"Akdeniz artık göçmenler için bir mezarlık"

-
Aa
+
a
a
a

Akdeniz artık -rutin olarak- göçmeler için bir mezarlık. Hüsnükabul'de "uluslararası sularda" boğulmanın sıradanlığını, iklim mülteciliğini ve göç politikalarının kanlı sonuçlarını konuşmaya devam ediyoruz.

Apaçık Bir Kayma: Avrupa Parlamentosu Seçimleri ve Göçmen Karşıtı Milliyetçiler Avrupa Çapında Zemin Kazanıyor
 

Apaçık Bir Kayma: Avrupa Parlamentosu Seçimleri ve Göçmen Karşıtı Milliyetçiler Avrupa Çapında Zemin Kazanıyor

podcast servisi: iTunes / RSS

Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba herkese. Günaydın. Burası Açık Radyo: 95.0. Ferhat Kental ve ben -Waseem Ahmad Siddiqui- ile birlikteyiz.

Ferhat Kentel: Merhabalar, günaydın herkese.

Ömer Madra: Merhaba, günaydın.

W.A.S: Cengiz Aktar önemli bir zemin hazırladı. Dilerseniz buradan devam edelim. Şu an Avrupa parlamentosundaki durumun vahametini anlamamız gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü çok endişe verici. Bu seçimlerinde apaçık bir kayma yaşıyoruz. Bu apaçık kayma, Avrupa Parlamentosu'nda seçimler yapılırken, tam seçimler esnasında, geçen hafta Cuma günü, gece yarısında, Libya'da 12 sığınmacı, Akdeniz'de "uluslararası sularda" boğularak hayatlarını yitirdi.

Kurtarma görevlileri, MSF, Medicine Science Frontier, (Sınır Tanımayan Doktorlar) tarafından bir açıklama yapıldı: Avrupa parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın zaferinin daha fazla göçmen ölümüne yol açacağı konusunda bir uyarı yaptılar. Avrupa'nın göç konusundaki yıkıcı ve kanlı politikalarını ve Akdeniz'e açılan insanlara yardım edilmemesini eleştirdiler.

Akdeniz artık -rutin olarak- göçmeler için bir mezarlık. Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı'nda bu tür kötülüklerin rutin hale geldiğini söyler. Böyle her gün yaşanan ölümler, artık kötülüğü sıradanlaştırıyor. Ölümü rutin haline getiriyor. Öyle ki artık onu görmüyoruz. Bu ölümlerin bu kadar görünmez olması, artık görünmüyor olması, her gün yaşanan sıradan bir olay, sıradan bir kötülük haline gelmesi gibi olguların arkasında neoliberalizmin -görünmez sistemin- olduğunu da söyleyebiliriz.

İki gün önce Democracy Now'dan çok ayrıntılı bir röportaj yayınlandı. Bu, Amy Goodman'ın Mehreen Khan ile yaptığı röportaj: Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın nasıl zemin kazandığını gösteriyor. Mehreen Khan, göçmen karşıtı milliyetçilerin Avrupa çapında zemin kazandığını belirtiyor. Khan, The Times of London'ın ekonomi editörü ve Financial Times'ın eski AB muhabiri. Son olarak şöyle diyor: "Eskiden merkez sahada yer alan partiler, şimdi aşırı sağ olarak adlandırdığımız bölgeyi işgal ediyorlar." Marine Le Pen'in Fransa'daki aşırı sağ partisi, Belçika'daki Başbakan Partisi, Almanya, İtalya'daki Meloni ve Avusturya'daki Özgürlük Partisi'nden bahsediyor. Böyle bir durum var. Ne dersin Ferhat bu duruma? Çünkü Cengiz Aktar, "Bunlar sadece göçmenlere değil, herkese düşmanlar," dedi. Bu bana çok önemli ve kritik bir nokta gibi geldi. Ne dersin Ferhat?

Ö.M: Ben de Mehreen Khan'ın mülakatından bahsediyordum zaten Cengiz Aktar'a.

F.K: Hemen birkaç cümle söyleyeyim. Durum gerçekten hiç parlak değil, oldukça alarm verici. Ancak ben böyle topyekûn yorumlar yapmak yerine, daha fazla nüans ve farklı dinamikleri dile getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir yerlerde muhtemelen bir şeyler çok yanlış yapılıyor. Kimler yanlış yapıyor? Tabii ki aşırı sağın yanlış yaptığını söylemenin bir anlamı yok. Onlar zaten düşmanlık üzerine politika yapmak zorundalar. Bu, toplumun bir kısmının ciddi korku ve güvensizliklerini çok rahat kullanan bir söylem. Kolaycı bir söylem ve çok etkili oluyor. Gündelik hayatımda güvensizlik yaşıyorsam, mülteciler söylemini kolaylıkla kabul edebiliyorum. Birisi bana, "Bütün bu güvensizliğin sebebi şunlardır," dediğinde, akan sular duruyor ve ben aşırı sağ partilere oy verebiliyorum.

Ancak, mesela Danimarka, İsveç, Finlandiya gibi bazı ülkelerde aynı durum söz konusu değil. Orada da ciddi bir mülteci ve göçmen baskısı var, sağcı partiler bu söylemleri kullanıyor. Ama demek ki orada sol ve sosyal demokrat kesimler başka söylemler üretebiliyor. Çevre meseleleri, küresel iklim krizleri gibi konularda ve eğitim meselelerinde örneğin Finlandiya'da uygulanan politikalar, aşırı sağın yükselişinin önüne geçebiliyor. Yani alternatifler üretebiliyoruz.

O zaman belki şunu söylemek lazım: Sol partiler Avrupa'da veya Türkiye'de sadece güvensiz hisseden orta ve alt sınıflar değil, orta ve üst sınıflarda da güvensizlik ve yabancı düşmanlığı olduğunu fark etmeli. Bu durumda sol partilerin kendilerini gözden geçirmesi gerekiyor. Biz nerede hata yapıyoruz? Sağcılar böyle yapıyor ve oy kazanıyorlar. Peki, sol ne yapıyor, sol ne diyor? Nasıl bir politika uyguluyor? Bence solun, ya da demokrasi isteyen, bir arada yaşamak isteyen herkesin, kendilerini yeniden düşünmesi gereken önemli bir zamandayız. Şimdilik burada durayım.

W.A.S: Mehreen Khan burada önemli paralellikler kuruyor. Bu paralellikler iki durumu yan yana getiriyor. Özellikle Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, bu paralellik göçmenler, anti-Müslüman ve anti-İslam göçmenlerle iklim inkârcılığını yan yana getirmeye çalışıyor. Mehreen Khan şöyle diyor: "Aşırı sağ, siyasi yenilik gösterdiği alanlarda, iklim destekçiliği gibi konulara kaymak, yani yeşil dönüşüm etrafında bir kültür savaşı yaratmak, bunun sıradan insanlar için pahalı olduğunu söylemek, hatta bazen iklim inkârcılığının sınırlarına dayanmak." Burada ABD, Donald Trump ve şu anki Demokrat Biden'den de bahsediyor.

Bu bana çok tuhaf geldi. Çünkü az önce Cengiz Aktar'ı dinliyordum. Bu paralelliğin içinde, partiler aşırı sağ, aşırı sol, ılımlı sağ, orta gibi bir vektörel içinde bulunuyoruz. Kimin ne olduğu anlaşılmayan bir durum var. Bunu dün Ömer abi, ılımlı sağ olarak tanımlamıştı. Ahmet İnsel programında da böyle bir yerden bahsedilmişti.

Özdeş Özbay: Aşırı sağ, ılımlı aşırı sağ gibi bir şeyden bahsediyordum.

W.A.S: Evet, çok anlaşılmayan bir yerde duruyoruz. Gündelik hayatta yaşananlar tam talihsizliklerin olduğu yer. Libya'daki olaylardan ve Yemen'de yaşananlardan bahsediyorum. Bununla ilgili de bir haber verelim dilerseniz.

F.K: Bir şeye dikkat çekmek gerekiyor. Dünya çapındaki aşırı sağ, iklim hassasiyeti konusunda gösterilen tepkiler ve insanların bu ölümlere alışması gibi meseleler konusunda dikkat edelim. İsrail'in Gazze'de, Filistin'de yaptığı vahşet, soykırım meselesi hakkında biz, ortalama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ya da Avrupa'dakiler ne yapıyoruz? Eylemler yapan insanların dışında ne oluyor? Bu duyarsızlıkla ilgili her meseleye dikkat etmek lazım. İnanılmaz bir kara propaganda var. Bu kara propaganda konusunda mesela demokrat çevreler ne yapıyorlar? Hindistan ve İsrail inanılmaz iyi anlaşıyorlar ve esas şeyleri birleştiren çirkin bir pazarlık, çirkin bir koalisyon. İslamofobik bir yerden bu iki ülke bir arada hareket ediyor. Hindistan'ın ciddi bir Müslüman problemi var. İsrail'de Filistinlilerin Müslümanlığı konusunda bir problem var. Filistin'in Hamas diye bir meselesi var. Hamas'ı beğenip beğenmemek bir yana, Hamas var diye duyarlılığımızı azaltıyorsak burada ciddi bir durum var. Bu yüzden de ölümlere alışıyoruz. Bu tür gerekçelerle. Ama "o da canım" gibi şeyler dediğimizde sorunlar yaşıyoruz. Bunu her yerde demek lazım. Feminist mücadele, kadın mücadelesi, LGBT mücadelesi gibi konularda da aynı duyarsızlığı yaşıyoruz.

Ö. Ö: Bir şeyler dediğimiz zaman zaten "ama köpeklerde de kuduz var" diyorlar.

F.K: "Ama köpeklerde kuduz var," gibi şeyler dediğimiz zaman, bu otomatik olarak içimizdeki duyarlılık ibreleriyle oynamaya başlıyor ve duyarlılığımızı azaltıyor. Olayları duymamak üzere vücudumuzu, bedenimizi, duygu dünyamızı ayarladığımızda, duyarlılıklar konusunda daha nokta atışı yapan birtakım insanların başarısı kaçınılmaz oluyor. Az önce söylediğimle birleştirirsek, Yemen'deki, Libya'daki, Filistin'deki, Hindistan'daki, Doğu Türkistan'daki olaylar, hayvanlar, LGBTİ veya kadınlar gibi konular hakkında pazarlık yaptığımızda, bir şeyi kaçırıyoruz. Pazarlık yapmadan, doğrudan, insansızlaştırılmış ve insanlık dışı hale itilmiş insanlar için ayrımsız bir şekilde hareket etmek gerekiyor. Çevre meselesi, hayvan meselesi, doğayla bir bütün olarak biyo çeşitlilik, toplumsal bütünlük içindeki her şey, her canlı varlık için bir tür adalet duygusu geliştirmek ve bunun dilini kurmaktan başka çaremiz yok.

Ö. Ö: Ben de bir ufak ilavede bulunayım izninizle. Bugün derlediğimiz göç ve göçmenlerle ilgili haberlerin arasında Yemen'de yaşanan büyük bir felaket var. Ferhat'ın da bahsettiği gibi, Aden'de 50 kişinin öldüğü ve 140 kişinin kaybolduğu bir bot kazası yaşandı. Uluslararası Göç Örgütü'nün bildirdiğine göre, bu olay haber bile olmuyor. 260 kişilik bir bot Afrika Boynuzu'nda batıyor ve üzerine konuşulmuyor. Ayrıca Guardian'da çıkan özel bir haberde, uyuşturucu kartellerinin, kokain ticaretinde göçmen çocuklarını çalıştırdığı belirtiliyor. Avrupa'da yükselen kokain ticaretinde çocuklar, çete elemanı olarak kullanılıyor. Avrupa'nın kayıp çocuklarıyla ilgili raporlar vardı, hatırlarsanız biz de bahsetmiştik. Nerede oldukları belli değil, uyuşturucu çeteleri tarafından kullanılıyorlar. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi bilmiyoruz ama açığa çıkan büyük bir sorun var. Görüntüler de kullanılmış. Guardian'da özel haber olarak çıktı. Büyük bir beyaz toz yükselişi var ve yüzlerce tamamen çaresiz, yakını olmayan çocuklar bu korkunç ticarette kullanılıyor.

W.A.S: Bu meselede insan hakları üzerine konuşmanın yeterli olmadığını gösteren durumlar var. Belki kulağınıza absürt gelebilir ama somut olmayan bazı durumlardan bahsediyorum. Somut olmayan dediğimde soyut bir şeyden bahsetmiyorum; aslında somut olmayan bu varlıklar, canlı varlıklar da bize ne kadar doğrudan etkilediğimizi ve onların bizi nasıl etkilediğini gösteriyor. Burada yine görünmeyen bir yere işaret etmek istiyorum ve bu görünmeyen yerin, neoliberalizm üzerinde inatla durmamız gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, üç yayından bu yana "yön vermeye" çalıştığımız iklim mültecileri kavramı üzerine biraz göz atalım. 2023'te Zürich Üniversitesi'nden Christy Siegfried tarafından yazılmış bir rapor var. Başlık çok ilginç: "Mitler ve Gerçekler." İklim değişikliği, yerinden edilme: mitler ve gerçekler hakkında beş efsane yıkıldı diye bir kısa metin kaleme almış. Şöyle devam ediyor:

"İklim krizi ve insanların yerinden edilmesi giderek birbiriyle bağlantılı hale geliyor. İklim kaynaklı felaketler 2022 yılında yapılan yeni yerinden edilmelerin yarısından fazlasını tetiklemekle kalmadı. Aynı zamanda mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilen insanların yaklaşık %60'ı şu anda iklim değişikliğine karşı en savunmasız ülkelerde yaşıyor."

Burada beş tane mit var ama ben özellikle, dün Ferhat'la konuşurken, "ülke dışına çıkamıyorlar ya da en yakın ülkelerine sadece göç edebiliyorlar" gibi bir meseleye değinmek istiyorum.

Ö. Ö: İlk mitinden bahsediyorsun.

W.A.S: İlk mit, evet. Yani küresel güneyden kuzeye doğru bir göç dalgası var. Anlatısı çok hakim, milyonlar sınırları aşmış sanki Avrupa'ya, Amerika'ya ulaşmaya çalışıyor gibi. Bu mite karşı durumun böyle olmadığını gösteriyor rapor.

F.K: Yüz bin kişi iklim nedeniyle göç ediyorsa, bunun sadece onunu görüyoruz. Kuzeye doğru geçiyorlar, Akdeniz'e geçmeye çalışıyorlar ve bu fazlalık sayılar gözümüzü kamaştırıyor. Ancak geride kalan 90 bin kişi var. Zaten felaketi yaşamış ve kendi ülke sınırları içinde bir oraya bir buraya gitmek zorunda kalan insanlar. Biz sadece buzdağının tepe noktasını görüyoruz demek istiyor bu mit üzerine konuştuğumuzda.

W.A.S: Evet. Şimdi tüm mitleri okumak zor ama sadece bir miti dile getirebilirim. İç göç ne demek, anlamak önemli olabilir. 2021 yılında Kamerun'un kuzeyinde iklim değişikliğine bağlı olarak azalan su kaynakları nedeniyle çobanlar ve balıkçılar arasında şiddet olayları yaşandı. Yüzlerce kişi öldü ve on binlerce kişi komşu Çad'a kaçmak zorunda kaldı. Yani komşu ülkelere gidebiliyorlar, daha ileriye gidemiyorlar. İklim mülteciliği hala hukuki bir terim değil. 1951 Mülteci Sözleşmesi, savaş ve şiddet gibi çatışmaları kapsıyor ama iklim mülteciliği uluslararası hukuki bir tanım değil. Ferhat, senin söylemek istediğin bir şey var mı? Bugün küçük bir parça seçtim.

F.K: Rakamlar çok daha fazla ve bu durum tahmin edemeyeceğimiz kadar büyüyebilir. Çok daha büyük rakamlara ulaşabilir. Bunu kestirmek mümkün değil. Daha fazla uzatmayalım istersen. Senin parçayı dinleyelim.

W.A.S: Burada küresel güney ve küresel kuzey kavramlarını açıklığa kavuşturalım. Dün Ferhat'la konuşurken küresel kuzey, aslında "üçüncü dünya" ya da Afrika ülkelerinden bahsediyor. Aslında yoksul ülkelerden bahsediyor. Küresel kuzey ise daha gelişmiş ülkeleri işaret ediyor.

Ö.M: Eski kolonyal ülkeler, evet. Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Fransa.

W.A.S: Evet, bunun altını çizmek önemli.

F.K: Mesele sadece coğrafi bir mesele değil. Bu coğrafyanın altında ciddi sosyoekonomik, kültürel farklılaşma, tahakküm, hiyerarşi, bölünmüşlük, adaletsizlik gibi unsurlar var. Tasniften bahsediyoruz.

W.A.S: Tamam. Bunu konuşmaya devam edeceğiz muhakkak. Bilinmeyen Şiddet gibi kavramlarla ilgili konuşmaya devam edeceğiz diyelim.