"Dostluk nerede, dayanışma nerede?"

-
Aa
+
a
a
a

Hüsnükabul'de, Birleşik Krallık'taki son olaylardan yola çıkarak dünyada süren beyaz üstünlüğü, takıntılı İslamofobi ve Müslümanlara yönelik hedef göstermeleri konuşuyoruz.

Avrupa Birliği sınır ihlalleri ve Birleşik Krallık'ta artan İslamofobya
 

Avrupa Birliği sınır ihlalleri ve Birleşik Krallık'ta artan İslamofobya

podcast servisi: iTunes / RSS

W. A. S:  Bugün İngiltere'deki durumla başlayalım. Sığınmacılara karşı, özellikle Müslümanlara yönelik saldırılara odaklanacağız. Üstünde durmamız gereken önemli bir konu var: İslamofobi ve Müslümanların terörist olarak görülmesi. Bugün bu konuyu incelemeye çalışacağız; ancak öncelikle iki hafta önce değindiğimiz bir konuyu tekrar ele almak istiyorum.

Guardian'da Lisa O'Caroll, AB ülkelerinin sınır hak ihlallerine ilişkin raporları uygun bir şekilde araştırmadığını yazmıştı. Bu itiraf çok şey söylüyor. Bunu hatırlayarak devam edelim. Guardian'da Neha Gohil ve Dianne Taylor'ın kaleme aldığı yazıda, İngiltere'deki Birleşik Krallık'taki duruma değindiler ve "Sevdiğimiz yerde kendimizi güvensiz hissetmek istemiyoruz" diyerek başladılar, “Müslümanlar ve sığınmacılar aşırı sağcı protestoların artmasından korkuyor şu an” diyor.

Şu anda İngiltere'de bitmeyen beyaz üstünlüğü, takıntılı bir İslamofobi ve Müslümanlara yönelik hedef göstermeler artıyor. Özellikle 1970'lerden sonra bu durum değişmeden devam ediyor. Başbakan yaşananları "sadece haydutluk" olarak nitelendirdi ve bunu yapmanın hiçbir meşruiyeti olmadığını söyledi. Olayları terörizm olarak da etiketledi. Bu garip etiketleme, on yıllardır süregelen düşmanca medya söylemleri ve ayrımcı hükümet politikalarının İslamofobinin normalleşmesine yol açtığını gösteriyor. Bunu etkili bir şekilde ele almadaki başarısızlık, bu çirkin ayaklanmaların tekrarlanacağını garanti ediyor.

Bir cami bombalanıyor, camlarına tuğlalar atılıyor ve cemaat korku içinde içeride toplanıyor. Beyaz adamlardan oluşan çeteler, beyaz olmayan insanları sokaklarda taciz ediyor ve şiddet uyguluyor. Sığınmacıların kaldığı bir otel ateşe veriliyor. Müslümanlara ait işyerleri ve mezar taşları tahrip ediliyor; camilere saldırılar düzenleniyor ve bir Müslüman bıçaklanıyor. Geçtiğimiz haftanın olayları, İngiltere'deki İslamofobik şiddetin sadece bir kesitini oluşturuyor.

Ö. Ö: Buna pogrom girişimi de diyenler var tabii.

W. A. S: Evet, evet. Daha önce de söylediğim gibi, 1970'lerden bu yana başlayan bu fenomen, özellikle Batı dünyasında geleneksel, homojen, ulusal kimliklere karşı üç meydan okumayla karşılaştı. Burada siyasi ve sosyolojik eşitsizlikler var. Bu, sıkça üzerine konuştuğumuz bir konu ve başka programlarda da sıkça bahsediliyor. Neoliberal küreselleşme ve daha çeşitli, çok kültürlü toplumlar gibi meseleler homojen ulusal kimlikleri zorluyor. Hem ABD'de hem İngiltere'de ve Batı Avrupa'nın birçok yerinde bu ulusal kimliğin düşüşü, özellikle İngiltere'de bitmeyen bir karanlık çağ olarak karşımıza çıkıyor. 1970'lerde başlayan bu söylem, Teröre Karşı Savaş'ın da işin içine girmesiyle Britanya'daki "öteki"lerin acımasızca şeytanlaştırılmasına yol açtı. Az önce Açık Gazete'de de bu şeytanlaştırma kavramını kullandın, Özdeş.

Ö. Ö: Evet.

W. A. S: Britanya'da ötekiler şeytanlaştırılıyor, özellikle Müslümanlar. Rutin olarak bu toplumun hastalığı, bir hasta olarak görüyorlar Müslümanları. Hem sembolik hem de fiili şiddete maruz kalıyorlar. Çok ezber İslamofobi. Ben burada özellikle terörizm meselesinde biraz durmak isteyeceğim. Ama önce Ferhat'a söz vereyim. 

F. K: Evet, dediğin gibi, burada meselenin merkezinde ulus devletin kuruluşu ve bu kuruluşta kullanılan tekniklerin, özellikle inandırma mekanizmalarının çok önemli bir rolü var gibi görünüyor. Belki de çok dini düşünen toplumların üzerine yeni bir din gibi neredeyse tesis edilen ulus devlet, milliyetçilik ve ulusalcılık gibi ideolojilerin yaşadığı bir dönem vardı. Hiçbir insan formasyonu belki de bu şekilde olduğu gibi ulus devletin sonuçları bir parantez olabilir mi? Ne kadar süreceği belli değil ama ortada bir inanç yaratıldı. Biz, ulus devlete inandık daha doğrusu. Daha önceki rejimlerin, toplumların aşılması talebiyle ya da isteğiyle, ve buna uygun olarak ortaya çıkan kapitalizmin ürettiği bir ideoloji olarak şekillendi. Ama ideoloji derken basitleştirmemeliyiz; bunun bir inanç olduğunu altını çizmemiz lazım. İnsanlar Allah var mıdır, yok mudur diye sorgulamazlar, inanırlar. Ulus devlet de bu şekilde bir inancın kaynağı olarak görülüyor.Ama işte durum şu ki, evet, birçok insan buna inandı, hep birlikte inandık; ulusumuzun, milletimizin üstünlüğü gibi şeyler. Fakat bir yandan da öyle bir küresel süreçler yaşıyoruz ki, özellikle mülteciler sayesinde, bu inanç sürekli kriz halinde. O ulusun dikişleri tutmuyor. Tam da bu yüzden tüm bu krizleri yaşıyoruz. Senin İngiltere'de verdiğin örneklerden, olaylardan, Türkiye'deki durumlar farklı mı? Veya şeytanlaştırılmış, günah keçisi haline getirilmiş insanlar: İster Müslüman, ister Suriyeli, ister Ermeni, ister Kürt... Her şey aynı perspektiften değerlendiriliyor olabilir. Böyle bir durumda, var olan makbul statükoyu savunmak isteyen ya da daha yasal ve tanınmış kelimeleri savunmak için kullanılan bazı ifadeler var. Terörizm bunların başında geliyor. Kim nerede güçlüyse, güçlü olanın daha muhalif olana, yenilenin yenilmiş olana atfettiği terörist söylemler burada devreye giriyor diye düşünüyorum.

W. A. S: Özellikle İngiltere ya da Anglo-Sakson dünyası, özellikle de ABD söz konusu olduğunda, ister istemez İslamofobinin derin bir tarihsel süreci içerdiğini görüyoruz. Bildiğiniz üzere, İngiltere olağanüstü bir göç alıyor. Hem Hindistan'dan, hem Pakistan'dan, hem Bangladeş'ten, Afganistan'dan, hem de İran'dan gelen göçmenlerle doluyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ulus devletler yeni yeni inşa edilirken, bu göç oraya yöneliyor ve yeni bir yapı oluşuyor. Bu insanlar, o zamandan beri her yerde sistematik olarak ve her kurumsal yapı içinde bu durumla yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Burada adını anmamız gereken unutulmuş bir siyaset bilimci var, Pakistanlı merhum Ekbal Ahmad. 1970'lerde Amerika'dayken Vietnam ve Filistin meselelerinde öncü rol oynamıştı. Aralık 2001'de ise "Terörizm: Onların ve Bizimki" konusundaki düşünceleriyle önemli bir katkı sağlamıştı, eğer yanlış çevirmiyorsam.

Ö. M: Evet, onlarınki ve bizimki diye de çevirebiliriz, evet.

W. A. S: Evet, böyle bir kitap yazıyor ve bu kitapta terörizm kavramı ve mesleğiyle ilgili tartışmalarda bulunuyor, ilginç bir ziyaret üzerinden analoji kurmaya çalışıyor. 1985 yılında, tam da Reagan döneminde Beyaz Saray'da gerçekleşen bir ziyareti ele alıyor. Bu ziyarette sakallı ve sarıklı adamlar oturuyor; Avrupa tarafından mücahitler olarak görülen kişiler. İronik olan, bu mücahitlerin El-Kaide’deki insanlar gibi örnek alındıkları ve adeta "Ejderha" gibi görüldükleridir. Reagan onları vurucu güçler olarak tanımlıyor ve böyle bir anlatı ortaya çıkıyor.

F. K: Şu anda terörist olarak adlandırılan bazı insanların, dünya çapında hedef gösterilmiş kişilerin Reagan tarafından Beyaz Saray'da kabul edilip bolca övüldüğünü söylüyoruz, değil mi?

W. A. S: Evet, evet. Burada dikkatimi çeken bir nokta var. "Freedom Fighters" özgürlük için savaşanlar ya da kurtuluş savaşçıları. Bu, şu an Filistin'deki meseleyi de çok içerden etkileyen bir konu. Kitapta şöyle bir ifade kullanılıyor: "Dünkü teröristler bugünün kahramanı. Dünün kahramanı da bugünün teröristi." Bu terörist kavramını daha derinlemesine inceleyip açıklamaya çalışıyor. Belki bununla ilgili olarak bir sonraki yayında daha fazla açıklama yapabiliriz. Çok önemli bir giriş yazısı var çünkü. Ekbal Ahmed, unutulmuş bir siyaset bilimci, siyasetçi değil. Pakistanlı, Hindistan'dan Pakistan'a göç etmişti. Bengal etnisitesinden çok kıymetli bir yazar. Kişisel olarak da çok yakından takip ettiğim biriydi. Şimdi isterseniz, Türkiye'de göçmen kadınlara yönelik bir konuya geçelim...

F. K: Oraya geçmeden önce küçük bir not eklemek istiyorum. Bu ırkçılık, beyaz üstünlüğü ve benzeri konular, başkalarına karşı yapılan saldırılar, pogromlarla ilgili olarak İngiltere hakkında şunu belirtmek gerekiyor. Aynı zamanda, dünya çapında ilan edilmiş düşmanlara yapılan saldırılar bağlamında bir duraklama noktası eklemek veya meselenin yalnızca bundan ibaret olmadığını göstermek adına, aşırı sağcı ayaklanmalardan sonra Birleşik Krallık’ta ırkçılığa karşı inanılmaz gösterilerin yapıldığını not etmek önemli. Büyük mitingler düzenlendi ve haberlerde ahlaki bir duruş sergilendiği belirtildi. Evet, bazıları camilere saldırıyor, bazıları sokakta bulduklarını linç ediyor, ancak diğerleri de "Biz mültecilerle beraber yaşayacağız" diyor. Bu, küresel çaptaki ulus devletin nasıl erozyona uğradığını, nasıl bir yandan gayri meşru hale geldiğini gösteren yeni bir dünyanın ortaya çıkmaya çalıştığı, yeni ahlaki sınırlarını çizmeye çalışan bir başka ruh hali veya pratiklerin varlığına işaret eden alternatif gösterilerdi. "Irkçılara karşı mültecilerle beraberiz" gibi güçlü, yeni bir söylem de ortaya çıkmış durumda. Yaşayacaksam mültecilerle yaşayacağım diyen bir dayanışma söylemi var artık.

Ö. Ö: Tabii, antifaşist gelenek İngiltere'de çok kuvvetli. Çok eski dönemlerden beri var olan bir gelenek bu. Bu, faşist hareketlerin ve fikirlerin yaygınlaşmasında, meşrulaşmasında ciddi bir bariyer oluşturuyor. Irkçı fikirler hiç yayılamıyor değil; ancak Avrupa'nın başka ülkelerinde gördüğümüz gibi meşrulaşmış siyasi hareketler konumunda değiller. En azından, sokağa çıkanların arkasında hâlâ English Defence League gibi kapatılmış nazi gruplarının olduğundan söz ediliyor. Bu grupların siyasi partileşmeye çalışmaları, liderlerinden birinin, Tommy Robinson gibi isimlerden birinin aday olması gibi durumlar yaşandı. Hatta onun seçilmesine iklim aktivistleri bile karşı kampanya yapmıştı. Ben "Yok Oluş İsyanı" hareketinin yeni kurulduğu zamanları hatırlıyorum. İklim eylemleri yapıyorlardı, ama Tommy Robinson'a milkshake atma eylemlerine katılmışlardı. Böyle bir toplumsal mücadele ve deneyimin olması önemli tabii.

Ö. M: Evet, ben de İngiltere'deki korkunç dalgaya karşı verilmiş olan ciddi ve beklenmedik direnişi eklemek istiyorum. George Monbiot -X üzerinden yazmış- antisemitizme karşı, İslam düşmanlığına, İslamofobi'ye, siyahların ve kahverengi tenli insanların nefretine, göçmenlere karşı nefrete ve iltica, mülteci taleplerine karşı yapılan nefret söylemlerine karşı her yerde mücadele verilmesi gerektiğini savunuyor. "Biz nefreti reddedenleriz, hiçbirimizin herhangi bir sebeple bölünmesine izin vermemeliyiz. Irkçılığın her biçimine karşı çıkmalıyız" demiş. Göçmenlerin bir suç dalgası oluşturduğu iddiasını ise kesinlikle kabul etmiyor. Bunun sadece ırkçı ajitatörler tarafından yayılan bir mit, bir yalandan ibaret olduğunu ayrıntılı olarak ele alıyor.

W. A. S: Ben de son bir not eklemek istiyorum. Başka haberlere geçme zamanımız kalır mı bilmiyorum ama bu konu bence çok önemli gibi görünüyor. Bu meseleyi şu an konuşuyor olmamız beni düşündürüyor. Özellikle hem Avrupa hem de Türkiye'ye dair düşündüğümüzde, konuştuğumuz mesele üzerinde tüm bu gösterilerin konumu nedir?  Çok tuhaf bir konumda: hem Avrupa'nın hem de Türkiye'nin bir kısmının. Siyah-beyaz netliğin bulunduğu İngiltere ve Amerika'daki durum dışında bazı karmaşıklıklar mevcut. Birkaç ay önce de dile getirdiğim üzere, Avrupa ve Türkiye'deki quasi-kolonyalizmden bahsediyor. Tam olarak kolonileşme değil, ama benzeri bir durum. Bu gösteri ve dayanışmalarda, özellikle göçmenlerle ilgili konularda cesaret edilemeyen bir durum var. Bu notu paylaşmak istedim. Çünkü İngiltere'de Ferhat'ın bahsettiği tüm o gösteri, duruşlar veya danışmalar, bizim topraklarımıza geldiğimizde nerede duruyor? Böyle bir soru sorulabilir mi bilmiyorum.

F. K: Burada hemen hızlıca küçük bir not ekleyeyim; vaktimiz oldukça azaldı. Başka yerlerden geldiğini düşündüğümüz bu "yaratıklar" olarak adlandırılan kişilere karşı gelişen ilginç bir ortaklık var. Bu yönde birçok olay yaşanıyor. Örneğin, Sakarya'nın Kaynarca ilçesinde geçen hafta bir taciz olayı oldu. Olayda, yabancı uyruklu kişiler, mesela Nepalliler, varmış ve onların evleri taşlanmış. Bu tür olaylar oldukça alışıldık hale gelmiş. Önemli bir örnek olarak, Hopa Fındıklı'da, çay üreticisi bir ailenin genç bireyi, çayını toplamayan Afgan işçilere karşı saldırıda bulunuyor. Genç, onların evlerini basıyor, yanına aldığı bıçakla bu insanları çeşitli yerlerinden yaralıyor. "Sen Afgansın, dolayısıyla kölesin" zihniyetiyle hareket ediyor ve çayını toplamayan kişileri cezalandırıyor. Bu zihniyet maalesef, kişiye, diğer insanlar üzerinde aşağılayıcı ve düşmanca bir tutum sergileme hakkı tanıyor. Bu durum, İngiltere'deki bazı ırkçıların, Amerika'daki Ku Klux Klan gibi grupların yaptıklarıyla benzerlikler gösteriyor ve aynı düşmanlık temelli zihniyetin bir parçasını oluşturuyor.

W. A. S: Aslında inkardan bahsediyor. Bu özneler, bu insanlar, bu göçmenler, sığınmacılar, mülteciler, adını ne verirsek verelim. Doğrudan bir inkar var ve bu inkar tabii yine bir ezber hale geldi. Şimdi bunun yerinde başka hangi kelime bulabiliriz? İnanın ben de bilmiyorum. Amacımız meseleleri dile getirirken her şey felaket, her şey kötü, her şey çok şey geçiyor demenin ötesinde şöyle bir şey galiba var. Dayanışma nerede? Ve benim çok kişisel olarak sorduğum soru dostluk nerede? diye bir şey aklıma geliyor. Her yayından sonra…

Ö. M: Evet, evet.

W. A. S: Dostluk nerede, dayanışma nerede?

Ö. M: Ne kadar tekrarlansa yeridir, evet.

W. A. S: Evet, başka haberlere değinemedik. Zaman çok az kaldı. Dilerseniz bunu önümüzdeki yayında devam edebiliriz. Fakat bunun üzerinde konuşmak, özellikle İslamofobi üzerinde konuşmak çok kıymetli oldu.

F. K: Gerçekten birçok örnek var ve her biri, genel bir bütünün parçası gibi görünüyor. Sürekli olarak paraboller ve karşılaştırmalar aklıma geliyor. Mesela, Türkiye, malumunuz, Varlık Vergisi nedeniyle savaş sırasında belli bir varlık üzerinden vergi toplamıştı. Bu vergi, Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudilerden 10 lira, Türk Müslümanlardan ise 1 lira şeklinde alınması esasına dayanıyordu. Bu statü farkı nedeniyle birçok Müslüman olmayan azınlık iflas etti, battı. Dünya çapında pek çok intihar görüldü, sürgünler yaşandı, insanlar zorla çalıştırılmaya gönderildi. Bu durum, ulus devletin, içindeki etnik mesele üzerinden nasıl kurulduğunun özeti gibiydi. O sistem, yapı taşı o "öteki"yi inşa ediyor.

Şimdi, bunu biraz daha farklı bir örnekle gördüğümüzde, devlet üniversiteleri Suriyeli öğrencilerden yüz binlerce lira harç talep ediyor. Bu, başarı ya da maddi duruma göre değil; yalnızca Suriyeli olduğunuz için istedikleri bir ücret. Özellikle tıp fakültesine girmek isteyen Suriyeli öğrencilere 500 bin lira gibi inanılmaz harçlar ödenmesi gerektiği söyleniyor. Bu, "Sen Suriyelisin, yabancısın ve benim ulus devlet ilkelerime uymuyorsun" demenin bir yolu. Aynı zamanda, kendi ülkesindeki bazı insanları, ister Afgan işçi olsun, ister Suriyeli öğrenci, istismar etmenin veya üzerlerinden kar elde etmenin bir yolu olarak kullanılıyor. Burada, net bir üstünlük veya hiyerarşik bakışla hareket edildiği görülüyor.

Ö. Ö: Ayrıca en altta bırakmak için de bir sistematik yöntem olduğu anlamına da geliyor. Eğer üniversite okumak, diploma sahibi olmak belki biraz orta sınıflaşma imkanıysa; bunu da ortadan kaldır. Sen altta kal diyorsun.

F. K: Çok haklısın. Evet, aynen. Tabii ki. Bu imkanını kaldırıyorsun. Ancak ucuz köle işçi olabilirsin.

W. A. S: Öyleyse haftaya görüşmek üzere.