Geççi ile Hatay'daki çöpsüz mutfak

Hikâyenin Her Hâli
-
Aa
+
a
a
a

Geççi ile Hatay'da deprem sonrası kurdukları çöpsüz mutfak deneyimini, afet sonrası dayanışma şekillerini ve umutlarını konuştuk.

Geççi ile Hatay'daki çöpsüz mutfak
 

Geççi ile Hatay'daki çöpsüz mutfak

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Esin Düzel: Herkese merhaba. Hikâyenin Her Hâli programına hoşgeldiniz. Ben Esin. Dinlediğimiz şarkı Aşık Veysel'den “Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana” idi. "Gemi yükün aldığı gam ilen doldu, Harekete kimse mani olamaz." diyordu Aşık Veysel.

Bu türküyü bize her zamanki gibi bugünkü konuklarımız seçti. Onları az sonra tanıtacağım. Bugün benimle birlikte iş arkadaşım, yol arkadaşım Burcu da programı yürütüyor olacak. Birlikte konuştuğumuz bir sürü konu vardı, bugün değineceğimiz konular. O yüzden Burcu'nun da yanımızda olması çok güzel olacak. Konuklarımıza gelirsek bugün Geççi topluluğunu ağırlıyoruz. Altı misafirimiz var; Sezen Aydınlıoğlu, Songül Demir, Gurbet Aydınlı, Gizem Akhan, Mithat Marul ve Oğuzhan Çoban. Onlar Geççi’yi temsilen buradalar. Geççi 2001’de kuruldu. Türkiye'nin son tam göçebe topluluğu Sarıkeçililer içindeki gençlerin ön ayak olmasıyla kurulan bir topluluk Geççi. Kendilerini ‘topluluk temelli sosyal işletme’ olarak tanımlıyorlar. Toroslar'da yoldaşlarımız dedikleri keçileri, develeri, atları ile yaşayan koskocaman bir topluluk Sarıkeçililer. Biz de onlardan öğrenmeye, onlardan ilham almaya, onlarla umutlanmaya devam ediyoruz. Özellikle de güvenilir gıda ve suya erişim, biyoçeşitlilik ve iklim dostu, kırsal kalkınma, çocuk ve kadın odaklılık gibi birçok konuda da çalışmalar yürütüyorlar. Geççi grubuyla ilgili gecci.org’a bakmanızı çok tavsiye ediyorum. Aynı zamanda sosyal medya kanallarından da takip edebilirsiniz Sarıkeçililer topluluğunu ve onların topluluk odaklı sosyal işletmesini.

Geççi aslında Açık Radyo dinleyicilerine çok yabancı değil. Deprem sonrası başlayan Dayanışma Kuşağı programında Oğuzhan ile yapılmış ve iki bölüm halinde yayınlanmış programı da dinleyebilirsiniz kayıt arşivinden. Dayanışma Kuşağı programının kayıt arşivine lütfen bakın. Orada Geççi’nin deprem bölgesine nasıl gittiğini, ilk olarak neler yaptıklarını detaylı bir şekilde anlatıyor Oğuzhan bize. Bugünkü yayınımız da biraz aslında fikri takip gibi, biraz o yayının devamı niteliğinde. Tabii daha çok konuğumuz var ve artık biraz oturmuş bir oluşumları var. O da ‘çöpsüz mutfak.’

Bugün çöpsüz mutfakla başlayarak deprem bölgesinde Geççi olarak yaptıklarını, yapmak istediklerini, deneyimlerini, gözlemlerini konuşacağız.



Başlayalım. Çok teşekkürler geldiğiniz için. Hepinizi tek tek tanımak istiyoruz. O yüzden hepinizin sesini de duymak istiyoruz. Benim aklımda şöyle bir soru vardı. Hem isminizi tek tek bize söyler misiniz hem de sizi bu son günlerde, depremden itibaren Hatay'da yaptığınız çalışmalarda ya da deneyimleriniz, gözlemleriniz çerçevesinde yüreğinizi ısıtan, sizi umutlandıran, size bir şekilde iyi gelen yani size bir yerinden dokunan bir şeyden, bir andan, bir işaretten, neyse ondan söz eder misiniz? Önce bir sizleri tanıyalım. Buyurun lütfen, kim başlamak isterse.

Oğuzhan Çoban: Merhaba. Hoşbulduk bu arada. Teşekkür ederiz, bizi çağırdığınız için çok mutlu olduk. Burada durmadan çok sık mucizeler yaşanıyor, yaşam devam ediyor. Benim anlatacağım bu anı birazcık çok taze olduğu için ilk defa dile getiriyor olacağım. Bu topluluğun içerisinde de öyle olacak. O yüzden ben kendimi sona saklayarak topu Sezen'e atıyorum.

Sezen Aydınlıoğlu: Ben Sezen Aydınlıoğlu. Hataylıyım. Otuz üç yaşındayım. Depremi yaşamış birisi olarak, daha doğrusu katılmam tamamen tesadüf oldu. Ama çok mutlu oldum. İçimi ısıtan, daha önce hiç bir iş hayatım olmamıştı. Ev hanımıydım. Üç çocuk annesiyim. Evimizi kaybettik. Yani iş kapısı olması ayrı. Tamamen aileden gibi hissettiriyorlar bize. Çöpsüz olması mesela, yaptığımız yemeklerin artıklarını fazlalıklarını hayvanlarımıza götürüyoruz. Ekstra bize de çok yardımcı oldular. Burada yaptığımız yemeklerden götürüp ailece yemekler yiyoruz. Yani ailemizde gibi hissediyoruz. O yüzden onlara çok teşekkür ediyorum. Bu kadar.

E.D.: Çok teşekkürler Sezen. Kim devam etmek ister?

Gizem Akhan: Ben edebilirim. Gizem ben. Aşçıyım. Ben de bir üç hafta oluyor buraya geleli. Benim için galiba içimi ısıtan şey birlikte çalıştığım buradaki üç kadın. İlk geldiğimde çok tedirgin geldim; böyle bir felaketin üstüne nasıl iletişim kurarım, ne demem lazım? Yani ben çok üzgünüm, hiçbir şey ifade etmiyor, asla anlayabileceğim bir şey değil derken o kadar sıcak karşıladılar ki, o kadar güzel bir iletişim oldu ki ve birlikte çalışmak, üretmek, öğrenmek ki aslında daha önce mutfakta da çalışmadık herhalde. Sezen'in de dediği gibi evin dışında çalışmaydı. Onları böyle, bu kadar neredeyse şu an profesyonel şekilde mutfakta çalışırken görmek, ilerisi için hayaller kurmak bütün bu mücadeleler içinde çok umut verici. Beni en mutlu eden tarafı gerçekten kadınlar.

E.D. Harika. Çok teşekkürler Gizem. Buyurun.

Gurbet Aydınlı: Ben Gurbet Aydınlı. Dört çocuk annesiyim. Hataylıyım. Bire bir depremi yaşadım ve buradayım, inanamıyorum. Böyle güzel insanlar, bire bir aile gibiyiz. İlk deneyimim, ev hanımıydım. Yani harika bir ekiple beraber yürütüyoruz. Yaşamıma yepyeni bir umut beklemiyordum, böyle bir şey. ‘Ne pişirsek’ yani çadırımızdan eve döndüğümde ben ekstradan tekrar bir şey pişirmiyorum. Allah razı olsun, götürüyoruz çocuklarımıza yediriyoruz, ne çıksa hayvanlarımıza da alıyoruz. Yani hayata dair yepyeni bir umudum oldu, bunu beklemiyordum. Harikayız.

E.D.: Ne kadar güzel sizi dinlemek ve bunları duymak, çok teşekkürler. Buyurun. Teşekkür ederiz.

Songül Demir: Merhaba. Ben Songül. Ben mutfak ekibindeyim. Arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Özellikle mutfak kurucularımıza. Evet arkadaşlarımızın da dediği gibi çok güzel bir aile, bir grup olduk. Yani gün boyu, ekmek kapısı olarak şey oldu. Kesinlikle çok rahat bir şekilde geliyoruz, gidiyoruz. Yani aratmadılar. Çok teşekkür ederiz. Yani bu depremden sonra evet bir umut kapısı oldu. Çünkü burada iş sıkıntımız var, geçim derdimiz var. Kolay kolay hiçbir şeye ulaşamıyoruz, erişemiyoruz. Şu an bizim için çok iyi bir şey, umut oldu. Çok teşekkür ederiz herkese.

G.A.: Hem yoruluyoruz, hem eğleniyoruz.

S.D.: Yani böyle bir işte yorulmak bir şekilde en son düşünülecek şey, büyük bir keyifle geçiyor. Gerçekten çok teşekkür ederiz.

O.Ç.: Galiba Mithat farklılarımızdan bahsedecek. Birbirimizi övmeye başlamışken ben de özele girmeyeceğim demiştim ama bayağı detay çıktı. Sahada gerçekten her şey bir şekilde yaşanıyor ama bu ekip içerisindeki en büyük dinamik de bence o. Ben Hatay'a gelişimi kısaca anlatmak istiyorum. Sen az buçuk biliyorsun Esin. Bizim topluluğumuzun ekonomik kalkınması için İstanbul'da bir operasyon yürütüyor olmamız gerekiyor. Vaktimizi istemeyerek de olsa bir kısmını orada geçiriyoruz. Pazara ulaşım için ki en büyük sıkıntılarımızdan birisi bu. Tam böyle bir zaman dilimi içerisindeyken oldu deprem. İşte yanımızda bulunan gıdayı getirelim dedik. Yardım olur, destek olur döneriz diye geldiğimiz Hatay'da üçüncü ayımızı filan dolduruyoruz. Bu üç ay benim için birkaç yıl gibi geçti. Önce onu söylemek isterim. Ama ilginç yanı şu, geldiğimizde gerçekten planımız bir iki gün, üç gün, dört gündü. Dün benim doğum günümdü ve böyle sabah mutfak personeli gelirken elinde bir şey saklayarak girdiler mutfağa, şüphelendim. Öğlen Sezen'in kendisinin yaptığı pastayı yedim. Yani Hatay'a gelirken birisi bana böyle bir anı anlatsa bu sene böyle bir yerde, böyle şekilde kutlanacak dese... Yani bir mutfak işletiyor olacaksınız, bu mutfakta insanlarla beraber çalışacağız, o olacak, savunduğumuz her şeyi gerçekleştirebiliyor olmak acayip hissettiriyor. Benim de son mucizem buydu.

G.A.: Sezen'in oğlunun sana dikensiz gül getirmesi doğum günün için.

E.D.: Ne kadar güzel! Mithat sen anlatmak ister misin?

Mithat Marul: Ben depremin ilk döneminde şehrin merkezindeydim genel olarak ve şehrin merkezinde gerçekten çok çaresiz bir hissiyat var. Bir noktadan sonra artık orada bir şey yapamamak kendimi şüpheye düşürdü, ben burada ne yapıyorum diye. Çünkü şehrin merkezinde her şey dışarıdan bir yardım gelmesine dayalı. O dağıtılacak, dışarıdan erzak gelecek, o yapılacak. Orada öyle bir dinamik ve üç gün sonra o yardım gelmediğinde ne yapabileceğimize dair hiçbir fikrimizin olmadığı bir noktaya düştük. Ben o noktada işlevsizleştiğimi hissederek ve bölgede kalırsam zarar vereceğimi düşünerek biraz uzaklaştım. Sonra tekrar Oğuzhan'la konuştuğumuzda burada çöpsüz mutfağı başlatmaktan söz etti. Hayatımda hiç böyle bir tecrübem yoktu ama şu anda burada bir ekonomik model oluşturmayı yönetebilecek olmak gerçekten içimi çok rahatlattı. Belli bir açıdan bir para girdisini alıp doğru insanlara dağıttığınızda, aslında doğru bir alan oluşturduğunuzda farklı çıktılar olmaya başlıyor. Yani birbiriyle iletişime geçmeye başlıyor. İşte sütü aracıya verip sonra aracıdan başkasının almasının ötesinde de bu kalabalığı oluşturmaya başlıyoruz. Mahallede kimin elinde ne kaldıysa onları toplamaya çalışıyoruz. Burada menümüzü haftalık belirlemeye çalışsak da işte birinden bir haber geliyor, o zaman, “Hadi üç gün kabak yemeğini nasıl döndüre döndüre kabak yaparız,” diyoruz. Çünkü elimizde var olan malzeme. İnsanlar arada bıkıyor, bunların iletişimini sürdürmek gerekiyor. İnsanlar da bu hikayeye gittikçe dahil oldukça, o şikayetlerinden ufak ufak vazgeçmeye başladıklarını gördük aslında. Çünkü neye hizmet ettiğini anlayabiliyorlardı bunun. Şu an buradayız.

Her zaman hayatta şunu savundum; Olduğum yere en yakın şekilde, en yakın kaynaklarla, en yakın insanlarla nasıl bir topluluk oluşturup beraber hareket edebiliriz? Bunu gerçekleştirme şansını, nasıl yapacağını bulamamam ile geçti aslında hayatım. Burada ilk defa bunu oluşturan ufak bir şey de olsa, örnek de olsa bir şey başlatabildik aslında bir yandan. Şimdi Karaali Mahallesi'ne yakınız Hatay'da. Mahallede ufak ufak bir sürü insanla ilişkimiz olmaya başlıyor aslında.

Bu mutfak kapanabilir, başka bir sürü şey olabilir ama birbirimizden haberdar olmadan çok da hayatımız sürecekmiş gibi gelmiyor şu anda. Bilmiyorum zaman ne gösterir, bir daha gelir miyiz, gider miyiz, çağırırlar mı? Ama şunu biliyorum; şu anda burada başım sıkıştığında işte Sezen’lerin ahırında bana da bir yer vardır yani. Her zaman orada. Başımın derde girmesini düşünmüyorum ama gerçekten bu hissiyat çok güçlü bir şey. Buradan bir kopuş olabileceğini düşünmüyorum. Biz buraya başladığımızda, mutfağı başlattığımızda sadece günü kurtarıyorduk aslında. Yemek yetiştiriyorduk. Bir şey düşünebilecek halde değildik ve bunu yaparken arada üç dört saat yani normalde köşedeki açılmış süpermarkete gidip bir şey almak kolay. Yani yeni yeni açılıyor aslında bunlar da. Ama biz günün üç dört saati işte mutfakta Sezen sıkışıyor, Gurbet Abla yoruluyor, ama ben yine de gidip üç dört saat bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Kimin elinde ne kalmış? Hangi enkazdan hangisi atılınca malzeme çıkmış? Onu bizden başka kimse almaz çünkü. Onu satabilecek pazar yok. En azından burada böyle bir ekonomi varken o hiç satamayacakları ve yeniden ekonomilerini başlatamayacakları mahalleye, yeni ekonomik sağlayamayacakları ürünleri nasıl bulabiliriz? İnsanları aramak, onlarla gidip tanışmak, gerçekten ihtiyaç var mı, yok mu? Bunu tahmin etmek... Zamanımızın bir bölümü operasyonun içinde, yemek yetiştiriyoruz. İşte sahuruna kadar her şeyi çıkarıyoruz ama bir anlamda gün içinde bunu konuşuyoruz, bunun üstüne gitmeye çalışıyoruz. Bu iletişimlerin içinde olabilmek aslında herkese dokunan bir şey. Hatay'a geldiğimden beri insanlarla en çok iletişim kurmakta zorlandığım şey yardım almak, yardım vermek. Yani Hataydakiler hiç alışık değil. Hep vermeye alışıklar. Nasıl şu an burada işte yardım dağıtacak arkadaşlarımız gittikleri her yerde birileri bir şeyler çıkarmaya çalışmaya devam ediyor, işte bu Hatay'da çok güçlü ve insanlar gerçekten yardım almak istemiyor aslında. Yani ihtiyaç var tamam, ama yardım alarak kimse yapmak istemiyor aslında. Bu kadar basit değil bu mevzu bence.

Bu noktada beraber çalışarak, nasıl çalışacağımızın yöntemini beraber bularak, ekonomimizi beraber geliştirerek, beraber bir hikaye yaratarak, belki buradan başka bir marka yani belki Geççi ismi işimize yaramamaya başlayacak. Belki başka bir şey kuracağız, bir kooperatife dönüşecek ya da bambaşka bir şeye dönüşecek. Buranın derdi başka, dertlerden büyük olacak. O zaman onun başka bir oluşumu, topluluğu olacak. Bunların hepsini hayal etmemiz aslında buradaki her gün tekrar tekrar iletişimle oluyor. Yani ben Sezen'e iki gün, üç gün iyi davranabilirim. O bana beş altı gün davranışlarımı tolere edebilir. Ama öyle değil. Bir buçuk iki aydır bu kadar zor şartlarda çalışıyoruz. Yani başımıza da gelenleri anlatsam çok komik şeyler. Üzerimize sürekli devrilmek üzere olan bir mutfakta çalışıyoruz aslında. Bu hiçbir zaman yüzümüzü düşürüp, moralimizi bozan bir şey olmadı yani. Bir tane daha çözülmesi gereken şey. Zaten çok var, bir tane daha sorun olsun, ne olacak ki? Yapmışız onu da yaparız. ‘Hadi, altından kalkarız’, biraz aslında bu duygu beni burada çok etkiliyor. Yani sorunlarla nasıl baş edemeyeceğimizi başımıza gelmeden bilmiyoruz ama geldikçe, geldikçe, geldikçe kazanıyor insan galiba. Şu an size ‘Terminatör’ desek yeridir yani. ‘Sabah kalktığınızda neleri halledip buraya geliyorsunız, burada neler halloluyor, sonra gidince neler daha fazla çözülüyor,’ ellerinize sağlık.

S.D.: Sizin de elinize sağlık. Hep beraber ekipçe.

E.D.: Mithat çok sağol. Çok güzel konular açtın. Hepsine değinelim istiyorum. Bahsettiğin ve sana umut veren, sizin aranızda kurulmuş olan bu arkadaşlık hissi gerçekten buraya da yansıyor. ‘Alanın kim, verenin kim?’; bunların arasında, sınırların kalktığı bir topluluk, daha büyük ve gittikçe büyüyen bir topluluk olduğunuz hissi buraya kadar geliyor. Bunu görmek çok güzel, bunu duymak çok güzel. Bu arada iş arkadaşım, yol arkadaşım Burcu da aramıza katıldı. Hoşgeldin Burcu.

Burcu Borhan Türeli: Merhaba hoşbulduk.

E.D.: Evet biz birlikte sorularımızı soruyor olacağız. Burcucuğum seninle başlayalım mı, senin sorun var mıydı?

B.B.T.: Mithat bir miktar değindi gerçi soruya, çok çok güzel hikayeler dinledik. Bütün o felaketin ve bütün yaşanan büyük üzüntünün içerisinde umudun doğması, bir aile hissinden bahsedilmesi, anlatılması hakikaten çok yürek titreten, insanın gözlerini yaşartan hikayelerdi. Çok çok teşekkürler. Ben şunu sormayı düşünmüştüm aslında, bunca güzelliğin içinde sizi en çok zorlayan neler oldu? Yaşadığınız mutfak deneyimi içinden, belki mutfak ekibine de sorabiliriz Esinciğim; O dayanışma dediğinizde, o dayanışmayı nasıl kurdunuz? Kendi aranızda zorlandığınız ya da sizi en çok zorlayan anlar, durumlar nelerdi? Nasıl üstesinden geldiniz?

S.A.: İlk geldiğim gün korktum belki. Ama onun dışında verdikleri değer, aile hissi korkumu yenmeme sağladı. Çalışma arkadaşları da, sizi düşünen insanlar da olunca çok da korkmamam gerektiğini anlamış oldum ben.

O.Ç.: Ben bile kendimi bu kadar sevmiyorum Sezen.

G.A.: Yani ben şey diyebilirim. Sanki işleyişte çok büyük bir sorun yaşamıyoruz. Yani çözemeyeceğimiz bir sorun yok. Yani ne olabilir; malzeme mi yok, elimizde ne varsa onunla yaparız, mahalleden başka bir kişiyi buluruz, ekstra ekstra saatler çalışırız, hiç durmayız. Yani bunların hiçbiri çözemeyeceğimiz sorun değil ama biz biraz sanırım burada bir grup insana da, çalışan kurumlardaki insanlara da yemek veriyoruz. Bazen işte bahsetti ya, üç gün kabak yemeği vermiş çünkü buradan bir tanıdığımız arkadaşımızın ailesinin bahçesinden alıyoruz kabakları ve ona destek olmak istiyoruz. Dolayısıyla bolca kabak ama sonuçta bunun fark edilmeyip de bundan yana söylenilmesi sanırım beni en çok üzen noktalar oluyor. Yani, “Yine kabak, ne kadar çok makarna pilav.” Ama biz enkazdan mallarını kurtarmış insanlardan bu ürünleri almak istiyoruz. Onda da seçeneklerimiz kısıtlı olabiliyor ve bazen evet, makarna pirinç belki bir süre. Bunları pişirmek zorluk değil ama bununla ilgili biraz dert yanılması; ‘yine mi bu?’ Bu üzüyor galiba, biraz beni kırıyor. Onun dışında dediğim gibi baş edemeyeceğimiz bir zorluk henüz karşımıza çıkmadı.

O.Ç.: Ya ben biraz toparlamak isterim. Biz çöpsüz mutfağı, Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) olduğu, daha bilinç düzeyi yüksek ve burada görev yapan insanların olduğu bir yerde kurarak başladık ve çöpsüz ilk meyvesini verdi bu arada. O müjdeyi de vermek istiyorum programın başında. Yakınımızdaki bir mutfak, çöpsüz modeline geçmek istediğini bildirdi, Gümüşgözü'nde bulunan bir mutfak. Onlar bizim mutfağımıza geldi, mutfakta çalışacak personeli, burada çöpsüzün nasıl işlediğini gördü. Biz, şefimiz onlara müsait zamanda eşlik edip orada da sürdürüyor olacak bunu. Yani biz bu niyetle yola çıkmıştık zaten. Çöpsüz mutfağı da ilk kurabileceğimiz yer gerçekten böyle kontrollü bir alandı. Bu kontrollü alanda insanların ortak söylemleri var. İşte topluluk temelli olmak bunlardan birisi, sosyal kalkınma bunlardan birisi, emeğin karşılığının ödenmesi bunlardan birisi. Ancak gerçekten o işlere geldiğinde, yapıya döküldüğünde bazı sorunlarla karşılaşabiliyoruz. Mesela burada en çok yaşadığımız sıkıntı şey olmuştu; neden faturayı haftalık kesiyorsunuz? Çünkü bizim sermayemiz yok. Burada çalışan insanların hakkının hızlı bir şekilde peşin ödenmesi gerekiyor ve aylık dozda da bunu sürdürmek mümkün değil. Bu da tam olarak zaten yıkıma sebep olan ekonomik modelin kendisiydi. Yani sosyal kalkınma odaklı ya da emek hak temelli çalışan bir kurumun, kurumların çalıştıkları bir kuruma maddi ambargo uygulaması hiç önemli değil. Ama maddi ambargo uygulayacak kadar gözünün kör olması, söyledikleriyle eylemlerinin bir olmaması...

Galiba en yıkan şey bizi, gönüllülükten, o ilk on beş bindeki gönüllülükten sonra yavaş yavaş sahada profesyonel uzman, insani yardımcıların geldiğini görünce sevinmiştik. Yani biz amatörlerle neler yapıldı on beş günde, bundan sonrası ooo demiştik. Ama o tarafında hazırlıksız ve bizim gibi yani geçici gibi bir topluluk, bir sosyal işletmenin gösterebildiği refleksleri gösterilemeyecek kadar hantal olmaları çok şaşırttı açıkçası. Biraz bu dert oluyor. Ama asıl dayanışma üzerinden gidecektik galiba bu soruda.

E.D.: Dayanışmayla ilgili eklemek istedikleriniz de varsa ya da başka gördüğün zorlukları ve nasıl baş ettiğini anlatmak isteyen varsa devam edebiliriz.

M.M.: Hangi birini?

S.D.: Hangi birini? Depremzedeyiz yani çadır hayatı yaşıyoruz şu an. Çocuklarımız için çok endişeliyiz. Yaz ayı, havalar ısınıyor. Çocuklarımızı nasıl koruyacağız bilmiyoruz. Mesela ilaçlandırma hiçbir şekilde yok. Belediye tarafından olsun, hiçbir şekilde yok. Yani yardım amaçlı hiçbir şekilde yardım yok. Çok zor şartlarda geçimimizi sağlamaya çalışıyoruz. Seksen gün olmak üzere daha bizim oturduğumuz yerlerde elektriğimiz yok, suyumuz yok. Yani hangi birini sayalım? O kadar zor şartlarda yaşamaya çalışıyoruz.

E.D.: Ve bu şartlar içinde böyle bir işi, dayanışmayı ortaya koyuyorsunuz.

S.D.: Evet, Allah razı olsun. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederiz. İyi ki bize bir umut kapısı oldu.

S.A.: Gerçekten yaraya merhem oldu bu iş gerçekten. Yani hiç akla gelmez diye yoklukla sınanıyorduk. Allah razı olsun emeği geçen herkesten.

O.Ç.: Ben burada eriyip akıp gittim.

E.D.: Evet isterseniz bir müzik arası verelim. Şimdi yayınımızın ikinci kısmına geçmeden önce Kalan Müzik’ten çıkan, “Şah Hatayi Deyişleri” albümünden “Muhabbet Bağında”yı dinleyeceğiz Rıza Albayrak and Hüseyin Albayrak yorumuyla. Görüşmek üzere.

E.D.: Herkese tekrar merhaba Hikâyenin Her Hâli’nden, ben Esin. Arkadaşım Burcu'yla birlikte Geççi’yi ağırlıyoruz. Bize Hatay'da kurdukları, işletmekte oldukları çöpsüz mutfak deneyimlerini anlatıyorlar. Dinlediğimiz türküyü, “Muhabbet Bağında” türküsünü onlar seçmişlerdi. Niye bunu seçtiklerini şimdi Mithat'tan dinleyelim.

Üretim hala var, dayanışma hala var

M.M.: Geldiğimizden beri bizim tanık olduğumuz şeyleri, bizim sonradan depremi görmemiş insanlar olarak geldikten sonra bile tanık olduğumuz şeyleri, eşimizle, dostumuzla, başka biriyle konuşabileceğimizi ve anlaşabileceğimizi hiç sanmıyorum. Bunun bir katman ötesinde de depremi yaşayan insanların, o gün burada olmayan insanlara da o duyguyu herhangi bir şekilde geçirebileceğini sanmıyorum. Başından itibaren, binlerce dert aslında arka arkaya ekleniyor. Her şey bir yandan, pozitif bir yerden konuşuyoruz. Karşımıza çıkan her şeyi bir şekilde çözüyoruz ama boynumuzdan büyük çok fazla şey de oldu burada. Bizden önce de olmuş. Biz buradayken de oldu. Dönüp baktığımızda orada bu kadar derdin birikmesi, bu kadar derdin çözülemez hale gelmesi biraz da nasıl yaşadığımıza çıkıyor aslında. Yani şu an neden biz bu mahallede bir şekilde öyle ya da böyle çalışacak bir güç bulabiliyoruz ya da işte bir hareket alanı bulabiliyoruz? Çünkü bir şekilde üretim hala var, dayanışma hala var. Birbirini tanıyan insanlar bir arada, bir şekilde buralarda. Mesela Songül onun zorluğunu çok yaşıyor. İşte en azından burada bir su kaynağına erişim var, çıkıp dışarıda dolaşılabilecek güvenli bölgeler var. Bunların hepsine dönüp baktığımızda aslında bu dayanışma, insanların birbirinden koptuğu, doğadan koptuğu, kendiyle yüzleşmekten kaçtığı, nasıl bir iş yaptığını düşünmekten artık uzaklaştığı yer. Oğuzhan'ın değindiği, şu anki bütün ekonomik modellerin insanlara dayattığı, hep bir ay sonrasında sıfıra dönmek için çalışıyorsun yani. Hep eksidesin, bir ay sonra belki sıfıra döneceksin. Bütün emeğinle, bütün vaktinle orada olursam bu sonsuz bir çaresizlik yaratıyor. Bir de üstüne böyle bir felaket gelince bu tamamen içinden çıkılmaz bir hal oluyor. Ama biz burada bir şekilde kurduğumuz tek bir mutfakla bile, baktığımız yer sebebiyle bir sürü insanla dermanlaşabiliyoruz aslında. Yani birbirimize, bir şeylere derman olmayı bulmak için önce neyin bu kadar dert yarattığına bakmak lazım gibi geliyor. Oraya baktığımızda da aslında tek bir şeye dönüyor. Herkesin tek bir merkezi olması, tek bir fikre doğru odaklanması, tek bir kişi tarafından yönetilmeye çalışılması, şirketlerin tekelleşmeye başlaması... Buradan çıkış için, tekrar bu kadar büyük bir felaket olduktan sonra ilk başlayan güçlü dayanışmalar aslında burada daha önceden birbiriyle herhangi bir şekilde iş yapmış insanların birbirini bulması oluyor. Geççi çöpsüz mutfak da bir şekilde bunu başka alanlara taşıyacaktır diye düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde bunu yapmak istiyoruz. Gerçekten yani sadece bu mutfak şu anda bir prototip gibi aslında. Bunu mahalle mahalle, odak odak başka yerleri nasıl yayabiliriz? Yani öyle bir şeye dönüşmeli ki Sezen kendi mutfağını kurmalı, Gurbet Abla kendi mutfağını kurmalı. Bu deneyim hep insanlarla, yeni dayanışmalar çıkarmalı gibi.

Biz kendi topluluğumuz üzerinden dayanışmayı öğrenmek zorunda kaldık

O.Ç.: Yani ben buradan, Geççi’nin hikayesine bağlamak istiyorum. Bu kısımda çok müdahil olmak istemiyorum çöpsüz mutfağa. Sadece çöpsüzün ya da Geççi’nin burada oluşunun bir metaforunu kurguladım. Birkaç gün önce temelde buraya gelip insanlara hiçbir yük olmadan, hiç yük oluşturmadan, dayanaşabildiğimiz kadar dayanışıp geri dönmek niyetimiz. Geççi’nin varlığı ya da burada öngördüğü şey bu. Yani burada artık yük olduğumuz anda buradan gitmemiz gerektiği andır. Şu an yük olmadan bunu yapmaya devam edebildiğimizi düşünüyor ve görüyoruz. Buraya getirdiğimiz şey, görüş değil, bir prosedür değil, bir yol yöntem ya da benlik dayatması hiç değil. Aksine biz kendi topluluğumuz üzerinden dayanışmayı öğrenmek zorunda kaldık. Mecburduk buna ya da yok olacaktık, ayrışıp parçalanacaktık. Bu mücadeleyi güzel verdik. O kısmında iyiyiz. Sonrasında markete ulaşmaktan, ekonomik kalkınmaya, bilimsel araştırmalara kadar pek çok yerde de topluluğa hizmet edebildik. Dolayısıyla, içinden bakabiliyoruz olaya. Buraya gelişimiz bir tohum oldu. Burada kendi kabuğunu yırtıp bir ağaca, bir bitkiye neye dönüşürse sonrasında salacağı tohumlar en büyük umudumuz olacak. Ama önce burada tohum olarak gelmek için ya da geldiğimizi ispatlayabilmek için artık başkalaşacağını, kendinden daha büyük kök salan ve hiç aslında o ilk haline benzemeyen bambaşka bir şeye dönüşeceğini kabul etmek gerekiyor. Bulunduğun yerde, olduğun durumda, o anda kalmayı ısrar etmek ya da daha çoğunu kendine arzuluyor olmak kendine ya da topluluğuna fark etmez. Zararın başlangıcı orada oluyor.

E.D.: Tam da sormak istediğim soruyu açmaya başladınız aslında Mithat ve Oğuzhan. Çok teşekkürler. Aslında sizin yük olmuyoruz derken bir yandan da getirdiğiniz bazı değerler var. Herkesin hayrı, bütün topluluğun hayrını gözetmek. Sadece insanların değil, orada doğanın, her bir canlının hakkını gözetmek, oradan çöpsüz mutfağa gelmek. Oraya çöp bırakmamak üzere bir model geliştirmek aslında, bu da sizin bir yandan katkınız oldu. Çünkü yanılmıyorsam bunu da şu ana kadar herhalde ilk yapan ve tek yapan sizsiniz değil mi?

O.Ç.: Olmak, ilk yapan olmak sevindirdi ama istemiyoruz.

E.D.: Evet ama ilham veriyorsunuz ve sizden öğreniyoruz. Sizin topluluğunuzun yıllardır sürdürdüğü değerlerden öğreniyoruz. Onların bu afet bölgesinde ki yıkıma nasıl iyi gelebileceğini öğreniyoruz bir taraftan da. O yüzden de çok kıymetli.

M.M.: Yarın, öbür gün başka bir yerde bir şey olduğunda, “Sezen, Gurbet Abla, Songül nasılsınız, iyi misiniz? Hadi! Toplanın, gidiyoruz. Şuraları kurtaracağız bu sefer.”

S.D.: Hiç düşünmeden, hemen.

O.Ç.: Burada, bir afet sonrası ekibi kuruldu. Yani buradan başka yere tamamen dayanışmanın kendisiyle gitmek mümkün.

M.M.: Bizi de buraya getiren zaten Sarıkeçili Yörükleri’nin dayanışmasıydı. Yani maddi olarak da sırtımızda bir yük vardı bizim; ‘Oraya gittiğimizde bir işe yarayacak mıyız?’ Ama bir cevabımız vardı. Toplamda beş gün kalsak, elli tabak yemek versek, gece iki bin beş yüz tabak, artı yemek götürebildiğimiz için buraya vicdanen gelebildik. Başka türlü ben buraya gelip trafiği tıkamaya razı olamazdım, Oğuzhan'ı da ikna edemezdim. O olduğu için Sarıkeçilileri arkamızda, o gücü olduğu için topluluk temelli bütün müşterilerin, Geççi’nin halihazırdaki topluluk temelli ekonomiyi gözeten insanların hemen aralarına bir şeyler toplaması, destek olması olacağını deklare etmesi sayesinde. Yolda gerçekten gerekli olacak her şeyi, takım taklavatımızı alıp gelebildik ve hemen birinci gün bir şeyler yapmaya başlayabildik. Ama üçüncü günü buldu gerçekten doğru şekilde yemek yapabilmemiz. Şu anda mesela artık nerede ne olursa olsun, bizim sağlığımız, sıhhatimiz yerindeyse, sizin çocuklarınız güvendeyse, çıkabilecek durumdaysak, birinci gün hemen çok kaliteli yemek üretmeye, çok sağlıklı yemek üretmeye, çöpsüz bir şekilde, insanların bir şekilde oraya da atık bırakmadan, harekete geçerek, oradaki insanları bularak, hemen ‘o mahallede ne üretiliyormuş’a bakarak, bin kilometre öteden nohut, buğday, bakla gelmesini beklememiz gerçekçi değil. Bütün yollar patlamış, trafik berbat halde. Kimse buraya gelmek istemiyor. O zaman gittiğimiz yerde ne buluyorsak, onu dönüştürmek için aslında çok güçlü bir deneyim oldu bence.

E.D.: Peki, sizlere sormak istiyorum aslında Gurbet, Gizem, Songül, Sezen. Çöpsüz mutfak deneyimi sizin için nasıl bir deneyim oldu? Hem öğrendikleriniz, belki zorlandıklarınız, hoşunuza giden taraflar, başka neler yapmak istersiniz? Size ne gibi fikirler verdi?

B.B.T.: Esin'in sorusuna çok kısacık bir ekleme yapacaktım. Hangi alışkanlıkları değiştirmeniz ya da dönüştürmenize olanak sağladı?

O.Ç.: Ben hemen hızlı giriş yapabilir miyim? Burcu senin sorun beni çok heyecanlandırdı. Bu yola çıktığımız niyetler, gerçekten saf niyetlerimiz, samimi niyetimiz. Zaten bir yerde çöp olsun istemiyoruz. Buna inanıyoruz, bunun varlığına inanıyoruz. Dolayısıyla yaptığımız hareketin bu olması sadece refleksti. Ancak bu nasıl samimi bir niyetse buraya geldiğimizde de çok güzel ütopyalar kurabiliriz. Mutfak atıklarımızın hepsini kompostoya çeviriyoruz ve bitkilerimizi orada yıkıyoruz gibi. Ama nerede, ne kadar kalacağımızı bilmediğimiz bir yerde ya da daha önemlisi hayvancılığın yapıldığı ve hayvanların dahi beslenemediği bir bölgede, bu atıkların önce hayvanlar tarafından değerlendirilmesi, bitkisel ise küçükbaş, büyükbaş, hayvansal besin atıkları ise tavuklarda, köpeklerde kullanılabilir durumda olan gıda atıklarından söz ediyoruz. Bunun olması gerekiyordu. Ama biz bunun için hiç çabalamadık ya da mutfak ekibinde bence çok büyük bir dönüşüm olmadı. Çünkü onlar geldiğinde, biz Seçil'le tanıştığımızda ki şu an burada değil kendisi, hayvanları için evdeki hayvanları için bizim gıda atıklarımıza kendisi talip olmuştu zaten. Yani buradaki şunu anlatmak isterim; aslında kırsalda, merkezin birazcık uzağında, mahalle sokak kültürü devam ettiğinde çöpsüz deneyimi hala var. Zaten hayatlarında var olan çok da bir değişikliğe gerek olmayan orta ve büyük ölçekte uygulanabildiği model aslında bu.

S.A.: Çöpsüz, aslında bizim. Yani Oğuzhan'ın dediği gibi kendi evlerimizde de uyguladığımız bir şeymiş aslında. Ama depremden sonra karton bardağı, karton tabakları ben kendi adıma hayatımdan çıkardım. Çünkü yine dönüp dolaşıp o çöpü benim atmam gerekiyordu.

M.M.: Belediye çöp toplayamıyordu ve o çöp başına dert oluyordu.

S.A.: O çöp sürekli bir birikinti olacaktı başıma. En iyisi ben de çöpsüz mutfağı kendi hayatımda kurmuşken buna böyle devam etmem gerekiyordu.

G.A.: Yani ben de katılıyorum, hayatlarında zaten çöpsüz mutfak olduğuna. Çünkü mesela bulaşık yıkarken süngerden çok daha efektif olan patates çuvalını kesiverip mutfak süngeri olarak kullanıyorum. Zaten onlardan öğrendiğim, aklıma gelmezdi herhalde çuval.

S.A.: Çok iyi köpürüyor.

S.A.: Zaten gene bulaşık yapabilecek bir insan değilim. En iyi şey o. Onunla yıkıyoruz, patates poşeti. Hem de çok iyi temizliyoruz. Yani her zaman için süngeri alabilecek kapasitemiz yok. Mesela ulaşabileceğimiz şeyler yok. Bu durumda elimizdeki imkanları kullanıyoruz.

O.Ç: Onun yerine sana Latin Amerika'da dokunmuş bir yün çuval getirebilirim. Hem onlar da atıksız şeyler hem de minimalist şeyler. Hani kullanmak istersen dünyanın öbür tarafından bir araca yüklerler, gemiye bindirirler.

M.M.: Bir videoda sünger olarak kullandığımız şu çuvalları markaya dönüştürdük. Çok iyi aslında.

G.A.: Ben arada gemide de çalışıyorum, Greenpeace’de. Dolayısıyla aslında orada da yaptığımız sıfır atık. Yani yerel üreticilerden almaya çalışıp, atık çıkarmadan, çıkardığımız minimum atıkla bir şekilde geriye dönüştürmeye ve tekrar kullanmaya çalışarak zaten yürütüyoruz mutfağı. Burası ekstra ne kattı? Ben ilk geldiğimde tabii bu kadar çok insanın tek tek bütün o tabaklarının, bardaklarının, çatallarının yıkanıyor olması, bence buna girmiş olmaları tabii ki en olması gereken şey ama bir taraftan da büyük cesaret. Çünkü iş yükümüzün neredeyse yarısı galiba aslında bir tabak çatal yıkamak.

M.M.: Çözümü var. İnsanlar bunu kolaylaştırabilir aslında. Biraz daha sorumlu insanlarla olduğumuz bir coğrafyada, toplulukta hemen kolaylaşır. ‘Herkes kendi tabağına bir su tutuverse’ düşünce yapısına geçildiği anda işimizin yarısı zaten gitmiş olacak.

S.D.: Siz başlamadan önce zaten öyle bir şey vardı. Ben sizden önce de mutfaktaydım. Herkes kendi bardağını, çay bardağını yıkıyor, yemek aldığı tabağı yıkıyor. Kesinlikle sadece bizim yemeği yapıp sunmamız kalıyor. Ama herkes kendi çay bardağını kendi kullanıyor, kendi bulaşığını yapıyordu, bulaşık gibi şey yoktu. Evet, ama gene de biz arkalarından toparlıyorduk.

O.Ç.: Sürekli devralıyor gibi bir olmak istemem ama çok güzel konu açılıyor. Zaten benim en başta söylediğim, bunun atık kısmını konuşuyoruz. Yani kendi tabağıyla, bulaşığıyla yüzleşilir mi? Yüzleşmeyen bir topluluk olma halimizden bahsediyoruz. Bence daha da öncesinde sorun var. O tabağın içine gelen gıdanın da sorumluluğunu anlıyoruz. Nereden olduğunu bilmiyoruz, bundan uzağız. Zaten çöpsüzün asıl kaygısı bu; ‘nereden geliyor, neye dönüşüyor, neye gidiyor?’ Bütün sürecin sorumluluğunu almaya çalışıyoruz. Yaptığımız şey bu. Yani paketli gıda da tüketiyoruz, yani çuvalıyla da olsa çöp de çıkıyor. Poşet de geliyor. En kötü atıklardan birisi olan plastik kasalarda sebze de alıyoruz, almıyor değiliz bunların hiç birisini. Ama asıl hikaye biz bunun sorumluluğunu alıyoruz. Aldığımız o şeyi başka bir şeye dönüştürmediğimiz zaman herkesin içine ortak dert oluyor. Yani bunun sorumluluğuyla yüzleşiyoruz ve zaten orta ölçekli bir yerde bunu yaptığınız zaman bu alanda çok fazla araç kullanımı var. Burada çalışan herkesin çok fazla karbon gideri var. Adeta bir karbon nötrleyici gibi, insanın yaşam hizmetlerini sunduğumuz yaşam hizmetlerinde bir karbon nötrleyici gibi durup böyle bir dengeleme sunuyoruz. Ama tabağına yabancılaşınca, gıdana yabancılaşınca, bulaşığına da yabancılaşmak geliyor beraberinde.

M.M.: Yani sistem çöktüğü için kanalizasyon yok. Bir yere döküyorsun gidiyor gibi bir durum yok şu anda. Doğru düzgün elektrik yok. İstediğin kadar makine çalıştırıp istediğin gibi takılamıyorsun. Çöp toplama hizmeti yok. Başka hizmetler de yok. Bunlar ortadan kalkınca aslında herkes yüzleşmeye başladı ve o yüzleşmenin sonucunda şehrin içinde çöp dağları, giysi dağları, tuvalet çözümüne kimsenin aklına ermemesi... İlk hafta, iki hafta boyunca kimse hiçbir şey yapamadı, hiçbir çözüm üretemedi. Çünkü tamamen şuna bağımlıyız; bir şey olacak ve biri bizden uzaklaştıracak. Onun harici bir noktaya düştüğümüz anda mahvoluyor zaten. Bütün sağlığımızı etkiliyor. Yani oradaki tuvalet sorunu da sağlığımızı etkiliyor, gıda atıkları da sağlığımızı etkiliyor. Gıda atığı olan plastik parçaları etkiliyor, giysiler de etkiliyor. Toplumsal bir halk sağlığı problemine dönüşüyor aslında. Zaten yönetilememe biraz buradan geliyor.

E.D.: Sizin kurduğunuz çöpsüz mutfak da aslında afet dönemlerinde, afet bölgelerinde hayatın yeniden kurulurken nasıl hem onurlu bir şekilde hem de hem kendimize hem de diğer canlılara adil olarak nasıl tekrar kurabileceğimizi gösteriyor. O yüzden çok çok kıymetli bir örnek. O yüzden her detayıyla çok anlamlı bir örnek. Kabak detayıyla da patates çuvalı detayıyla da gerçekten hepsi aslında çok kıymetli örnekler. Hayat yeniden nasıl kurulabilir? O afetten çıkarken yeniden bir hayatı kurarken nasıl değerlere sarılabiliriz? Onu çok iyi gösteriyorsunuz. Çok da güzel anlattınız. Çok teşekkürler. Sona doğru geliyoruz ve benim sormak istediğim son bir soru var. Sizinle nasıl dayanışabiliriz? Bu programı dinleyenler, sizden ilham alanlar, sizlerle nasıl dayanışabilirler? Bir de sanırım Instagram'da, sosyal medyada Defne Kadın Kooperatifi'nden de ürünler aldığınızdan bahsetmiştiniz. Biz, Defne Kadın Kooperatifi'nden ürün alarak aslında orada sunulan yemeklere de destek olmuş oluyoruz galiba ama başka yollar varsa onlardan da bahsederseniz çok güzel olur.

M.M.: Geççi bir şekilde bu süreçlerin hep içinde oluyor. Ama bunlar böyle ihtiyaç odaklı şeyler. Yani söyleyebileceğim şey, aslında birbirimizden haberdar olmamız şu aşamada. Çünkü sürekli ihtiyaçlar değişiyor, sürekli başka bir gündem giriyor. Dolayısıyla bir kampanya belirledik ve Geççi deprem bölgesinde altı ay boyunca bu kampanyayı yürütecek gibi bir şey zaten çok hantallaştırıcı bir nokta. Topluluk temelinde hareket edebilmemizi sağlayan şey de o oldu. Yani ihtiyaç değiştiğinde hemen hızlı bir şekilde bir tane donörün varsa ve sen bir STK isen değişen ihtiyaca göre o donörünle yazışma yapman lazım, araman lazım, onay alman lazım. Ama üç yüz kişilik bir WhatsApp grubun varsa ki Geççi’nin var, elli kişi bu fikre ikna olduğunda, o ihtiyacı ikna olduğun da hemen çözüm üretilebiliyor. Aslında belki takipleşmek, birbirimizden haberleşmek geçerli şey olabilir süreç içinde.

Destek olunabilmesi için sorumluluk alınması gerekiyor

O.Ç.: Ama asıl nokta, bu küçük topluluklara yani bugün bir STK'ya destek yardımı verdiğinizde onun sahaya gelmesi bir ayı geçiyor. Yani önce onaylanıyor o paranın geçişi, sonra onun için proje açılıyor. Onun için çalışanlar alınıyor, ihalelerin yapılması gerekiyor. Acil durumda, afet durumunda bir ayı geçtikten sonra üç tane yerden teklif almaları gerekiyor. Bir sürü hikaye. Yani insanların yardım yaparken de ya da dayanışma yaparken de yüzleşmeleri gerekiyor. Gerçekten gerekiyorsa buraya gelip önce bizimle tanışın, önce ne yaptığımızı kendi gözüyle görüp, kendi doğrularıyla, kendi vicdanıyla görüp ondan sonra harekete geçmesi gerekiyor. Bu sorumluluğu bize devretmesi değil aksine insanların destek olabilmesi için en temel yol, bir şeyin sorumluluğunu alsınlar. Yani bir köydeki ilkokul da olabilir bu, bir tane çadırın bütün giderleri de olabilir, bir tane çeşmenin düzenli atması da olabilir. Ama sürekli haber almaya çalışsınlar. Yani buradaki insanların telefonda konuşma desteğine ihtiyaçları var. Su tankerinin başında bekleyen arkadaşımızın numarasını verelim, oradaki suyun bitip bitmediğini kontrol edip ona göre ekipleri yönlendirsin mesela. Bir sorumluluk alınması gerekiyor. O yüzden bunun da doğru yöntemi kendi etrafımıza, en yakınımızdakine bakmak; kim var, o bölgede kim çalışıyor, nasıl işler yapılıyor? Mümkünse destek olabiliyorlarsa buraya, zarar verme ihtimali yoksa çıkıp gelip bir süre en azından sahada kalması, her şeyden haberdar olması, asıl destek bu olurdu.

E.D.: Çok teşekkürler Oğuzhan. Destek olmanın dayanışmaya dönüşmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini söyledin; sorumluluk alarak, yüzleşerek yük olmadan gerçekten yürekten bir dayanışma kurarak. Sizlerin söylemek istediğiniz bir şey var mı sevgili Songül, Gurbet, Gizem ve Sezen? Son olarak dayanışma için önereceğiniz bir yol?

S.A.: Benim bir hayalim vardı, bir yerde çalışmak. Belki ekstradan eve katkı sağlamak. Belki Oğuzhan'ı, onun kurduğu mutfağı, düşüncelerini örnek alarak kurabilirim. Bu bana çok artı kazandırdı. Dayanışmayı daha iyi yerlere taşımamı sağladı. Depremden önce eve gidince mesela yemek yaptığımızda ellerimizde soğan kokusu kalıyordu. Gece ondan iğreniyordum. Şu an ise yemek yaptığım için o soğan kokusunu alınca kendimle gurur duyuyorum. Ve artık iğrenmiyorum. Bu beni çok mutlu ediyor.

Topluluk temelli olmak kendi öz enerjisini yaratmaktan geçiyor

O.Ç.: Destek sorusuna cevap vermememizin aslında nedeni şu; Geççi bütün desteğini, gerçekten şu an ben kendi adıma söyleyelim, benim dışımdaki buradaki beş kişiden alıyorum. Topluluk temelli olmak kendi öz kaynaklarının, kendi öz enerjisini yaratmaktan geçiyor. O yüzden net bir cevap veremedik. Biraz yuvarlamaya çalıştık ama orada da kaldı. Biz gerçekten birbirimizden destek alıyoruz. İhtiyacımız varsa önce birbirimize soruyoruz. Bir yolu burada bulunuyor. Oradan bir görüşle, burada olmadan, buranın dışından bir görüşle gelen destek, yardım aksine zarara dönüşebiliyor. Dün bir bilgi öğrendim; Afrika'daki açlığı bitirmek için Dünya Bankası’nın gönderdiği yardımlar daha çok açlığa sebebiyet veriyormuş. Böyle bir bilimsel araştırma çıkmış. Gerçekten bazen burada, buranın kaynaklarıyla buranın kendisi olmak doğru yöntem. Teşekkür ederim.

E.D.: Biz teşekkür ederiz hepinize. Sevgili Sezen Aydınlıoğlu, Songül Demir, Gurbet Aydınlı, Gizem Akhan, Mithat Marul ve Oğuzhan Çoban ile birlikteydik. Burcu Borhan Türeli ve ben Esin, bu programı, sohbeti biraz açmaya çalıştık. Çok çok teşekkürler katıldığınız için, paylaştığınız için. Oradaki muhabbete bizi de kattığınız için, çok çok keyifliydi. Tekrar görüşmek üzere. Sizlere çok çok kolaylıklar diliyoruz.