Beat Bronco Organ Trio: Müziğin “geri dönüşü”nü tahmin etmek pratik olarak imkânsız

-
Aa
+
a
a
a

Karaca Yiğit Pehlivanlı’nın hazırlayıp sunduğu Güneyin Sesi’ne konuk olan Beat Bronco Organ Trio grubunun davulcusu Antonio Pax, koronavirüs pandemisinin müzik sektörüne etkisini ve grubun çalışmalarını anlattı.

50. yayın döneminin başından bu yana her cumartesi akşamı Güneyli seslerde yolculuğa çıkıyor; “Güney dediğimiz ne ola ki?” sorusuna yanıt ararken, yüzyıllara yayılan bir sömürge tarihinden damıtılan müzikleri radyomuza misafir ediyoruz. 

İlk programda bu soruya kapsayıcı bir yanıtı, “Vuelvo Al Sur” şarkısında Astor Piazzolla’nın müziğiyle kulaklarımıza ulaşan Fernando Solanas’ın sözlerinde bulmuştuk. Sevilen ve gittikçe ona dönüşülen Güney, aslında büyük acılarla birlikte geride bırakılan ve yine de dönülmek istenen bir yer. O şarkıyla özdeşleşen Solanas imzalı “Sur” filminde dönülen Arjantin’in sokaklarıyken; Afrika ve Amerika’nın sömürge tarihi üzerine inşa edilenlerle birlikte düşününce, Güney Amerika’yı aşarak Afrika’dan Avrupa’ya ve ABD’ye kadar geniş bir coğrafyada Güneyli seslerin yankısının arandığı sokaklarda yürümek mümkün hale geliyor.

Güney’in Sesi’nde şimdiye dek; New York’un El Barrio ve Güney Bronx’unda harmanlanıp “salsa patlaması”na doğru yol alan türlerden, Cabo Verde’nin nemli bir hüznü ve kıyıdan bakılan bir okyanus dolusu umudu buluşturan geleneksel müziklerine; Şili’de And Dağları’nın kadim kültürüyle şehirlerin yükselen politik bilincini buluşturan Nueva Cancion’dan, Samba ritimlerini caz müzikte dinlendiren Bossa Nova’ya ve daha fazlasına kadar zaman ve mekân aşan birçok güzellik bizlerle buluştu. 

Daha çok Amerika-Afrika arasında mekik dokumamızı sağlayan şarkılar, bizi Güneyli seslerin kadim köklerine; yani Afrika’ya doğru yolculuğa çıkardığında ise kimi zaman Afrika’nın yerel müziklerine, kimi zaman kendi ritmik kökleriyle uzun bir ayrılığın ardından buluşmanın coşkusunu taşıyan Afro-Küban ezgilere, kimi zaman da Afro-Latin müzik kapsamında değerlendiremesek de Güneyli seslerin ritminde ortaklaşan Afrobeat şarkılara kulak verdik.

Bu hafta gemimiz farklı bir limandan demir alıyor; Arjantin’de kurulan ve onlarca yıldır üretimlerine devam eden Conjunto Pro Musica Antiqua de Rosario’yla Klasik Batı Müziği ve Amerika’nın yerli ezgileri buluşuyor. İkinci yarısını efsanevi piyanist, besteci ve grup lideri Charlie Palmieri şarkılarına ayırıp, 50’li yıllardan 70’lere New York sokaklarında yükselen Güneyli sesleri dinleyeceğimiz bu haftanın programında; ilk yarıda ise Küba ve Kenya duraklarındayız. 

Küba’dan geleneksel ezgileri Vieja Trova Santiaguera grubu, günümüzden elektronik müzik örneklerini ise Pauza ikilisinden soracağız. Sampa Mapangala ve Orchestra Super Mazembe’nin bizleri bekleyeceği Kenya’ya uçuş biletleri ise Beat Bronco Organ Trio’dan. Şimdiye dek daha çok soul, funk ve caz sularında yüzen grup, son single’ı “Missoula-Nairobi” ile uçuş rotasını belirleyen Afrobeat esintilerini dinleyenlerine taşıyor. 

Grubun davulcusu Antonio Pax hem grubun yolculuğuna dair bilgileri bizimle paylaştı hem de pandemi süreciyle birlikte müzik alanında da gittikçe daha çok hissedilen sıkıntılar konusunda ortaklaşılan noktalara değindi. 

Beat Bronco Organ Trio grubunun hikayesinde bizi kısa bir yolculuğa çıkarabilir misin? Grup üyeleri nasıl bir araya geldi, grup için neden bu ismi seçtiniz ve kendinizi hangi müzikal türler içerisinde konumlandırıyorsunuz?

Önceleri grubun klavyecisi Gabri’yle beraber birçok farklı mekânda ve etkinlikte çalıyordum. Ayrıca bazı stüdyo kayıtlarında da birlikte yer almıştık. Aynı zamanda Gabri, uzun süredir Madrid’teki bir kulüpte jam session yapıyordu ve grubun gitaristi Lucas da ona eşlik ediyordu. Bu jam session’lara ben de bir süre katıldım. Aramızdaki iletişimi üçümüz de sevince, ortak üretimler farklı etkinliklere taşındı ve birkaç şarkının kaydına giriştik.

Farklı bir grup ismiyle yola çıkmıştık; ancak bu çok akılda kalıcı bir isim değildi. İspanya özelinde biraz kafa karıştırıcıydı bile denebilir. Sonrasında Lucas’tan eğlenceli fikirler çıktı ve bizim için daha dinamik olduğunu düşündüğümüz Beat Bronco’da karar kıldık. 

Müzikal türler, tarzlar açısından kesinlikle Caz-Funk ve Soul-Caz’ın bizim ana çizgimiz olduğunu söyleyebilirim.

İlk single ve albümünüze bakınca ABD merkezli soul, funk, caz esintisini hissetmemek imkânsız. Ancak, Güney’in Sesi’nde de dinleyeceğimiz son single’ınız sanki Afrika’dan kimi türlerle daha doğrudan etkileşim içinde, özellikle Afrobeat ve highlife türleri… Doğru mu düşünüyorum? Analog kaydın yarattığı atmosfer de bu türlerin geçmiş zaman örneklerinden keyifli bir örnek dinliyormuşuz gibi hissettiriyor.

Tür geçişi açısından haklısın. İlk single’ımız daha çok 60’ların Hammond temelli Caz-Funk tarzının etkilerini taşıyordu, ki bu tarzda kendimizi daha rahat hissediyoruz. Ayrıca, Beat Bronco’nun konserlerinde Caz’dan Funk’a, Blues’dan Bossa’ya ve hatta disko ritimlerine kadar geniş bir yelpazeye kulak vermek de mümkün. 

Fela Kuti, Mulatu Astatke gibi 60’lı ve 70’li yılların usta sanatçılarının yanı sıra; Antibalas, Polyrhytmics, Karl Hector & the Malcouns gibi daha güncel Afrobeat gruplarını da keyifle dinliyoruz. Afrobeat, çokça saygı duyduğumuz ve incelediğimiz bir tür.

Son single’ın ortaya çıkma sürecinde, Afrobeat groove’u etrafında dolanan bazı fikirlerim vardı. Bunlardan hareketle doğaçlamalara giriştik ve şarkı çabucak ortaya çıktı. Sevdiğimiz bu müzik türünün mütevazı bir örneğine imza atmak bizim için çok mutluluk verici bir sonuç oldu.

Analog kayda gelince; single kaydını 4-kanallı bir Tascam kaydedici ve birkaç eski model mikrofonla aldık. Old school bir müzik tarzımız olduğu için aslında bu kayıt donanımı tam isabet. İlk single’ımız da profesyonel bir stüdyoda analog donanımla kaydedilmişti. Gabri’nin yeni ev-stüdyosunda imza attığımız “Roadtrip” LP’si ise yine sound açısından bizi tatmin etmişti. Ancak 4-kanallıyla yakalanan 60’lar tadındaki sound’u bir başka sevdik. Bizim için yeni olan bu adımla adeta Kutsal Kase’yi bulduk diyebilirim.

Peki son single’ın ismine de yansıyan yolculuk neden Missoula ve Nairobi arasında? 

6 yıl önce ABD, Missoula’ya taşındım. Buradaki müzik çalışmalarımla, İspanya’daki turları, grup çalışmalarını ve kayıtlarını birlikte yürütüyorum.

Uzun yıllardır Kenya’ya bir yolculuk yapmanın hayalini kuruyordum. Missoula’da yaşamaya başlayınca, bu hayal “Missoula’dan Nairobi’ye doğru gerçekleşecek bir uçuş” olarak somutlaştı kafamda tabi. Şimdiye dek gerçekleşmedi ama elbet bir gün başaracağım. Tüm bunların ışığında, son çalışmamıza isim seçerken Missoula-Nairobi hattı fikri herkesin hoşuna gitti. 

Pandemi süreci grubun müzikal pratiklerini ve üretim süreçlerini nasıl etkiledi? Bu durum uzun zamanda daha devam ederse yeni müzikal adımların geleceğini nasıl görüyorsun? Bunu, özellikle bağımsız müzisyenleri düşünerek soruyorum.

Ah şu Covid…

Dünyanın dört bir yanındaki birçok grup gibi, pandemi bizlerin de kısa dönemli canlı müzik planlarını iptal etmemize sebep oldu. Şu anda da İspanya’ya gitmek benim için hiç mantık değil. Bildiğiniz gibi İspanya da pandemiden dolayı en çok sıkıntı çeken ülkeler arasında.

Gelecek şu an için çok belirsiz. Müziğin “geri dönüşü”nün ne zaman olacağını tahmin etmek de pratik olarak imkânsız. Bugüne dek birçok canlı müzik kulübünün kapanmak zorunda kaldığını öğrendik. Küçük ve samimi kulüpler bir nevi bizim doğal yaşam alanlarımız; küçük mekanlarda veya stüdyolarda bir araya gelmek bizim gibi müzisyenlerin günlük rutini. O atmosfere dönüşe dair bir belirsizlik olsa da bu dönüşün sağlanması lazım; yoksa binlerce bağımsız müzisyen gibi bizler de gittikçe artan maddi sıkıntılarla yüzleşeceğiz. Pandemi, aynı zamanda finansal olarak da büyük bir felaket. 

Burada, ABD’de de durum farklı değil. Birçok konser, etkinlik iptal oldu; şanslı olanlar gelecek seneye ertelendi. Uluslararası bir turneye çıkınca artık en büyük endişe kendi ülkene yeniden giriş yapmak. Pandemiye dair düzenlemeler sürekli değişiyor ve yurtdışında herhangi bir ülkede mahsur kalmak pek eğlenceli olmayacaktır.