Yazının ilk paragrafına bakmayın. Aşağıda Irak konusuna döneceğim. Anımsarsanız geçen hafta sonu Küre dağlarına yaptığım bir gezi sırasında Pınarbaşı Daday yolunda 3 araca rastladığımı ve bu nedenle yol sıkışmadan buraların ağaçlar kesilerek duble yol yapılmasını önermiştim. Sonra da Cide- Amasra- Bartın-Çaycuma güzergahı ile İstanbul’a döndüğümü yazmıştım. (Bkz.: Gezi Notları)
Sayın okurlar, cuma günü de iş için Filyos’a (Hisarönü) gitmem gerekti. Bu kez gündüz geçtim bu yolu. İnanamadım gözlerime -önceki pazar günü Çaycuma–Devrek yolunu gece geçtiğim için farketmemişim-, ağaçlar kesilip yol genişletiliyordu... Hayatta beni mantıklı bir şey için ciddiye alan olmamıştı zaten. Yapmayın etmeyin -bu güzergâhta ben yine yıllardır gider gelirim, yasal limitleri çevre ve radar kontrolü nedeni ile aşmıyorum- istesem arabamı en ufak bir tehlike olmadan bu sınırların çok ama çok üstünde kullanabilirim. Yol muhteşem manzaralı, hiç dar değil ve yoğunluk yok. (Dar ve virajlı olan yerler Safranbolu çıkışından Pınarbaşı yönüne başlayıp, özellikle sahilde yoğunlaşıyor.) Çaycuma, Bartın yöresinde duble yola gerek duyacak kadar hangi sanayi, turizm hareketi var, bilmem. Ayrıca Hisarönü-Zonguldak yönüne demiryolu da var.
Tercihimizin bedeli ne olacak? Şimdi yeniden Irak konusuna dönelim. Medyamızda yeniden asker gönderip göndermeme tartışması başladı. Ama özellikle gönderme taraftarları yeniden aynı argüman ile fikirlerini savunuyorlar. Bu da, şu anda ABD’nin tek patron gözükmesi ve bu patron ile aramızın bozulmaması gerektiği, özetle. Diğer taraf da ABD’nin saplandığı batakta neden bizim askerimizin tehlikeye atılacağını sorguluyor. Sayın okurlar, her iki argüman da görünürde tamamen doğru ama, özde benim mantığımdan veya algılama sistemimden çok uzaktalar. Öncelikle, asker göndermeyi savunan kalemlerin yazdığı her şey doğru ve mantıklı. Zaten sorun da burada; bu doğruyu kabul etmek zorunda mıyız? | Tikrit'te işgal güçleri, halk (Reuters) |
Unutmayalım, gerekçesi her ne olur ise olsun –ve hatta Irak halkı destek verse bile- şu anda orada bir işgal var ve gittiğimiz gün biz de bu işgale destek olacağız. Eğer bunu kabul ediyorsak gidelim. Gitmememizin gerekçesi askerlerimizin şehit olması olamaz. Bu mesleğin özünde ölme ve öldürme var. Bunları yazmak kolay, diyebilirsiniz. Çok haklısınız. Buradan ahkam kesmek kolay. Ben de tek bir askerimizin şehit olmasını, yaralanmasını istemiyorum. Ama bir askerin savaşmama gerekçesi ölüm olamaz. Sadece onu vurgulamaya çalışıyorum. Türk askeri bence oraya gitmemeli. Ama ölümden korkumuzdan değil, işgalci olmamak için gitmemeli. Aradaki fark bu.
Sayın okurlar, artık ben yazmaktan gerçekten bıktım. Ama hep aynı noktaya dönüyoruz. Hep kabullerle yaşamak. Hiç değişmemek ve değiştirmeye de çalışmamak. ABD’nin dış politikasını biz tek başımıza değiştirebilir miyiz? Evet, yapamayabiliriz. ABD dışında dünyadaki tüm ülkeler için ortak hedefler yaratarabilir miyiz? Evet, yapamayabiliriz. Ama yapmak için, günlük gerçekler dışında evrensel teorik ve etik doğrular için hiç mi çalışmamalıyız? Ben ikinciden yanayım. Başarılı olamasak da günlük gerçekler için değil, gerçek doğrular için mücadele etmeliyiz.