Hatay’da Serkan Ocak’a ardından Adıyaman’da İrem Afşin’e bağlanarak depremin ardından bölgeye dair gözlemlerini dinledik.
Utku Zırığ: Hepimizi büyük bir acıya boğan depremin üzerinden 80 saat geçti. Biliyorsunuz, ilk depremin hemen ardından bir deprem daha oldu. Bu depremler benzer şiddetlerde, 7.7 ve 7.6 olarak kaydedildi ve on ili vurdu. Can kayıplarını rakamla ifade etmenin dahi içimizi acıttığı bir süreçteyiz. 70 bine yakın yaralı var. 7 bin kadar evin yıkıldığı tespit edilmiş. Bunlar çok kısıtlı tespitler. 80 saattir net göremediğimiz bir tablo var ve tabloyu net görebildiğimizde bu rakamlar çok daha yükselmiş olacak. Oturduğumuz yerde yediğimizden, içtiğimizden, ısındığımızdan, yattığımızdan utandığımız günler. Büyük bir acı. Büyük bir çaresizlik. Bugün iki felaketin, ihmalin, çaresizliğin vurduğu, iki noktaya gitmeye çalışacağız. İlk noktamız Hatay ve Serkan Ocak telefon hattımızda. Serkan yanlış bilmiyorsam sen de iki gündür Hatay'dasın. Hatay çok konuşuldu. Yardımın ulaşmaması, kimsenin gelememesi, çaresizlikler. Ama senden de dinlemek isteriz. Ne görüyorsun orada?
Serkan Ocak: Anlatmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum. İlk gün burada değildim, ikinci gün geldim. İlk gün o çığlıkları herkes duydu. İkinci gün de duydu. Bugün dördüncü güne giriyoruz ama değişen bir şey yok. Hatay'ın ilçelerine henüz gidemesem de merkezde neredeyse girmediğim sokak kalmadı. Dışarıdan fotoğrafa bakıldığında bazı evler ayakta gibi duruyor ama çoğunun birinci, ikinci katları yok. Binlerce ev yok oldu. İnsanın aklına buraya yardım gelmiyorsa başka nereye gidiyor sorusu geliyor. Ben siyaset, hamaset gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fiziki olarak yetişmek imkansız. Dün akşamdan beri bir enkazın başındayım. Burada dağcı arkadaşlarım var. Onlarla beraberiz, arabada yatıp kalkıyoruz. Onlar dün akşam gezip ses arıyorlardı ve tesadüfen bir evden ses duydular. Bir çocuk sesi geldi. Sonra ailelerini bulduk. Bir yere kadar kazdılar ama bir yerden sonra iş makinesi olmadığı için devam edemediler. İş makinesini AFAD’dan gece 12.00 gibi istediler. Ancak sabah 07.00’de gelebildi. Ve şu an içeriden ses gelmiyor. Rakamlar korkunç ve tablo ortada. Burada bir çok insanın fiziki imkansızlıklardan dolayı canlarını yitirdiğini düşünüyorum. Bunu artık hepimiz öğrendik, ezberledik; deprem öldürmüyor yanlış inşaat öldürüyor. Yıkılan binaların altında hâlâ yüzlerce kurtarılmayı bekleyen insan var.
Şimdi biraz genel kısmından bahsedeyim. İlk günden itibaren çok fazla yardım çığlığı vardı. Bunları dinleyen, izleyen herkese titreme geliyor. Bir şey yiyemiyor, sıcak bir yerde uyuyamıyor, vicdanı sızlıyor insanların. O insanlar yardım gönderiyorlar ve şu an yardımlar Hatay'a girişte tıkandı. Kentin biraz dışında iş makineleri sıra bekliyor. Afet çok büyük. Benim gördüğüm kadarıyla üçüncü gün birçok iş makinesi geldi ama koordinasyonsuzluk, organizasyon sorunundan dolayı durum böyle. Bir de fiziki olarak yollar kapalı, yolların kapalı olmasının sebebi enkaz. Enkazları açmak gerekiyor. Enkazlarda hâlâ canlılar var. Dördüncü gün olmasına rağmen birçok yerden ses geliyor. Böyle bir kaotik durum var. Hava çok soğuk Geceleri 3 dereceye kadar düşüyor. Kurtarma ekiplerinden öğrendiğim kadarıyla yaşam üçgenlerinin olduğu alanlar sıcak. Yani susuz ve yemek olmadan kalınabileceği kadar kalınabiliyor. O mucize kurtuluşların sebebi o. Dün gece sabaha kadar sokaklarda gezdim. İhtiyaçlardan bir tanesini kimse dillendirmiyor muhtemelen ama sokaklarda cesetler var, çaresizlik var. Yiyecek ve su konusunda en azından şehir merkezinde gördüğüm kadarıyla şu anda sorun yok. Gece dışarıda kalanlar insanlar, enkazlardan çıkan odunları yakıyorlar. Ateş başında insanlar oturuyor. Yardımlar da ulaşıyor ama tırlarla getirilen şeyler belli yerlere yığılmış. Belli noktalara da hiç gitmiyor. Günlerdir ağızlarına sıcak yemek koymayan arama kurtarma ekibi ve depremzedeler olduğunu biliyorum.
Benim buraya geldiğimi öğrenildiğinde sosyal medyadan çok fazla insan bana şunu sordu: “Gelelim mi?” “Biz bir şey yapabilir miyiz?” Ben burada gönüllülerle de çok konuştum. Sivil araçları girişte almamaları gibi bir durum yok. En azından kendi gözlemlerimde görmedim. İnsanlar zor da olsa girebiliyor. Tavsiyem, gelmek isteyen insanlar varsa gelebilirler, hiçbir sıkıntı yok. Buradaki gönüllüler gece gündüz çalışıyorlar ama bir yere kadar çalışabilecekler. Onların da fiziksel olarak dayanma güçleri kalmıyor. Birilerine devretmek zorunda kalacaklar. Burada yemek yapabilecek, kazı çalışmalarına yardım edebilecek vs. insanlara ihtiyaç var. Herkes bir şeyin ucundan tutabilir. 72 saatin sonunda artık canlı kurtarma ihtimali de çok düşecek. Bundan sonra cansız bedenlerin çıkarılma işleri olacak. Depremzedeler aylarca yine dışarıda kalacaklar. Gelmek isteyen, kendi vicdanlarını rahatlatmak için değil de bir işin ucundan tutup insanlara katkıda bulunmak isteyenler hâlâ gelebilirler.
U.Z.: Serkan aslında biz sadece on şehirden ve onun merkezinden bahsediyoruz. İlçeler, köyler çok daha kötü durumda. Bu insanlar merkeze ulaşabiliyor mu? Mesela ilçelerden, köylerden gelebilenleri, kurtulabilenleri gördün mü? Oralardan haber alabiliyor musunuz?
S.O.: Kırsala gittikçe sivil yoğunluğu ve çok katlı apartmanlar azaldığı için yıkımın kısmen az olduğunu tahmin ediyorum ve buradaki konuşmalardan aktarıyorum. Dün Reyhanlı'dan gelip gönüllü çalışan birini gördüm. “Sizin oralar nasıl?” dedim. “Bizim oralarda da var tabii yıkıntılar ama bu kadar yok. Buralar korkunç, o yüzden hemen atladık buraya geldik.” dedi. Özellikle can kayıpları, yaralıları olmayan insanlar çevre ilçelerden buraya geliyorlar. Duyup, koşabilen herkes buraya, merkeze gelmiş. Burada, özellikle belli hatlarda yıkım çok ağır. Fay tabii ki kilometrelerce yer altında ama bir cadde düşünün sanki toprak yarılmış da sadece o sıradaki bütün evler yıkılmış. Yenisi, eskisi hepsi yıkılmış. Drone kamera ile çektiğim için yukarıdan da gözlemlerim oldu. Bir caddede bir sıra evin tamamı yıkılmış. Yıkılmayan, daha doğrusu yerle yeksan olmayan evlerin bulunduğu mahalleler de var. Oralara da gittim. Zaten büyük yardım noktalarını görece sağlam yerlere kuruyorlar. Toplanma yerlerine ilişkin çok acı olan bir gözlemimi anlatayım. Şu anda şehir merkezine AFAD'ın çadırları geldi. Hep çadır, çadır, çadır deniyor. Tırlarla çadır geldi ve çadırları kurabilecekleri boş alan bulamıyorlar. Bu en çok izlediğimiz sorunlardan biri. Mesela halı sahaya kurmaya çalışıyorlar. Küçücük, küçücük parkların içerisine, dört tane beş tane çadır alabilecek kadar küçük yerlere. Bir tır çadır var ama nereye kurulacağı belli değil. Her yer beton. Biz yıllardır bu toplanma merkezlerinden, yeşil alanlardan bahsediyoruz. Hatay'ın merkezinde o kadar bina yoğunluğu var ki insanlar arabalarını çekebileceği güvenli yer bulamıyor. Şu anda binaların yanına koymak güvenli değil. Sabahtan beri üç dört kez ben de transfer oldum, o depremleri hissettim. İnsanlar korkuyor. Arabalarını binaların yakınlarına koymak istemiyorlar. Ama mecburlar, çünkü boş alan yok.
U.Z.: Hatay'da EXPO alanı galiba toplanma alanı olmuş. Ama herkes oranın da çok uzak olduğundan şikayet ediyor. Orada ciddi anlamda yemek, barınma gibi imkanlara ulaşılabiliyor ama insanlar enkazların başında, yakınlarını beklerken o mesafe biraz uzak sanıyorum. Öyle mi?
S.O.: İnsanlar burada bir canlı olma ihtimalini düşündükleri yakını varken kilometrelerce uzağa gidemiyorlar, enkazı elleriyle kazıyorlar. Üç gündür şu anda bulunduğum enkazda bulabildikleri küçük çekiçlerle kazmaya çalışıyorlar. Hâlâ yılmadan kazıyorlar. Yani bırakın oralara gitmeyi, sağlıklı gıdaya ulaşmayı, kimse enkazının başından ayrılmıyor, ayrılmaz da. Bu böyle bir süreç. Herkes empati yaparsa bunu anlar.
U.Z.: Serkan, çok teşekkür ediyorum, sağol. Zor oluyor, orada iletişim imkanları da kısıtlı, şarj istasyonları zorlu. Bu bağlantı ve aktardıkların için çok teşekkür ediyorum.
S.O.: İyi yayınlar, kolay gelsin.
U.Z.: Hatay merkezden gazeteci Serkan Ocak'ı dinledik. İkinci günde herkes aslında Hatay'ı fark etmişti. İlk 24 saat çok kötü geçti. Hiçbir şey yapılamadan geçti ve çok kritik saatlerdi. Hatay ikinci günün ana başlıklarından biriydi. Çünkü Maraş depremi olarak da anıldığı için çoğu kişi Maraş, Malatya gibi yıkımın olduğu yerlere ulaşmıştı ama Hatay çok ciddi bir yıkım yaşadı. Çok ağır bir tablo ile karşılaştık. Adıyaman da az konuşulan ve belli ölçüde yardımların çok geç ulaştığı bir nokta. Orada da gazeteci arkadaşımız İrem Afşin var. Kendisi telefon hattımızda şimdi, merhaba İrem.
İrem Afşin: Merhaba Utku. İyi yayınlar
U.Z.: Bize Adıyaman'daki tabloyu biraz anlatabilir misin? Nedir oradaki vaziyet? Artık dördüncü gün, sekseninci saat. Neler oluyor Adıyaman'da?
İ.A.: Ben iki gündür Urfa'daydım İngiliz Sky News ekibiyle birlikte. Biraz iki şehri karşılaştırma şansım oldu. Urfa'da da ağır hasarlı binalar, enkaz kaldırma çalışmaları var tabii ki. Şehrin özellikle yeni mahalleleri depremden etkilenmiş durumda ama Adıyaman'ı gördükten sonra, çok net ve altını çizerek söylemek istiyorum ki gerçekten hiçbir şey bilmiyoruz ve hiçbir şey görmemişiz. Burada özellikle şehrin dış çeperinden içeriye, merkeze doğru kayarken bütün caddelerdeki bütün binalarda hasar var. Müsaade edersen bana buradan yerel gazeteci arkadaşların aktardığı bilgilerle biraz anlatayım istiyorum. Şehrin yüzde yetmişinden fazla binasında ağır hasar var. Dolayısıyla o binaların hepsi terk edilmiş durumda, herkes sokakta. Geri kalan yüzde otuz bina da tamamen yıkılmış durumda. Çok açıkça bu şehir gitti, bitti diyorlar. Yaklaşık iki gün hiçbir kurtarma ekibinin buraya gelemediğini, kimseyi bulamadıklarını dolayısıyla da enkazlarda hiçbir çalışma yapılamadığını söylüyorlar. Kendi imkanlarıyla, elleriyle, bulabildikleri kazmalarla çok korkarak; sonuçta depremde enkaz kaldırma, arama kurtarma çok hassas çalışmalar biliyorsun. En ufak yanlış bir harekette enkaz altında olanlara zarar gelebiliyor. İlk iki gün enkazlardan sürekli akrabalarının, tanıdıkları insanların, arkadaşlarının seslerini duyduklarını, ama iki gün sonra yavaş yavaş o seslerin kesilmeye başladığını söylüyorlar. Maalesef Adıyaman en son ağır durumu fark edilen illerimizden biri oldu. Buraya gelen bağlantı yollarında yaşanan sıkıntının da bunda çok büyük etkisi var. Burada konuştuğum kadınlar, adamlar, babalar, dedeler, anneler devletimiz bizi unuttu diyor.
Aynı anda on ilde birden yoğun yardım çalışması, enkaz kaldırma, arama kurtarma çalışması yapılamayacağının herkes çok farkında. Ama Adıyaman'a gerçekten ilk 48 saat neredeyse hiç kimse gelmemiş. Dünden itibaren büyük enkazlarda çalışma başlamış. Biz şu anda Adıyaman, Dumlupınar Mesleki Teknik Anadolu Lisesi yanındaki büyük Bozkır Caddesi'ndeki sekiz katlı bir apartmanın önünde çekim yapıyoruz. Canlı yayın yapıyor İngiliz televizyonu. Binada 800 ila 1000 kişi olduğu varsayılıyor. ilk anda bina çökerken dışarıya kaçabilen 15-20 yirmi kişi dışında buradan hiç canlı çıkarılan olamamış. Zaten sadece bir buçuk gündür enkazda çalışılıyor. En son dün gece birbirine sarılmış vaziyette aileler çıkarmışlar. AFAD'dan konuşmayı kabul eden- onlara da yasak gelmiş durumda konuşmamaları için- bir iki görevliden alabildiğim bilgi kırıntıları bunlar. Adıyaman'daki genel sorun enkaz kaldırma ve arama kurtarma çalışma ekiplerinin çok çok az olması. Şu anda şehirde sadece çok belirli bölgelerde, belirli enkazlarda çalışma devam ediyor ama bu da sadece bir buçuk gündür devam ediyor. Adıyaman'ın 630 binin üzerinde bir nüfusu var ve yaklaşık 10 bin kişiyi kaybettiğimizi söylüyorlar. Adıyaman çevresindeki irili ufaklı köylere hiçbir şekilde yardım veya arama kurtarma ekibi gidemediği için çoğu bölgede telefon hatları kesik, elektrik yok, doğalgaz yok, aydınlatma yok. Dünden itibaren yavaş yavaş yemek dağıtımı, su dağıtımı gibi yardım hizmetleri getirilmiş ama enkaz önünde bekleyen insanların hepsi, demin Serkan da benzeri bir şey söyledi, kimse binaların önünden ayrılmak istemiyor. Kazara birisi çıkarsa burada olmak istiyorlar. Kadınlar, çocuklar o binadan canlı kurtulabilenler veya akrabaları o binada olanların hepsi, enkazın yanında böyle küçük ateşler yakmış vaziyette oturuyorlar. Hava çok soğuk, gerçekten çok soğuk. Üç gündür benim bildiğim soğuk kavramı değişti. Öyle soğuk. Adıyaman genelinde herhangi bir yerde tek bir çadır bile kurulabilmiş değil.
AFAD iki gündür çadır dağıtımı yapıyor ama çadırları kurmuyorlar. Sadece çadır teslim ediyorlar. Dolayısıyla insanlar da enkaz başında beklemeyi bırakıp çadır falan kurabilecek durumda değil. Burada bir bulvar var, Atatürk Bulvarı ve her 100-150 metrede bir yıkılmış binalar var. Aynı bulvar üzerinde yirmiden fazla yıkılmış bina gördük. Şu anda buradaki çekimi bitirdikten sonra tekrar Atatürk Bulvarı'na döneceğiz. Önünde çekim yaptığımız sekiz katlı binanın içinde enkaz altında yüz kişi olduğu varsayılıyor. Çoğunu da kaybettiğimizi düşünüyorlar. Adıyaman'la ilgili dünden beri buradan yerel gazeteci arkadaşlardan veya burada yaşayan vatandaşlardan duyduğum en kötü şeylerden birine bugün ben de yaşayarak şahit oldum. Enkazlar kokmaya başlamış. Maalesef bunu tarif edebileceğim bir kelimem yok. Çok uzun yıllardır sahada çalışıyorum. Daha önce Gölcük Depremi’nde, Yalova'da ve 2011’de Van Depremi’nde sahada çalışmıştım. Ama bu daha önce gördüğümüz deprem sahalarının hiçbirine benzemiyor. Burada hiçbir şey yok. Yardımcı olabilecek kimse yok. Enkaz kaldırma ekibi bir enkazdan diğerine koşuyor. Bugün mesela Bitlis'ten ve Diyarbakır'dan buraya Adıyaman'a yeni AFAD ve UMKE ekipleri gelmiş. Vatandaşların yanlarına gelen basına, ekiplere nasıl sevindiklerini, nasıl defalarca teşekkür ettiklerini size anlatamam. Keşke gördüğüm şeyi birebir aktarabilseydim. Hatay ve Maraş dışında Adıyaman maalesef en ağır etkilenen illerimizden biri. Tamamına yakını yıkılmış veya enkaz halinde. Sadece sabahtan öğleye kadar gördüklerimi aktarıyorum. Az önce bir dedeyle röportaj yaptık. Sadece kendisi ve en küçük torununu binadan çıkarılabilmiş. Eşini, oğlunu, erkek kardeşini, altı tane yeğenini binanın içinde kaybetmiş. İnsanların üzüntüleriyl öfkeleri birbirine karışmış vaziyette maalesef. Bir çeşit toplu mezarlık gibi Karapınar Mezarlığı ve cenazeleri de kendi imkanlarıyla gömüyorlar. Belediyeden mezar taşı alamadıklarını söyleyen, İslam inancına göre o taşı eşimin başına koymak istediğini için ağlayan bir dedeyle konuştum. Çok insani ve bir yerden sonra da dini vecibe olarak yapmak istediği bir şey. Ama hemen onun yanında, “sadece kızımın bedenini çıkarsınlar, ben onu kendim gömerim” diyen bir kadın oturuyor. Böyle çok hikâye var. Urfa'da da çok ağır enkazlar ve çok benzeri hikâyeler dinledim. Urfa'ya da ilk 24 saat maalesef arama kurtarma ekibi gelmemiş. Urfa'nın kendine ait bir AFAD ekibi yokmuş. Dolayısıyla oraya da ilk gün müdahale edilememiş. Ama hem can kaybı olarak, hem de genel enkaz durumu olarak Urfa, nispeten aşağı yukarı Diyarbakır gibi daha az etkilenmiş bölgelerden biri. Elimden geldiği kadar bir gazeteci olarak konuşmaya çalışıyorum ama çok zor. Urfa'yla burayı, Adıyaman'ı karşılaştırdığım zaman dedim ki Urfa’da iki gündür hiçbir şey görmemişiz aslında.
U.Z.: İrem çok teşekkür ediyorum. Biliyorum, zor şartlarda da bağladık seni.
İ.A.: Evet, İnternet sürekli gidiyor. Elektrik olmadığı için şarj problemi çok büyük. Şunu da ekleyeyim, Adıyaman'a gelebilecek gönüllüler veya konvoylar mutlaka benzin ve mazot stoklayarak gelmeliler. Çünkü Adıyaman'da benzin ve mazot yok. Olan benzin ve mazot da mümkün olduğu kadar vinçler ve kurtarma ekipmanları için kullanılıyor.
U.Z.: Değerli dinleyenler, gazeteci arkadaşlarımız Serkan Ocak'ı Hatay'dan, İrem Afşin'i de Adıyaman'dan dinledik. İrem'den Urfa ve Adıyaman karşılaştırması da alma şansımız oldu. Ve
tablonun Adıyaman özelinde ne kadar kötü olduğunu duyduk. Benim bu sözlerin üzerine çok cümlem yok. Çok ağır bir şey yaşıyoruz. Bizim tuttuğumuz defter yıllardır hayli kabarık.
Şehirlerin bu hale gelmesinin hangi politikalardan kaynaklandığını da iyi biliyoruz. Öfke şüphesiz en baskın duygulardan biri hâline geliyor. Özellikle bu çaresizliği hisseden insanlar için. Elbet onları da konuşacağız ama bu haftaki Yeşil Bülten’i enkazın kalkması insanların en azından cenazelerine ulaşabilmesi umuduyla kapatalım.