Açık Düşman: Jean Genet'den Filistin ve 'Ortadoğu' üzerine düşünceler

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi'de bugünlerde yeniden hatırladığımız bir söyleşiyi arşivden çıkarıyoruz. Jean Genet özellikle Filistin meselesine ve Ortadoğu’ya bakışını dile getiriyor.

""
Jean Genet'den Filistin ve 'Ortadoğu' üzerine düşünceler
 

Jean Genet'den Filistin ve 'Ortadoğu' üzerine düşünceler

podcast servisi: iTunes / RSS

2011'de Açık Dergi’de, 'Jean Genet 100 Yaşında' köşesinde, İlksen Mavituna ve Gözde Kazaz’ın, Metis Yayınları’ndan, Sosi Dolanoğlu’nun çevirisi ile yayımlanan, 1974 ve 1986 yılları arasında kaleme aldığı politik metinlerden oluşan Açık Düşman başlıklı derlemeden seçerek seslendirdikleri bir söyleşiyi dinledik. Bu söyleşide, Genet, özellikle Filistin meselesine ve Ortadoğu’ya bakışını dile getiriyor. Tam da sırası diyerek, tekrar dinlemek isteyenler için yayınlıyoruz.

3 Şubat 2011 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.

*** 

Gözde Kazaz: Açık Radyo’da Açık Dergi programı devam ediyor. Şu anda 'Jean Genet 10 Yaşında' köşesindeyiz. Bu hafta, Jean Genet’nin edebi metinlerinden ziyade 1974 ve 1986 yılları arasında yazdığı politik metinlerden bahsetmek istedik. Bu haftaya uygun düşeceğini düşündüğümüz Metis seçkisi bir kitap var elimizde: Açık Düşman.

İlksen Mavituna:Açık Düşman, Sosi Dolanaoğlu’nun çevirisiyle yayımlanmış. Esasında uluslararası bir edisyon olduğunu da söylemek lazım. Genet’nin onayından geçmiş bir derleme olduğunu da ayrıca belirtmek gerek. Filistin meselesinin Genet’nin hayatında çok başka bir yerde durduğunu ilk elden söyleyebiliriz. Bunun bir kısmı Açık Düşman olarak Türkçe’ye de çevrildi. Fransızca ve İngilizcesi aynı basım olmakla beraber, Türkçe’de de ayrı bir seçki var Metis Yayınları’ndan.

Biz de bu hafta genel olarak Genet’nin kimi metinleri, kimi konuşmaları ya da röportajlarından oluşan bu derlemeden biraz Ortadoğu’ya doğru gidelim dedik.

Gözde Kazaz: Bizim aldığımız bölüm Ortadoğu olsa da, genel olarak Genet’nin desteklediği ve beraber olduğu Kara Panterler ve Kızıl Ordu fraksiyonundan da bahsettiği bir söyleşisi var. 1983 yılına ait bir söyleşi bu. Bundan iki sene önce, 1982’de yayımlanmış olan Şatila’da Dört Saat adı eserinin bir uzantısı da diyebiliriz aslında. Jean Genet, Filistin’e birlikte gittiği Leyla Şahid’in yanısıra Avusturya’dan Rudiger Wischenbart ile bir söyleşi yapıyor. Bu söyleşi 1984 yılında Liberasyon’da yayımlanmış. Şimdi bu söyleşiden bazı bölümler aktaracağız:

``

Rudiger Wischenbart: Jean Genet, sizi Filistin Kurtuluş Örgütü için bu kadar güçlü bir şekilde angaje olmaya iten neydi? ABD’deki Kara Panterler ve Federal Almanya’daki Kızıl Ordu fraksiyonunu bir yana koyacak olursak, bir grubun ya da siyasi bir hareketin yanında yer almanız önceleri oldukça ender görülen bir durumdu.

Jean Genet: Beni buna iten öncelikle kişisel tarihimdir; bunu da anlatmak istemiyorum, kimseyi ilgilendirmez. Bu konuda daha fazla şey bilmek isterlerse kitaplarımı okurlar, olur biter. Ama benim size söylemek isteyeceğim şey, önceki kitaplarımın – aşağı yukarı 30 yıldır yazmayı bıraktım - bir rüyanın ya da bir hayalin parçası olduklarıdır. Bu rüya ve bu hayalden sonra ayakta kalarak, bir tür  hayat bütünlüğü elde etmek için eyleme geçmek zorundaydım. Anladığımı sandığım kadarıyla, Kara Panterleri, Alman Kızıl Ordu fraksiyonunu ve Filistinlileri saydınız. Hemen konuya girmek için size şöyle cevap vereyim: Benden müdahale etmemi isteyen insanların derhal yanında oldum. Kara Panterler Paris’e gelip benden ABD’ye gitmemi istediler, ben de derhal gittim. 10 yıl önce Filistinliler benden Ürdün’e gelmemi istediler, bir yıl önce de Leyla Şahid benden Beyrut’a gitmemi istedi. Elbette ki isyan eden halklardan yana oldum ama bunu çok doğal olarak yaptım, çünkü ben de tüm toplumu yeniden tartışma konusu yapmak ihtiyacındaydım.

Rudiger Wischenbart: O halde isyancı Genet, savaşçı Genet olarak mı görmeliyiz sizi?

Jean Genet: Dinleyin. 1967’de savaşı başlatan kimdi bilmiyorum, Nasır mıydı, İsrail miydi belirlemek de istemiyorum. İngiltere’deydim, Fransa’ya dönmek için trene bindim, kompartmanımdakilerin hepsi İngiliz’di. Onlara nereye gittiklerini sordum, İsrail’e yardım etmeye gittiklerini söylediler. Hepsi Yahudi’ydi. İngilizlerin tehlikede olan İsrail’e yardıma gitmelerini pekala kabul edebiliyorsunuzdur sanırım. Öyleyse, bana niçin tehlikede olan bir halka ne sebeple yardıma gittiğimi sormaktasınız? İngiliz Yahudileri ile İsrail arasında bir yakınlık vardı; Filistinliler, Panterler ve Kızıl Ordu fraksiyonuyla benim aramda da bir yakınlık var ve onlara yardıma gitmem normal. Onlara fazla yardımım dokunmaz, çünkü 73 yaşındaki bir adam ayaklanan genç bir halka fazla yardım edemez ama yardım edebildiğim ölçüde ediyorum.

Rudiger Wischenbart: Filistin Kurtuluş Örgütü, Kara Panterler, Kızıl Ordu fraksiyonu ile sizin aranızda ne tür bir yakınlık var? 1967’de savaşa giren İsrailliler ile İngilizler arasında ne tür bir yakınlık var?

Şatila’da Dört Saat adlı metninizde ve elbette daha önceki kitaplarınızda gördüğünüz şeyde de bulunan güzellikten bahsediyorsunuz daima. Hatta Lübnan’da olan bitenlerde ölümü hatırlatan ve trajik bir yeri olan o güzellikten. Bu da benim için size niçin Lübnan’a veya Filistin’e gittiğinizi sormam için bir sebep.

Jean Genet: Bankalarda da bulundum, güzel olan bankacı görmedim hiç ve sözünü ettiğiniz güzelliğin – bu benim için bir sorun hali derken kendi kendime soruyorum – benim o kitapta sözünü ettiğim güzelliğin, isyancıların kaybettiği bir özgürlüğe yeniden kavuşmalarından kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak ediyorum. Anlatabiliyor muyum?

Rudiger Wischenbart: Evet, biraz. O güzellik neye dayanıyor ya da o özgürlük?

Jean Genet: Devrimcilerin güzelliği, bir tür aşırı serbestlikle hatta onları aşağılamış olan halka karşı bir tür küstahlıkla görünür olur. 73 yıl Fransa’da, uçsuz bucaksız bir sömürge imparatorluğuna sahip olmuş bir ülkede yaşamış bir adamla konuştuğunuzu unutmayın. Dolayısıyla, size açıklamayı o kadar çok istemediğim sebepler yüzünden kişisel olarak ezildim. Fransa kavramı tarafından ezildim. Doğal olarak, kendilerine katılmamı isteyen ayaklanmış halklara yöneldim. Sözünü ettiğim ve üzerinde o kadar çok durulmaması gereken o güzellik – yanılmamızdan korkuyorum – eski kölelerin kölelikten, boyun eğmekten, tutsaklıktan kurtulup Fransa karşısında özgürlük kazanmak istemeleri olgusundan kaynaklanıyor. Ya da siyahların Amerika’dan, Filistinlilerin genel olarak Arap dünyasından.

Rudiger Wischenbart: Politikanın iki süper güç arasında yapıldığı günümüz dünyasında, acaba bu nafile, şansı olmayan, umutsuz bir umut değil mi?

Jean Genet: Düşünmemi gerektiren ve cevap isteyen zor sorular soruyor ve düşünecek zaman vermiyorsunuz bana. Şüphesiz en azından dört-beş gün düşünmem gerek. Fakat süper güçlerden bahsediyorsunuz, doğru. Ancak bu süper güçler bazı halklara alt süper güçlerden kurtulmaları için bir hareket alanı tanıdılar. Bu umudun ya da bu beklentinin nafile olduğunu söylediğinizde, aklıma çok çabuk ve neredeyse hain bir cevap geliyor: Bu dünyada nafile olmayan şey var mı? Bu soruyu niye soruyorum? Sonuçta nafile olmayan şey var mı? Siz öleceksiniz, ben öleceğim, onlar ölecekler. Eee?

Rudiger Wischenbart: Cevabım yok.

Jean Genet: Tabii ve benim on dakika içinde bir cevabım olmasını mı istiyordunuz?

Rudiger Wischenbart: Hayır. Geçen yıl Lübnan’dayken, zaman zaman kendinizi bir seyirci gibi hissetmediniz mi? Orada bir Filistin dergisi için bulunduğunuz halde hem de. Çünkü en dar anlamda, tanık olduğunuz şey sizin mücadeleniz değildi. Sonuçta siz, Filistinli değilsiniz.

Jean Genet: Evet, öyle. Açıklayayım.  Paris’teki Filistin temsilcisi benden Ürdün’e gitmemi istediğinde – 13 yıl öncesine gidiyorum – gerçekten de sadece Fransız gazetecilerden ve dergilerden tanıdığım Filistin halkı bana biraz yabancıydı. Kendi kendime nereye gittiğimi soruyordum. Size bir anımı anlatayım. Dara’daydım, Suriye ile Ürdün arasında bulunan küçük sınır şehri. Filistin kuvvetleri ile Ürdün kuvvetleri arasında her gün çarpışmalar oluyordu. Filistin Kurtuluş Örgütü, küçük bir ev satın almış ya da kiralamış – tam bilmiyorum – ve bir çeşit hastane haline getirmişti. O hastanede benim gibi, Filistinlilerle gelen, Filistinlilere hizmete hazır yabancılar kabul ediliyordu.  Nitekim, başlangıçta seyirci olduğumu söylemekte haklısınız. Bir seyirci olarak gelmiştim. Salona girdiğimde, bir süre sonra bana kahve isteyip istemediğim soruldu. Bir kahve yapıp getirdiler ve savaş üniformalı, paraşütçü üniformalı, bereli iki Filistinli gördüm. Gülümsüyorlar, gülüyorlar, gırtlaklarından gelen bir şekilde Arapça konuşuyorlardı. Dirseklerini iki sandığa dayamışlardı, gülüyorlardı. Sandıkların üzerinde tempo tutan parmaklarını hatırlıyorum. Parmakları sivri ve sertti ve sandıklara bir çeşit kesinlikle vuruyorlardı. Dışarı çıktığımda sandıkları gördüm, iki tabuta yaslanmış halde konuşmaktaydılar. Nitekim, iki cenaze bekleniyordu. Başka yerden beklenen iki Filistinli ölü, torbaların içinde getirilmiş ve sandıklara konmuştu.

Size bunu anlatıyorum çünkü Filistinliler ile ilgili ilk izlenimim buydu ve neredeyse hemen, derhal, anında Filistinlilerin hareketlerinin ağırlığı, sahiciliği beni çarpmıştı. Paris’ten ayrıldığımda edebi bir Doğu’nun etkisi altındaydım hala. Gazetelerde bundan bahsedilse bile hala edebi olarak bahsediliyordu. 1001 Gece Masalları’na başvuruluyordu diyecek kadar ileri gitmeyeceğim ama neredeyse öyleydi. Arap ülkelerini daha önce tanımış olduğumdan, daha 18 yaşındayken Şam’daki kapalı çarşılarda dolaşıyordum. Nitekim, Doğu buydu, geleneksel Doğu. Her üyesinin gerçek bir ağırlığı olan hareketler yaptığı bir halk gördüm. Bir gerçeklik, bir gerçek ağırlığı vardı. Bütün Arap ülkeleri sigara paketleri veriyorlardı, hiçbir sigara laf olsun diye yakılmıyor ve içilmiyordu. Bir sigaranın kendi anlamı vardı. Bir Arap kadının çeşmeden aldığı bir kova suyun da kendi anlamı vardı. Kovasını, suyu, kadını görüyorduk. Kısacası şimdi hissettiğim ve o zaman neredeyse gelir gelmez hissettiğim, bu halkın, kendiyle bir ilişki, modern bir ilişki kuran Arap dünyasındaki ilk halk olduğudur ve isyanı da moderndi.

Rudiger Wischenbart: Beni hep şaşırtan bir şey vardır. O da, mesela biz, Avrupa’dakiler, Filistin’de, Lübnan’da Filistinliler ile Araplar, Filistinliler ile İsrailliler arasındaki çarpışmalarla ilgili haberler aldığımızda - meselenin gerçekdışı diyeceğim bu tarafıdır – çarpışmanın kurbanlarından bahsedildiğini duymak neredeyse bir alışkanlık haline geldi. Ancak çok çarpıcı olaylar sırasında, Sabre ve Şatila katliamları gibi mesela, gerçek ölülerin, ölen, öbür dünyayı boylayan insanların söz konusu olduğunu anlıyoruz. Sıradan seyirciler olarak, bizim bu gerçekdışı algımız konusunda ne diyorsunuz?

Jean Genet: Pekala, ben sizin gerçek dışılığınız yüzünden vurguyu Filistinlilerin üzerine koymuyorum. Daha ziyade, vurguyu her şeyi gerçekdışı hale getiren sizler üzerine koyuyorum, çünkü böylelikle onu daha kolay kabulleniyorsunuz. Ne de olsa gerçekdışı bir ölüyü, gerçekdışı bir katliamı kabullenmek, gerçek bir kampa gerçek mektuplar taşıyan bir kadını kabullenmekten daha kolay. Görüyorsunuz ki katliamları kabul eden ve onları gerçekdışı katliamlar haline getiren özellikle sizsiniz.

* Program metnini gönüllü olarak deşifre eden dinleyicimiz Banu Erol'a teşekkürler.