İranlı Masha ve Marjan Vahdat, ilk defa Norveçli müzik şirketi KKV'nin, "Axis of Evil" adıyla, İran, Irak, Filistin, Afganistan, Kuzey Kore, Suriye ve Küba'dan ninnilerini bir araya getirildiği çalışmada karşımıza çıktı. Müzik şirketinin direktörü Erik Hillestad, Vahdat kardeşlerle birlikte çalışmaya devam etme kararı verdi. Bu işbirliğinin ilk meyvesi "Songs From The Persian Garden" adlı albüm oldu. Albüm, Vahdat kardeşlerin, İran'daki İtalyan Konsolosluğu'nun yazlık binasında verdikleri gizli bir konserin bin bir zorluklarla yapılan kaydını içeriyor. Gizli, çünkü İran'da kadın solistlerin karma bir seyirci önünde performans gerçekleştirmeleri yasak. Albüm beklenenin üstünde olumlu eleştiriler aldı ve Vahdat kardeşler bir konser vermek üzere yurtdışına davet edildiler. İranlı kadınların sesi olmak gibi öncü bir misyona yüklenen Vahdat kardeşlerin son albümü "I Am Eve" 2008 sonunda çıktı. Zekeriya Şen Vahdat kardeşlerle internet üzerinden sanal bir söyleşi yaptı:
Müzik yapmaya başladığınızda uluslararası bir üne ulaşabileceğinizi hiç düşündünüz mü?
Kesinlikle hayır.
Müzisyen olacağınızı ne zaman anladınız, bunu ne zaman fark ettiniz?
Müzik eğitiminin içimizde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu fark ettiğimiz an ve Tahran'da ilk verdiğimiz gizli konserden sonra.
Türk Müziği hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz? Takip ettiğiniz veya beğendiğiniz sanatçılar var mı?
Türk geleneksel müziği ile rahatlıkla bir bağ kurabiliyoruz, zira her iki ülkenin de müziği benzer bir kökten kaynaklanıyor. Türk ve Pers müziğinin zenginliği aynı kaynaktan geliyor. Türk müziğini yüreğimizde tüm samimiyetimizle hissediyoruz. Özellikle Aynur Doğan'ı ve Kardeş Türküler'i çok beğeniyoruz.
İran'daki son durum gözönüne alırsak, sizce kadının toplumdaki varoluşunda iyileşme var mı?
Eğer varsa bile, bu kesinlikle kadınların çabaları sayesinde. Rejimden İranlı kadınlara karşı en ufacık bir destek yok.
Gün geçtikçe kadın hakları karşıtı kanunların artması ve utanç verici sosyal hak sınırlamalarına rağmen aile içerisinde kadınlara ve onların haklarına karşı olumlu bir hava esiyor. Zira insanlar sorunların farkında. İran'da var olan tüm yasalar kadını ikinci sınıf bir insan olarak kabul etmesine rağmen, kadın aktivistler bunun aksi için oldukça emek sarf ediyor. Bu tür hareketlere artık aile içinden erkekler, toplumun farklı geçmişinden gelen kadınlar, -ki bunların arasında dini bütün ailelerden gelenler de var- destek vermekte. Artık bir çok erkek dengeli bir toplumun var olabilmesi için, kadın ve erkek arasında eşitlik olması gerektiğini algılamaya başladı.
Her hangi bir biçimde politik olarak kızgın mısınız? Yoksa her şeyin sadece sevgi ile çözümlenebileceğine mi inanıyorsunuz?
İran'da kadınlara karşı uygulanan utanç verici tavırdan dolayı elbette kızgınız. Mevcut olan birçok yasanın ne kadar haksız olduğunu gördükçe kızıyorsunuz, ancak bu kızgınlık hiçbir zaman meselemizi savunmakta önümüze geçmedi, aksine bizlere öne atılmak için daha bir şevk verdi. Evet, muhakkak karşılıklı sevgi ile sorunlar çözülebilir.
İlk albümünüz "Songs from a Persian Garden"ın doğmasına neden olan, Tahran'daki İtalyan Konsolosluğunun yazlık bahçesinde, gizlilik içerisinde verdiğiniz canlı konser hakkında hangi anılarınızı bizimle paylaşmak istersiniz?
Öncelikle unutulması mümkün olmayan muhteşem bir anı oldu bu konser her ikimiz içinde. Hayatımızda ilk defa karma bir seyirci önünde, her hangi bir kısıtlama olmadan müziğimizi icra edebilmek inanılmaz bir duyduydu. Varsayalım, böyle bir konseri halka açık bir yerde vermek isteseydik -ki bu mümkün değil zira biz kadın sanatçılarız- öncelikle birçok devlet kurumundan, kültür bakanlığından her konuda ve aşama hakkında izin almamız gerekirdi. Okunacak şiirden, müziğe, arka planda kullanılacak dekordan, en ufacık ayrıntıya kadar resmi kurumlardan onay alınması gerekirdi. İtalyan Konsolosluğu'ndaki gizli konser için izin almadık ve başımızı örtmek mecburiyetinde kalmadan, istediğimiz ve beğendiğimiz, sadece bizim seçtiğimiz şiirleri okuyup müzik çaldık. İtalyan Konsolosluğu tarafından korunan bu Pers bahçesinde öyle özgür, rahat ve en önemlisi güvendeydik ki, bu ilham veren güzel bahçeyi doyasıya yaşadık. O gecenin bir diğer önemli anısı ise, ninnilerimizi Norveçli ve İranlı müzisyenler desteği ile orada çalışanlara, sokaktan geçenlere, -zira konser mekânı açıktı- dinletebilmiş olmaktı.
Kendinizi İranlı kadınların sesi olarak görüyor musunuz?
Evet, bence birçok İranlı kadının umudu, aşkı, hüznü ve özgürlük duygusu bizim sesimizde.
İranlı bir kadın sanatçı olmanın zorlukları tam olarak nedir?
Çok zor. Özellikle ülkeniz içerisinde sizi dinlemek isteyen milyonlarca kişi olmasına rağmen yasaklanmanız. Kadın sanatçıları engelleyen güç aslında doğa ile kavga içerisinde. Güzellik bir Tanrı vergisi ve bunu yasaklamak gerçek ile kavga etmektir. Ancak inanıyoruz ki kadınlara karşı uygulanan bu utanç verici kanunlar sonsuz olmayacak ve bir gün herkes istediği gibi sanatını icra edebilecek. Şunun da hemen altını çizmekte yarar var, koşullar ne olursa olsun bir sanatçı olmak çok güzel bir duygu. Bu sadece bir iş değil, bu yaşamanızı ve var olmanızı sağlayan bir şey ve inanın hiçbir güç veya kimse bunu sizden koparamaz. Bir sanatçının şarkı söylemesini yasaklamak, bir insanın doğal olarak içinden gelen ağlamasını veya gülmesini yasaklamak gibi. Eğer bir daha hayata gelirsem, şu an bulunduğum koşuldan daha kötü bir ortamda dahi, yine sanatçı olmak isterdim. Ne kadar üzücü ki, günümüz İran'ında ne radyoda ne de televizyonda bir kadın sesi duyamıyorsunuz. Bu devrimden sonraki İran toplumunda var olan dengesizliklerden sadece biri.
Kadın sanatçıların hiçbir şekilde konser vermesi mümkün değil mi?
Karma bir seyirci önünde solo bir konser vermek hâlâ yasak, ancak bunu sadece kadın matinelerinde yapabiliyorsunuz. Kadın sanatçılar karma bir seyirci önüne çıkabiliyor, ama böyle durumlarda solist her zaman bir erkek olmalı ve kadın arka planda bulunmalı. Fakat bunun için bile inanılmaz bürokratik işlemler, izinler gerekiyor.
Ne zaman sınırları aşıp uluslararası sanatçılar olduğunuzu fark ettiniz?
İran dışında konser vermek üzere prodüktörler tarafından davet edildiğimizde. İran dışındaki müzikseverlerden gelen olumlu eleştiriler bize inanılmaz güven verdi ve böylece birçok farklı ülkeden sanatçı ile çalışma imkânı yakaladık. İlk deneyimimiz Yeni Delhi'de Hintli sanatçılar ile verdiğimiz konserler oldu. Daha sonra "Lullabies from the axis of Evil" projesinde yer aldık ve bunu Norveçli sanatçılar ile yaptığımız "Songs from a Persian Garden" albümü ve çok değer verdiğimiz başka beraberlikler takip etti.
Müziğiniz her zaman çok renkli, şiirsel ve mitolojik oldu. Her yeni albümünüzde aynı tema içerisinde kalmak için emek veriyor musunuz?
Çok teşekkürler. Kendimizi yeni bir biçimde ifade etmek için ilhamımızı geleneksel ve bölgesel müziklerden alıyoruz. Her zaman enstrümantel olarak yeni açılımlarla Pers müziği repertuarımızı yeni bir çehre ile ifade etmeyi hedefliyoruz.
Yeni albümünüz "I am Eve" hakkında biraz bilgi alabilir miyiz? Örneğin ne tür koşullarda kaydedildi?
"I am Eve", hepimiz için bir müzikal serüven oldu. Albüm Mahsa'nın eşi Atabak Elyasi ile birlikte yaptığımız dört yıllık bir çalışmanın sonucu. İlhamımızı her zaman olduğu gibi geleneksel ve bölgesel müziklerden aldık. Tüm vokalleri ev stüdyomuzda, tüm enstrümantel kısımları ise Tahran'da eski bir stüdyoda kaydettik. Albümün son aranjmanları ve mikslenmesi Oslo ve Stockholm'de gerçekleşti. Bu projeye başladığımızda hiç yayınlanabileceği aklımıza gelmedi, zira ilk çıkış noktamız kendi edebiyatımızı müziğimiz ile birlikte korumaktı. Önceliğimiz bu eşsiz eserleri korumak oldu, o zaman bir albüm çıkarmak aklımızda yoktu. Norveçli müzik şirketi KKV bu çalışmalarımızı bir albüm olarak çıkaracağını söylediğinde çok sevindik. KKV'nin müzik zevkini çok takdir ediyoruz, kesinlikle dünyada neler olup bittiğinin farkında olan bir şirket.
Bildiğim kadarıyla Rumi'ye karşı ayrı bir özel ilginiz var?
Nasıl olmasın, onun şiirlerinin yüce bir tutku ile beslendiğine inanıyoruz. Biz onun şiirleri ile büyüdük, ayı zamanda, elbette Hafez ve diğer klasik şairleri de okuduk. Onların şiirleri zerre kadar ayrımcılık olmadan, tüm insanlık için aşk ve saygı ile dolu. Şiirlerindeki anlam, yüz yıllar boyunca süren tüm riyakârlık ve haksızlığa dayanabilecek nitelikte.
"Axis of evil" projesinde uluslararası kadın sanatçılar ile çalışmak nasıl bir duyguydu?
Bahsettiğimiz gibi bu proje bize birçok kapı ve güzel olasılıklar açtı. Diğer ülkelerden gelen kadın sanatçılarla birlikte ninni söyleyebilme imkânı ve müzik sayesinde barış mesajını müzikseverlere iletebilmek bizi çok mutlu etti. KKV ile Erik Hillestad ve Knut Riersrud gibi Norveçli eşsiz sanatçılar ile çalışmak büyük bir ayrıcalıktı. Tüm dünyadaki annelerin toplu sesi olup, "ülkeler düşman olsa bile topluluklar dost olabilir" barış mesajını vermek çok yüce bir görevdi. En saf ve doğal şarkı olan ninnilerin yer aldığı bu albüm ile birlikte insani mirasa sahip çıktık.
Bu albümle birlikte müzikseverlere ulaştırmak istediğiniz mesaj nedir?
Bir kadının sesini kafeste tutmanın imkânsız olduğunu göstermek istiyoruz. Bundan dolayı yapılan baskılar ve kısıtlamalar saçma. Albümün kapağında da bir mesajımız var; buradaki heykel yüz yıllardan beri ayakta duran bir kadın figürü, hâlâ güzel ve hâlâ sağlam. Geçen yüzyıllar boyunca kadınlığın sembolü olan bu heykel, aynı zamanda kadın sesinin sonsuz olduğunun ve her zaman duyulacağının bir göstergesi.
Müziğinizi bir tarz altında sınıflandırıyor musunuz?
Kendimizi sınıflandırmayı istemiyoruz açıkçası. Bu işi eleştirmenlere bırakmakta yarar var, ancak internette bir sitede bir eleştirmenin bizim müziğimizi "neo-geleneksel" olarak tanımladığını okuduk ve bu tanım bize sıcak geldi.
Müziğinizi duyurmak için bir araç olarak internet hakkında ne düşünüyorsunuz?
İnsanların müziğimize ulaşmalarını kolaylaştırdığı için internet çok iyi. Bir dükkânda bulamayacakları albümlerimize internet sayesinde ulaşabiliyorlar ve böylece daha geniş bir seyirci kitlesine ulaşabiliyoruz.
Türkiye'ye gelip bir konser planınız var mı hiç ufukta?
Kesin bir şey olmasa bile, elbette Türkiye'ye gelip konser vermeyi çok isteriz. Özellikle İstanbul inanılmaz bir şehir ve çok güzel. Müziğimizi olabileceği kadar çok yerde duyurmak isteriz.
Bu söyleşi ilk olarak 18 Ocak 2009 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.