Depremin ardından siyasi gündem 

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’yle Ekonomi Politik’te siyasi gündemi ve yaşanan deprem felaketinin bu gündeme etkisini konuşuyoruz.

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhaba!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: Herkese merhaba, iyi haftalar!

Ö.M.: Evet hepimiz ilginç bir dönemden geçiyoruz, her an her türlü yeni haberi de sarsıntı geçirmeden almak ve nakletmek için çalışıyoruz. Bu hafta ne konuşuyoruz?

A.B.: Bu hafta iki konuya değinmek istiyorum: Geçen hafta Pazartesi günü Altılı Masa’da yaşanan İyi Parti krizini analiz etmiştik. 24 saat içinde durum değişti, ittifak krizi çözüldü, olumlu bir rotaya geldi. İyi Parti krizi nedeniyle deprem üzerine değerlendirmelere ara vermiştik. Bugün, deprem, seçimler ve ekonomi üzerine de bir şeyler söylemek istiyorum. 

Önce iki kuruma dikkat çekerek başlayalım. Seçimlere kadar geçecek 60 günde gözlerimiz öncelikle iki kurumda olacak: Yüksek Seçim Kurulu ve Anayasa Mahkemesi.

AYM, HDP’ye yapılması gereken Hazine yardımını önce bloke etti, daha sonra blokajı kaldırdı. HDP’lilerle konuştum, bugün paranın hesaplarına geçebileceğini düşünüyorlar. Önce bloke konması, 2 ay sonra kaldırılması ve 2 AYM üyesinin fikir değiştirmesinin arka planı önemli. Ayrıca AYM; HDP’nin kapatılmasına ilişkin görülen ve karar aşamasına gelen davanın duruşmasının seçimler sonrasına ertelenmesi için yapılan talebi değerlendirildi, davanın görüşülmesinin seçimler sonrasına değil, seçimlerin 1 ay öncesine yani 11 Nisan’a erteledi.

Dolayısıyla, seçim sathı mahallindeyken, ülkenin 3. sırada oy alan çok önemli bir partisinin kapatılıp kapatılmaması meselesi gündemde duruyor. AYM, HDP’nin Hazine yardımı blokajını kaldırıyor ama HDP‘nin kapatılması davası güncelliğini koruyor. Bunlar birbiri ile pek örtüşmeyen kararlar. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesi’ndeki güçler dengesi çok garip bir şekilde tecelli etmeye başladı. 2 üyenin karar değiştirmesinin ima ettikleri ciddi analize muhtaç, AYM’yi çok dikkatle izlememiz gerekiyor. 

Başkent Ankara’da 24 saatte ne çok şeyin değiştiğine geçen hafta da tanık olduk. AYM üzerinde saray iktidarının blokajını yıllardır biliyoruz. Neredeyse üyelerinin tamamını iktidar atamış bulunuyor. Ancak buna rağmen, bazı kararları iktidarı tatmin etmiyor. İktidar ortağı Devlet Bahçeli, AYM’den hiç hazzetmiyor. Bahçeli, AYM’nin HDP Hazine yardımına blokajın kaldırılmasına ilişkin kararına karşı, zehir zemberek sözler sarf etti, AYM’nin kapatılmasını, üyelerinin hapse atılmasını istiyor. 

Ö.M.: İsterseniz izninizle bir tekrarlayayım onu okuyayım, T24 haber merkezinde verilmişti. “Devlet Bahçeli HDP kararı için Anayasa Mahkemesi’ne ‘ahlakı düşük, ihanet, kepazelik, rezillik, melanet, terör örgütünün arka bahçesi’ dedikten sonra Türk milletinin mahkemesi değildir, tasfiye edilmelidir. HDP kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmayı planlıyorsa Anayasa Mahkemesi başkanı arayıp da bulamayacakları özelliklere sahiptir” dedi. “Felaketin gölgesinde yapılacak seçim için geri sayım başlamıştır, yürek burkan hukuk skandalı” diye ifade ediyor. “Anayasa Mahkemesi açıktan tarafını belli etmiştir, kahredici mevcut yapısı tasfiye edilmelidir. Terörizmin arka bahçesi” diyor.

A.B.: Türkiye’nin içinde bulunduğu hukuksuzluk ve rejimin niteliği bu kadar güzel ifade edilemez. Ülkenin içinde olduğu tehlikeli ortamı, hürriyet sizliği iktidar ortağı ayan beyan ortaya konuyor. Bahçeli’nin bu sözleri; önümüzdeki seçimler için en geniş ittifakın ve demokrasi cephesinin ne kadar hayati ve önemli olduğunu idrak etmek için yeterli. AYM, meteoroloji/hava durumu gibi izlenecek bir kurum. 

YSK’nın da aynı şekilde dikkatle izlenmesi gerekiyor. Başata deprem bölgesindeki seçmenlerin durumu olmak üzere, seçimlerin güvenliği ve adil olması için, seçim öncesi, seçim esnası ve sonrasında sürekli izlenilmesi, demokrasiden yana güçlerin sürekli rasat etmesi gereken bir kurum. Parmak boyası meselesi de önemli. 2 kuruma dikkat çektikten sonra, yıllardır ittifaklar siyasasına enerji sarf eden bir kişi olarak, ittifakın korunmasından ve geniş ittifakın kurulması için mesafe alınmasından memnun olduğumuzu belirtelim. 

Açık Radyo da 21 yıldır yaptığımız programların deşifrelerine ve hazırlık notlarına tamamıyla sahip değilim ama mevcutlara baktım, ittifaklar ve demokrasi cephesinden ilk defa Gezi Direnişi sırasında, 3 Haziran 2013 tarihindeki programda söz etmişim, “memnuniyetsizler hareketi kurulmalı” demişim. 29 Aralık 2014’de “gidişat çok kötü, otokrasiye doğru gidiyoruz, ‘demokrasi cephesi’ gerekiyor, bir an evvel demokratik güçlerin bir araya gelmesi gerekir" demişim. İttifaklar politikalarını ve demokrasi cephesinin oluşması gerektiğini, Açık Radyo’da Ekonomi Politik programlarında yıllardır gündeme getiren bir kişi olarak, geçen haftaki krizin atlatılmasından ve ittifakın genişleme sürecine girmesinden memnuniyet duyuyorum. 

Entelektüel enerjinin ittifak modellemeleri ve politikaları üzerine harcanması gerektiğini hep anlattım, vurguladım. İttifak modellemeleri üzerine, birbirine benzemeyen memnuniyetsizlerin bir araya gelmesi üzerine, bana soruyorlar; “bu kadar farklı memnuniyetsiz, nasıl bir araya geliyor, kriz nasıl aşıldı “diye. Literatürde buna ‘radikal kötüye karşı, kötüyle işbirliği yapmak’ deniyor. Churchill’in Stalin’le işbirliği yapması üzerine, bu söylem / tanım geliştiriliyor. Stalin’de bir diktatördü ve kötüydü, ancak Hitler diktatördü ve radikal kötüydü, Churchill’de muteber bir siyasetçi değildi ama Britanya demokrasinin işlediği bir ülke, dolayısıyla,” radikal kötüye karşı, kötü ile işbirliği yapabilirsiniz.”

Büyük tehlikeler karşısında çeşitli formüller, pek çok ittifak modellemeleri geliştirilmiştir. İttifaklar, siyaset hünerleridir, bir politika sanatıdır. Churchill’in söylediği bir söz daha vardır, Hitler Londra’yı işgal etmeye kalksa ‘ şeytanla bile işbirliği yaparım’ der. “Avam Kamarası’nda şeytan için güzel sözler söylerim” der. Dünya pratiklerini tecrübe ederek, ittifak süreçlerine bakmamız gerekiyor. Önümüzdeki birkaç haftada, HDP ve Kürt oylarının büyük paranteze katılımı için eminim bazı formüller üzerine çalışılacak, önümüzdeki 60 günde yeni fikirlerin ve eylemlerin olacağını belirterek, isterseniz bu bahsi burada bırakalım. 

Ö.M.: Bir tek cümle ilave edeyim izin verirseniz. Gezi olaylarından bahsettiniz, Gezi Parkı davasından tutuklu Tayfun Kahraman’a da bir mektup yazmış Ekrem İmamoğlu “az kaldı, hep birlikte ‘nerede kalmıştık?’ diyeceğiz” diyor. Yani “Mart’ın sonu bahar, baharın ardı özgürlük, buna o kadar çok inanıyorum ki yalnız sen ve senin gibi tutsaklar için değil bütün ülke için özgürlük, farklı düşünen, farklı inanan, farklı yaşayan herkese özgürlük. Az kaldı” diyor ama şöyle diyor “her şey çok güzel olacak ama bunu yeniden aramıza İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne döndüğünde görev ve sorumluluklarının bir nebze olsun azalacağı şeklinde yorumlamamanı tavsiye ederim. Aksine her zamankinden çok daha fazla, çok daha ağır bir iş yükün olacak. Fakat sevgili eşini ve kızını görme imkanının Silivri’ye oranla daha fazla olacağının sözünü verebilirim” demiş. Çünkü zaten Gezi Parkı davasından tutuklu ama eski çalışma arkadaşı, belediyede görevliydi Tayfun.

O da çok ilginç bir şekilde Birgün’de Pazar günü bir yazı yayınladı Tayfun Kahraman “kamu yöneticilerinin bilmesi gereken ise bugün deprem korkusuyla tüm vatandaşlar kendilerini çaresiz hissediyor, evlerinin dayanıksız olduğunu biliyor ama orada yaşamaya mecburlar” diye ve “İstanbul bütünleşik risk haritasıyla 6306 sayılı kanunla ilan edilen alanların çalışma oranı sadece 10%” diye bir not düşmüş. “Gayrimenkul geliştirme, kentsel dönüşüm bir rant yaratma, kentte mevcut yerleşimlerin yıkılarak kentsel arsalara çevrildiği bir gayrimenkul geliştirme projesi üretme aracı haline geldi” diye uyarıyor. Oradan da yani hapishaneden çalışmaya devam etmiş.

A.B.: Hapishanede bulunan tüm arkadaşlar çalışmalarına devam ettiler, ediyorlar. Selahattin Demirtaş romanlarını yazıyor, siyasa üretiyor, Osman Kavala sivil topluma çalışmalarına devam ediyor, durmadan önerilerini sıralıyor, diğer tüm arkadaşlar, durmuyorlar, hapishane duvarlarının dışına taşıyorlar.

Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde, 2 en önemli ihtiyacı var, doğru fikirler ve doğru kadrolar. Değişimin arifesindeyiz, tarihin önemli bir dönemine tanıklık ediyoruz. Önümüzdeki dönemde, iktidar değişimi, iktidar transferi gerçekleştiğinde, Türkiye’nin yeniden inşası ve yeni bir demokrasi için doğru kadrolara ve fikirlere ihtiyaç var.

Ö.M.: Mücella Yapıcı da çok Çiğdem Mater kendisiyle yaptığı söyleşilerde hepsi çok yakından takip etmeye çalışıyorlar.

A.B.: Hapishane duvarları engel olamıyor, çalışmalarına devam ediyor tüm arkadaşlar. Umarım pek yakında o beton duvarları aşarak aramızda olacaklar, çalışmalarına devam edecekler, birlikte olacağız, beklentimizi umudumuzu bu şekilde sıralayalım. 

Deprem ve mali kaynaklar meselesi önümüzde duruyor. 99 depreminde yakından tanık olan kişiler olarak bu konulara eğiliyoruz, “neler olmuş, neler yapılmış “ diye bakıyoruz. Deprem sonrasında, iç ve dış kaynakların nasıl temin edildiğini hatırlamaya çalışıyoruz. Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, BM, Avrupa İskan Fonu, Avrupa Yatırım Bankası ve ülkelerden gelen krediler ve ülke bağışları oldu. Ancak, tüm bu dış mali kaynakların neredeyse tamamı, şarta bağlı olarak geliyor, iktidarlara, “al istediğin gibi harca” denmiyor. 

99 depreminde iktidarda bir koalisyon vardı, koalisyon ortakları arasındaki ilişkiler nedeniyle başbakanlıkta bir proje uygulama birimi oluşturulmuştu, bir koordinasyon kurulu vardı. Ayrıca başbakanlık içerisinde bütün hesapları izlemek üzere Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun oluşturduğu bir birim de vardı. Bu birimler hesapları incelediler ve çok da iyi oldu. Dışarıdan gelen destekler, piyasalara göre ucuz kredilerdi, kimileri neredeyse sıfır faizdi ama tamamına yakını şarta bağlanmıştı. Türkiye gibi yolsuzlukla, rüşvetle ilgili süreçlerin gelişkin olduğu ülkelerde, kreditörler bu şartları koyarlar ve daha da sıkı uygularlar. 

Peki bugün 99 depreminden farkımız nedir? O devirde Türkiye’nin dış ekonomik ve dış siyasi ilişkileri bugünkü gibi değildi, bugün ortalık toz duman. Uluslararası sözleşmelere uyulmuyor, arkadaşlar o yüzden içeride, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş’ın AHİM kararları, dosyaları, işleme konmuyor. Bu arada, sanıyorum Demirtaş ve Kavala için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi geçen hafta yeni bir çağrıda bulundu.

Serbest bırakılmaları çağrısını yineledi. Ayrıca toplanma özgürlüğü üzerine önlem alınması için çağrıda bulundu. Bugün Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkileri problemli, ayrıca Batıyla olan olumsuzluklara eklenen Rusya ile olan ilişkileri de bulunuyor, bu nedenle uyulmayan yaptırımlar mevzusu da, başta ABD olmak üzere, batıyla olan ilişkilerinde ciddi problem teşkil ediyor. Rusya’ya sağladığı imkanlar nedeniyle Türkiye’ye yönelik yaptırımların gündeme geleceği de gündemde... 

Türkiye’nin Halk Bankası; Reza Zarrap, Sezgin Baran Korkmaz davaları gibi kara para aklama ve yolsuzluk, yaptırımların delinmesi gibi, uluslararası büyük skandallardan kaynaklanan pozisyonları çok kötü, her türlü yaptırımlara gebe bir ülke. Ayrıca S400’lerden doğan sorunlar var, üstelik Rusya’nın ekonomik üssü haline gelen bir ülke Türkiye, askeri üssü sayılabilecek, radar üssü bile var Rusların Mersin’de. Kapalıçarşı’dan ve Antalya’dan giren Rus paralarıyla kaynaklarıyla, cari açığı kapatmaya, dövizi stabilize etmeye çalışıyorsunuz, net hata ve noksan kalemini bunlar oluşturuyor. Döviz hesaplarını bu şekilde tutturmaya çalışıyorsunuz. Sürekli açık veren, döviz rezervleri eksi bir ülkesiniz. 

Bu haldeyken böylesine inanılmaz büyüklükte deprem felaketiyle karşı karşıyasınız, felaketin sorumlusu da iktidar olarak sizsiniz, ama dış kaynaklara, dış kredilere ihtiyacınız var. 99 depreminde oluşan deneyim, birikim de, otokratik tek adam rejimine geçişle birlikte başbakanlık müessesesinin kalkması nedeniyle kayboldu. Bugünün, hükümeti, hazine bakanı ve ilgili bakanlar tabiri yerindeyse dökülüyorlar. Deprem kayıplarını kapatmak için ihtiyaç olan mali kaynakları dışarıdan karşılayabilirsiniz, diğer bir husus iç borçlanmadır ama iç borçlanma imkanları da sınırlı. Geçen hafta değindim, Türkiye’nin 2023 iç borçlanma hadlerinin nerelerde olduğunu. Üçüncü yol, Merkez Bankasına dayanıyorsunuz, para basıyorsunuz, enflasyon yükseliyor. 

Aslında yapılması gereken servetten ve gelirden doğru dürüst vergi alınması ama zenginden vergi almayan hatta yandaşların vergilerini silen bir iktidar var. Böyle zamanlar tam varlık vergisi zamanıdır. Şimdi yeniden imar/deprem fonu kuruyorlar, geçen haftalarda söylemiştim, Türkiye, afet / deprem fonunu kapatıp, Sayıştay denetiminde olmayan, kendi özel kasaları gibi olan, Türkiye ir varlık fonunu oluşturdu. Yeni imar/afet fonu, aynı varlık fonu gibi kuruluyor, Hazine’nin dışında olacak, Sayıştay denetiminde olmayacak, bütçe dışı olacak. Fona gelen iç ve dış kaynakları istedikleri gibi kullanma imkanlarına sahip olacaklar. 

Fonu yönetecek bakanlıklar da belirlendi, Şehircilik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı aktif, yapılacak inşaatlardan faydalanacak, göz diken havuz da yer alan kesimlerle, sıkı fıkı olan bakanlıklar ve birimler aktif rolde olabilecekler. Şimdi esas donörler toplantısına gelmek istiyorum. 20 Mart’ta Türkiye’ye deprem nedeniyle uluslararası yardımda bulunacak, destek verecek, hibe ve kredi verecek, donörler toplantısı yapılacak. Donörler toplantısı, 8 Mart’ta olacaktı sonra 15-16 Mart’a daha sonra da 20 Mart’a ertelendi. Niçin ertelendi ? Türk devletleri teşkilat zirvesi yapılacağı için, zirve ne işe yarayacaksa?

Ö.Ö.: “Uluslararası Bağış Konferansı” diye geçiyor değil mi?

A.B.: Evet, aynı zamanda bağışa yakın krediler, tüm destekler görüşülecek. Donörler toplantısına, AB ülkeleri, ABD katılıyor, uluslararası kuruluşlar katılıyor, para verebilecek, kredi verebilecek ülke ve uluslararası kuruluşlar...

AB komisyon başkanı İsveç başbakanı çağrıyı yapıyor, toplantı Belçika’da oluyor ama ev sahipliğini İsveç yapıyor, dönem başkanı olması nedeniyle. Toplantıya, AB üyeleri ve AB’ye aday ülkeler de katılıyor, Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi katılıyor, BM, G20 yani parası olan, kesesi dolgun ülkeler katılıyor buraya, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar, uluslararası finans kurumları da davet ediliyor. 

Bu toplantıya Türkiye’den kim gidecek? Erdoğan gidecek mi? Bilmiyorum, genelde devlet başkanları ve başbakanlar düzeyinde temsil oluyor. Hatırlıyorum Afganistan için böyle bir donörler toplantısı olmuştu. Karzai katılmıştı. Ancak bu toplantıya katılmanız ve toplantının verimli geçmesi için, katılanlarla ilişkilerinizin düzgün olması lazım. Türkiye “ey Amerika, ey Avrupa, diye kükredi durdu, ey IMF sana borç verdim!” bunlar yaşandı... İlişkiler hiç parlak değil. Ülkeniz yolsuzluk ve rüşvetle anılan bir ülke. 99’a baktım hibeler çok sınırlı... Zaten para veren ülkeler, kredileri şarta bağlı veriyorlar, dolayısıyla kurdukları imar, deprem fonuna bu kaynakları alıp, ‘ fona gelecek kaynakları istediğimiz gibi yönetirim’ durumu söz konusu değil. Aslında, 20 Mart’taki donörler toplantısında taahhüt edilen mali kaynakları, seçim sonrası oluşacak, değişmesi muhtemel, yeni iktidarın kullanacağını söyleyebiliriz. 

Ö.Ö.: Bir de sadece Türkiye değilmiş, Türkiye ve Suriye’de ama o da Esat rejimi anlamına geliyor.

A.B.: Biliyor musunuz? Otokrasiyle yönetilen ve büyük deprem felaketi yaşayan 2 ülke, birbirleriyle bu hususta temas etmemiş bugüne kadar.

Ö.M.: Evet bu da çok acayip bir şey!

A.B.: Acayip bir şey, sadece sınır açılmış bir yerde sanıyorum BM’nin yetkilileri denetiminde ve gözetiminde olmuş. Donörler toplantısına NATO’ya girmesini engellediğimiz İsveç ev sahipliği ve liderlik ediyor, donör ülkeler, borç verecek zenginler davetli. Bir an evvel yapılması gereken bu toplantı dediğim nedenlerle ertelendi. 20 Mart’ta yapılacak ama kimin gideceği henüz belli değil, Maliye Bakanı Nebati mi? Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu mu gidecek? Ülke burada en üst düzeyde mi temsil edilecek? Afganistan devlet başkanlığı düzeyinde Karzai tarafından temsil edilmişti. 

Ö.M.: Hamid Karzai yani Afganistan Devlet Başkanı.

A.B.: Evet, Afganistan iç savaş, işgal den sonra zor durumda kaldı, ülke yıkıldı, o dönemde böyle bir toplantı düzenlenmişti. Toplantıya Türkiye heyetiyle katılan bir arkadaşla konuştum. Bu toplantılar çok kolay geçmiyor. “Ey donörler” diye hitap etmek artık kolay değil. 99 depreminde görevde olan bürokrat arkadaşlarla yaşananları, deneyimleri konuşmak üzere bir araya geliyor, konuşuyoruz. Özellikle dış yardımlar konusunu mercek altına aldım, bunları zaman zaman aktaracağız ve aktarıyoruz. 

Bugün Türkiye’nin batı ile olan ilişkileri hiç iyi değil, uluslararası sözleşmelere, batıyla yaptığın sözleşmelere uymuyorsun, büyük bir felaketle karşı karşıyasın, dış kaynaklara ihtiyacın var ve şimdi onların önüne gitmek durumundasın. Yolsuzlukla ve kara para aklamakla anılıyorsun, OECD-FATF yolsuzluk incelemelerinde siyah listesinde yer alıyorsun! Bu toplantıda olmak hiç kolay olmasa gerek... 

Öyle gözüküyor ki; donörler toplantısı sonrasında Türkiye’ye gelecek bu kaynaklar, seçimler sonrası gelecek iktidarın kullanıma amade olacak. Dolayısıyla muhalefetin yaptığı hazırlıklara, deprem ve sonrası süreçleri de eklemesi gerekiyor. Türkiye’ de donör ülke biliyor musunuz? 

Ö.M.: Bağış yapan ülke.

A.B.: Evet bağış veren donör ülke. Birleşmiş Milletler, 2014’te Türkiye‘yi donör ülke kabul etti. Konseye seçilmek için o dönemde kulis yapmıştık. Türkiye oylarını alabilmek için BM üyesi fakir ülkelere para dağıttı, Afrika ülkelerine, özellikle Somali’ye. Hatırladığım 2017-2018’de, dünyada Amerika’dan sonra ikinci büyük bağış veren, kredi veren ülke durumundaydık. Dünyadan trilyonlarca dolar borçlanınca, Türkiye fakir Müslüman ülkelere kredi açtı, ucuz krediler verdi, bağışlar yaptı. Ancak bu ülkelere verilen ucuz kredilerle yapılacak projelerde şarta bağlandı. O ülkelerdeki işler, ihaleler, Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği 5’li çeteye verildi. Oraya verilen kaynaklar saray iktidar çevresine aktı. Türkiye de bu donör ülkeler içinde yer aldı, borç içinde yüzmesine karşın. Aldığı borçların bir kısmını, bu ülkelere, bu şekilde plase etti.

20 Mart gününde yapılacak toplantıya Türkiye hiç hazırlıklı değil, bu konuda, CHP sözcüsü ve 99 depremi sırasında DPT müsteşar yardımcısı Faruk Öztrak’ta açıkladı. DPT, depremden sonra, 10-15 gün içinde, depremin ekonomiye etkilerini ve ihtiyaçları içeren bir rapor hazırlamıştı, bu rapor da şimdi önümde duruyor. Bu raporlar neden hazırlanıyor? Çünkü yapılacak yardımlar, alınacak krediler için ülkelerin ve kuruluşların önüne çıkmadan önce hazır olman gerekiyor. “Şu kadar zarar gördüm, etkileri şu kadar devam edecek, gelecek 5-10 yıl içerisinde etkileri şöyle olacak, ihtiyacım şudur ” demen lazım, güvenilir raporlar sunman lazım. Hazırlıklı olması lazım, bürokrasi ve siyasetçinin. O zaman donör toplantısı olmadı, çünkü Türkiye IMF ve Dünya Bankası’yla zaten bir ilişki içerisindeydi ve kaynakları mobilize edecek mekanizmalara da sahipti. 

Türkiye bugün hazırlıklı da değil, zaten hazırlıklar yeterli olmadığı için toplantının ertelendiği belirtiliyor. Öztrak’ da bunu dile getirdi. Erdoğan’ın iktidarı, henüz depremin etkilerini doğru dürüst hesaplamış değil. Neden değil? Hep dikkat çekiyorum, Başbakanlık teşkilatı yok, Devlet Planlama Teşkilatı gibi teşkilatlar akamete uğramış, ortadan kalkmış durumda. Dolayısıyla neye bakıyoruz? BM’nin, Dünya Bankası’nın, AB’nin, diğer kuruluşların, Türkiye’nin depremde gördüğü iktisadi ve sosyal zararı ölçtükleri raporlara bakıyoruz. Türkiye’nin henüz ortaya koyduğu doğru dürüst bir rapor yok maalesef, ayrıntılı bir rapor göremiyoruz.  BM temsilcisi “Öyle bir felaket ki, depremde 100 milyon metreküp enkaz oluştu” diyor.

Ö.M.: Evet muazzam bir mali yük olarak da enkaz şey olarak büyük bir masraf olacağını söylüyor tabii. Bu arada Ali bey tam süre bitti ama yeni bir haber vardı, Cuma günü 2008’deki bankacılık krizinden sonra en büyük iflas yaşanmış Amerika’da ve Silicon Valley Bankası batmış. Bu oldukça önemli bir şey, koruma olmayacağını da söylemişti Janet Yellen ama galiba ‘ABD yönetimi mevduat sahiplerine tam koruma getirdi’ diye de bir haber vardı. Bunu da herhalde izleyeceğiz, 2008’den sonraki en büyük banka iflası hatta bir bankanın daha kapandığını da Silicon Valley Bank’ten sonra bir de Signature Bank diye piyasa düzenleyicileri tarafından kapatılmış kripto para üzerine bir banka. 

A.B.: Demek ki bunlar batacak büyüklükteymiş! 2008’de bir kılıf bulunmuştu, ‘batmayacak kadar büyük’ diye, ABD hazinesi batan bankalara kaynak verip ayakta tutmuştu. Batabilmesi göze alınacak bankalar olduğu anlaşılıyor, yoksa kolay kolay batırmazlar 2008’de üstelik bu bankalar kurtarıldıktan sonra hatırlayın CEO’larına milyonlarca dolar pirimler de verildi

Ö.M.: Tazminat verdiler değil mi?

A.B.: Evet, primler verildi.

Ö.M.: Bu primler bu bankanın Silicon Valley bankasının toplam varlıkları yaklaşık 209 milyar dolar imiş ve toplam mevduatının yaklaşık 175,5 milyar dolar olduğu aktarılmış. 

A.B.: Bunlara bakmamız lazım. 

Ö.Ö.: Orta büyüklükte banka yani.

A.B.: Evet fena değil, nasıl ve neden bu kararları aldılar o önemli. Geçen hafta Kılıçdaroğlu’nun 418 milyar dolarlık bir hesabından söz ederek İyi Parti krizini analiz etmiştik. Kılıçdaroğlu adaylığı ilan edildikten sonra, CHP binası önündeki konuşmasında, son madde olarak 418 milyar dolarlık yolsuzluk servetinden tekrar söz etti. Bunun da altını çizelim ve burada bırakalım.