“En büyük kötülük savaştır”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’nin gündeminde Pençe Kılıç Hava Harekâtı, İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen bombalı saldırının sosyolojik etkileri ve Türkiye’nin Suriye politikası vardı.

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey. Suriye ve Irak’ta Pençe Kılıç Hava Harekâtı oldu, onun üzerinde durduk. COP27’nin başarısızlıkla sonuçlanması ve dünyanın felakete doğru ilerlemesini, alınan önemli görünen kararlara rağmen aslında fosil yakıtlardan hiç bahsedilmemesi ve azaltım konusundaki hiçbir şey yapılmaması da gündemdeydi. Bir de Dünya Kupası’na büyük bir riyakârlığın hâkim olması hakkında konuştuk. 

Ali Bilge: Merhaba, geçen hafta da söylemiştim, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Açık Gazete dinleyicileri için düşündüğümüz program konusu çoğu zaman konuşulamıyor. Gündem hafta sonu yaşanan gelişmelere bağlı olarak değişebiliyor. Bu şekilde de stokta dosyalar birikiyor. Hafta sonu gündem değişti, hafta Irak ve Suriye’ye hava harekâtıyla başladı. 

Geçen hafta katliamı konuşmuştuk ve “katliamlar, harekâtlar birbirini bütünleyen parçalardır, toplumsal korku endeksini yükseltirler” demiştik. Çünkü korkularla birlikte güvenlik, birlik, beraberlik aşılanmaya çalışılır. Tamamlayıcı parçalardan biri de hafta sonu gerçekleşti. Çok alıştığımız, yıllardır Irak ve Suriye’ye gerçekleşen bildik harekâtlardan biri daha gerçekleşti. 

Özdeş Özbay: Bir de bu tarz harekâtlar korkudan ziyade bir intikam duygusunu yükseltiyor.

A.B.: Bu tür durumlarla milliyetçilik dozu yükseltiliyor, sonrasında “milliyetçilik hasadı” toplanıyor. Zaten “bir gece ansızın gelebilirim” vurgusu da bunu artırıyor. 

Ö.Ö.: TSK’nın ve Millî Savunma Bakanı’nın açıklaması da böyle: “Hesabını soracağız.” Hep bir intikam söylemi var.

“Korkular kitlelerin iktidar çevresinde yeniden yoğunlaşmasını sağlayabilir.”

A.B.: Bu tür bildirilerde bu tonu görürüz. Geçen hafta İstiklal Caddesi’ndeki patlamayı analiz ederken toplumsal korku endeksini yükselten bütünleyici parçalardan söz etmiştik. Parçalardan biri de askerî harekâtlardı. İktidara göre sınırlarımız ötesinde terör örgütleri sürekli saldırılar düzenlemektedir, tehdit unsurudur. Burada soru şu: İstiklal Caddesi katliamı istenilen etkiyi yaptı mı? Korku endeksini geçmişte olduğu gibi yükseltti mi? Bu durum şaibeli, müphem. Henüz aydınlatılmadı, hiçbir örgüt üstlenmedi. Sadece yetkililerin beyanı var. Ayrıca bu katliam iç devlette çekişmelerin olduğu bir döneme rastladı. 

Aynı zamanda Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki muhalif güçlerle Türkiye arasında sorunların olduğu bir döneme denk gelmesi de şüpheleri bu tarafa çekti. Türkiye’nin yetiştirdiği, Suriye devletine muhalif, İslamcı cihatçılardan oluşan bir ordu var. Tarihten de çok iyi bilinir: Yetiştirdiğin ordunun parasını ödemezsen, ulufeyi azaltırsan ya da vermezsen yeniçeri ayaklanır. 

Ayrıca ülke içinde uyuyan kaç tane İslamcı terör hücresi olduğunu bilmiyoruz. Bunu bilecek ve bildirecek olan merkezî devlettir. İstiklal Caddesi’nde yaşanan katliamdan sonra sınır ötesi hava harekâtının gelmesi adeta yine filmin bir parçası, mütemmim cüzlerden oldu. Arkasındaki örgütlerin, ülkelerin, istihbaratların kimler olduğu ortaya çıkarılmayan, aydınlatılmayan katliam, Suriye ve Irak’a yapılan harekâtın gerekçesi oldu. Tüm olan bitenler, şayet seçimler olacaksa, seçim süreçlerinin nasıl geçeceğini gösteriyor. 

Elias Canetti, Kitle ve İktidar kitabında tarih boyunca bu ilişkinin nasıl geliştiğini anlatır. Her ne gerekçeye dayanırsa dayansın, bu tür harekatlârla toplumda korku, güvenlik, bölünme, birlik ve beraberlik endeksinin yükselmesi beklenir. Toplumsal psikoloji bu şekilde oluştuğunda, şayet ortada zayıflayan bir iktidarda varsa, korkular kitlelerin iktidar çevresinde yeniden yoğunlaşmasını sağlayabiliyor. Amaç geniş kitlelerin iktidar çevresinde tekrar yoğunlaşmasını sağlamak ve seçimlerde kuvvetle beklenen iktidar transferini önlemek. Bu şekilde otokratik iktidar azalan gücünü konsolide eder. 

Türkiye’de benzer bir durumu 2015 yılında yaşadık. Sonuçları itibarıyla İstiklal Caddesi’nde yaşanan katliamın toplumun yeniden iktidar çevresinde yoğunlaşmasına ilişkin beklentiyi karşılayamayacağı ve 2015’ten daha farklı olduğu izlenimini ediniyoruz. 

Elbette bu durum bölge gücü ülkelerin, bölgede yer alan “düvel-i muazzama” diye söz edebileceğimiz büyük ülkelerin, harekâta karşı izleyeceği negatif ve pozitif tavırlarına bağlı gelişebilecektir. Aynı zamanda kara harekâtının olup olmayacağına da bağlı. Ancak Türkiye gündemini sarsan bu katliam ve gündemi işgal eden askerî harekâtı iktidarın ekonomideki çaresizliğine merhem olmaz. 

Dikkatimi çeken iki detayı da paylaşmak istiyorum. Bu yıl turizm sektörü önemli bir döviz girdisi sağladı, bu tür harekâtlar ve toplumsal psikolojiyi etkileyen katliamlar, turizm sezonunun kapanması, turistin azalması sonrasında gerçekleşiyor. 

Millî Savunma Bakanlığı’nın harekâtla ilgili açıklaması oldu: “Büyük oranda yerli ve millî mühimmat kullanılan harekât sonrası tüm uçaklarımız emniyetle üslerine dönmüştür.” 2-3 hafta önce yaptığımız bir programda, Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE) tarafından Türkiye’de uçak bombası üretimine başlandığını açıklamıştım. Haber yığını içinde dikkatten kaçan bir detaydı. Bombaların Hava Kuvvetleri’ne teslim edildiğini belirtmiştim. Üretimi yapılan bombaların gücünün çok yüksek olduğunu, Türkiye’nin uçak bombası üretimiyle yeni bir güce eriştiğini de öğreniyorduk. Sanıyorum harekâtla ilgili açıklamasında Millî Savunma Bakanlığı bu konuya işaret ediyor. 

Biraz önce söylediğim gibi Türkiye’nin gerçekleştirdiği harekâta yeşil ya da kırmızı ışık yakan bölge ve bölge gücü ülke var mı? Rusya, ABD, AB’den bir tepki var mı? Irak, bu harekâta ne diyor? Özellikle de içimizdeki Rusya ne diyor? İçimizdeki Rusya Türkiye üzerinde çok güçlü. İki otokratik iktidarın birbirleriyle zaman zaman çatıştığı ama mecbur olduğu bir ilişki yaşanıyor. Gördüğüm kadarıyla henüz resmî açıklama yok. Şu ana kadar Almanya’da iktidar koalisyonunu oluşturan partilerden sadece bir tepki geldi.

Ö.M.: Sol kanat partilerinden geldiği söyleniyor. 

A.B.: İçişleri bakanının ziyareti vardı, onun iptalini istediler. Almanya devletinin değil, koalisyonu oluşturan partilerin açıklamalarıydı. 

Suriye politikası sil baştan belirlenecek

Ö.M.: Ben başka bir noktaya geçmek istiyorum. Pençe Kılıç Hava Harekâtı kod adlı operasyonun açıklamasında şunu söylüyorlar: “Çeşitli harflerle ifade edilen unsurları ve diğer terörist unsurları etkisiz hâle getirmek, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden halkımıza ve güvenlik güçlerimize yönelik terör saldırılarını bertaraf etmek ve hudut güvenliğini sağlamak, terörü kaynağında yok etmek maksadıyla BM Antlaşmasının 51. Maddesinden doğan meşru müdafaa hakkımız doğrultusunda (...) Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bulunan ve teröristler tarafından ülkemize saldırılarda üs olarak kullanılan bölgelerde Pençe Kılıç Hava Harekâtı icra edilmiştir.” 

Şimdi bu çok önemli, sık sık sözü geçen bir antlaşma. Ülkelere silahlı bir saldırı hâlinde meşru müdafaa hakkı tanıyor ama bu antlaşmadaki diğer nokta şu: “BM üyelerinden birinin silahlı saldırıya hedef olması hâlinde Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. (...) Güvenlik Konseyi’ne bildirilmeli ve konseyin işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” diyor. 

Burada BM Güvenlik Konseyi’ne verilmesi ve onun da tedbir alması öngörülüyor. Şimdi 51. maddeden bahsediliyor ama hiçbir şekilde bunun uygulandığına dair bir şeyden bahsedilmiyor. Buna ne dersiniz?

A.B.: 51’e hep atıfta bulunulur, Türkiye dahil tüm ülkeler bu durumları kendilerine göre yorumluyor. BM kararlarına uyulmadığını Irak ve Afganistan harekâtlarında gördük. Hatırlayalım, ABD, BM’nin parasını kesmekle bile tehdit etti. Türkiye, duruma “Saldırı var, meşru müdafaa yapıyoruz” gerekçesiyle yaklaşıyor. İstiklal Caddesi katliamı gerekçe gösteriliyor, “Eylemi PKK VE sınırda yaşayan Suriye Kürtleri gerçekleştirdi” deniyor. İran da birkaç gün önce Kuzey Irak’taki İran kökenli Kürt partilerin binalarını bombaladı. Suriye’den şu ana kadar resmî bir açıklama var mı? 

Bu tür durumlarda Güvenlik Konseyi göstermelik de olsa bir şeyler söyler. Üstünden neredeyse 24 saat geçti. Uluslararası tepkileri görememek, açıklama gelmemesi gerçekten dikkat çekici. 

Cumhurbaşkanı G20’den, Endonezya’dan dönerken şunları söyledi: “Suriye politikasını Haziran’dan sonra sil baştan dizayn edeceğiz.” Sil baştan dizayn edeceğini söylerken Suriye topraklarına yeni bir harekât yapılıyor. Sil baştan dizayn etmek ne demek? 10 yıllık politikanın iflas ettiğini bizzat kendisinin tescil etmesi demek. Maliyeti çok yüksek olan maddi manevi insan kaybına yol açan, savaş ve harekâtlar yapılan, işgalci olmamıza yol açan bir politikanın yanlış olduğu itiraf ediliyor. TC’nin sınırları genişledi. Oraya vali, kaymakam atıyor, fakülte kuruyor. Yol, su, elektrik götürüyor. Ordu, polis teşkilatı, adli teşkilat kuruyor. Ne kadar para harcandığını, harcamaların nasıl bütçelendiğini bilmiyoruz. Bu politikaların yıllarca sürecek sosyolojik, sosyoekonomik sorunlar yaratan büyük bir faturası olduğu ortada. Şimdi “Pardon, biz bu politikayı sil baştan yapacağız” deniyor. “Ne zaman yapacağız? Haziran’dan sonra yapacağız.” Demek ki Haziran’dan sonra da iktidarda kalacağını düşünüyor sayın Cumhurbaşkanı.

Cumhurbaşkanı’nın Suriye politikasının sil baştan yapılacağını söylemesinden 2 gün sonra harekâtın yapılması da yine altının çizilmesi gereken hususlardan biri. Sil baştan politikası tek taraflı bir açıklama, sanki ölü doğdu. Suriye’ye harekât hakkında bilgi verildi mi ? Bilmiyoruz. Hava harekâtında bombalarla Suriye’de bir çocuk hastanesinin yıkıldığı, Suriyeli askerlerin de öldüğü haberleri de geliyor. Suriye’den ve diğer ülkelerden henüz açıklamalar gelmemesi harekâta daha dikkatle bakmamızı gerektiriyor. 

Ö.M.: Rus Sovyet dönemi romancısı Vasily Grossman’ın da belirttiği çok önemli bir şey var: “Şiddet kullanılarak yaratılan her şey anlamsız ve yararsızdır, geleceği de olmayacağı gibi hiçbir iz de bırakmayacaktır tarihte.” Yani bu konuda pek çok kitap yazmış , uluslararası ödül sahibi gazeteci, savaş muhabiri Chris Hedges’ın son kitabının “Hayattaki En Büyük Kötülük Savaştır” adlı bölümünün ilk cümlesi şöyle: “İster Irak’ta ister Ukrayna’da olsun önceden hesaplanarak girişilmiş savaş, bir savaş suçudur.”

Aynı şeyi Türkiye’den de yazan kişiler var: Erol Köroğlu da Artı Gerçek’te “Savaş hayatın katilidir” başlığıyla bir yazı yazmış bu konuda. Bir de Diken’de bugün gördüğümüz “Sınıra zırhlı sevkiyatı, kara harekâtı mı başlıyor?” başlıklı küçük ama önemli bir haber yazısı var. 

A.B.: Kara harekâtıyla durum daha vahimleşir. Biraz önce söylediğim “milliyetçi hasat” için kara harekâtı da tamamlayıcı bir unsur olabilir. Suriye politikasında nereden nereye geldik? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savaş başladıktan sonra Suriye politikasını belirleyen cümlelerinden bir tanesini aktarayım. 2012 yılında Erdoğan’ın Suriye’ye bakışı:

“İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gideceğiz, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında fatiha okuyacak, Emevî Camii’nde namazımızı kılacağız… Habeşî’nin, İbnü'l-Arabî’nin türbesinde Süleymaniye Türbesi’ndeki Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşlerimiz için özgürce dua edeceğiz.”

Suriye politikasının başlangıcı budur. Sonunda nereye geldik ? Şimdi sil baştan demek, güttüğümüz politika yanlıştı, iflas etti demek. Türkiye bugün bu politikaları gündeme getiriyor ve aynı zamanda da harekâta devam ediyor. 

Gözümüz uluslararası arenaya çevrildiği gibi aynı zamanda muhalefete dönüyor. Peki muhalefet harekât için neler söylüyor? Şu ana kadar Davutoğlu ve Akşener, “Türk ordusunun yanındayız” dedi. Perinçek’ten gelen destek açıklaması var. Harekâtı onayladığı gibi HDP’nin de kapatılması için çağrı yaptı Anayasa Mahkemesi’ne. Gözümüz Anayasa Mahkemesi’ndeki davada. Böyle bir konjonktürde HDP kapatılırsa çok büyük gerilime yol açar. Hem HDP ziyaret ediliyor, hem askerî harekât yapılıyor ve HDP hedef gösteriliyor. Kürt oylarını kaybeden AKP iktidarı yeniden kazanmak için her şeyi deniyor.

Ö.Ö.: Geçtiğimiz hafta Selahattin Demirtaş helikopterle alınıp ailesine götürülmüştü. 

A.B.: Önceleri bu tür harekâtlarda iktidar partileri ile parlamentodaki muhalif partiler dörtlü deklarasyon yayınlıyorlardı. Bu sefer tek tek açıklamalarla yetinecekler gibi. Sorumuz şu: CHP’nin ve muhalefetin Suriye politikası nedir? Suriye politikasını nasıl formüle edeceksiniz? Orada valiniz var, kaymakamınız, fakülteniz, güvenlik güçleriniz var, adalet mekanizmasının içindesiniz. Ne yapacaksınız? Suriye politikası sadece göçmenleri göndermekten ibaret mi? İşgal ettiğiniz topraklardan çekilecek misiniz? Suriye’de beslediğiniz cihatçı orduyu ne yapacaksınız? Bu ordunun da adı değişti, Suriye Millî Ordusu oldu. 

Muhalefetin netleşmesi lazım. Bugüne kadar Suriye politikasında muhalefetin ortaklaşmış bir duruşunun olmadığını görüyoruz. 

2019’da yapılan bir harekât sonrasında bütçeye bakmışız. Bütçedeki 3 yıllık projeksiyonlara bakarak, “harekâtlar devam edecek” demişiz. Çünkü Milli Savunma Bakanlığı harcamalarda 3 yıl boyunca artış olacağını öngörüyormuş. 2022 bitmeden bir harekât gerçekleşmiş durumda. Türkiye İktisat Modeli denilen garip modelin içerdiği yanlışlıklar dışında askerî harekâtların, savaşın ekonomi üzerinde muazzam enflasyonist etkisi oluyor. Borçlar, iç ve dış açıklar üzerine… Savaşların, harekâtların ekonomi üzerinde olumsuz etkisini görmezden gelemeyiz. 

Harekâta ilişkin en sağlıklı açıklamayı yine hapisteki HDP’nin eski eş başkanı Selahattin Demirtaş yaptı. Savaşa karşı duruşunun net olarak altını çizdi. Tüm bu kanlı gelişmeler, katliam ve harekâtlar Türkiye’nin nasıl bir seçime doğru gittiğinin göstergesi oluyor, işaret fişeği yakıyor. Tüm bu gelişmeler milliyetçilik pazarının gelişmesine yönelik, ancak milliyetçilik pazarında çok fazla parti var. Yani bu pazar çok geniş. Hem iktidar, hem muhalefet milliyetçilik pazarından yararlanıyor. Harekâtlar olduğunda barışa dönük yaklaşımlardan ziyade hemen Türk ordusu üzerinden yaklaşımlar sergileniyor. 

Ö.M.: Chris Hedges’ın da tekrarladığı, “En büyük kötülük savaştır” sözünü bir kez daha hatırlayalım. 28 yıla yakın yayın hayatımızda savunduğumuz şey her zaman buydu. 

A.B.: Kesinlikle! Ülke topraklarında 1984’ten itibaren dönemin Genelkurmay Başkanı’nın tanımladığı gibi düşük yoğunluklu savaş devam ediyor. Son 10 yıldır Irak- Suriye topraklarında harekâtlar yapıldığına tanık oluyoruz. Bu sorunları çözmeden Türkiye’nin sürdürülebilirliği hususunda endişeler yaşıyoruz.