Dünyayı meyve kurtarabilir

-
Aa
+
a
a
a

En sevdiğiniz meyve ne? Artık olmasa ne hissederdiniz? Yücel Sönmez, Özdeş Özbay ve Ömer Madra Yeryüzü Tanığı'nın ilk bölümünde gündemdeki iklim haberlerinden, yeni krizlerden ve çözüm olasılıklarından söz ediyorlar.

""
Yeryüzü Tanığı: 30 Nisan 2024
 

Yeryüzü Tanığı: 30 Nisan 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Yücel Sönmez: Yeni programımız Yeryüzü Tanığı başlıyor. Sizin için yoğun bir gündem hazırladım. Biraz zor sorularım olacak bu hafta. İsterseniz hemen ilkiyle başlayalım.

Ömer Madra: Tamam lütfen.

Y.S: Geçen hafta çok enteresan bir haber vardı benim yanıtını çok merak ettiğim. Belki programlar boyunca konuşabileceğimiz bir konuyu soracağım size. Özdeş de bu konuyla ilgili dünya genelinde oldukça alakalı. Onun görüşlerini de merak ediyorum. Sizin de tanıklıklarınızı merak ediyorum Ömer abi özellikle.

Geçen hafta İspanyol şarap şirketi işçilerinin çok büyük bir bölümünü iklim değişikliğini gerekçe göstererek -çok büyük bir bölümü derken yüzde seksenini- gerekçe göstererek işten çıkardı. Yine geçen hafta bir rapor yayınlandı. Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından. Bu rapora göre de iklim değişikliği dünya geleninde işçi sınıfını tehdit ediyor ve bu oran yüzde yetmiş.

Şimdi Ömer abi siz uzun süredir işçi hareketlerini de takip ediyorsunuz. Çevre hareketlerini ve dünyanın çevre konusundaki durumunu da yakın tanıyorsunuz. Özdeş sen de özellikle yurt dışındaki çevre hareketlerini çok yakından takip ediyorsunuz. Benim merak ettiğim soru şu, işçi haklarıyla doğanın hakları ne zaman bir araya gelip bir yeni bir hareket ortaya çıkaracak?

Şöyle çelişkiler yaşıyorum çünkü Ömer abi. Bir fabrikada grev var. Herkesten destek istiyorlar. Bakıyorum fabrikaya, doğayı en fazla kirleten fabrika çıkıyor bu. Ya şimdi oradaki işçilere destek vermek mi, vermemek mi, derdiniz tam ne olmalı, bu işler nereden geldi, nereye gidecek sizce? Biraz sizin fikirlerinizi bu konuda duymak istiyorum.

Ö.M: Valla esas iddia, ben de gördüm tabi bu Freixenet denen şirket -dünyanın bağlarıyla zeytinleriyle de ünlü ülkesi İspanya'dan- şimdi üzüm bağlarındaki üzümleri söküyorlar. Zeytinde de benzer bir şey haber vardı. O da bir bakterinin zeytin vebası gibi muazzam bir etkisi olmuş. Orada da işçilerin mevsimlik ya da daimi işçiler var mı bilmiyorum zeytin işinde ama onları da etkileyecek.

Dünya çapında bir sorun da her şeyin birbirine bağlı olduğu bir çoklu krizdeyiz diye uzun zamandan beri sözünü etmekteyiz. Dolayısıyla da senin sorduğun soruya benim cevabım kesinlikle taa başından beri aslında iklim aktivistlerinin sokaklarda protesto gösterileri yaptığımız zaman iklim adaleti için, taa o zamandan beri -2006'dan beri filan- söylediğimiz şey iklimin değil sistemin değişmesi gerektiği. Bu konuda elimizde son derece haklı sebepler var. Onun için mücadele edilmesi gerekenleri birbirinden ayrı tutamayız yani emekçi haklarıyla genel insan hakları. Yani büyük fosil yakıt şirketlerinin sorumlu tutulması ve oradan da mücadeleye devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özdeş ne düşünüyor bilmiyorum ama..

Y.S: Bir de önce şunu da belirteyim, geçen yıl ilk defa Avrupa ülkelerinde, birtakım Avrupa ülkelerinde hatta Amerika'da, Kanada'da sokakta çalışan işçiler için birtakım haklar tanınmaya başlandı. Çünkü olağanüstü bir sıcak vardı da insanların hayatını kaybetmesi söz konusuydu. Şimdi bu koşullar altında çalışan geniş bir kitle oluşmaya başladı ama bizde halen sadece işçi hakkı, aylık alınan ücret, işte birtakım sosyal haklardan ibaret vs. Yani iklim krizinin getirdiği birtakım sonuçlara ilişkin herhangi bir işçi hareketinde ne bir söylem duyuyorum ben ne bir eylem görüyorum ben. Hayatlarını bu kadar ilgilendirmesine rağmen insanlarda kayıtsızlık görüyorum işin açıkçası. Bu bitmeden de herhalde biz doğanın haklarını savunma konusunda hep zayıf kalacağız gibi geliyor.

Ö.M: Evet, dava açmak lazım yani.

Davaların ötesinde, zaten 2015 Paris İklim Anlaşması'ndan sonra bu adil geçiş meselesi bu nedenle sendikaların gündemine geldi. Türkiye'de de bu konuda çalışıldığını biliyorum. Özellikle Avrupa'daki sendikalar, konfederasyonlar Türkiye'de DISK'le, çeşitli sendikalarla zaman zaman bir araya gelip bu meseleyi konuşuyorlar. Adil geçişle tam olarak yani çeşitli sektörlerin kapatılması gerekiyor. Ama aynı zamanda yeni iş istihdam alanlarının, buna iklim istihdamı deniyor, climate jobs da deniyor, bu alanların açılması gündemde

Dolayısıyla işçilerin yani bu kapatılması gereken, fosil yakıt sektöründeki işçilerin buralara kaydırılması konusunda adil geçiş dediğimiz şey. Çok kısaca söylemek gerekirse kavram buydu ve bunlar mesela hatırlayacaksınızdır İngiltere'de Jeremy Corbyn yani İşçi Partisi'nin başkanı iken bir sosyalist yeşil yeni düzen deklarasyonu hazırlamışlardı. Eğer seçimi kazansaydı Corbyn o seçimlerde böyle bir programı hayata geçirecekti. Fosil 0, 2035 miydi hedef? Sıfır karbon ve bütün bir ekonominin düzenlenmesi, yeni istihdam alanlarının yaratılması. Aynı şey Amerika Birleşik Devletleri'nde de yeni yeşil düzen.

Alexandre Ocasio-Cortez gibi isimlerin başını çektiği bir anlaşma taslağı vardı ama o da oldukça tırpanlanmış bir şekilde Biden yönetimi tarafından uygulanıyor maalesef. Ama yani elimizde aslında bu tarz programlar mevcut. Çalışanları mağdur etmeden. Üstelik bir de daha programın hemen öncesinde Ömer Bey bahsediyordu. Bir de çok yüksek zenginlerin vergilendirilmesinin zorunluluğu gibi bir durumumuz var. Aslında zenginlerden alınabilecek vergilerle -harcayamadıkları paralardan söz ediyoruz bu arada- yani milyarder dediğimiz insanlar, bir defasında Seyfettin Gürsel söylemişti. Her yıl milyarlarca dolar şirketin değil, şirket hissesinin, yöneticilerin cebine giden paralar. Ve bunlar harcanamıyor dahi. Çünkü kaç tane uçak alacaksınız, kaç tane araba alacaksınız, kaç tane ev alacaksınız. Sadece duruyor ceplerinde, bankalarında. Bunların belgelendirilmesiyle milyarlarca dolar iklim meselesiyle mücadele, bütçe ayrılabilir deniyordu. Aslında yani elimizde her türlü program olmasına rağmen irade siyasi ve dünyanın azınlığının yani kapitalistlerin irade sorunu var diyebiliriz herhalde.

Ö.M: Evet esas itibariyle ben de şey ekleyeyim hemen elimizde biraz önce yayına girmeden konuşuyorduk yeni bir ayrıntılı haber var büyük fosil şirketlerine yani gaz petrol gaz şirketlerinin en zengin ülkelerdeki hepimizin adlarını bildiği şirketlere belli bir oranda vergi konması 900 milyar iklim çalışmaları için finansmanına yol açabilecek bir para toplanmasına yol açacak olabiliyor. 2030'a kadar yani sadece 6 sene içinde bunun yapılabileceği ortaya çıkmış böyle yeni bir önemli rapor fakat bütün bunlar için işte siyasi mücadele verilmesi gerektiği özellikle de mesela Türkiye'de de muhalefet partisi de dahil olmak üzere bu yönde kullanılması için baskı yapılması gerekiyor halbuki İşte Enerji Bakanı da Exxon Mobil ile görüşmelere geçiyor şimdi. Vergilendirmesini istiyor. Dün daha okuduğumuz bir haberde, alternatif aramak için Rus gazına vesaire, böyle şeylerden bahsediliyor. Marmara Denizi'nde de arama yapılacaktı, arama izni verildi üç noktada. Evet, yani temel mesele sınıfsal ve tamamen siyasi büyük şirketlere, zenginlere yönelik yapılmadan bu sorun çözülemez bence yani.

Ö.Ö: Evet, aslında konuşacak bu konuyla ilgili çok şey var ama bunu sonraya tekrar başka bir zamana bırakacağım. Gündemimizdeki ikinci ilginç haber. Bu konudaki görüşlerinizi de merak ediyorum. Pratikte biz bunun birebir aynısıyla Türkiye'de karşılaştık çünkü. Kanada'da karibu denen bir geyik türü var. Bu geyik türünün sayısı çok hızlı azalıyormuş. Ve bunu durumu inceleyen araştırmacılar, uzmanlar da 'kurtları biz vurmazsak bu geyikleri kurtaramayız' diye bunun en etkili yol olduğunu savunuyorlarmış. Ve büyük ihtimalle de böyle yapılır Batı'da da bunun birçok böyle benzer uygulamaları var.

Benim sorum şu, biz şimdi bir canlının, yani iki canlının hayatı hakkındaki tahakküm hakkını kendimizde nasıl bu kadar kolay görüyoruz?

Yani bir canlıyı vurarak başka bir canlıyı kurtarmak nasıl bir, nasıl diyeyim, nasıl bir duygudur? Hafif kalıyor tabii biraz da. Nasıl bir kibirdir diyeyim acaba? Yani belki en iyi karşılayanı bu. Ben bunun yaşamasını istiyorum, bunun ölmesini istiyorum. Bu şekilde biz doğayı kurtarabilir miyiz siz Ömer abi? Ya da canlıları?

Ö.M: Bence bu konunun da üzerinde en çok kalem oynatan insanlarından biri George Monbiot. Yakından takip etmeye çalışıyoruz aşağı yukarı. Ben şahsen söyleyeyim 30 yıla yakın bir zamandır çeşitli akademik çalışmalarını da, yazılarını da, aktivistliğini de takip etmeye çalışıyorum. Şimdi bu konuda hem dünyanın en önemli kitaplarından biri sayılabilir bir kitap yazmıştı George Monbiot, Regenesis diye. Yani tarım şeklini, tarım işletmesi şeklini değiştirmediğimiz sürece bunun önlenmesine imkan yok. Kurtların yok olması, Britanya gibi ülkelerde işte büyük arazi sahiplerinin, toprak sahiplerinin landlord diyorlar onlara, soylu da çoğu, onlar kendi av alanları yaratmak için böyle şeyler yapıyorlar.

Veya koyun kuzu otlatarak bu işi halletmeye çalışıyorlar. Ama asıl senin dediğin tabii ki. Yani bir hayvanın hayatını, türünü ortadan kaldırma yetkisini kendinde görmek gibi.

Bütün sistemin değişmesi gerekiyor. Kurtlar birçok yerde yok olmuştu ama geri getirilme çabalarıyla geri döndü. Av hayvanlarını ortadan kaldıracak bir sistemin tamamen önlenmesi gerekiyor.

Ö.Ö: Bu bahsettiğiniz bu örneğin tam tersiydi. Hatırlarsanız elinde silahla geyik vurmuştu. Hatta bundan dolayı çok eleştirilmişti. Çünkü geyiklerin de çok sayısını arttı bu kurtların yok edilmesinden sonra. Bunun da orman yaşamını tehlikeye attığından söz ediyoruz.

Ö.M: Bir de büyük arazi sahiplerinin de onları orada av hayvanı olarak kullanıyorlar. vs. de.

Y.S: Av için kullandıkları için onu kurtarmak istiyorlar. Kurt onların gözünde başka bir yere sahip, onu yok etmek istiyorlar. Tam bir insan bakış açısı. Bunun bir örneğini biz Türkiye'de yaşamıştık. Çok kısaca anlatayım.

Biz kelaynakları korurken, sayısı dünyada en az olan canlılardan bir tanesi o zamanlar, 125 civarında Kelaynak vardı tüm dünyada aşağı yukarı. Kelaynak yuvalarına sansar dadanmıştı, kaya sansarı, yumurtaları yiyordu ve biz o projeyi uluslararası bilim insanları ile beraber yürütüyorduk. Özellikle İngiliz bilim insanları ile beraber. Biz bu durumu onlara bildirdiğimizde gelen yanıt direkt o sansarı öldüründü.

Biz de onlara dedik ki biz bu hayvanı öldürerek başka bir hayvanı kurtarmak gibi bir doğa koruma anlayışımız yok, böyle bir şey yapamayız demiştik. Sonra bize tekrar bir yanıt gelmişti. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? İşte dünyada çok az sayıda bir canlıdan bahsediyoruz, diğerinin popülasyonu çok yoğun bilmem ne falan filan. Dünya kadar laf işitmiştik.

Sonra biz o konuya siz karışmayın, biz çözeceğiz, sizin böyle düşündüğünüz gibi bir doğa koruma anlayışı içinde değiliz dedik. En sonunda da şunu dermiştik, zaten yok olursa da yok olur. Yani bu bunun besin zincirinde olan bir şey. Bunu kurtaracağız diye başka bir hayvanı öldürmek olmaz şeklinde bir yaklaşımımız vardı. Gezdik, tozluk dolaştık.

Aynı problemi Kapadokya'daki güvercincilerin de yaşadığını gördük. Onlar şu sorunu yüzyıllar öncesinden çözmüşler. İki tane köpek alıyorsunuz, oraya bağlıyorsunuz ve kokusundan bir daha kaya sansarı yaklaşmıyor. Biz de bir hayvanı öldürmeden böyle çözmüştük ama bu uzun ve zahmetli bir yoldu. Genelde ilk akla gelen en kısa yol hemen öldürelim, bu işi çözelim ama o büyük problemlere neden oluyor daha sonra. Onu da bizzat bir sürü örneğiyle yaşadık.

Ö.Ö: Bir haftaya Açık Bilinç'te ahlaki çıkmaz meselesini işleyeceğiz mesela. Bu tam biraz böyle bir mesele yani istilacı türlerle nasıl mücadele edilecek ya da senin verdiğin örnekte de şöyle bir daha minik ama yine ahlaki çıkmaz olarak yani bir köpeğin kullanılması ya da zincirlenmesi, bağlanması. bazı açılardan köpeklerin köleleştirilmesi gibi meseleler falan da oluyor. Doğaya verdiğimiz her zararı yani verdiğimiz zararı geri döndürmek aslında çok zor. Yani o yüzden böyle ahlaki çıkmazlara sürüklenmek kaçınılmaz oluyor. Mümkün olduğunca bunu vermeden bir toplumsal örgütlenmeye ihtiyacımız var herhalde.

Ö.M: Evet bir de yani böyle bir tabiri caizse, tanrısal bir bakış atfediyor biraz önce Yücel'in de söylediği.

Y.S: Onu değiştirmemiz lazım.

Ö.M:  Asıl zihniyetin buradan değişmesi gerekiyor ve hayvan hakları, işte Latin Amerika'daki gibi doğa haklarını kanunlaştırmak ve bunu benimsemek lazım. Yerlilerin özellikle, Amazonlar olsun, Latin Amerika, Orta Amerika, o ülkelerde yaşayan yerlilerin ata bilgisine dayanan bir yaklaşıma ihtiyaç var. Bunu tabii çok uzun boylu bir konuşmak lazım ama şimdilik bununla yetinelim. Evet.

Y.S: Başka bir konuya geçiyorum. Bu özellikle yurtdışı basınında da, Türkiye basınında da yoğun olarak yer aldı. Malumunuz geçtiğimiz hafta Asya'da çok ilginç doğa olayları, olağanüstü doğa olayları, hem ilginç hem olağanüstü doğa olayları yaşanıyor. Çin'de inanılmaz büyük dolular düşüyor. Geri kalan Asya'da da inanılmaz derecede bir kuraklık var.

İşte Filipinler'de Okullar tatil edildi, başka bir sürü yerde kıtlık su sorunu ciddi anlamda baş göstermiş durumda. Ve çok büyük bir insan topluluğu bu durumdan etkileniyor. Geçtiğimiz yılda iklim krizinden en çok etkilenen yer Asya'ymış aynı zamanda. Raporlar onu da gösteriyor. Bu konuyla ilgili takip ettiniz mi? İnanılmaz büyük dolar düşmüştü, inanılmaz büyük seller yaşanıyor ve nüfusun çok yoğun olduğu bir kıtada bu oluyor. Bu biraz bizi değiştirir mi? Özellikle Çin'in, Hindistan gibi devlerin olduğu ve iklim krizine büyük katkılar sunan bir kıtada bunların yaşanıyor olması acaba bir takım gerçeklerin görünmesini kolaylaştırır mı sizce?

Hiç emin değilim ama yani şimdi senin söylediğinden bugün elimize düşen haberlerde işte Çin'de sel felaketleri devam ediyor. Dulların ardından yeni ölümler var ve hortum felaketi de baş göstermiş durumda. Aynı şeyi başka yani ben çok yakın oğlum şu sırada Tayland'da Filipinler'de ve Tayland'daydı. Sokağa çıkmanın imkansız o hale geldiğini söylüyor korkunç sıcak dalgalarından. Ama buna karşı NKOP 28'de ve önümüzdeki hafta şey önümüzdeki Kasım ayında bu yıl şeyde Azerbaycan'da yapılacak olan KOP zirvelerinde bunlar konuşulmuyor ki.

Ö.M:  Yani temel mesele politik gene ve sınıfsal. Bunları önlemek için.

Y.S: Yani bizim için geçerli olan bir musibet dini ne saatten iyidir, Asya için pek geçerli değil gibi gözüküyor.

Ö.M:  Kesinlikle yani onun kendisi zaten Azerbaycan'ın kendisi de yatırım yapacağını yeni petrol, doğalgaz gibi şeylere yatırım yapacağını söylerken nasıl COP 28'de zaten kendisi. Azerbaycan'ın en büyük petrol şirketi, dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri, gaz şirketlerinden biri, Sokar'ın başında olan biri de başkanlık edecek. Dolayısıyla bu ayrımların üstüne gitmeyen meselenin siyasi ve temelinde sınıfsal olduğunu görmeden gelince buna bir çözüm bulmak çok kolay olmayacaktır. Gene aktivistlere kalıyor büyük ölçüde iş yani.

Y.S: Haklısınız. Sesi daha çok yükseltmek lazım çünkü büyük bir tiyatro oynanıyor aynı zamanda. Karar vericiler tarafından.

Şimdi ilginç bir sorum var her ikinize de. En çok sevdiğiniz meyveler hangileri?

Ö.Ö:  Şeyleri de kakao falan ona da meyve deniyor mu?

Y.S: Demeyelim şimdilik. Ülkemizde yetişen çilek gibi bir şey düşünelim. Burada bağlantılı bir şey soracağım çünkü size.

Ö.M: Benim çilek.

Y.S: Çilek. Peki bir gün çilek yeryüzünden yok olursa ne hissedersiniz? Bir daha çilek yiyemeyeceksiniz mesela.

Ö.M: Bir de ahududu benim için. Evet.

Y.S: Herhalde büyük bir kayıp olur değil mi? Büyük bir lezzet kaybı olur hayatın. Evet yani.

Şimdi iklim krizi, iklim değişikliği meyve verimliliğini ve ticaretini ciddi anlamda etkiliyormuş. Buna ilişkin geçen hafta çıkan bir haber vardı. Kimi meyvelerin, ülkemizde de bu çok geçerli bir şey. Mesela üzümden şaraptan bahsettik. Bizdeki üzüm kalitesinin de işte 2030'lara doğru yüzde 25 falan düşmesi bekleniyor. Bu artık soframızdan başlama noktasına gelmiş. Hatta kaşık kaşık soframızdan alan, lezzetlerimizi çalan iklim kriziyle acaba meyve yoluyla mücadele edebilir miyiz? Çünkü ben de mesela meyveleri çok seviyorum. İnsanları endişelendirir mi acaba sevdiği meyveleri bir gün yiyemeyecek olması? Ne diyorsun Özdeş?

Ö.Ö: Yani endişelendirse dahi bu tarz endişeler insanları doğrudan harekete geçirmiyor. Bunu biliyoruz. Böyle biraz daha... Hani nasıl denir? Kendin yani böyle bir umut kazanabileceklerine dair bir şey olduğunda yani vay çilek elimden gidiyor o zaman ben sokağa çıkayım demiyorlar insanlar.

Y.S: Peki bununla bağlantılı bir soru daha. Yani bu durum fiyatları çok arttırması bekleniyor aslında verim düşüklülüğünün ve iklim krizinin. Aynı zamanda hem yediğimiz meyveler ufak ufak elimizin arasından kaybolup gidiyor, hem de yiyebileceğimiz meyvelere vermemiz gereken paranın çok çok çok çok üstünde bir para vermemiz söz konusu oluyor. Yakın zamanda böyle meyvesiz bir dünyaya doğru gittiğimizi hayal edin. Ben kıyameti koparırdım herhalde.

Ö.Ö: Emin değilim ben bunun bir şeye sebep olabileceğinden mesela şu anda dünya geleninde o yüzden aslında başlangıçta kakao oluyor mu diye sordum. Çikolata fiyatlarında çok ciddi bir artış var dünya genelinde ve de kahve dede şey olacak.

Y.S: Evet bunun sebebi kahve ve kakao üretiminde küresel iklim değişiminin de ana faktörü olduğu üretim kaybı. Bundan dolayı böyle bir fiyat enflasyonu yaşanıyor ki çikolata gibi böyle çok ulusal sembol haline gelmiş olan ülkeler falan da var ama hiç bunun insanları ekstradan böyle mücadeleye sevk ettiğine şahit olmadım ben.

Bence dünyayı meyve kurtarabilir.

Biz kurtaramazsak da meyve yoksa kurtarabilir gibi geliyor bana.

Ö.Ö: Ben benzer bir durumu kahve için düşünüyorum mesela. Kahve olmadığında ayılamayan insanlar işe gidemeyeceklerse kapitalizmin sonunu bu mu getirecek diye.

Y.S:  Ama ayılamadıysa, iklim kriziyle ilgili ayık olmasın.

Ö.Ö:  Yok baya uyku uykudan söz ediyorum.

Y.S: O konuyla ilgili zihninin açık olması lazım. Uyanamıyor. Ya şöyle bir şey yaşıyorum şaka maka Ömer abi, ben yaşadığım yerde işte doğada ne oluyor ne bitiyor onları böyle takip edip mümkünse de tarihleriyle takip etmeye çalışıyorum. Mesela bu sene yaşadığım bölgedeki meyve ağaçlarında neredeyse hiç meyve yok. Çünkü Şubat döneminde çiçeklendiler sıcak hava nedeniyle, Mart döneminde yaşadıkları soğuk nedeniyle o çiçekler bir anda yok oldu gitti.

Yani biz böyle aslında meyvenin yavaş yavaş azalacağını hesap ediyoruz, kitap ediyoruz ama o kadar dengesiz iklimler var ki bir sene içinde mesela bu sene hiç kayısı yiyemeyebilir bir duruma gelebiliriz. Ya da hiç çilek yiyemeyeceğiz bu sene durumuna gelebiliyoruz yani. O kadar dengesiz.

Yani çok çok boyutlu şeylerden biri. Yani sürenin sonuna doğru gelirken belki mesela senin hazırladığın sorulardan biri de şey endemik çiçeklerin motosikletle ezildiği. 

Ö.Ö: Bir de drift atmışlar yaylada ve ters lalelerin bulunduğu bir yerde. Muhtemelen de doğayı çok sevdikleri için oraya gittiler.

Ö.M: Drift atıyorlar ha yani? Arabaları böyle sarhoş gibi kullanıyorlar falan yani özellikle bitki türlerinin ilkbahar döneminde ezilmesi biyolojik çeşitliğe zarar verir demişler ki tabii bu bir gündeki haberde yanılmıyorsam. Yani burada endemik yani sadece o bölgede bulunan dağ laleleri ve çiğdemleri de motosikletli gruplar Eğrigöl Yaylası'nda ezmişler. Şimdi bu da yani belki de iklim değişikliğinin küresel iklim değişikliğinin ısınmanın ya da ısıtmanın diyelim insanın zihnini de etkilemekte olduğu beyinlerini ve bedenlerini de etkilemekte olduğuna dair bir kitap var üzerinde konuşacağız daha sonra çeşitli programlarda onun etkisiyle artık bunları hiç görmezden gelmeye mi yol açtı acaba küresel iklim krizi bilemiyorum çünkü yani çok net olarak dünyanın en önde gelen bilimcileri de söylüyor ki hayatın temel kaynağı biyolojik çeşitlik yani birbirine bağlı bu hayatlar birileri olmadığı zaman bütün sistem, yaşam sisteminin çöküşü gibi tehlikeler var dolayısıyla bu aldırmazlığın sebebini sadece aymazlığa değil belki de iklim değişikliğinin beyinlerdeki etkisine mi bağlamalıyız bilemiyorum yani.

Ö.Ö: Olabilir. Neden olmasın? Olabilir. İklim krizi hepimizi aptallaştırıyor olabilir aynı zamanda.

Ö.M: Evet. Ben şimdi kitabı bitirince bu sorunun cevabını biraz daha net olarak göreceğimiz umudundayım yani. Clayton Page Older'ın kitabı bu. Onu sonradan detaylı bir şekilde konuşalım.