Yaklaşık bir yaşını kutlayacak olan ayaklanmalar, Mısır tarihindeki en büyük parti olarak lanse edildi. 25 Ocak – 11 Şubat 2011 tarihleri arasında gerçekleşen olaylar sonucu Tahrir Meydanı özgürlüğün, korkusuzluğun ve umudun mekânı oldu. Oysa, kısa süreliğine tam bir kargaşa ortamının çekirdeği oldu.
Müzik ve şiir, tek başına buzları eritti, zorbaca yönetilen bir ülkeyi ayağa kaldırdı ve uzun yıllar sinsice beslenen kasıtlı kötülüğü silip süpürdü. Bilinçli ve toplu bir kuvvet yaratıp bir diktatörü alaşağı etti.
Sokak grubu El Tanbura grubunun kurucusu Zakaria İbrahim, Tahrir Meydanı’ndaki nefret edilen polislerin yerini ordu aldığını öğrendiği an tüm ekibi toplayıp sokağa dökülmüş. Suez Savaşı döneminden beri sokaklarda müzik yapan ekip bu fırsatı kaçırmayıp tüm ihtişamı ile kaldırımlarda yerini aldı. Zira onlar hep halkın sesi oldu ve halk bu defa onların mekânı olan sokaklardaydı.
Her zaman direniş köklerine sahip olan ekip; kültürel geçmişi de arkalarına alıp haksızlığa halkın yanında direndi. Sadece halk için değil kendileri için de, zira onlarda halktı. Asla bir direnişe haksız bakmayıp hep arkasında duran El Tanbura böylece kariyerleri boyunca ikinci en ciddi direnişe şahit olmanın da heyecanını yaşıyor. Belli bir güdümle politikasına hayır diyen halkın en büyük silahı ise müzik ve şiirler oldu. Bu sadece Tahrir Meydanı için geçerli olmayıp tüm Kahire’ye yayıldı. Bir despot devrilmek üzereydi. Tahrir’de müzikler eşliğinde tarih yazılıyordu ve El Tanbura’da sokakları ritimleri ile süpürüyordu. Böyle bir fırsat hiçbir devrimci sanatçının kaçıramayacağı bir süreçti.
El Tanbura bulduğu her uygun kaldırımda geleneksel enstrümanlarını kuşanarak hareketli halkın kulaklarına ritimler üfledi. Zaten coşkunun doruğunda olan halkı nispeten müziklerini ile ödüllendirdi. Bunu yapan sadece El Tanbura olmayıp pek çok sanatçıda emek verdi. Vurmalı çalgılar üzerine yoğunlaşan müzikler, halkın nabzı oldu. Özellikle darbuka ve tef halkın motivasyonu oldu. İnsan seli bu ritimler ile savrulmaya başladı ve zamanı geldiğinde de sert bir yumruk oldu.
Tahrir Meydani’nda atılan her sloganın bir ritmi, şiiri ve ahengi vardı. Özellikler Orta Doğu uzmanı Professör Elliot Colla’nın yazdığı makalesindeki gibi `baskıcı bir zihniyete bürünen insanlara karşı gülmeyi başarmak, korkuyu unutmanın ana temeliydi.’ Bunu yapan Mısır halkı ise en büyük ilhamını müzik ve şiirden aldı. Bu süreçte ortaya çıkan bazı nakaratlar ise tarihe geçti. Özellikle ‘o Mubarek, o Mubarek, Suudi Arabistan seni bekler o Mubarek’ veya ‘Döv bizi, vur bizi. Biz bir yere gitmiyoruz!’
Pratik zekalı bir genç sanatçı olan Ramy Essam Tahrir Meydanı’nda atılan tüm bu sloganları toparlayıp bir parça besteledi. Adina ‘Irhal’ (Git) dedi ve koluna aldığı eski gitarı ile Kahire sokaklarını arşınlamaya başladı. Bu parça bir şekilde Huffington Post’un sayfasına yüklendi ve olan oldu. Bir anda dünya çapında bir devrim parçası olarak yayıldı. Hit kelimesinden pek hoşlanmasam da tam anlamıyla ‘hit’ oldu diyebiliriz. Bu ilgi sonucu Essam bir anda Tahrir ayaklanmasının maskotu ve kahramanı konumuna geldi. Devrim süresine bilumum bölgeye yerleştirilen sahnelerde konser verip halkın coşkusuna ayrı bir alev üfledi. Batı’nın da içerisinde parmağı olan Mısır popüler müziğinden sıkılmış olan halka ‘Irhal’ bir çıkış noktası oldu. Uzun bir kuraklık sonrası kana kana su içilen bir pınar oldu. Halk devrim ile özleşti, ‘Irhal’ ise halkla.
Bu özleşmenin en büyük kanıtı o dönemde popüler Mısır müziğinin yıldızı olan Tamer Hosny’nin devlet tarafından halkı yatıştırmak için Tahrir’e indiğinde linç edilmekten çok zor kurtulmasını gösterebiliriz. Halk yapaylıktan, samimiyetsizlikten sıkılmıştı ve önüne geçen herkesi ve her şeyi yıkmaya hazırdı. Korkusuzdu, bu halkı koyun olarak görenlerin en büyük eksikliği. Halkın ne zaman ne şekilde tepki vereceğini ve bir tepki oluştuktan sonra bunu nasıl bastırabileceğinin bilinmemesi kadar korkunç bir şey olamaz.
Tamer Hosny talihsiz tecrübesinden sonra ağzının payını alırcasına televizyonda özür dileyip, devrimi destekleyen bir beste bile yapmak zorunda kaldı. Yine halk ve müzik örtüştü, bir yumruk gibi. Bunu gören ve yaşayan diğer gruplar ise kendi üstlerine düşeni yaptı. Özellikle Kahire’nin en önemli rock ekiplerinden Cairokee, Wust El Balad ve Massar Egbari’nin birlikte kaydettikleri iyimser ‘Sout Al Horeya’ (Özgürlüğün Sesi) parçasının yarattığı ilgi pek çok kişiyi şaşırttı. Mısırlı rock tanrısı olarak bilinen Mohammed Mounir bile ‘Ezzai’ adlı bir parça hazırlayıp özgürlüğü desteklediğini deklere etti.
Böylece müziksiz bir devrim, devrimsiz bir müzik olmadığını Tahrir Meydanı tekrar hepimize yaşattı ve anımsattı. Yine de Tahrir Meydanı halkın mekânıydı, onlar istediklerini çalıp istediklerini söylediler. Baskıcı devlet tarafından kapıları arkasına gizlenmeye zorlanan sanatçıların doğusu oldu ve halkın yoğun enstrümanları ile adeta yer gök inledi. Halk hiç kimseden korkmadığını müzikler eşliğinde tüm dünyaya ilan etti. Hem direndi hem de dans etti. Hem isyan ederken hem de tepindi. Yine müzik kazandı…