Aynı problemin iki ayrı yüzü: Pandemi ve iklim krizi

-
Aa
+
a
a
a

Osman Elbek ve Kayıhan Pala, iklim krizi ve pandemi arasındaki bağlantıyı anlatıyor, ayrıca Türkiye ve dünyadaki son gelişmeleri ve bilgileri aktarıyor.

Pandemi ve iklim krizi
 

Pandemi ve iklim krizi

podcast servisi: iTunes / RSS

(5 Ağustos 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı: Pandemide Sağlık programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydınlar Osman Bey, Kayıhan Bey.

Kayıhan Pala: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Osman Elbek: Günaydın!

ÖM: “Salgınlar Çağında: Pandemi Sağlık” ne diyeceğiz?

OE: Kötü günlerden geçiyoruz. Aslında bu programı salgınlarla yangınların ne kadar iç içe, ne kadar bağlantılı olduğunu vurgulamaya ayırmak istiyoruz. İsterseniz önce salgının geldiği aşamaya dair birkaç veri paylaşmak isteriz: Dünyada 200, Türkiye’de 5,5 milyon kişinin resmen hastalığı geçirdiği bir durumdayız ve geçen hafta itibariyle dünyada vaka sayısında artış devam etmekte. Avrupa’da ise hem vaka hem ölüm sayılarında bir azalma yaşandı geçen hafta. Avrupa’ya baktığımız zaman 3 ülke dikkat çekiyor 100 binde vaka sayıları uyarınca: Birleşik Krallık, Rusya ve Türkiye. Birleşik Krallık ve Rusya geçen haftayı azalan bir trendle geçirirken, Türkiye’de vaka sayısı %114 oranında arttı ve 100 binde 165 oranına ulaştı. Ölümlerde de benzer bir şekilde Rusya, Birleşik Krallık ve Türkiye ilk üçte ve Türkiye’nin ölümlerinde ne yazık ki %16’lık bir haftalık artış var. Geçen haftayı günlük 23 bin civarında vakayla geçirdik ve günlük vefat sayımız 85’e ulaşmıştı ki biliyorsunuz dün akşam itibariyle 27 bin vaka, 122 ölüm, test pozitifliğimiz %10’u oldu. Aktif vaka sayımız, yani iyileşenleri ve vefat edenleri çıkardığımız zaman PCR’la tanı konulmuş aktif vaka sayımız yaklaşık 300 bin sınırında. 17-23 Temmuz’dan sonra il bazında açıklama olmadı ama dün haberlere de düştü, Çorum valisi “bizim ilde vaka sayısı eskisine oranla 3 kat arttı” dedi. İllerde de ciddi bir artış var. İstanbul’da haftalık ek ölümlerde yüzde 27’lik artış gözleniyor. Total projeksiyonda da Türkiye’de ek ölümler 156 bine ulaştı. Salgınlar tablosunda ne yazık ki rakamsal veriler bu ama ben bunun hemen yanına Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün “2020 Yılı Türkiye İklim Değerlendirmesi”nden de birkaç veri paylaşıp Kayahan’a bir soru sormak istiyorum. 2020 yılında Türkiye’de sıcaklık ortalaması 14,9 derece oldu. Bunun anlamı şu; son 30 yılın sıcaklık ortalamasına göre Türkiye 2020 yılını yaklaşık 1,5 derecelik artışla geçirdi. 1971’den bu yana en sıcak yıldı 2020. 2020 yılında Türkiye’de 201 merkez kendi sıcaklık rekorlarını kırdı. Bu arada da 2020 yılında 984 ekstrem olay oluştu ki %30’u seldi bu olayların. Hatırlarsanız 14 Temmuz’da Rize 273 kilo yağış aldı. Bunun dışında Ankara Polatlı’da toz fırtınası, güneydoğuda kum fırtınası ciddi hava kirliliklerine, elektrik kesintilerine ve insan yaralanmalarına yol açtı. Bir taraftan seller vardı ama 2020 yılında Türkiye yağış ortalaması son 30 yıla göre %13 azaldı ve kuraklık kendisini gösterdi, bugün itibariyle de orman yangınları biçiminde gösteriyor. Salgınlar ve yangınlara birlikte baktığımız zaman aslında temel büyük bir fotoğrafın iklim krizinde dünyayı ısıtmamızda olduğunu görüyoruz. Bunlar aynı problemin, aynı madalyonun iki farklı yüzü gibi duruyorlar. Kayahan bir halk sağlığı bakış açısıyla bu iki soruna nasıl bakarsın nedenleri açısından?

KP: Osman, bence çok doğru bir noktadan soruyu soruyorsun iklim krizi bağlamında ama ben önce birkaç şey söyleyeyim çünkü çok fazla bana soru geliyor. Şimdi bir yandan özellikle son bir hafta içerisinde Türkiye’de günlük COVID-19 ölüm sayılarında ciddi bir artış var. Yani bir haftada ölen sayısı günde 51’den önce 126’ya, dün de 122’ye çıkmış görünüyor. Bu kadar yüksek ölüm sayısında artış olurken olgu sayılarının 20 binli rakamlarda biraz durağan seyretmesi epidemiyolojik modellerle açıklayabildiğimiz bir şey değil. Burada yani ya işte test politikasıyla ilgili bir sorundan ya da yine bazılarının hasta-vaka ayrımına girmesinden söz etmek mümkün ya da Türkiye’de şu anda etkin olan endişe verici varyant delta ve delta plus ve bunların belki dışında daha ölümcül seyrediyor olabilir. Bunların tamamının ayrıntılı olarak izlenmesinde yarar var. Öte yandan bir yandan vakalar çok yüksek bir artış göstermezken, örneğin Osman sen de biliyorsun, Antalya’da ve Diyarbakır’da çok net oradaki meslektaşlarımızın ortaya koyduğu gibi COVID-19 hastaları için yatak sıkıntısı yaşanmaya başlandı. Bunlar çok erken yaşamaya başladığımız sıkıntılar, dolayısıyla buradan hem toplumu uyarmış olalım hem de yetkilileri hem ağustos hem ülkenin bu yılın son çeyreği için daha ciddi hazırlanması gerektiğine vurgu yapalım. Şimdi senin soruna gelince; aslında bu konu özellikle Açık Radyo dinleyicileri için hiç yabancı bir konu değil, çünkü uzun yıllardır bizzat Ömer Bey ve radyo programcılarının birçoğu iklim krizi vurgusunu çok sıklıkla dile getiriyorlar ve hükümetler arası iklim değişikliği paneli diye Türkçeye çevrilebilecek IPCC’nin raporlarına baktığımızda hem dünyayı hem de Türkiye özelinde Türkiye’yi ilgilendiren bu iklim krizinin çok ciddi sıkıntılara yol açma potansiyeli uzun zamandır söyleniyor. Öyle ki bunun yalnızca sağlık etkileri ne olabilir diye araştırmak için biliyorsun Lancet Gerisayım diye bir topluluk kuruldu. Onun içerisinde Türkiye’den de meslektaşlarımız var ve Lancet Gerisayım 41 gösterge ile iklim krizinin sağlık etkilerini izlemeye çalışan bir raporlama sürecini getiriyor. Şimdi bir yandan özellikle bu sıcak hava dalgalarının sağlık etkileri tartışılırken öte yandan bunun yalnızca insanlar için değil bütün canlılar için doğa için ekolojik bir yıkıma yol açması eğer müdahale etmezse beklenen bir durumdu. Bunun sağlık alanındaki etkilerini bir süredir görüyoruz, değişik hastalıkların hiç bilinmeyen ve öngörülmeyen kıtalarda ve ülkelerde karşımıza çıkması gibi ama senin de az önce söylediğin yangınlar gibi doğa tahribatının da karşımıza çıkması maalesef öngörüleri gerçekleştirmiş oldu. Çok değil daha bir iki yıl önce Türkiye’de bu kuraklığın orman yangınlarında ciddi bir artışa yol açabileceğine ilişkin tartışmalar, raporlar, benim de katıldığım bazı paneller gündeme gelmişti ve özellikle orman mühendisliği konusunda yetkin meslektaşlarımızın dikkat çektiği “aman dikkat, bakın bu süreçler eğer müdahale edilmezse büyük yıkımlara yol açabilir” diye uyarılar maalesef pek ciddiye alınmamış görünüyor. Burada istersen biraz şunu da tartışalım Osman, aslında Türkiye'de kamu yönetiminin geldiği durumu tartışmamız lazım. Çünkü hem pandemiye verilmesi gereken yanıt hem de orman yangınlarına ilişkin koruma, önleme ve müdahale alanlarında karşılaştığımız sıkıntılar kamu yönetimi meselesinin hatta artık sorunu diyebiliriz, sorununun tartışılması gerektiğini bence çok net ortaya koyuyor diye düşünüyorum.

OE: Haklısın, bu saptamana katılıyorum. Vaka sayıları konusunda fiilen hayatta hekimlik yapan bir kişi olarak deneyimimi aktarabilirim. Geçmiş dalgalardan farklı olarak delta burun akıntısı, boğaz ağrısı gibi üst solunum yolu, bir tür soğuk algınlığı gibi seyrettiği için ilk başta hastalar pek başvurmak istemiyorlar. İkincisi başvuran hastalarımın hemen hemen hepsine COVID-19 PCR testi istediğim zaman “yok hocam, bu klima çarptı aslında ben klimanın karşısında, vantilatörün karşısında fazla kaldım” diyerek aslıda PCR’a da çok istekli değiller. Hele çalışan nüfus açısından daha önemli çünkü PCR pozitif çıktığı zaman işe gitme ve para kazanmayla ilgili sıkıntı olacak. Hekimler de çok yoruldu, bu tür, özellikle aşılı kişilerden hafif boğaz ağrısıyla burun akıntısından PCR istememe gibi bir politika gidilmeye başlandı. Tüm bunlar vaka sayılarımızın görece düşük kalmasına yol açıyor, biz eskisi kadar semptomu olan hastalara PCR yapmıyoruz. Zaten semptom dışı tarama hiç yapmadığımız için PCR’larımız görece daha az. Kamu politikası ise çok önemli, örneğin bu ülkede aşıları üretememek ile yangını söndürebilecek uçağımızın olmaması aslında aynı politik tercihin sonucu. Biliyorsunuz ülke daha önceden aşıları üretebilen bir ülke iken ‘biz bunları üretmeyelim, şirketlerden alalım, ihaleler yoluyla bu işi götürelim. Hem daha ucuz hem daha etkin olur’ mantığı sergilenmiş ve sonuçta da bugün itibariyle aşı üretemeyen bir ülke konumuna düşmüştük. Aslında aynısı uçaklar için de geçerli oldu, öncesinde yangın uçağı olabilen bir ülke iken ‘ben bunları kiralama usulüyle, ihale usulüyle’ götürelim dendi. Ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetme politikasının aslında salgında da, yangında da ülkeyi bir vahim sürece doğru sürüklediğinin en önemli fotoğrafını çekiyoruz bugünlerde. Ülke bir şirket gibi yönetilemez, çünkü devlet bir şirket değil. Benzer bir sorunu aslında birinci basamak ve hastane sisteminde de görüyorum. Yani Türkiye korumayı, sağlığı korumayı, sağlığı iyileştirmeyi temel hedef olarak öngörseydi birinci basamağını çok daha güçlü yapabilirdi ama Türkiye daha çok hastalığı, oradan daha çok para kazanılıyor diye hastane sistemini önceledi salgın politikasında. Yangın politikasına baktığımız zaman -ki Sedat Ergin’in de bu hafta yazısında vardı-, Türkiye’nin çok güçlü bir hava kuvvetleri var ama ne için? Bombalar atabilmek için çok güçlü. Yani ölmeye ve öldürmeye güçlü bir hava kuvvetleri inşa etmişsiniz, yangınları söndürmeye ve canları yaşatmaya dair değil. Yani aslında siz sağlık alanında aslında sağlık yerine hastalığı yaşamda da yaşamak ve yaşatmak yerine ölmeyi ve öldürmeyi önceliyorsunuz. Tüm bu politik çıkmazları aslında belki de bu salgınlar ve yangınlar gösteriyor gibi düşünüyorum. Ne dersin bilmiyorum.

KP: Çok haklısın, yani işte eldeki rakamlara bakalım. Bundan 19 yıl önce 19 tane yangın söndürme uçağı olan bir Orman Bakanlığı’nın bugün elinde 3 tane kiralanmış uçakla, üstelik kuraklık bu kadar artarken müdahale etmeye çalıştığını görüyoruz ki gerçekten bunu anlayabilmek mümkün değil. Ayrıca şunu da anlayabilmek mümkün değil, yani tamam hazırlıksız yakalandınız, bu hazırlık aşamasındaki zaafları ortaya koyuyor ama o sırada yangın başlarken müdahale edebileceğiniz araçlar var. Şöyle düşün Osman, yani hepimizin kamu politikası açısından eleştirdiği TOMA, çok sayıda ülkenin her tarafında konuşlanmış durumda. Bunlar su alabiliyorlar ve tazyikli su fışkırtabiliyorlar değil mi? Ama bunların o bölgeye götürülmesi bile altı gün sonraya denk düşüyor ya da birtakım insanların deniz yoluyla tahliye edilmesi için deniz kuvvetlerinin işte bölgeye gelmesi bir hafta sonraya denk düşüyor. Henüz bu süreçlerde askerlerin bu yangına müdahale etmesine ilişkin bir yaklaşım söz konusu değil. Bu arada elimizde işte 7 tane olduğu söylenen Türk Hava Kurumu’nun uçakları yerde bekletiliyor. Benim teknik ayrıntılarına çok vakıf olmadığım ama bu alandaki gözlemlerine ve bilgilerine güvendiğimiz bu alanın akademisyenleri, pratisyenleri ve gazeteciler aracılığıyla öğrendiğimiz bir takım sorunlu alanlar var. Bunlar inisiyatif kullanamamaktan ve sürece yetkin insanlar bağlamında yönetememekten kaynaklanan sorunlar gibi görünüyor. Sen de görmüşsündür, Fatih Altaylı bir yazısında dile getirmiş, örneğin o bölgedeki yangınlar, yangınla ilgili hiçbir eğitimi olmayan bir veteriner hekime verilmiş yönetici olarak. Dolayısıyla birçok sorunu tartışırken bir yandan kamu yönetimine ilişkin işte liyakat meselesini de gündeme getirmemiz gerekiyor anlaşıldığı kadarıyla. Ben buradan hemen ülkenin sağlıkla ilgili, pandemiyle ilgili gündemiyle bir bağlantı kurayım. Yani bugünlerde sen de biliyorsun Türkiye’de sağlık yöneticilerinin büyük bir çoğunluğu aslında yönetici olma potansiyeli olan insanlardan değil işte iktidara ve onun düşüncesine yakın insanlardan belirlenmiş durumda gibi görünüyor. Böyle olunca da bir sürü sorun karşımızda. Bunlardan bir tanesi halen Türkiye’nin pandemiyle ilgili verilerini açıklayabilecek bir potansiyelde olmaması, yani şöyle düşün Osman, hangi ülke aşıyla kazandığı kazanımları aşı konusundaki tedirginliği ortadan kaldırabilmek için açıklamaktan çekinir? Biz aşıların ne kadar işe yaradığını başka ülke örnekleri üzerinden paylaşmaya çalışıyoruz. Oysa ülkemizde de biliyoruz ki özellikle yoğun bakımlardaki hasta profilinden, aşı olanlar, özellikle iki tane mRNA aşısı olanlar yoğun bakımlara hiç gitmeden ya hasta olmuyorlar ya hastalığı çok hafif geçiriyorlar ama buna ilişkin veriler çok kapsamlı bir şekilde yayımlanmadığı için insanlara aşının ne kadar iyi çalıştığı ülkemizdeki örnekler üzerinden açıklanmadığı için halen yurttaşlarımızın bazılarının kafasında aşılara ilişkin soru işaretleri var. Burada da bir kamu yönetimi zaafı olduğunu açıkçası ben düşünüyorum. 

ÖM: Evet yani dış haberlerden almak mümkün derken çok haklısınız, yani ABD’den özellikle sağlık merkezi CDC’nin yaptığı net istatistiksel açıklamalardan görülüyor ki aşı olmuş olanlarda %99’un, hatta %99,5’un üzerinde ölümü engelleyici ve hafif geçmesini sağlayan bir durum var. Hatta ABD’nin 50 eyaletine ilişkin de aynı şeyler söylendi, bazı eyaletlerinde %100 yani ölenlerin tamamı aşılanmamışlar arasından oluyor. Britanya’dan da bir ilginç haber vardı dünkü Guardian gazetesinde, sağlıklı ve fit dedikleri formda bir insan, 42 yaşında aşıyı reddetmiş ve COVID’den ölmüş. Pişmanlık belirtmiş son anda da, büyük bir pişmanlık son derece dağlara, daha 3 hafta önce dağlara çıkıyormuş filan ama böyle bir şey var. İngiltere’de tabii daha bilgi sahibi olabiliyoruz o yüzden daha az bu sayıda görülenlerin ama Türkiye’de dediğiniz çok önemli, çünkü açıklama yapılmıyor yani.

KP: Yapılan açıklamalar da Ömer Bey yani gerçeği yansıtmaktan uzak. Örneğin aşı oranlarına bakalım, Bakanlığın şimdi web sayfasına girin aşıyla ilgili öylesine rakamlar paylaşılıyor ki örneğin birinci doz Türkiye ortalaması %66 deniyor. Bazı illerden örnek vereyim, Muğla’dan örnek verelim, %88 diye bir rakam görüyorsunuz. Şimdi sıradan Türkiyeli yurttaş bu %88’e baktığımda, Muğla’da tamam aşı problemi çözülmüş gözüyle bakabilir, harita mavilendirilmiş ama gerçek bu değil. Gerçek şu, bu hastalık sırasında bizim aşıyla bir koruma kalkanı oluşturabilmemiz için mRNA aşısı Biontech ya da 2 doz Sinovac ve 1 doz, toplam 3 doz aşılı olmamız gerekiyor. Bunların oranına baktığımızda Türkiye’de bu sabah itibariyle bunların oranı yaklaşık %24, yalnızca %24. Yani biz ülkemizdeki her 4 yurttaştan yalnızca 1’ini bu hastalığa özellikle, endişe verici varyantlara karşı bir koruma altına alabilmiş durumdayız, geri kalan henüz koruma altında değil. Öyle olunca da maalesef olgu sayılarında ve ölüm sayılarında bir artış karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki aylarda da karşımıza çıkma potansiyeli var. Böyle %70-80’ler gibi rakamları açıklayarak vatandaşta “merak etmeyin bu sorunu çözüyoruz, özellikle turizmin daha ön planda olduğu yerlerde hastalıkla ilgili bir problem yok” diye açıklamanın hayatta karşılığı yok. Az önce size söyledim, mesela haritaya bakın, Antalya %72 görünüyor aşılamada ama dün itibariyle Antalya’da yoğun bakımlarda çalışan meslektaşlarımız COVID-19 hastaları için yatak bulmakta zorlandıklarına ilişkin bizzat sosyal medyada açıklamalar yapıyor durumdalar. Dolayısıyla biraz da insanları gerçeklerle buluşturarak ve onların kafasındaki soru işaretlerini gidermek için bilimsel bilgiyle onları buluşturarak bu süreci yönetmek gerekir. Bunu bir kez daha vurgulamak zorundayım. 

OE: Burada salgınlarla yangın politikası açısından bir benzerliği de hani ‘devletimiz büyüktür, devletimiz güçlüdür, bir kibir ve bir destan yazdık’ politikasında görüyorum. Yani salgınlarda da benzer cümleler kuruldu ve salgında da birlikteliğin gücü ile bir kampanya ve düzenleme planlanmadı. Uzmanlık dernekleri, TTB, Türk Eczacılar Birliği gibi diğer meslek örgütleriyle birlikte bir mücadele tarzı hiç sergilenmedi. Benzer bir politikayı yangınlarda da görüyoruz aslında. Yangınların etkilediği Antalya gibi, Muğla gibi illerin belediye başkanları kriz masalarına davet edilmediklerini ifade ediyorlar. Yani Türkiye, tümüyle kutuplaştıran, sadece benden yana olanlarla birlikte yürümeye çalışan bir kamu politikasına sahip olduğu için salgınların sonunda hastalıkla, yangınların sonunda da yanarak ölüyoruz. Bu kamu politikası temel tercihimizin değişmesi gerekir, o da ancak Türkiye’nin herhalde bir siyasi yönetim tarzının değişikliğiyle kendisini gösterecek diye düşünüyorum. Kayahan son sözleri de sana bırakmak isterim.

KP: Osman şu anda halen yangının sürdüğü bilgisini alıyorum o bölgede yaşayan insanlardan. Biliyorsun bir de Kemerköy Termik Santrali şu anda yangınla yüzleşiyor durumda. 

ÖÖ: Söndürüldü haberi var son dakika olarak vereyim.

KP: Nedir son dakika haberi ben duyamadım.

ÖÖ: Söndürülmüş termik santraldaki yangın.

KP: Söndürülmüş mü?

ÖÖ: Evet.

ÖM: “Milas’taki termik santral bölgesindeki alevler etkisini kaybetti” diyor.

ÖÖ: NTV’de son dakika haberi olarak şey diye geçiyor şu anda. “Bu sabah saatlerinde söndü” diyor. 

OE: Umarım söndürülmüştür çünkü ciddi bir hava kirliliği potansiyeli de gelişiyor o bölgede yangının dışında değil mi Kayahan?

KP: Evet tam ona vurgu yapacaktım. Yani ne kadar söndürüldü, sonradan tekrar bir sıkıntı olur mu bilmiyorum. Çünkü “söndürüldü, sorun yok” denilen yerlerde sonradan tekrar yangın tehdidine ilişkin haberler de var.

ÖÖ: Doğru.

KP: Ama Kemerköy Termik Santrali yangını bizim açımızdan, şu açıdan çok önemli, o ekstra bir hava kirliliği ve oradaki başka birtakım kimyasallar nedeniyle ciddi sıkıntı yaratma potansiyeline sahip. O açıdan dikkat etmek lazım. Bu arada Kemerköy Termik Santrali, Türkiye’deki diğer santrallerle birlikte 13 termik santralin aslında hava kirliliği yaratma potansiyeli yüzünden 2020 yılında kapanması gereken santrallerden biri olduğunu da buradan vurgulamış olalım. Yani yüreğimiz oradaki yurttaşlarla birlikte, umarım ki bu ekolojik yıkım orman yangınları kısa sürede söndürülür. Bu arada orman yangınları açısından en tehlikeli dönemin ağustos ayı olduğuna ilişkin yetkililerin verdiği bilgiler var. Bugün çok sıcak olacak, önümüzdeki haftalarda belki bu ısılar daha da artmış olacak. Dolayısıyla Türkiye’nin her yanında böylesine bir tehdide karşı önlem alması gerektiğini yetkililerin bir kez daha vurgulamış olalım. Bugün programımızı Cem Karaca’dan ‘Bu son olsun’ diye bitirelim. Gerçekten de bu son olsun.

ÖM: Çok teşekkür ederiz. 

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Görüşmek üzere. 

KP: Hoşça kalın!