Merhaba Canım!

Merhaba Canım
-
Aa
+
a
a
a

Merhaba Canım'ın ilk bölümünde Irak'ta geçtiğimiz hafta yürürlüğe giren ve LGBTİ+ları hedef alan yasadan söz ediyor ve 1 Mayıs gibi mücadele alanlarının LGBTİ+ hareketiyle kesiştiği anları konuşuyoruz.

""
Merhaba Canım
 

Merhaba Canım

podcast servisi: iTunes / RSS

Yıldız Tar: Çok heyecanlıyım, Açık Radyo'da seneler sonra LGBTİ+ları odağına alan bir program daha yapıyoruz. Bildiğim kadarıyla doksanlı yıllarda Lambda İstanbul'un Yüzde Yüz GL'ine ev sahipliği yapan bir yerdi Açık Radyo. Türkiye'de bir ilki başarmıştı. 2024'te merhaba canım demek hala kıymetli.

Merhaba canım dedik. Çünkü Arkadaş Zekai Özger'in en sevdiğim şiirlerinden birisi ve o şiiri de herkese tavsiye ederim. Tekrar dönüp dönüp okumayı hak eden bir şiir.

Özdeş Özbay: Evet, çok güzel bir şiir gerçekten.

Y. T: Orada bir cümle var; Bir gün elbette Zeki Müren'i seveceksiniz. Zeki Müren'i seviniz. Biz de biraz onun üzerinden öyle bir giriş yapalım dedik.

Ö. Ö: Hatta bu isimle bir de belgesel var, Arkadaş Zekai Özger'i anlatan.

Y. T: Evet belgesel de yapıldı. Arkadaş Zekai Özger'in tabii hikayesi hem üzücü hem seneler geçse de ilham verici. Kitapları istediği isimle basılmıyor. O daha aslında şiirlerinde cinsel yönelimini çok erken dönemde dışa vuran, bunu açıkça yaşayan bir isimken kitapları, şiirleri başka başka isimlerle basılıyor. Çok uzun süre sonra istediği isimlerle basılabiliyor çünkü birtakım ahlaki kodlara tosluyor. Onu da anmış olalım.

Evet, Merhaba Canım'da LGBTİ+lar toplumsal cinsiyetin sürülenleri dedik. Biraz da aslında anlaması zor bir kavram belki. Niye burada sürülen denildi, sürgün ne ki canım denebilir. Orada kastetmeye çalıştığımız aslında LGBTİ+lar bütün bir toplumsal hayattan, aileden, toplumun her türlü örgütlendiği yerden bir sürgünle hayata karışmak zorunda kaldığı, dışarı atıldığıydı.

Bu hafta çok bunun en ileri örneklerinden birine de şahit olduk. İsrail'den ve İsrail'in açtığı savaştan bahsediyorduk; Filistin'de yaşananlar, Amerika'daki özellikle üniversitedeki eylemlerden... Yanı başımızdaki Irak'ta da LGBTİ+larla ilgili kritik bir gelişme oldu. Irak hemcinsler arası ilişkileri 15 yıla kadar cezalandıran bir yasayı geçirdi.

İllustrasyon

Şimdi bu belki bize olağan gelecek, belki zaten olmaması sorunmuş gibi gelecek ama son dönemdeki bir dalganın yansıması diyebiliriz. Rusya'da yasalar her geçen gün LGBTi+lar aleyhine daha da sertleşiyor. Rusya etkisiyle geçtiğimiz ay Gürcistan'da benzer bir yasanın parlamentoya geldiğini gördük ki Gürcistan şok etkisi yarattı. Çünkü Avrupa Birliği'ne giriş süreci, LGBTi+ haklarında bölgede önde gelen ülke olma gibi bir misyon yükleniyordu Gürcistan'a. Bu misyonun çok da gerçek olmadığını da gördük. Hala daha bu yabancı etki yasasıyla, LGBTİ+ları da cezalandırmayı hedefleyen yabancı etki yasasıyla ilgili protestolar sürüyor.

Son adımı Irak oldu. Biraz buradan başlamak istiyorum çünkü bu sadece LGBTİ+lar arası, herhangi bir hemcinsler arası ilişkiyi, bir arada olmayı cezalandıran bir yasa da değil. Geçtiğimiz hafta kabul edilen yasanın Irak toplumunu "ahlaksızlıktan korumak ve bütün dünyayı ele geçiren homoseksüelliğe, eşcinselliğe karşı mücadele etmek" gibi bir amacı var ve yasa temelde daha önce var olan fuhuşla mücadele yasasına bir ek yapıyor.

Şimdi kişiler arası eylemleri cezalandırdığı kadar burada kritik bir şey var. O da şöyle bir durumdan bahsediyor; LGBTİ+ propagandası yapmak. Ve son yıllarda en çok karşılaştığımız kavram bu LGBTİ+ propagandası yapmak. Şimdi "LGBTİ+ propagandası nedir" diye sorsak, bir cevabı yok. LGBTİ+ propagandası nasıl yapılsın? 

Ö. Ö: Yani sokakta el ele tutuşmayı bile propaganda diyebilirsiniz bu kadar muğlak bir kavram içerisinde.

Y. T: Tabii zaten kastedilen burada LGBTİ+ların var olması ve var olduklarına dair, en ufak göründükleri bir alanın var olduğu an kastediliyor. LGBTİ+ haklarının propagandasını yapabilirsiniz ve en doğal haktır. Bu arada tabii propaganda kelimesiyle bu kadar onu suçlayan, onu böyle bir tür karanlık bir şeymiş gibi gösteren bir durum da var. Lobi kelimesinde de benzer bir durum vardı. Küresel LGBT lobileri harekete geçiyordu, şimdi küresel LGBT lobileri artık propaganda yapıyor. Propagandadan kast edilen el ele tutuşmanız, dernek kurmanız ve daha fenası dönüp öldürüldüğünüzde, şiddete maruz bırakıldığınızda buna dile getirmeniz. "Propaganda"ya dönüşüyor.

Ö. Ö: Evet, insan hakları talebi.

Y. T: Kesinlikle ve Irak'taki bu mesele Türkiye açısından da çok kritik. Türkiye'de de yakın zamanda bir yeniden anayasa tartışmasına gireceğiz gibi duruyor. Özellikle dün ve bugün Ankara çok klasik tabirle Ankara sokakları çok hareketliydi. Hareketli olmaya devam edecek ve anayasayı tartışacağız. Geçtiğimiz yıl anayasanın yeniden gündeme gelmesi yine LGBTİ+larla çok yakından ilişkiliydi. Medeni kanunu değiştirip evliliği belirleyen kısmı daha sert bir şekilde tarifleme ihtiyacı duyuldu. Kafalar da karıştı. Türkiye'de LGBTİ+ların evlilik hakkı varmış da geri alınıyormuş gibi oldu. Olmayan bir şeydi. Biraz da tuhaf bir hamleydi ama o tuhaf hamlenin anayasa sürecinde sonucunu göreceğiz.

Burada aslında bizim programla da ilgili olan ve daha yapmaya çalışacağımız meseledeki en önemli kısım, bu propaganda denilen mevzunun ne olduğunu biraz açmak. Şimdi ayrımcılık... Açık Radyo dinleyicileri çok yakından biliyorlardır ayrımcılığın nasıl işlediğini, ne menem bir şey olduğunu ama bir kere daha tekrar etmek gerekirse ayrımcılık pek kişiler arasında ben işte seni sevmiyorum ya da eşinsellerden LGBTİ+lardan haz etmiyorum, hayatımda olmasınlar gibi bir şey değil. Ayrımcılık kişisel bir mesele de değil. Biz her ayrımcılığın arkasında toplumsal ve siyasal bir eşitsizlik olduğunu görüyoruz ve ayrımcılık bu eşitsizliğin en görünür olduğu alanlardan birisi. Onun arkasında aslında ayrımcılığa uğrayan insanlar gibi ayrıcalıkları da olan insanlar olduğunu görüyoruz ve ayrıcalıklarımızın çok farkında olamayabiliyoruz gündelik hayatta.

Bu hep böyledir. Genelde yara aldığımız yerleri hatırlarız ama ayrıcalıklarımız bize hayatın olağan akışı gibi gelir. LGBTİ+lar söz konusu olduğunda hayatın olağan akışı pek de olağan ilerlemediği için biz LGBTİ+ meselesi ile ilgili konuşmak durumunda kalıyoruz. Irak'taki gibi bir uygulama sadece bir yasa değişikliğinden ibaret kalmayıp bütün bir coğrafyayı tehdit eden çok önemli bir gelişmeye dönüşüyor.

Ve bu ayrımcılık mesela dile baktığımızda bu yasaları hazırlayanlar, bu yasaların arkasındaki zihniyet de biraz biraz dille de ilişkili. Her şey dil değil. Ben biraz daha eski usul düşünüyorum. Ayrımcılığın dilde başladığını düşünmüyorum. Ayrımcılık çok daha güç ilişkilerinde başlar. Dil bunun dışa vurulduğu bir yerdir.

Biz geçtiğimiz yıllarda Türkiye'deki LGBTİ+ hareketiyle ilgili bir sözlü tarih çalışması yaparken bir anektod çok etkilemişti beni. Doksanlı yıllarda aktivizme katılan bir isim Umut Güner, çocukluğunu anlatıyor. Darbe sonrası babasının tutuklandığı bir dönem ve kendisi de o dönemde evde kendi cinsel kimliğiyle ilgili bir farkındalık geliştirmeye başladığı dönemde şöyle söylüyor; benim çocukluğumun geçtiği dönem 12 Eylül sonrası, 12 Eylül sonrası en çok hatırladığım şey polisten korkmam gerektiğiydi. Çünkü babası sürekli gözaltında bırakılıyor, işkenceye uğradığını görüyorlar. Ama bir yandan da bir aile de var ve ailede bir yaşantı var.

İşte tek kanallı televizyon, siyah beyazdan renkli televizyonun geçişi anlatıp anlatıp ve eşcinselliğin çok konuşulmadığı bir yerdi aile diyor. Bu da şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı geleni bana görüşmeyi de yaparken şuydu.

Meydan Larousse'ta homoseksüel kelimesini bulduğunu anlatıyor, işte eşcinselliğin hastalık olduğunu söylüyor. Meydan Larousse'ta homoseksüel kelimesinin karşılığında...

Ö. Ö: Bu doksanlarda değil mi?

Y. T: Seksenler.

Ö. Ö: Yani gene de çok yakın tabii bir tane.

Y. T: Tabii çok yakın, zaten 17 Mayıs 1990'da Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarıyor. Yakın zamanda da onun kutlaması da olacak, onu da hatırlatmış olalım.

Seksenlerde oluyor bu ve bu Meydan Larousse'ta o kelimeyi bulduğunda ne kadar mutlu olduğunu anlatmıştı görüşmede. Şimdi karşısında hastalık diyor ama çok mutluyum diye anlatıyor, çünkü beni tarifleyen bir şey var. Hani hastalık diyor, şu diyor, bu diyor ama bir iki paragraflık da olsa bir şey var ve dönüp dönüp o sayfayı açtığını anlatıyor. Dönüyorum diyor mesela, çok net hatırlıyorum görüşmedeki hani tekrar açıyorum bakıyorum tamam ben buymuşum deyip kapatıyorum. Ve annesine yakalanmamak için bu arada hep aynı sayfayı açtığı belli olursa yakalanır endişesiyle bütün bir Meydan Larousse'u okuduğunu anlatıyor. Hala da Meydan Larousse'taki bütün maddelere dair bilgisi olan bir isim bu.

Üzerinden seneler geçse de tam böyle bir şey ayrımcılık yani sadece size hastalık demiyor ama sizin zaten bunun dışında herhangi bir sözde, kendinizle var olabileceğiniz alanlar o kadar kapalı ki çok genç yaşta kendinize dair bir şeyi hastalık dahi dese bulduğunuzda inanılmaz mutlu olabilmenize yol açıyor. Çok hüzünlü bir hikaye. Tam olarak bu Irak'taki, Rusya'daki, geçerse Gürcistan'daki yasaların hedeflediği biraz da bu.

Yani insanların tek bir şeye, yani LGBTİ+ olmanın ahlaksız olduğu bilgisine erişmelerini sağlamak. Kendisine dair bütün bilgileri, kendisine dair bütün hikayeleri, deneyimleri, sesleri yok etmek ve o kadar zor bir duruma sürüklemek ki... Ben kimim, ben neyim, ben ne yaşıyorum sorusuna dair bulabileceğin tek cevap da seni karalasa bile, sana ahlaksız dese bile bir gıdım sevinme ihtimali bırakmak. Biraz o yüzden ben çok önemsiyorum bu meseleyi.

Türkiye'de böyle bir yasa değişikliği olacağını düşünmüyorum yakın dönemde. Anayasada muhtemelen daha üstü kapalı bir şekilde tartışacağız. Daha net, açıktan böyle bir yasa olmaz diye ummak istiyorum. Ama bir yasa değişikliği olmasa bile zihinlerimizde böyle dönüp dolaşıp LGBTİ+ olmakla ilgili bazı kavramların, kelimelerin iliştirildiğini görüyoruz.

Zaten dilden kovuluyorsun. Senin hakkında hiçbir kelimeye sahip değilsin. Küçük bir anektod olsun. Genelde LGBTİ+ hareketiyle ilgili konuştuğumuzda siz de çok fazla kelime değiştiriyorsunuz, takip edemiyoruz. LGBT'di, LGBTT oldu, LGBTİ oldu, LGBT+ oldu diye serzenişte bulunanlar oluyor. Q'yu ekleyeceğiz mi, eklemeyeceğiz mi? Alfabenin bütün harflerine talip oluyor LGBTİ+ hareketi. Ama o da bana mesela çok anlaşılır geliyor çünkü sıfırdan inşa ediyorsunuz bir şeyi.

Başka mesela birçok konuda hep ayrımcılıkları böyle bir eşitleyen anlayışla biraz derdim var benim. Çok kolaycı geliyor bana işte şeyi söylemek, çok kolaycı bu ülkede Türk, Sünni, heteroseksüel, erkek işte ayrımcılığa uğramıyordur bilmem nedir falan. Bunun karşılığında da gruplar tarifliyoruz işte Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, LGBTİ+lar, kadınlar diye.

Bu işin kolay kısmı ama arada bir fark var mesela Kürtler ya da Aleviler ya da ırk ya da din temelli yaşanan ayrımcılıkta geri dönebileceğin bir ailen vardır. Ve aile biraz daha güvenli bir alandır. Yani Kürtçe yasaklarında evde gizlice Kürtçe konuşulur. Alevilerin inanç ritüelleri özellikle kentlerde artık kentleşmeyle birlikte, baskıyla, saklanmayla birlikte evin bir odasına kadar gidebilir ama bir oda vardır. LGBTİ+larda durum biraz daha farklı çünkü dönebileceğin birazcık da olsa kendini yaşayabileceğin veya bu kimliğinle hayatta kalabilmek için sana öğüt veren kimse yok. Aileye döndüğünde hani ben Alevi bir aileden geliyorum ve Bursa'da da büyüdüm. Öğüt veren ailem vardı benim. Hani Alevi olduğumuzu söyleme. Ramazan'da oruç tutuyoruz gibi yapıyoruz ya da Kürtçe belli alanlarda konuşulabilir. Ama LGBTİ+ kimliğimle ilgili dönüp akıl alabileceğim hani beni sansürleyecek bir ailem bile yoktu.

Çünkü yoktu. Ve sansürden çok daha ağırını yaşayabilirdik. O yüzden mesela bu dinamiklerde bir fark varmış gibi de hissediyorum. Dönebilecek bir ailenin olması da bazen bir lüks, bazen bir ayrıcalık.

Ö. M: Yıldız, izninizle bir araya girip bir şey de sormak istiyorum. Bu Al Jazeera'daki haberi senin sayende gördük, öğrendim. Irak'ta bu kriminalize edilmesi işte, aynı cinsten ilişkilerin 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırabileceğine dair kanun çıkması. Burada haberin alt başlığında da şey diyordu manşet altında, Yani özellikle de Şii Müslüman partiler destekledi. En büyük koalisyon, Irak parlamentosundaki en büyük koalisyon ortakları onlar diye. Yani demek ki orada da böyle bir şey, mezhep meselesinin Orada da böyle bu şekilde tezahür ediyor demek ki.

Y. T: Evet ama orada Al Jazeera'nın haberinde biraz da eksik de var. Çünkü bu yasa açısından doğru bir eksiği yok ama arka planında adım adım başka aktörlerin de mesela federe bölgede başka aktörlerin de bu yasaya benzer yasalar geçirdiği, uygulamalar geçirdiğini gördük geçtiğimiz yıllarda. Biraz şu anda bir Şii Müslüman bloğu önde duruyor ama Türkiye gibi. Yani Türkiye'de de Cumhur İttifakı bunun önünde en ön savunucusu olarak duruyor. Ama onlardan mesela daha radikal durumda olan Yeniden Refah da bu meseleye dair bir şey diyor. Ya da bazı Türkiye'deki diğer aktörlerde sessizlikleriyle destek vermiş oluyor. Irak'taki durumda biraz anlayabildiğimiz kadarıyla görebildiğimiz kadarıyla öyle. Tabi Irak'ta Daha önceki yıllarda da bir yasa vardı ama doğrudan LGBTİ+ları hedef almıyordu o yasa, bir fuhuşla mücadele yasası vardı. Burada doğrudan fuhuşla bağımsız LGBTİ+ların kendisini cezalandıran bir madde eklediler.

Bir de bir diğer yasaları da bizdeki genel ahlak gibi bir yasaydı. Bizde de mesela LGBTİ+lar hiçbir zaman ne anayasa ne de yasalar eliyle ne tanındı ne cezalandırıldı. Ama genel ahlak, kamu düzeni gibi maddeler üzerinden. 1 Mayıs da geçti, o yüzden belki önemli olabilir. Memuriyetten atılan çok fazla insan olduğunu biliyoruz. Çünkü ahlaka mugayir davranış gibi bir madde var ve sizin LGBTİ+ olmanız doğrudan ahlaka aykırı olarak görülüyor.

Irak'taki durum da oydu tanımayalım, genel ahlak maddeleriyle biz bu işi hallederiz. Ama son yasa ile birlikte artık açıkça biz bu meseleye müsaade etmeyeceğiz diyor. Tabi bir şey daha var o yasada. O da transları doğrudan hedef alan bir kısmı. Trans geçiş, cinsiyet uyum sürecinin kendisini bir sorun olarak ve cezalandırılacak bir mesele olarak tarif ediyor. Cinsiyeti böyle çok sabit bir şekilde hani doğuşta atanan cinsiyetin özellikleri dışında hareket etmeyi de cezalandırma riski taşıyor.

Türkiye'de de bahsettiğim gibi Memuriyet Kanunu'ndaki ahlaka mugayir davranış dediğimiz mesele özellikle çalışma hayatını çok etkiliyor. Çalışma hayatında yani iş bulabilmenin kendisi bir başarı olarak görülüyor diyebiliriz. Araştırmalar var bununla ilgili rakamlarla sabah sabah hiç kimseyi sıkmaya gerek yok. Belki araştırmaları çok rahat eriştirebilir ama o rakamların anlattığı bir şey var. O bir şey de 1 Mayıs'ta ya da başka birçok alanda LGBTİ+ların var olmak zorunda olduğunu gösteriyor.

Çünkü çok sık karşılaştığımız bir diğer şey de, ya kardeşim siz de şimdi her yerde kendinizi gösteriyorsunuz. 1 Mayıs'a ne işiniz var? 8 Mart'ta ne işleri var? Nevroz'da ne işleri var? Ne işleri var? Ne işleri var?

En sonunda sadece bir onur ayında bir yere sıkıştırmaya yol açıyor ama tek tek bunlarla ilgili de konuşmak da gerekiyor.

Mesela 1 Mayıs'ta ne işi var sorusu 2001 yılından beri sorulan bir soru. Çünkü ilk olarak 2001 yılında Ankara'da LGBTİ+lar sokağa çıkıyorlar 1 Mayıs'ta ve ilk LGBTİ+ların sokağa çıktığı eylemde Onur Yürüyüşü sanılır ama değil 1 Mayıs 1 Mayıs'a katılmak hatta 2001'den daha önce 99'da katılınmış ama çok kamuoyuna hadi duyurmayalım etmeyelim denilip 2 yıl sonra artık böyle bir pankartıyla döviziyle kendi sözüyle katıldığını görüyoruz.

O yüzden neden katılındı sorusunun cevabı da çok basit. Çalışma hayatı, çalışma hayatına dair bütün ilişkiler bizim hayatımızı diğer hak alanlarından bence bir tık daha fazla belirliyor. Çünkü çok birbirine bağlı. Ömrümüzün önemli bir bölümünü iş yerlerinde geçiriyoruz. Geçirmek zorunda kalıyoruz. Keşke geçirmek zorunda kalmasak ama ve bütün sosyalleşme döngüleri de iş odaklı ilerliyor.

Son dönemde artık bir yerde çalışmanın hele beyaz yakalıysanız kimliğinizin bir parçasına iyice dönüştü. Sadece para kazandığınız bir yerden ibaret değil ve bir sınıf bilinciyle kimlik parçasına dönüştüğünü görmüyorum ben. Tam tersine bir böyle ekleme bir bütün sosyal hayatınızı belirleyen tuhaf bir şeye dönüşüyor. Bu kadar etkili olan bir alandan dışlandığınızda hayattan da çok rahat bir şekilde dışlanmış oluyorsunuz ve bir yasaya dahi gerek kalmadan günün sonunda siz hayatın hiçbir alanına katılmasına izin vermeyen bir topluluğa dönüştürülmüş oluyorsunuz diye düşünüyorum açıkçası.

Ö. Ö: Biz Tarihte Bugün'de zaman zaman değinme fırsatı buluyoruz. Dünyanın birçok yerinde seks işçilerinin örgütlenme deneyimleri, grevleri vesaireleri falan var yani aslında LGBTİ+ seksenlerde ve yetmişlerde, çok böyle daha geri Eski dönemlerde yani 68'in sonrasında diyelim. Türkiye'de de ben hatırlıyorum Kırmızı Şemsiye etrafında böyle bir örgütlenme deneyimleri vardı. Bu tarz deneyimler de vardı ama istenildiği ölçüde kitleselleşememişti yanlış hatırlamıyorsam.

Y. T: Evet evet Türkiye'deki LGBTİ+ hareketiyle seks işçileri arasında da seks işçiliği mücadelesi arasında da çok ciddi bir birlikte yol yürüme tarihi de var. Seksenlerde ilk Gezi Parkı merdivenlerinde bir açlık grevi yapıyor seks işçisi trans kadınlar ve trans kadınlar.

O dönem itibariyle seks işçisi olmayan trans kadın sayısı çok çok az olduğu ve görünür olmadığı için, birbirine eş olarak da görüldüğünü ve sorunların içiçe geçtiğini de görüyoruz. Çünkü seks işçiliği de Türkiye'de kayıt dışı bir alan ve kayıt dışı her iş alanında olduğu gibi şiddetin ve keyfiyetin polis ve müşteri baskısının çok yoğun olduğu bir alan. Bunu ben mesela ahlaki kodlarından sıyırıp düşündüğümüzde seks işçiliğini herhangi bir kayıt dışı işte yaşanılan her türlü o baskının, şiddetin, sömürünün ayyuka çıktığını görebiliyoruz ve bunun çözümü bu noktada iyice kayıt dışı alanda bırakılması yerine belki bir şekilde düzenlenmesi de olabiliyor ve o ilk açlık görevi de polis şiddetine, polis baskısına karşı seksenli yıllarda Gezi Parkı merdivenlerinde yapılıyor. Sonra doksanlarda LGBTİ+ların öz örgütlenmeleri, iki binlerde de Kırmızı Şemsiye, Kırmızı Şemsiye hala bir dernek olarak -bu arada dinleyicilerimizde de söylemiş olalım- Ankara'da çalışmalarını sürdürüyor.

Seks işçilerinin haklarıyla ilgili çalışmaya gayret ediyor. Burada tabii iş hayatı dediğimizde bu özellikle araştırmalar formal sektörlerde neler yaşandığına bakıyor. İnformal seks işçiliği gibi kayıt dışı alanlarda Veri bir bulmak da biraz daha zor. O alanına dair çok net böyle bir çıkış yapabilmek de zor. Çünkü orada bir gerçekten şey ölmüş. Gerçeğe ulaşabilmenizin önüne böyle birkaç kat perde konmuş. Ama formal sektörde neler olduğunu bittiği, bize informal sektör diyebileceğimiz seks işçiliği alanında da neler olup bittiğine dair fikir veriyor açıkçası ve benim en kritik bulduğum araştırmalardaki sonuç LGBTİ+ çalışanlar açısından sendikalı olma oranları ülke genelindeki sendikalı olma oranlarının yarısı kadar ve ayrımcılık nefret söyleme bunlar çok yüksek oranda kamu da daha fazla oranda özel sektöre göre bunların hepsi belki beklendik sonuçta ama. Ayrımcılığa karşı ne yapıyorsunuz ya da yapabilirsiniz diye sorulduğunda sendikalara gidiyorum diyen bir elin parmağını geçmiyor insanlar. Peki neden sendikalara gitmiyorsunuz demediğinde güvenmiyorum yanıtını veriyor. Benim için en kritik olanlardan biri belki de bu sonuçlar.

Ö. Ö: Doktora çalışmam sırasında, beyaz yaka işçiler arasında bir araştırma yapıyordum. Kadın beyaz yakalar da aynı şeyi söylüyorlardı. Peki güvenmiyorum demek neyi anlatıyor aslında? Neden bu güvensizlik hissiyatı var?

Y.T: Orada bununla ilgili tekrar birkaç tamamlayıcı soru soruluyor. Mesela kamuda yaşayan LGBTİ+lar ve özel sektörde çalışan LGBTİ+ların durumunda biri işlevsiz olduğunu düşünüyorum diyor önemli bir bölümü. Sendikaya gitsem ne olacak? Bu da çok şaşırtıcı gelmiyor bana ama şaşırtıcı geleni önemli bir oran olması. özellikle anlatılarında da söylüyorlar. Sendikada da ben benzer bir nefret söylemiyle karşılaşmaktan çekiniyorum. Sendikada da açık olamıyorum ve sendikaya gidip konuşabilmek için önce işte ben şuyum demem, onlardan gelecek tepkileri göğüslemem, onlara kim olduğunu anlatmam, onların beni anlaması ardından bana destek olması gerekiyor ve bunun da gerek görmüyorum diyor çünkü buradan bir şey çıkmayacak ve durduk yere ben sorunum çözülmesi yerine kim olduğumu ne olduğumu anlatmak zorunda kalacağım diyorlar burası biraz bana önemli ve üzerine düşünmek gereken çözmek gereken bir konu gibi geliyor sendikalar ve meslek örgütleri açısından çünkü bu olmadığı sürece LGBTİ+ların örgütlenmesi de mümkün değil.

Çok komik bir hikaye anlatayım sonuna da geldik kısaca insanlarda LGBTİ+ örgütleri bütün sendikaların kapılarını çalıyorlar ve bütün kapılar kapanıyor. Ve orada iki anektod. Biri işte sendika yöneticisi Devrim isimli birisi size döneceğiz diyor. Bir türlü dönmüyor. O zaman Kaos'a bir belgesel yazıyor, Devrim bize dönmedi diye bir belgesel yapıyor.

Bir diğer sendikaysa telaşa kapılıyor ve rakip sendikanın ajan olarak yolladığı insanlar mı bunlar diye bir hezeyandılar. Şu an o noktada değiliz ama o noktadan çok da ileride bir yerde değiliz sanırım.