Ekonomi Notları: Hükümetin kararsızlığı belirsizlik yaratıyor

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları - 32

Ömer Madra: Bugün Türkiye’den çok genel değerlendirme bâbında, ekonomik programda öngörülenler neydi; onları biraz konuşalım.

Hasan Ersel: Önceki gün bir hükümetin yaptığı bir açıklama var. Hükümet diyor ki: “2003 yılı için enflasyon hedefimiz (tüketici fiyatları ile) %20 olacaktır. Yani daha evvel belirtilmiş olan hedefte bir değişiklik olmayacaktır.” Bu önemli bir şey, çünkü hükümetin daha önce belirlenen ve IMF’ye de bildirilen hedefleri benimsediği anlamına geliyor. Anımsayacaksınız, daha önce de 2003 yılı için hedeflenen faiz dışı fazlanın (tüm kamu kesimi için) gayri safi milli hasılanın (GSMH) %6.5’u olacağı biçimindeki diğer bir temel hedefin de korunduğuna ilişkin bir açıklama yapılmıştı. Bu defa faiz dışı fazla üzerinde pek durulmuyor. Belki de Merkez Bankası ile ortak yapılan bir açıklama olması nedeniyle… Sadece, enflasyon hedefine ulaşmak için “gerekli olan faiz dışı fazla verilecektir” denilmekle yetiniliyor.

İkinci önemli bilgi, önümüzdeki yıl büyümenin %5 olarak hedeflendiği. Burada da ifade açık değil ama herhalde büyüme GSMH cinsinden ifade edilmiş olacak. Bu yıl için ise “sene sonu ne olacak?” dendiğinde, “tahminlerimiz öyle ki enflasyonu % 35 olarak hedeflemiştik ama % 31 olacak”, deniyor. Yani beklenenden daha iyi bir sonuç alındığı söyleniyor. Aynı durum büyüme için de söz konusu. “% 3 olarak beklenen büyümenin % 6.5 dolaylarında olacağı” müjdeleniyor.

ÖM: Bu muazzam bir fark tabii.

HE: Büyük bir fark. İtiraf edelim ki % 6.5’lük büyüme beklemiyordum. Ama oldu. Nasıl oldu? Elbette bulacağız bunu. Büyüme olmadı demek istemiyorum. Sanayi üretim endeksleri bu büyüme ile tutarlı görünüyor. Ama nasıl oldu da sanayi üretimi arttı? Bu büyümenin talep yönünde ne var? Nasıl finanse edildi? gibi sorulara yanıt bulmak gerekiyor.

Gelecek yılı ele alırken bu yılki kamuya ilişkin gelişmelere de bir bakmamız gerekli. Ne oldu? 2002’de 42 katrilyon olarak faiz ödemesi öngörülmüş, bu 52 katrilyona çıktı. Bu ne demek? Faiz, ileride şu kadar vereceğim diye bir taahhüttür. Ne kadar taahhüt ettiğinizi bilirsiniz, 42 taahhüt ettiyseniz 42 verirsiniz.

ÖM: Bu çok tuhaf değil mi?

HE: Ancak bilmediğiniz bir şey olursa bu rakam şaşar. Türkiye’nin Mayıs’tan seçime kadar süren ‘hükümetsizlik dönemini’ ve onun yaratacağı anormal faiz artışını tabii öngöremezsiniz. Bu anormal ve öngörülemez bir olaydı. Sonuçta, kabaca, Türkiye’deki o hükümetsizlik dönemi, sadece faizle ölçüldüğünde, 10 katrilyona patlamıştır.

ÖM: Çok büyük bir miktar.

HE: Evet çok büyük bir miktar. Yoksa bürokrasideki arkadaşlarımız bu kadar büyük hata yapmazlar. Bunun sonucunda bütçe açığı öngörülenden çok daha fazla oldu. Bir başka nokta, bütçenin yaratacağı bir faiz dışı fazla vardı, o faiz dışı fazla yaratılabildi mi? Burada hedef GSMH’nın % 5.7si idi. O da tutmamış % 5.1’de kalmış. Dikkat ederseniz buradaki sapma çok büyük değil ama yine de olumsuz yönde bir başka sinyal veriyor. Demek ki bütçedeki faiz dışı harcamaları da hedeflenen yerde tutmak bu kadar kolay değil.

ÖM: Bu bütçe açığının da büyümesine yol açıyor herhalde?

HE: Evet. Faiz dışı harcamalara baktığımız zaman da onları bütçe sınırları içerisinde tutabilmek o kadar kolay bir iş değil. Bundan önceki hükümet bir miktar gayret göstermiş olmasına rağmen yaratılmak istenen fazla, istendiği kadar olamadı.

Bu gözlemlerden gelecek yıl için iki sonuç çıkarabiliriz. Bir kere demek ki bu sistem böyle ciddi hatalar yapmağa izin vermiyor. Benzer bir siyasi hata yapılırsa faizler gene fırlar ve gelecek senenin dengelerini altüst edebilir, bu sene ettiği gibi. O yüzden hükümetin böyle büyük hata yapma lüksü yoktur. Oysa hala şunları görüyoruz: bir bakan bir şey söylüyor, arkasından “yok öyle değildir” diye bir başka bakandan açıklama geliyor.

"Zorunlu tasarruf"a ilişkin

Şerif Erol: En son nemâ ödemeleri ile ilgili oldu.

ÖM: Onu da soracaktım.

HE: Nemâ ödemeleri olayı ciddi bir konu, bildiğim kadarı ile Anayasa Mahkemesi kararı var, madem ki bu toplanmıyor...

ÖM: Bu “nemâ” ne anlama geliyor, bir de onu açıklarsan çok mutlu olacağız.

HE: İnsanlar iki türlü tasarruf ederler, bir tanesi kendileri tasarruf eder, bir tanesi de zorla tasarruf ettirilirler. Birisi insana der ki “sen bu işi beceremiyorsun gelirinin şu kadarını, senin hesabına, tasarruf etmek üzerine zorla alıyorum elinden”. Bunu yapan küçük yaşlarda anneniz babanızdır, büyüyünce devlet babamız (veya anamız) onların yerine geçer. Böyle bir düzenleme getirildi Özal zamanında. İnsanların gelirlerinden belli bir miktar kesildi. Tabii burada zorla dediğimiz zaman hukuk kuralları içinde olmadiğı anlamına söylemiyorum. Devlet dedi ki “sen bu parayı tüketemeyeceksin, tasarruf edeceksin, tabii ki bu tasarrufun neması, yani kazancı, da senin olacak. Ama biz bunu iyi yerlerde kullanacağız, sonunda da sen şu kadar yıl sonra veya emekli olduğunda, vs. bu parayı nemâsıyla birlikte alacaksın.” Mesele bu.

ÖM: ... ve bundan mutlu olacaksın.

HE: Öyle herhalde. Buna ‘zorunlu tasarruf’ deniyor. Emeklilik primi yatırılması gibi birşey. Bu konu iktisat yazınında epeyce tartışmalara yol açtı. Zorunlu tasarrufların varlığı, toplam tasasrrufu artırır mı azaltır mı diye… Bunlar bir yana, Türkiye’de bu düzenleme pek de sempatik karşılanmadı. Kaldırılması istendi ve artık bu kesintilerin yapılmamasına karar verildi. O zaman da toplanan paraların iade edilmesi gündeme geldi. Bu konuda bir yargı kararı var. Bu durumda paraların geri verilmesi gerekiyor. Ama paranız varsa geri verirsiniz.

Bu durumda yapılması gereken hükümetin toplanıp konuyu enine boyuna düşünüp hukuk kuralları içinde ne yapacağına karar vermesidir. Sonra bu karar kamuoyuna açıklanır, hükümetten tek bir ses çıkar. Oysa öyle olmadı bir bakan çıkıp 3 katrilyon TL gibi büyük bir rakamı şu tarihte ödüyoruz gibi birşeyler söyledi...

ÖM: Ali Coşkun dedi galiba.

HE: Evet. Rakam küçük değil ki. 3 katrilyon TL. O zaman gelecek yılın faiz dışı harcamaları ne kadar olacak? Bu doğru tavır değil. Çünkü birçok insan bir para alacağım diye düşünüyor, bekleyişlerini ona göre oluşturuyor. Oysa sonra bunun kolay kolay ödenemeyeceği anlaşılıyor. Hükümet inandırıcılığını, böyle ciddi hatalarla, yitirmeye başlıyor. Ne yazık ki bu tür hatalar sıkça olmaya başladı.

ŞE: Keza, hayat standardı vergisinin de geri çekilmesinin kararlaştırıldığına ilişkin haberler var bugün.

HE: Bu da benzer bir olay. Hayat standardı olsun mu, olmasın mı; katkısı nedir gibi sorlar tartışılabilir. Ama bir gün “evet”, ertesi gün “galiba hayır” denilince bir başka inandırıcılık sorunu ortaya çıkıyor.

ÖM: Tek sesten, merkezî ve koordine bir sistem olmadığı izlenimi veriyor.

HE: Bir de kararlılık yok. Bence bu çok önemli. Örneğin hükümetin eleştirilen bir kararını düşünelim. Hükümet, eleştirilere rağmen yoluna devam edip kararlılığını gösterdiği zaman itibar yitirmiş olmaz, (Tabii kararın apaçık yalnış olmadığını varsayıyorum). Olsa olsa eleştirenler hükümetle aynı fikirde olmaz. Bu da normaldir, her demokraside bu tür şeyler olur. Ama sabah böyle, öğleden sonra şöyle olunca belirsizlik yaratılmış oluyor. Benim kafamı uzun zamandan beri taktığım kurlardaki hareketlerin yarattığı belirsizlik solda sıfır kalır bunun yanında.

ÖM: Zaten hemen bakan Ali Coşkun’un açıklamasının arkasından da bir başka bakan da farklı bir şey söyledi değil mi?

HE: O da bir ayrı bir sorun. Bir bakan kalkıp bir şey söylese, bir süre sonra “pardon, dilim sürçtü, ben hata ettim, iyi anlaşılmadım, benim aslında söylediğim buydu” gibi birşeyler söylerse bir kere affedebilirsiniz. Ama bu hükümette böyle olmuyor ki. Bir bakan garip birşeyler söylüyor, bir başka bakan düzeltiyor. O zaman da “Acaba iki farklı fikir mi var?” sorusu doğuyor insanların kafasında. İki farklı fikir varsa bu fikirlerden hangisinin galip geleceğini sorgulamak da doğal olsa gerek. Belirsizlik de budur zaten.

ÖM: Belirsizlik de olabilecek en kötü durum. Özellikle biraz önce söylediklerin açından, yani mayıs-kasım arasındaki dönemdeki, ‘hükümetsizlik’ denen bir sendromla geçirilen dönemdeki belirsizliğin nelere mal olduğunu nelere olduğunu söylediğin için, bunların ışığında belirsizlik iyi bir şey değildir diyoruz.

HE: Bu arada hükümetin gelecek yıl hedeflerini bakınca, bana verdiği izlenim şu: Bu projeksiyonlar Türkiye’yi etkileyebilecek anormal bir gelişme olmayacağı varsayımı altında yapılmışa benziyor. Kastettiğim de Irak olayı. Çünkü benzer sonuca biz de vardık aynı varsayım altında. Biz GSYİH cinsinden çalışıyoruz, orada büyüme tahminimiz %4’tür ama bu %5 GSYİH büyümesi olmaz anlamına gelmez, olabilir. Enflasyonun da %20’lerin hafif üstünde kalacağını ama %20’nin de olabileceği sonucuna vardık. Yani teknik analiz yapılınca benzer sonuçlar çıkıyor, buralar makul. Ayrıca bu yıl için Merkez Bankası ve hükümetin ortak bildirisinde ulaşılan sonuçlar bizim sonuçlarımızn aynısı. Buralarda bir terslik yok. Gelecek yıl için bu hedefler anormal bir dış şok (Irak) olmazsa geçerli olabilir.

ÖM: Bunu zaten kimsenin hesaplamasına imkan olmayan, yeryüzünün, insanlık tarihinin en büyük belirsizlik faktörü savaş olmalı diye düşünüyorum. Hiç kimse hiçbir savaşın, tarihçi Charles Tilly’nin yaptığı büyük araştırmaya göre bin yıldan beri savaşıyor insanlar ve hiçbirinin önceden öngörülebilmiş bir sonucu yok.

HE: Bin yıldır savaş?

ÖM: Evet, Avrupa son bin yıldır esas faaliyet alanı olarak, savaşıyormuş.

HE: O zaman tamam, yoksa dünyanın kalanında savaşın tarihi daha uzun. Kadeş anlaşması yapıldığına göre...

ÖM: O sadece Avrupa açısından, haydi “çağdaş medeniyet” diyelim onun adına, o yüzden hükümetin de tabii bu tarz hesap yapması, Irak konusunu dışarıda bırakması normal.

HE: Savaşın nasıl etki yapacağını önceden bilmek olanaksız. Bu nedenle hükümetin bir böyle bir projeksiyon yapmış olmasında bir kusur yok.

ÖM: Ben de onu söylemek istemiştim... Bir de dünyadaki ekonomik duruma kısaca değinebilir miyiz lütfen?

HE: Çok kısaca bir şey söyleyeyim, şu bankaların sermaye yeterliliğinin hesaplanması, o yüzden riskin nasıl hesaplanacağına dair bir uluslararası çaba yürütülüyordu. Bu çalışmalar Basel’de merkezi olan Bank of International Settlements tarafından koordine ediliyor. Olay bir yılan hikayesine döndü, şu ana kadar bu konudaki dökümanın hacmi 700 sayfayı bulmuş.

ÖM: Yani BİS belgeleri, KİS (Kitle İmha Silâhları) konusundaki 12 bin sayfalık Irak deklarasyonunu geçecek yakında.

HE: Evet, çalışıyorlar… Bu çok ciddi de bir çalışma. Dünyada en yetenekli insanlar, farklı görüşte olan insanlar davet ediliyor, konuşuluyor, vs. böyle gidiyor. Zor bir iş. Bu 2004’te yürürlüğe girecekti ama şimdi 2007’ye ertelendi. Hâlâ kimse tatmin olmuş değil. Niye memnuniyetsizlik var? Çünkü bu işi yapmanın çok zor olduğu anlaşıldı. Bankalara getirdiği maliyet, yani ‘ben ne kadar risk aldım’ın hesabını yapabilmek için üstleneceğim maliyet epeyce yüksek.

Esprili gibi görünen bir haber okudum. Washington’dan Charles Taylor isminde Amerikalı danışman, İngiltere’de Mali Yenilikler Araştırması Merkezi adlı biraz devrimci bir think-tank, oraya geçen hafta bir tebliğ vermiş. Çok basit bir kural, “bu kadar şeyle uğraşacağımıza, banka bu kararları alırsa ne kadar zarara uğrar diye tahmin edelim, buna da otorite, ‘bu kadar zarara uğrarsa şu kadar sermaye ihtiyaç vardır’ diye bir rakam olsun, bu iş çözülür” demiş.

ÖM: Yani ‘korkunç matematik formülleri bir kenara bırakıp, kâr mı ederiz, zarar mı ederiz?’e bakalım demiş?

HE: Economist’te yayımlanan yazı diyor ki, “Einstein’ın meşhur formülü vardır ya, E=MC2, bunun kadar basit. Tabii pek bunun kabul edileceğini beklemiyor kimse ama son derece de enteresan bir şey söyledi.” Anladığım kadarı ile bu insan çıkıp ortaya laf atan bir palavracı değil, ciddi olarak olayı biliyor, çünkü bu savın gerekçelerini de vermiş. Özetle bu sorunu çözmek bilgi kadar yaratıcılık da gerektiriyor, galiba.

Benim buradan çıkarmak istediğim bir konu var. Bankalar ne kadar risk almalıdır, risk nasıl ölçülmelidir, o riskin karşısında ne kadar sermaye konulması gerekir? meselesi öyle siyasilerin, kamuoyunun, vs. değerlendirebileceği bir şey değil, son derece teknik ve zor bir iştir. Bunun takdirinin ve bununla ilgili düzenlemelerin hakikaten bu konuda uzmanlaşmış bir organa verilmesi gerekir. Tabii ki bu organın da kamu kuruluşu olması gerekli, bankaların kendilerinin bunu yapması beklenemez. Bankalar bunu kendileri için yaparlar o ayrı mesele… Ama sistemik riski hesaplamak onların işi değildir. Bunun yetkin ve özerkliği sağlanmış bir kurumda olmasının yaşamsal önemi var.

Türkiye’de BDDK’nın özerkliği tartışma konusu yapılmaya başladığı için bu konuya girme gereğini duydum. Özerk kurumun doğru veya yanlış yapması başka bir konu. Herkes hata yapabilir ama bunun özerklikle ilgisi yok.

ÖM: Kemal Derviş de bugün yanılmıyorsam bir gazeteye aynı şeyi söylemişti. “Özerk kurumlar hata yapabilirler ama varlıkları hayatidir” şeklinde konuşmuştu.

ŞE: “Yargının kararı esastır” diyor.

HE: O normal. Çünkü özerk kurul olsun veya olmasın, herhangi bir idari karar karşısında benim yargıya başvurma hakkımın olması gerekir. Bu benim anayasal hakkımdır.

(19 Aralık 2002 tarihinde Açık Radyo’ya yayınlanmıştır.)