Barış istemenin katmerli acısı

-
Aa
+
a
a
a

10 Kasım 2007Ayşe Karabat

Sizin olmayan bir diyarın, sizin olmayan halkların açmazlarına tanıklık etmek çok tuhaf bir duygu. Bu tanıklığı yaparken, aynı dünyayı paylaşmaktan gelen, sırf insan olduğunuz için kalbinizin derinliklerinde hissettiğiniz bir isyan, bir acı, zaman zaman umutsuzluk ve bazen de hayretle kuşatılırsınız. Nasıl hayret etmeyeceksiniz ki? Mantığınız bas bas bağırır çözümü. Dışarlıklı biri olarak görebildiğinizi düşünürsünüz gerçeği ve çözümü. İnsanların acı çekmemesi, halkların barış içinde yaşaması için gereken çözüm işte tam orada, öylece duruyordur. Çatışmanın tarafları uzatsalar ellerini yakalayabileceklerdir gözlerinin önündekini. Ama olmaz işte bir türlü. İşte sizin olmayan diyarların ve halkların acılarına açmazlarına tanıklık etmenin belki de en zor tarafı budur; gel git duygular yaşar durursunuz. Ama bir yandan da şükredersiniz; iyi ki benim diyarımın, benim halkımın böyle bir sorunu yok diye. Bazen, çatışan tarafların biriyle empati kurarsınız, bazen diğeriyle. Bazen de her iki toplumun da dışlananlarıyla, hatta belki de en çok onlarla. İçinizi nasıl da kavurur, bir intihar saldırısında ölenler. Çok değil, az önce evinden belki de sevdikleriyle öpüşüp, 'akşama görüşürüz' diye çıkan ve bir daha dönmeyecek insanlar. O intihar saldırısını düzenleyeni asla onaylamazsınız ama, neden yaptığına dair bir fikriniz olur. Onu oraya gönderenlere lanet etmeyi de unutmazsınız. Bazen, bir askeri operasyon sırasında yoldan geçmekten başka suçu olmayan çocukların parçalanmış bedenleri diken diken eder yüreğinizi. Sizin olmayan bir çatışmanın boğazınıza düğümlediği çığlık bir türlü kopamaz bedeninizden. O acıyı yaşayan halklara, uluslara ayrı ayrı üzülürsünüz. Ayrı ayrı acırsınız onlara. Onların bir türlü gerçeği göremeyen ve küçük çıkarlar peşindeki yöneticilerine, toplumlarını hunharca manipüle ettikleri için, medyasına insani bir duygu olan öfkeden prim yapmaya çalıştıkları için ister istemez kızarsınız. Ama biliyor musunuz, içinizi en çok her iki tarafın da barış isteyenleri acıtır. Çünkü onlar kimselere yaranamazlar. Diğer tarafın derdini anlama eğiliminde olanlar hemen hainlikle suçlanır. Kansız derler onlara. Memleketi ve davayı satmakla itham edilirler. Kendi toplumlarına bile anlatamazlar dertlerini. Şahinler güvercinleri boğar çünkü... Çalışıp didinip bazen en azından seslerini yükseltme aşamasına gelmeyi başarırılar barış yanlıları. Ama kaderin cilvesi midir, bir tezgâh mıdır, yoksa barıştan korkanların usta işi manevraları mıdır bilinmez, bir anda eskisinden de zor bir konuma düşerler. Mesela, tam İsrail barış yanlıları sokakları dolduracakken, çözüm önerilerini sıralayacakken, kanlı bir intihar saldırısı bitiriverir her şeyi. Hatta barış yanlılarını eskisinden de zor duruma düşürür. Ya da Filistin içindeki barış yanlıları tam bir şeyler söyleyecekken, bir işgal daha, bir saldırı daha, başa dönmeye zorlar onları. Her seferinde daha da cılız çıkmasına neden olur seslerinin. Öylece ağızları açık kalıverirler ortalıkta. Onların işi, İsrailli barış yanlılarından daha zordur aslında. Çünkü orada hain ilan edilenleri linç ediverirler. Bazen bazı cesurlar çıkar ve mesela, "Tamam mücadelemiz devam etsin ama, kendimize de çekidüzen verelim. Kendi aramızda da sesi farklı çıkanlara kulak verelim" deyiverecek olurlar ve yalnızca, "Önce zafer bizim olsun, gerisini düşünürüz" lafını işitirler şanslılarsa. Talihleri yaver gitmezse de sürülürler kendi toplumlarından. İşler kızıştıkça daha derin bir çaresizliğe sürüklenirler. Çünkü kızıştırmak isteyenlerin sayısı çok olmasa da güçleri çoktur. Çünkü meselelere yüzeysel bakmak kolay, empati kurmak zordur ve çözüm cesurların işidir. Barış ve çözüm isteyenler işte böyle hem kendi toplumlarından dışlanır, hem kendi toplumlarının çektikleri acılara üzülürler, hem de ötekinin acılarına. Üstüne bir de çaresizliğin acısı biner. Bunlara tanıklık ederken yalnızca "İyi ki bizim diyarda yok böylesi" diye avutursunuz kendinizi. Dua edersiniz, "Beni bu konumda asla bırakma Tanrım!"

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=238367