"AKP'nin Medyada Tekelleşme Endişesi, Hükümet Olunca Kalkıverdi"

-
Aa
+
a
a
a

15 Eylül 2008, Pazartesi

Erol ÖNDEROĞLU

Medya patronlarına devlet ihalelerine girme ve birden fazla televizyonun sahibi olma yolunu açan düzenlemelere karşı çıkan dönemin Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Nuri Kayış'a o dönem muhalefette olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) destek vermişti.

Kayış, 14 Mayıs 2002'de TBMM'de kabul edilmeden önce hem Recep Tayyip Erdoğan hem Abdullah Gül'ün kendisiyle defalarca görüşerek, "Medya son derece kontrolsüz bir şekilde büyüyor; ülke için tehdit oluşturuyor. İktidara gelirsek buna engel alacağız" dediklerini anlattı.

"İktidar olunca sözlerinin arkasında durmadılar, kendi medyalarını oluşturma yoluna gittiler. Medyada tekelleşmeyi önleyecek şekilde yasal düzenleme yapabilirlerdi."

Kayış'ın önerisi basit: "Bir medya patronunun tek bir gazetesi ya da tek bir televizyonu olmalı" ve "Medya patronu başka sektörlere girmemeli".

Bianet, hem DSP-MHP-ANAP Koalisyon döneminde yapılan söz konusu yasal değişiklikleri anımsatmak hem de Başbakan Erdoğan ile Doğan Grubu başkanı Aydın Doğan arasındaki kavganın kaynağını tartışmak için eski RTÜK Başkanıyla görüştü:Başkanlığınız döneminde RTÜK Yasası nasıl değişti?

Mayıs 2002'deki değişikliğe kadar, bir televizyonda yüzde 10'dan fazla hissesi olan medya patronları devlet ihalelerine giremiyorlardı. Ayrıca, bir kişinin bir televizyonda yüzde 20'den fazla hissesi olamıyordu. Ancak, yasaya rağmen devlet ihalelerine de girmişlerdi, medya patronları birden fazla televizyon kanalına da sahipti.

Medya patronları yasaya karşı yaptıkları hilenin ileride ortaya çıkması halinde sıkıntıya düşeceklerini düşündüler ve bu yasanın çıkmasını çok istediler. 2001'de kanun Meclisten geçti ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yasayı veto etti. Yasa Ecevit başkanlığında DSP-MHP-ANAP Koalisyon döneminde ikinci kez 2002 Mayıs'ında yeniden gündeme geldi ve bu kez kabul edildi.

Medya patronları sonraki dönemde hem devlet ihalelerine usulsüz şekilde girmelerinden dolayı sorunla karşılaşmadılar hem de bir veya birden fazla televizyon sahibi olmaları önünde bir engel de kalmadı. Bu son derece sakıncalıydı. Ben o dönemde anlatmaya çalıştım, milletvekillerine mektup yazdım, Meclis Komisyonlarında tasarı görüşülürken yaptığım konuşmalarda anlatmaya istedim ama sadece o dönem muhalefette olan AKP'liler hak verdiler.

Diğerleri beni dinlemedi. Hatta beni kendi kontenjanlarından RTÜK üyesi seçen Demokratik Sol Partisi (DSP) milletvekilleri bana çok sitem ettiler. "Bu yasa medyada tekelleşmenin, medya patronlarının devletle iş yapmasının önünü açıyor. Buna  tepki gösteriyorum" dedim.

Nitekim Ecevit'in hastalığından hiç söz etmeyen gazeteler, yasa resmi gazetede yayımlandıktan sonra, Evecit'in ne kadar hasta ve bitkin, görevini yerine getiremeyecek halde olduğunu haber ve yorumlarda sık sık yer vermeye başladılar. Koalisyon bozulma noktasına geldikten sonra da erken seçim kararı alındı ve Kasım 2002'de seçim yapıldı.Meclisten size hiç destek yok muydu?

Tayyip Erdoğan ve Gül benimle defalarca konuştular. Medyanın son derece kontrolsüz bir şekilde büyüdüğünü, bunun ülke için tehdit oluşturduğunu, iktidara gelmeleri halinde buna engel alacaklarını, yeni düzenleme yapacaklarını söylediler. Fakat iktidar olunca o sözlerinin arkasında durmadılar, kendi medyalarını oluşturma yoluna gittiler. AKP güçlü  şekilde iktidar olunca aslında medyada tekelleşmeyi önleyecek düzenlemeleri yapabilirlerdi, koşullar çok uygundu.

Üstelik formülümüz son derece basitti: "Bir medya patronunun tek bir gazetesi ya da tek bir televizyonu olmalıdır" bir de "Medya patronu başka sektörlere girmemelidir". İki maddelik bir kanunun çıkarılabilseydi, emin olun Türkiye, son derece özgür bir basının haber yaptığı, yorum yaptığı bir ülke haline gelecekti. Ama AKP kendi medyasını oluşturmayı tercih etti.

Dünyada örnekleri var. Mesela, Japonya'da tirajı 14 milyon olan Yomiuri Shimbun adında bir gazete var. Bu gazetenin iki tane yan kuruluşu var. Biri senfoni orkestrası biri de beysbol takımı. Ankara temsilcisine "niye başka işlere girmiyorsunuz, bankacılık, müteahhitlik yapmıyorsunuz, devlet ihalelerine girmiyorsunuz?" diye sorunca bana "yasal engel yok ama etik engel var. Bankacılık, müteahhitlik yaparsak, o konudaki haberleri okuyucumuza nasıl duyuracağım, tarafsızlığımızı nasıl koruyacağım. Gerçek patronumuz okuyucudur, ona karşı kendimizi sorumlu hissediyoruz" demişti.

Görüşmelerim değişmiş değil. Bugün Doğan Erdoğan'la kavga eder, yarın barışır, yarın başka bir başbakan başka bir medya patronuyla kavga eder barışır. Önemli olan medyanın başka sektörlerle bağını kesmektir. Medya özel bir sektördür, başka bir iş koluyla bir arada yürümez.Erdoğan-Doğan polemiğini nasıl değerlendirirsiniz?

Burada bir güç gösterisi var. Aydın Doğan, medyadaki televizyonv, gazete, dergilerini ileri sürerek hükümetten taleplerde bulunmuş. Hükümet de bunu karşılamayınca Doğan sertleşmiş. Fakat geçen Seçim döneminde Petrol Ofisi'nin vergi sorunu olduğunda bir yumuşama dönemi yaşanmıştı. Şimdi, "vergi konusunda siz kolaylıklar sağladınız ama biz onun bedelini ödedik. Şimdi yeni taleplerimiz var" diye yola çıkmışlar. Ama hükümet de, buna karşı çıkmış çünkü hükümetin de yandaş medyası var.

Yapılması gereken, medyanın hükümeti tehdidi edemeyecek bir noktaya getirmesi, hükümetin de elindeki devlet gücünü kullanarak medya üzerinde baskı kuramamasıdır. Bunu politikacıların ya da medya patronlarının insafına bırakırsanız, bu işin arkası gelmez.

24 Eylül'de Mersin Akkuyu'da nükleer santral ihalesine kim girecek? Aydın Doğan. Hilton'da hükümet Doğan'a boyun eğse, yarın nükleer santrali isteyecek. Böyle bir pazarlık olmamalı her iki taraf açısından, özgür basının yolu budur. Bir medya patronun elinde 30-40 tane gazete-televizyon-dergi-radyo olmamalı. Medya tekeline karşı ciddi uygulama ve denetimler ortaya konulmalı.