"Hastalık, fosil yakıtlara olan bağımlılığımız"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, dünyanın dört bir yanında yaşanan iklim krizi ile ilgili yayınlanan raporları paylaşıyor.

""
"Hastalık, fosil yakıtlara olan bağımlılığımız"
 

"Hastalık, fosil yakıtlara olan bağımlılığımız"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba sevgili Açık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. Bu hafta dünyanın dört bir yanında yaşanan iklim krizi ile ilgili yayınlanan raporlarla karşınızdayım.



İlk haberim yeni bir rapordan; yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, And Dağları'ndaki son buzul çekilmesi, Science dergisi tarafından insan uygarlığı tarihinde benzeri görülmemiş bir olay olarak kabul ediliyor. Bu keşif, başlangıçta buzulların mevcut durumunu ve bunların insan uygarlığı boyunca nasıl değiştiğini incelemeyi planlayan bilim insanlarını şok etti. Başlangıçta sonuçların şans eseri olduğuna inanan ancak daha sonraki örneklerle doğrulanan çalışmanın başyazarı Andrew Gorin, "Bu sonucun onlarca yıl uzakta olduğunu düşünüyorduk ve bu bize bunun, bu konuda en çok inananlardan bile daha hızlı gerçekleştiğini gösteriyor," dedi.

Andrew Gorin ve diğer bilim insanlarından oluşan ekip, berilyum10 ve karbon14 nüklid seviyelerini ölçerek buzulların geri çekilmesiyle yakın zamanda açığa çıkan ana karanın karbon tarihini belirledi ve konsantrasyonların neredeyse sıfır olduğunu buldu. Gorin, "Temel olarak, eğer kayanız gökyüzünü görebiliyor ise bu nüklidleri biriktiriyor demektir," dedi ve bu nüklidlerin bozunma oranının, kayanın 11 bin 700 yıl öncesinden daha da geriye dayanan Holosen Çağı'nda açığa çıkmadığını gösterdiğini ekledi, “Bütün birikimim üzerine, bu buzulların, yaklaşık 115 bin yıl önce sona eren son buzul arası dönemden bu yana olduğundan daha küçük olduğuna bahse girerim."

Çalışma, dünyadaki tropik buzulların %99'unu oluşturan And Dağları'ndaki dört buzuldan veri topladı. Bu buzullar, sürekli olarak donma noktasında veya yakınında oldukları için değişen hava koşullarına daha duyarlı. Andrew Gorin, "Bunun kömür madenindeki kanarya olduğunu, çok geçmeden ve belki de düşündüğümüzden daha erken her yerde gerçekleşeceğini düşünüyoruz," açıklamasında bulundu.

Bir Reuters muhabiri, buzullar geri çekilirken dağcıların ilk elden tanık olduğu değişiklikleri görmek için yakın zamanda And Dağları boyunca birçok dağa tırmandı. Birçoğu, giderek daha tehlikeli hale gelen koşulları ve yaşamlarında benzeri görülmemiş değişiklikleri anlattı. Muhabir "Bence bu, alıştığımız, küresel uygarlığımızı inşa ettiğimiz iklim koşullarından artık ayrıldığımızın bir işareti," dedi.

Yine bir rapora bakıyoruz; Tanzanya hükümeti, Yerli Maasai sakinlerini Ngorongoro Koruma Alanı'ndaki (NCA) evlerinden ve atalarının topraklarından ayırarak zorla başka bölgelere yerleştiriyor.

Yeni rapor, Tanzanya hükümetinin 2022'de 82 binden fazla insanı koruma alanından yaklaşık 600 kilometre uzaktaki Msomera Köyü’ne, topraklarını koruma ve turizm amacıyla kullanmak üzere yerleştirmeye yönelik programını belgeliyor.

Altyapı ve hizmetlerdeki bu küçülme, kültürel alanlara ve otlatma alanlarına erişimin sınırlandırılması ve mahsul yetiştirme yasağıyla birleşince bölge sakinleri için hayatı giderek zorlaştırdı ve birçok kişiyi yer değiştirmeye zorladı.

Yerli halkların yerlerinden edilmesi biliyorsunuz, iklim krizinin kesişimsel konularında sömürgenin ve insan haklarına ve ekolojinin korunmasına korkunç müdahalesidir. Tanzanya hükümeti, bu yer değiştirmeleri durdurmalı ve yerli halkların ve kırsal toplulukların haklarını ve geçimlerini etkileyen kararlara gerçek istişare, bilgiye erişim ve yerli grupların rızası yoluyla katılımlarını sağlayarak onların haklarına saygı duymalıdır.

Bu hafta gelen raporlardan bir diğerinde ise bilim insanları, Atlantik Okyanusu akıntılarından oluşan ve dünya genelinde hava durumunu etkileyen hayati bir sistemin 2030'ların sonlarında çökebileceğini ileri sürdü. Bu hava ve iklimi dönüştürecek, gezegen çapında gerçek bir felaket niteliğinde.

Son yıllarda yapılan birçok çalışma, Atlantik Meridyenel Devrilme Sirkülasyonu (AMOC) dediğimiz bu kritik sistemin çökme yolunda olabileceğini, giderek artan okyanus sıcaklıkları ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin neden olduğu bozulan tuzluluk nedeniyle zayıflayabileceğini ileri sürdü.

Hakemli değerlendirmeden geçen ancak henüz bir dergide yayınlanmayan yeni araştırma, sistemin ne zaman çökebileceğini tahmin etmek için son teknoloji ürünü bir model kullanıyor ve bu da pencere aralığının 2037 ile 2064 arasında gerçekleşebileceğini öne sürüyor.

İklim Kuşağı Konuşuyor programında sizin için seçtiğim raporlardan sonuncusu ise Avustralya’dan; Araştırmacılara göre, son on yılda resif çevresinde kaydedilen sıcaklıklar son 400 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Aşırı sıcaklıklar, son dokuz yılda beş kitlesel beyazlama olayına neden oldu.

Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, iklim değişikliğinin tetiklediği artan sıcaklıklar, bu doğal dünya harikasını ‘varoluşsal bir tehdit’ altında bırakıyor. Wollongong Üniversitesi‘nden Prof. Helen McGregor, “Bilim bize Büyük Set Resifi’nin tehlikede olduğunu söylüyor ve bilimin rehberliğinde hareket etmeliyiz,” açıklamasında bulundu.

BBC’nin aktardığına göre, çalışma, mercan iskeletlerinden alınan örneklerle yapıldı. Mercanlar, yüzyıllar boyunca çevrelerinde yaşanan değişikliklere dair kimyasal ipuçları bırakıyor. Araştırmacılar, bu kimyasal verileri İngiltere Hadley Merkezi’nin tarihsel deniz sıcaklık kayıtları ile karşılaştırdı ve sonuçlar, son on yılın Büyük Set Resifi etrafındaki sıcaklıkların son 400 yılın en yüksek seviyesinde olduğunu gösterdi.

Mercanlar, içinde yaşayan ve onlara yiyecek sağlayan alglerle sembiyotik (ortakyaşar) bir ilişki içerisinde bulunuyor ancak deniz sıcaklıkları çok yükseldiğinde mercanlar bu algleri dışarı atıyor ve beyazlaşıyor. Dr. Henley, beyazlaşan mercanların zamanla kahverengiye döndüğünü belirterek, “Eğer sıcaklıklar düşmezse, beyazlayan mercanlar toparlanma şansı bulamaz,” dedi.

Büyük Set Resifi, şu anda UNESCO Dünya Mirası listesinde. Bilim insanları, bu araştırmanın UNESCO’yu ikna ederek resife ‘tehlike altında’ statüsü verilmesini sağlayabileceğini umuyor.

Prof. Helen McGregor, bu statünün dünya genelinde sorunun ciddiyeti hakkında güçlü bir mesaj göndereceğini belirtiyor ve şunları dile getiriyor, “Ne yapmamız gerektiğini biliyoruz: Sadece politikayı bir kenara bırakıp harekete geçmeliyiz.”

Şimdi de Tuvalu’daki iklim krizine bakalım istiyorum. Güney Pasifik‘te dokuz adadan oluşan küçük bir ülke olan Tuvalu, iklim değişikliğine karşı en savunmasız olanlardan biri. Yükselen deniz seviyeleri, bu gibi ada ülkeleri için ‘varoluşsal bir tehdit’ oluşturuyor.

2023’te bir NASA raporu, Tuvalu civarındaki deniz seviyesinin son 30 yılda yaklaşık 15 cm yükseldiğini kaydetmişti. Tahminlere göre 2050 yılına gelindiğinde başkent Funafuti’nin yüz ölçümünün yarısından fazlası sular altında kalabilir.

Pasifik Bölgesel Çevre Programı’na göre de küresel sera gazı emisyonlarının %0,03’ünden azı Pasifik Adaları bölgesinden kaynaklanıyor. Yani aslında bu emisyon salımına hiç de katkıları olmamasına rağmen ilk etkilenen bölgeler arasında başı çekiyor.

Tuvalu’daki yükselen deniz seviyeleri şimdiden toprağın aşırı tuzlanmasına neden oluyor, mahsulleri öldürüyor ve içme suyunu bozuyor. National Geographic’te yakın zamanda yayımlanan bir makaleye göre, taro, ekmek ağacı ve hindistan cevizi gibi temel mahsullerin yetiştirilmesinin deniz suyunun toprağa sızması nedeniyle zorlaşmasıyla gıda güvenliği de tehdit altına giriyor. Ülkede taşkınlar rutin hale gelirken, yoğun gelgitler tek uçak pistini ve evleri her ay sular altında bırakıyor. Tamamen sular altında kalıp yaşanmaz hale gelme ihtimaliyle karşı karşıya kalan ülke, Future Now projesini geliştirerek Facebook’un başlattığı sanal gerçeklik projesi olan ‘metaverse’de var olan dünyanın ‘ilk dijital ulusu’ olmayı hedefliyor.

Belki hatırlayanlarınız vardır, ben de daha önceki yıllarda bu haberi vermiştim; Tuvalu’da dijitalleştirilen ilk ada olan Te Afualiku‘nun dijital kopyasının önünde duran Tuvalu Adalet, Haberleşme ve Dışişleri Bakanı Simon Kofe, iki yıl önce Mısır‘ın Şarm el-Şeyh kentinde yapılan COP27‘deki delegelere hitaben, “Topraklarımız yok olurken, dünyanın ilk dijital ülkesi olmaktan başka seçeneğimiz yok,” demişti.

Bunun Tuvalu’nun tüm adalarının ve manzarasının ‘mercan adaları ve resifleri, lagün, gözenekli kumlu toprak, palmiye ağaçları ve pandanus, ekmek meyvesi ve taro’dan geriye kalanlar’ da dahil olmak üzere dijital olarak yeniden yaratılması için bir model olarak gördüğünü belirten Simon Kofe, tüm bunların fiziksel olarak ortadan kalkması riskinin büyük olduğuna dikkat çekmişti. Hazırlanan planda, sahildeki kum tanelerinden okyanus akıntılarının yönüne kadar ince ayrıntıları yakalayabilen uydu görüntüleri, fotoğraflar ve drone çekimleri kullanılması düşünülüyor.

Simon Kofe, geçen yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai kentinde yapılan COP28’de de ülkesinin 124 ada ve adacığın tamamını kapsayan üç boyutlu LIDAR taramasını tamamladıkladıklarını ve ulusal iletişim ağını geliştirmeye başladıklarını, böylece dijital ulusunun temellerini attığını bildirmişti. Proje geliştiricileri, Tuvalu diasporasını birbirine bağlamak ve dünyanın dört bir yanından katılımlarını sağlamak için blockchain teknolojisini kullanan bir dijital kimlik sistemi kurmaya başladı. Bu dijital platformun Tuvaluluların bağlantı kurmasına, miraslarını keşfetmesine ve çeşitli sektörlerde yeni iş fırsatlarına katılmasına olanak tanıyacağı umuluyor. Ayrıca proje kapsamında, vatandaşların en değerli kişisel eşyalarını koruyarak miraslarının gelişen bir kaydını oluşturmaları teşvik edilerek Tuvalu kültürünün dijital arşivinin geliştirilmesine başlandı.

Tuvalu’nun fiziksel toprakları yaşanmaz hale gelirse, bu aynı zamanda devlet olma ve egemenlik tartışmalarını da beraberinde getirecek. Mevcut uluslararası hukuka göre, tanımlanmış bir fiziksel bölge devlet olma için ön koşul. Tuvalu, ilk dijital ulus olmak amacıyla, devlet egemenliği kavramının evrimini kabul ederek, 2022 yılında anayasa değişikliğiyle devlet olma halini yeniden tanımlamış ve

“Tuvalu Devleti, iklim değişikliğinin etkileri veya Tuvalu’nun fiziksel topraklarında kayba yol açan diğer nedenlerden bağımsız olarak, tarihi, kültürel ve yasal çerçevesi içerisinde gelecekte de ebediyen varlığını sürdürecektir,” diye de ekleme yapılmıştı.

Tuvalu’nun kalıcı ve dijital egemenliği şu anda 25 ülke tarafından tanınıyor. Pasifik Ada Forumu da ülkenin topraklarını yeniden tanımlayarak, iklim değişikliğinin etkilerinden bağımsız olarak devletin varlığının devam edeceğini savunuyor. Bu konu aslında ulusların gelecekteki varlıkları üzerine yepyeni bir alan oluşturuyor. İncelenmesi ve takip edilmesi gereken bir alan olduğunu düşünüyorum.

Şimdi de iklim aktivistlerinin İspanya’daki eylemine kısaca bakalım; İspanya’dan Futuro Vegetal iklim aktivistleri, Arjantinli futbolcu Lionel Messi'nin Ibiza kentindeki 11 milyon euroya satın aldığı malikanenin beyaz duvarlarını siyah ve kırmızı boyalarla kapladı.

Malikanenin 'yasadışı' olduğunu iddia eden Futuro Vegetal aktivistleri, zenginleri gezegeni yok etmekle suçluyor. Aktivistler, ellerinde ise, ‘Gezegene yardım edin’, ‘Zenginleri yiyin’ ve ‘Polisi yok edin’ yazılı pankart tuttular. İklim aktivistleri, malikaneyi ‘iklim krizinde zenginlerin sorumluluğunu’ vurgulamak için sprey boyayla boyadıklarını söyledi.


Futuro Vegetal, 2023 yılında Oxfam'ın dünya nüfusunun en zengin yüzde birinin, 2019'da insanlığın en yoksul üçte ikisiyle aynı miktarda karbon emisyonu ürettiğini ortaya koyan bir Oxfam raporuna atıfta bulundu.

Programımın sonuna yaklaşırken Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres ne demişti hatırlatmak istiyorum; "Seller, kuraklıklar, orman yangınları, yükselen deniz seviyeleri… ve liste devam ediyor. Tüm bu semptomlarla başa çıkmak için bu hastalıkla savaşmamız gerekiyor ve hastalık, evimizi ateşe vermekte olan bir delilik. Hastalık, fosil yakıtlara olan bağımlılığımız. Hastalık, iklim eylemsizliği. Ve her alanda liderlerin uyanması ve harekete geçmesi gerekiyor."  

Evet, bu çoklu krizler içinde kalan dünyanın bir çıkış yolu mevcut. Mümkün olan en kısa zaman içinde hükümetlerin emisyonların azaltılması için harekete geçmesi gerekiyor. 

Bugün Junior Reid ve Julian Marley’den “Mother Nature” ve Jah Boy’dan “Karma of the Butterfly Effect” isimli şarkıları seçtim sizin için. Haftaya Cuma saat 14:00’te Açık Radyo’nun İklim Kuşağı Konuşuyor programında tekrar görüşene dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen daha iyi bakın.