yakıt tüketimi de artacak. Çünkü sonuçta uçaklar binlerce uçuş yapacak, gemiler gidecek, gelecek… Bunların hepsi yakıt tüketimini artıran olaylar. ABD bir yandan bunları karşılayacak öte yandan da iç piyasayı altüst etmemeye çalışacak. Özetle ihtiyat nedeni ile petrol istemi çok yükselecek. Bunun da petrol fiyatlarını artırması normal.

ÖM: Bu Irak operasyonunun ABD ekonomisi üzerinde ciddi etkileri, hele bu bütçe açığı ve piyasalarda, teknoloji piyasaları başta olmak üzere borsalardaki problemleri de düşünecek olursak, o kadar da kolay hesaplanabilir bir risk faktörü değil herhalde?

HE: Tabii bütün bunları bir senaryo çerçevesinde konuştuk. Hani böyle 250 bin Amerikan askerinin geldiği, uzunca süren bir kara harekâtını da içeren senaryo… Başka senaryolar da var. Daha çok Irak’da birilerinin mevcut rejime karşı ayaklanmasına dayanan senaryolar… Tabii o zaman bu tür iktisadi etkiler çok daha az olabilir…

ÖM: Geçen senaryolardan bir tanesi.

HE: Ama yanlış bilmiyorsam, bu 250 bin kişi gelecek diye bir senaryo var değil mi?

ÖM: Var tabii. En kuvvetle üzerinde durulan senaryolardan biri, 250 bin Amerikan, 25 bin de Britanya askerinin geleceğini söylüyorlar. Peki Türkiye’nin kara kuvvetleri ile katılması söz konusu mu idi bilmiyorum.

HE: Şimdiye kadar bu söz konusu olmadı, şu ana kadar gazetelerde benim okuyabildiğim kadarı ile bütün sorun Amerika’nın İncirlik hava üssünü kullanma talebi ile sınırlı. Bir de haber alma uçuşları var...

ÖM: İncirlik’in ötesinde de bazı diğer üslerden bahsediliyor.

HE: Haber alma dediğim işte onlar.

ÖM: Tabii bir de Türkiye’nin nükleer saldırılara karşı gaz maskesi gibi hazırlık, vs. başka durumlara da yol açabileceği belirtiliyor ama Türkiye konusu belki daha sonra girer. Amerikan ekonomisi üzerindeki etkiler konusunu tamamlayabiliyor muyuz bu şekilde?

HE: Evet, Amerika üzerinde bunun bir iktisadi baskı yaratacağı, Amerikan bütçesinde açık verdiği, pek öyle dengelerin tutturulamadığı bir dönemde olduğunu göz önüne alıp, ekonomik bakımdan Amerika’yı zorlayabileceğini saptamamız lazım. Ama Amerika bu nedenle batacak filan değil…Savaşın maliyetine ilişkin büyüklükleri Amerika’nın milli geliri ile karşılaştırdığınız zaman hala küçük.

ÖM: Şimdi, gelelim gittikçe kuvvetlenen savaş rüzgârlarının Türkiye’ye ekonomik ağırlıklı yansımasına. Siyasi bakımdan da son derece büyük değişiklikler olması beklenebilir; zaten Başbakan’ın yaptığı açıklamada da buna benzer imalar vardı.

HE: Biz de galiba göçebe geçmişimizi hatırlasak iyi olacak, bu civar fazla ısındı. Dün sen Açık Radyo'da söylüyordun, "İran ve Suriye sırada" diyorlarmış birileri… Amerikalılar bizim dolayımızda olan hemen herkese kızıyorlar gibi…İyi komşu seçememişe benziyoruz. Türkiye’nin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Allah korusun diyerek harekât olduğunu düşünelim. İnsanlar kaçabilir, kaçtıklarında sığınabilecekleri yerlerden birisi de Türkiye’dir. Biz daha evvel de bunu yaşadık. Bu defa, Iraklı Kürtler değil, Araplar da kaçacak yer arayabilir. Çünkü savaş bölgesi oluyor ülke. İkinci olarak, orada bir sınır ticareti, öyle veya böyle, hep var, o da darbe yiyecek. Körfez Savaşı dönemi istatistiklerine baktım birkaç gün önce, ne olmuştu diye hatırlamaya çalıştım. 1990’da bir şey olmamış, fakat 1991’de savaş başlar başlamaz Türkiye’de mevduat çekilişi olmuş, hem TL ve hem de döviz... Üretim 3 aylık dönemde düşüyor, fiyatlar artıyor. Özetle kazasız belasız geçti gibi görünen 1991’in ciddi bir faturası oluyor Türkiye’ye. Sadece Türkiye değildi, hatırlıyorum 1991 harekatı başladığında İsviçre’de dükkanlarda makarna bitmişti, savaş bize de gelir diye. Yani insanların o durumda ne yapacağı belli olmuyor ve “niye böyle yapıyorsunuz?” da denmez. Heyecanlanıyor insanlar ve günlük yaşam tahrip oluyor, toparlanması da vakit alıyor.

Elbette ki ülkenmizin sınırları dolaylarında bir savaş olduğu takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri de daha üst bir hazırlık düzeyine geçecektir. Bunun da ek bir maliyeti var. Neyin üzerine bunlar geliyor? Son derece kritik bir kamu dengesi üzerine…Üstelik faizler yükseldiği için kamu borcu çevrilebilir mi diye herkesin kaygı duyduğu bir dönemde.Böyle bir gelişme kamu bütçesindeki sorunu daha da büyütür. Bu takdirde de Türkiye’nin gelecek sene kendisini yola sokmasını çok çok güçleştirir. Bir de siyasi bakımdan zaten pes etmiş bir iktidar var.

ÖM: Böyle bir ortamda, IMF ve diğer ekonomik reformların titizlikle uygulanmasından sorumlu bir otoritenin de asıl eforunu, bütün vizyonunu böyle bir savaş durumuna çevireceği düşünülebilir. O da çok kompleks aslında, birbirini son derece etkileyen bir olaylar zinciri ile karşı karşıyayız yani.

HE: Yanlış anlaşılmayacağı umuduyla şunu belirteyim: Biz bu reformları uygulama süreci içerisinde zaten ekonomik bünyemizde zayıflıklar yarattık. Reform süreci nedir? Varolan bir şeyi değiştiriyorsunuz, değişip yeni düzen kuruluncaya kadar tabii ki varolan da bozulmuş oluyor, yenisi de kurulmamış oluyor, zayıf dediğim bu.. Kötülük yapıldı anlamına söylemiyorum, ister istemez böyle oluyor. Şimdi zayıflık anında işleri zorlaştıran yeni bir etmen ortaya çıktı- savaş tehlikesi…. Savaş zaten özel iktisat politikaları uygulanmasını gerektiren bir olaydır. II. Dünya Savaşından bir örnek vereyim. İngiltere’de savaş ekonomisi yönetimi kurulmuştu, Winston Churchill hiç sevmediği John Maynard Keynes’i getirmişti başına, “savaşı çıkacağını bildin bari bu işin içinden nasıl çıkacağımızı da bul” diye. Bu gibi durumlarda “o kararı filan arkadaşımız alsın” diyemeyiz, bunun arkasında bütün siyasi güçlerin ağırlığının olması gerekir. Ancak böyle davranılırsa heyecan yatışır, yoksa "filan bakan ekonomiden sorumlu, geri kalan bakanlar ekonomiden sorumsuz" biçiminde işbölümüyle savaş iktisadı yürümez.

ÖM: Peki bütün bunlara demin ABD için konuştuğumuz bir etmeni de tekrar getirebilir miyiz? Petrol fiyatlarındaki yükselişin Türkiye’deki ekonomiye nasıl bir etkisi, yansıması olacaktır?

HE: Türkiye petrolde dışarıya bağlı bir ülke, bu ne kadar yumuşatılmaya çalışılırsa çalışılsın, bir, ödediğimiz petrol faturasını şişireceği için etki yaratır. İki, petrol doğrudan veya dolaylı olarak, ulaştırma yoluyla hemen hemen her malın fiyatına giren bir şeydir. Dolayısı ile bu içeride fiyatlar üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Maliyetler üzerinde etki yarattığı için belki ihracatı da olumsuz etkileyecektir. Bundan da kaçınmanın yolu da yok. Dünya ölçüsünde petrol sunumnu tekrardan düzenleyen bir yola gidilmezse tabii… Ama bunun da olacağını sanmıyorum. Çünkü büyük bir olasılıkla bu tür harekâta başlayacak olan ülkeler, Amerika, İngiltere gibilerinin kendilerini bunun çok kısa zamanda biteceğine inandırmak durumundadırlar; “biz bir harekâta başlayacağız, 6 ay mı sürer, 1,5 yıl mı sürer?” diyeceklerini sanmıyorum. Ama bitmeyebilir de bu harekât… Ben kendi hesabıma böyle bir harekât ile neyin çözüleceğini pek anlamış değilim. Yani Saddam Hüseyin’I iktidardan indirmek için mi yapılıyor yoksa Irak yeniden mi kurulacak? İkincisiyse bu nasıl yapılacak? Kim yapacak bu işi? Kaç ayda?

ÖM: Evet, ülke inşası gibi bir terim ortaya atılmıştı ya. Ülkenin yeniden inşası Afganistan için de söyleniyor ve genel olarak Amerika’nın ‘nation building’ diye adlandırılan böyle bir teorisi var, ama bu projenin kimin tarafından gerçekleştirileceği doğrusu çok yerinde bir soru. Çünkü herhalde orada kalmayacaklar, o en radikal senaryoyu alırsak diyelim, o 250 hatta 300 bin kişiye varan bir büyük kuvvetin oraya gittiğini, herhalde dönecekler?

HE: Ama ondan sonra bu işin maliyeti devam edecek, yeniden yapılandırma neyse. Bir soru sorabilir miyim? Prusya ne zaman demokratik bir Almanya haline dönüştü, ne kadar süre aldı bu?

ÖM: Cem Kum “Kurşun Asker” programında uzun boylu anlatmıştı, çok yüzyıl sürmüş...

HE: Irak’ın bir tanımı var literatürde, ‘Irak Şarkın Prusyası’dır diye, Şarkın Prusyası’nı şarkın demokrasisi haline getirmek için kaç yıl bekleyeceğiz? Bu gayreti kim gösterecek, bunun sorumluluğunu kim paylaşacak? Askeri operasyon bitse bile mali külfet bitmeyecektir. Askeri operasyondaki zarara göre, mesela Irak’ın petrol tesislerinin tekrardan çalışır hale gelmesi –bilmiyoruz tabi nasıl bir harekat olacak, diyelim ki zarara uğradı- onların toparlanması vakit alacak. Irak bu arada kendini savunurken civarına ne kadar zarar verebilecek güçtedir bilmiyorum, ama verirse onların düzelmesi… Peki bütün bunlardan sonra işler yoluna girerken, o süreç başladığında birilerinin desteği olmadan kendiliğinden devam edemeyecek. Bütün bunlara baktığınız zaman bir ülkenin, ABD’nin ya da İngiltere’nin üstlenip götürebileceği programın çok ötesinde bir şey.

ÖM: Evet, varolup olmadığı konusunda çok ciddi tereddütler bulunan bir takım tehdit silahları, ki UNSCOM’un mevcut ve eski bütün yöneticilerinin de böyle kitle imha silahlarına sahip olmadığını çok net bir dille söyledikleri bir dönemde, ne idüğü belirsiz bir tehdit uğruna şimdi muazzam kayıpların da, bedellerin de içine girdiği bir hesaba giriliyor diye söyleyebiliriz. Bir kere Ortadoğu meselesi, ki son yıllardaki en kanlı ve vahim hale geçmiş durumda, Filistin, çıkan istatistikler, vs. hakikaten yürek dayanmayacak ölçüde. Benzeri istatistikleri Irak için de görmüştük, savaştan sonraki ambargonun etkileri üzerinde, şimdi bu yeniden inşa sürecinde Filistin ve Irak’ı birlikte de ele almak gerekiyor. Siyasi bakımdan o hiç yok. Öte yandan Türkiye’nin büyük projeleri, batıya yönelik çabaları ve reform çalışmaları da adamakıllı etkilenebilir uzayan bir savaşta. Komşuda geçiyor ve bizim de bütün Türkiye’nin topraklarının, üslerinin, hem mülteciler için hem de saldırı için kullanıldığı bir dönem. AB projesine de doğrusu ne kadar konsantre olabilir iki taraf da, hem AB hem de Türkiye. Bilemiyorum bu durumda. Çok acaip bir hesap ve bilanço çıkıyor, insanı ürkütmeden edemiyor doğrusu.

HE: Biraz daha uzun vadeli düşününce beni çok rahatsız eden bir konu var. Çok fazla bilgim yok Arap dünyası hakkında ama bazı akademisyenleri tanıyorum. Onlarla daha önce görüşmüştüm. Açık Radyo'da da anlatmıştım. Şu anda Arap dünyasının tutumu 1990 savaşından çok farklı. 1990 savaşında Irak başka bir Arap ülkesine saldırmıştı. Şimdi Arap dünyası özellikle Filistin-İsrail olayları nedeni ile bu olayı Arap dünyasına bir saldırı olarak görüyor. Yani, olayı Saddam Hüseyin rejimine karşı olarak görmekten epeyce uzakta…Bence Türkiye açısından bir maliyeti var bu bakış açısının hakim olmasının…. “Siz de Arap dünyasına saldıranların yanında yer aldınız” ithamına hedef olmamız olasılığı yüksek.

ÖM: Hem de İsrail’le askeri ve ekonomik sıkı bağları da olan bir ülke olarak.

HE: Onu daha evvel sulh zamanında takdir bile etseler, şimdi olumsuz bir etmen olarak görünüyor. Önümde bir liste var, 1991 savaşına katılan koalisyon ülkeleri 30 tane… İsviçre bile katılmış. Şimdi yok öyle bir koalisyon, biz varız sadece işin içinde. Bu bizim ne olsa ticaret ortağımız olan bir çok Arap ülkesi ile olan ilişkilerimizi zorlaştırır. İşin sadece ticari boyutu ile ilgileniyorum anlamında söylemiyorum, başka boyutları da var… Onlar da Türkiye açısından önemli.

Türkiye'nin dışsatım başarımını değerlendirmek için Avrupa’ya yaptığı dışsatıma bakmamız gerektiği açık. Ama bu ikincil pazarların ihmal edilmesi anlamına gelmiyor. Bizim oralarla iktisadi ilişkilerimizin yürümesi Türkiye’ye kazanç sağlar. Savaş bunu bozar. Amerika’nın 1958'de İncirlik üzerinden Lübnan'a müdahale etmesi, Türkiye’nin dünyası ile arasının 1967'ye kadar bozulmasına yol açmıştı. 1967 Arap-İsrail savaşı sırasında Süleyman Demirel başbakandı. İsrail’den büyükelçimizi geri çağırmıştı…Arap dünyasıyla olan ilişkilerimiz ancak bundan sonra biraz düzeldi.

ÖM: Mesela gene NY Times’daki çeşitli yazılardan gördüğüm gibi Kuveyt kraliyet ailesinden bir prens “bunun mevcut durumda, ortadoğunun ateşler içinde, Afganistan’ın kargaşa içinde olduğu sırada bölgede açılacak üçüncü bir cephede bunu gerçekten bir zamanlar çok sık söylenen bir medeniyetler savaşına gerçekten döndürür” demiş, ki Kuveyt’te çok yakın ilişkide olduğu hatta Amerika’nın kurtardığı bir ülkenin yöneticisi.

HE: Arap dünyasında algılama biçimi, ‘Irak’ta çok kötü bir rejim var, etrafını tehdit ediyor’ değil, ‘Arap dünyasına karşı bir saldırı var’a yaklaşıyor. Bu da sanıyorum Amerika açısından hatalı bir tutumu sergiliyor. Amerika böyle mi görünmek istiyor?

ÖM: Öyle görünmek istemediği ve bu imajı düzeltecek şeyler peşinde olduğu da söyleniyor ama bunun bir belirtisine de rastlamadığımı ben kendi payıma çok taramaya çalışan biri olarak söyleyeyim. İkincisi de Yapılan açıklamalardan sonra, dün gazetelerde yer alan ve herhalde bütün televizyonlarda da konuşulan, Türkiye’nin bir şekilde yardımcı olarak angaje olduğu netleşince, Britanya da bir tek tereddüt kalıyor, onun dışında başka bir ülke yok zaten. Ürdün Kralı Abdullah da çok net bir şekilde, 2 gün önce bir açıklama yaptı “bu işin içinde asla yardımcı olarak olmayacağız, Araplar açısından bu bir felaket olmasa bile çok ciddi sorunlar getirir” dedikten sonra, “bir tek Türkiye kalıyor, ki bu da büyük bir yalnızlık ve izolasyonu da beraberinde getirme tehlikesi de taşımıyor mu?” diye soruyor insan.

HE: 1990-91 savaşı sonucu Irak’ın asker kaybı 100 bin ölü, 300 bin kadar yaralı idi, rakamlar büyük. “Bunda tabii Irak’ın kendi kabahati var, saldırmasaydı” diyebiliriz ama, savaş olunca da böyle oluyor. Bunları da unutmamak lazım.

ÖM: Ondan sonraki ambargoyu da eklersek, ki 500 bin çocuğun öldüğü hesaplanıyor sırf o korkunç şartlardan ötürü ve bir de kimyasal etkilerden dolayı: artan kanser, vs. diğer hastalıkları da işin içine katmıyoruz. Bir büyük kayıp da hiç görülmemek ve tartışılmamakla beraber benim özel hastalığım -saplantım diyelim istersen- bu iklim ve çevreye yapılan tahribat ki, giderek çok iç karartıcı raporların geldiği sırada savaşların aslında çok ciddi olumsuz katkıları olduğunu da hesaba katmak gerekiyor. 90 savaşında mesela iklime verilen zarar konusunda BM bir rapor hazırlamış ve açıklanmadı bu, çünkü ABD engellemiş.

HE: İnşallah bütün bunlar, yanlış yolda olduğumuz şeklinde bir hatıra olarak kalır da hiçbir şey olmaz.

ÖM: Rüyadan da güzelce kahkahalar içinde uyanırız.

(1 Ağustos 2002 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır)