Ekonomi & Ekoloji programında Dünya gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım, Pelin Cengiz'in sorularını yanıtladı.
(31 Ocak 2019 tarihinde yayınlanmıştır.)
Pelin Cengiz: 94.9 Açık Radyo’dan Ekonomi Ekoloji programından herkese günaydınlar. Bu hafta biraz daha ekonomi ağırlıklı bir program yapmayı planlıyoruz. Aslında bir biçimiyle konuşacağımız konu hem ekonomiyi hem de ekolojiyi yakından ilgilendiriyor. Malum, son dönemde Türkiye ekonomisindeki bir takım sıkıntılar, darboğazlar herkesin gündeminde. Tabii bütün bunlara bağlı olarak, özellikle enflasyondaki yükselişle birlikte başta meyve ve sebze olmak üzere gıda fiyatlarında çok ciddi bir artış gözlemleniyor. Tabii bunda ekonomi politikalarında alınmış birtakım kararların çok büyük önemi var. Tabii bu alınan kararlar sonucunda özellikle ithalat kapılarının açılması, gümrüklerin bazı ürünlerde sıfırlanması ve tabii bunun yanında Türkiye’de dünyanın içinden geçmekte olduğu iklim değişikliği ile bağlantılı felaketlerden Türkiye de nasibini alıyor. Maalesef Türkiye’nin önemli tarımsal üretim yapan merkezleri çeşitli aşırı hava olaylarından etkileniyor. Son günlerde Antalya ve bölgesinde, Batı Akdeniz ve Ege’de çok ciddi fırtına, sel taşkınları, hortumlar ve maalesef can kayıplı bir takım aşırı hava olayları yaşadık. Tabii bunların yanısıra maalesef ki Türkiye’de seracılığın çok yoğun faaliyet gösterildiği bir bölge tarımsal üretim anlamında da. Çok büyük bir zarar söz konusu, tabii bütün bu fiyat artışlarında bunun da etkisi olduğunu söylemek mümkün. Tabii şimdi biraz belki filmi geriye de sararak bu konularda son derece uzman ve yazılarıyla da kamuoyunu bilgilendiren bir gazeteci dostumuz telefon hattımızda. Dünya gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım. Günaydın.
Ali Ekber Yıldırım: Günaydın, iyi yayınlar Pelin Hanım.
PC: Teşekkür ederim. Hoş geldiniz yayınımıza.
AEY: Hoş bulduk.
PC: Şimdi geçtiğimiz aylarda malum soğan deposu baskınlarıyla Türkiye gündemi meşgul oldu bir süre. Şimdi son günlerde de fiyatların çok fahiş olduğu gerekçesiyle market baskınları oluyor, marketler bunlara karşı bir takım karşı hamleler geliştiriyor; bazı ürünleri raflarına koymamak, satmamak, mevsiminde olmadığı için fiyatı yüksek bir takım ürünler. Şimdi böyle bir kargaşanın içinden geçiyor, burası bir tarım ülkesi, neden bu fiyatlar bu kadar yükseldi? Nasıl bir şeyin içinden geçiyoruz? Biraz bunlarla ilgili sizden bir değerlendirme alarak başlayalım.
AEY: Öncelikle tabii tarım konusunda, tarımın bu kadar gündemde olması, bu kadar çok konuşulması, hele bir yerel seçim öncesinde konuşulması önemli, çünkü Türkiye açısından tarımın önemi çok büyük ama yıllarca bu önem ne yazık ki görülmedi. Aslında bugünkü sorunların temelinde de bunun yattığını düşünüyorum, özellikle 1980 sonrasında biz artık dışa açılma politikalarıyla sanayileşerek kalkındık, tarımı bir anlamda küçük görerek, yani onu bir ayak bağı olarak görmenin bugün sonuçlarını yaşıyoruz. Gıda fiyatları, gıda enflasyonu son beş yılda çok daha gündeme geliyor, çünkü biz biraz da ülke olarak hep sonuçla ilgileniyoruz, yani fiyatla ilgileniyoruz, oysa fiyat sadece bir sonuç. Uyguladığınız politikaların sonucunda fiyat düşük olur, yüksek olur, biz şu anda sonuç odaklı bir tartışma ve bir politika üzerinde duruyoruz. Özellikle hükümet ve ülkeyi yönetenler daha çok bu gıda zincirinin, üretimde başlayarak tüketiciye kadar, sofraya kadar olan bu zincirin halkalarıyla tek tek son dönemde daha yoğun uğraşmaya başladı. Bu tabii bir çözüm, bir şey getirmiyor, yani bizi dinleyenlere hatırlatayım, 2010 yılında mesela bir hal yasası üzerinde çalışılırken büyük müjdeler verildi, işte bu yasa çıkacak ve Türkiye’de yaş meyve ve sebze en az yüzde 25 ucuzlayacak denildi. Yasa ile fiyatlar düşmez veya artmaz, yani bunun gerçekleşmediğini çok yakından gördük. Daha sonra gıda fiyatlarındaki artışı önlemek için 'Hangi ürünün fiyatı artıyorsa onu ithal edelim ve fiyatı düşürelim' politikası uygulanmaya başlandı. Hatta hasat döneminin tam ortasında çiftçi bir yığın ürün verdiği ürününü tam hasat ederken, buğday hasadı, arpa hasadı döneminde geçen sene Haziran ayında bir ithalat kararnamesi çıkarıldı. Bütün bunlar tabii üreticiyi üretim yapmaktan uzaklaştırıyor, bu kez ürün azalıyor üretici ürünü azaltınca, nüfus artıyor ama aynı oranda üretim artmadığı için ürün azalınca fiyat artıyor, fiyat artınca hadi tekrar ithalat yapalım deniyor. Bu sarmala girdi Türkiye ve bir ithalat sarmalı oluştu. İthalat yapıyorsunuz üretici rekabet edemediği için üretimden çekiliyor bir bölümü üretim azalıyor, üretim azalınca fiyat artıyor tekrar başlıyorsunuz ithalata. Bunun kesin olarak kırılması gerekiyordu, bu yapılmadı. Bir dönem bir bakan şunu bile önerdi “Biz neden bu ürünleri ihraç ediyoruz, ucuza gidiyor, bunu Hans yiyeceğine Hasan yesin! O yüzden de ihracatı durduralım, azaltalım, içerideki fiyatlar daha uygun olsun.” Sonra Tarım ve Orman Bakanı bir ara et fiyatı yüksek olunca “Et yemeyin ot yiyin!” dedi, bu sefer otun fiyatı arttı. Yani baktığınız zaman o zincirin halkalarıyla tek tek mücadele edilmeye çalışılıyor, en son soğan örneğinde sizin de belirttiğiniz gibi baskınlar yapıldı. Yani bu dönemde zaten soğanın depoda olması gerekiyordu, biz soğanın tohum üretimiyle ilgilenmezsek, soğanın hasat dönemiyle ilgilenmezken, onun hastalıklarıyla ilgilenmezken fiyat arttı. Neden arttı? Tohumda problem var onun için arttı, üretici üretim yapamadı onun için fiyat arttı, hastalık vardı, normalde her sene yüzde 10 soğanda olan çürüme bu yıl yüzde 30’a kadar çıktı bu hastalıktan dolayı. Biz bunlarla mücadele etmek yerine depoları basarak fiyatı düşürmeye çalıştık. 10 kuruş gibi bir fiyat düşüşü oldu, çünkü insanlar korktu benim depoma da baskın yapacaklar diye ve elindeki soğanı piyasaya sürmek zorunda kaldı. Bu sefer fazla arz oldu bu sefer fiyat dediğim gibi 10-20 kuruş düştü, sonra gerçekle tekrar yüzyüze geldik o zaman soğan beş liraydı şimdi altı lira, belki önümüzdeki günlerde daha da artacak. Çünkü yeni soğan hasadı Mart-Nisan ayında ancak olacak, o zamana kadar depolardaki soğan bize yetecek mi yetmeyecek mi? Bunu konuşmamız lazım.
PC: Zaten orada da, soğanda da bir ithalat konusu gündeme geldi, konuşuldu değil mi?
AEY: Tabii tabii işte çare olarak da ithalat gündeme getirildi. Şu anda ithal edilen bir soğan yok henüz ama oradaki fiyat arttı, o geride kaldı artık, bu sefer biz marketlerle ilgili böyle bir şey, yani marketlerle ilgili en çok yazı yazanlardan biriyim ben, gerçekten gıda fiyatlarını belirlemede çok etkin. Çünkü 2010 biraz önce söz ettiğim yasayla marketlere önemli imtiyazlar tanındı, artık mahalle bakkalı yerine mahalle marketleri oluşmaya başladı. Her yerde market var ve toplu alım yaptıkları için üreticiden doğrudan alım yapma hakları var ama üreticiden doğrudan alım yaparken bunu fiyata yansıtmıyorlar açıkçası. Onlar da sanki halden alıyor, sanki diğer bütün işlemlerden geçiyormuş gibi bir de fiyatı belirleme yetkisi elde ettiler. Çünkü sözleşmeli üretim yaparak, büyük üreticiden ürünleri toplu olarak alarak ucuza alıp pahalıya satan bir mekanizma oluştu. Yani üreticide ucuz tüketicide pahalı. Bunu yaratan kim? Yine aynı sistem ama şimdi deniliyor ki biraz da seçim öncesi kamuoyuna şöyle bir mesaj verilmek isteniyor, ‘ey vatandaş, biz sana ucuz et yedirmek istiyoruz, biz sana soğanı, meyveyi, sebzeyi ucuza vermek istiyoruz ama işte bu depocular, marketçiler bunu engelliyor. Biz sizin onlarla mücadele ediyoruz!’ gibi bir algı da yaratılmaya çalışılıyor. Bunun içerisinde de asıl sorunumuz, yani tarımda, tarımsal üretimdeki asıl sorunumuz bizim girdi maliyetlerinin yüksek olması, üreticinin ürettiği ürünle üretimi sürdürülebilir hale getirememesi. Yani diyelim ki domates üretiyor, o domatesi sattığı zaman onun parasıyla hem geçimini sağlayacak hem de bir dahaki dönem üretimi sürdürebileceği gübre, ilaç, vs. bütün girdileri alması gerekiyor. İşte o parayla bunu alamadığı zaman üretim yapmıyor ve tüketici konumuna geçiyor. Yani bizim üretim beklediğimiz köylü, kırsaldaki insanlar artık bugün tüketici konumuna geçtiler, biraz da bunun da etkisiyle fiyatları kontrol edemiyoruz açıkçası.
PC: Siz tabii söylediniz aslında ama belki o konuyu biraz daha açmakta fayda var. Son günlerde özellikle önce Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak bu konuda bir açıklama yaptı, arkasından birkaç kez Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu tekrar etti, yani “Faiz ve enflasyon düşerken marketlerde hala meyve ve sebze fiyatları düşmedi, biz buna göz açtırmayız, vatandaşı yurtdışı sömürttürmeyiz, biz bunun hesabını sorarız” denildi ve market baskınları, kontrolleri başladı. Erdoğan’ın sizin de söylediğiniz gibi tam da yerel seçimler öncesinde bu konunun bu şekilde gündemde tutuluyor olması işin bir boyutu. Tabii halciler de aynı şekilde Erdoğan’ı destekleyen birtakım açıklamalar yaptılar, yani marketlerin bu fiyatları belirlemede çok etkili olduğuyla ilgili. Şimdi Ticaret Bakanı da yine böyle defaatle söyledi geçtiğimiz günlerdeki yine dile getirdi, “Hal yasasını değiştiriyoruz, yeniliyoruz, hal yasası yenilendikten sonra bizim bu dertlerimiz, sorunlarımız çözülecek” dedi. Siz de demin ifade ettiniz, yani yasal düzenlemelerle fiyatlar ne düşer ne artar, yani yasal düzenleme başka bir şey içindir, yani piyasayı regüle etmek, düzenlemek amaçlı yapılan şeylerdir. Bu hal yasasıyla ne öngörülüyor ve gerçekten fiyatlara herhangi bir etkisi olabilir mi bunun?
AEY: Hal yasası dediğim gibi 2010’da kabul edildiğinde, çıktığında fiyatlar yüzde 25 düşecek diye sunulmuştu ama orada belirtilen yasayla öngörülen düzenleme veya beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. O yüzden de tekrar yasada bir değişiklik yapılsın diye yaklaşık bir yıldır bunun üzerinde çalışma yapılıyor. Burada da temel hedef şu konulmuştu, denildi ki yine komisyoncular, “Bütün bu sistemi bozan, fiyatları arttıran aracılar, ya da komisyoncular”. Tabii komisyoncu sözcüğü zaten öyle çok hoş karşılanmadığı için, yani komisyoncu oturduğu yerden para kazanan kişi gibi görüldüğü için önce Berat Albayrak dedi ki “Komisyonculuğu kaldırıyoruz”. Bunu böyle bir müjde gibi söyledi. Sonra geriye dönüp “Yahu bu komisyoncular ne iş yapıyor bir bakalım” denildiğinde görüldü ki özellikle küçük üretici açısından yani büyük üreticiler zaten biraz önce belirttiğimiz marketlerle, büyük alıcılarla, ihracatçılarla çalışıyorlar ve onlara toplu olarak mal ve ürün temin ediyorlar, fakat küçük aile işletmeleri bugün tamamen komisyoncular üzerinden ürününü pazarlayabiliyor. Biraz önce bahsi geçti hani Antalya’da domates üreten bir küçük üretici üretime başlarken önce komisyoncusunu seçiyor açıkçası. Çünkü komisyoncuya gidiyor diyor ki “Ben domates üreteceğim ama benim param yok, malzemem yok” komisyoncu ona girdileri temin ediyor, yani fidesini alıyor, gübresini veriyor, sera malzemesini veriyor, ihtiyacı olan bu girdileri temin ediyor. Sonra para ihtiyacını ona avans olarak temin ediyor, üretici alıyor bunları gidiyor üretimini yapıyor ve ürününü getirip komisyoncuya teslim ediyor. Şimdi burada üreticinin orada o zaman fiyat belirleme yetkisi zaten yok, komisyoncu da bu ürünü alarak onun adına pazarlamaya çalışıyor, yüzde 8 yasal komisyon bedeli var onu ödüyor devlete, belediye rüsumu var onu ödüyor ve üreticinin o ürünün alıcılara pazarlıyor. Hatta Antalya’ya gittiğiniz zaman üreticiye sorarlar “Senin komisyoncun kim?” yani güvenilir olup olmadığını bile oradan bakarlar. "Bu komisyonculuğu biz kaldıralım" dediğiniz zaman özellikle bu küçük üreticinin üretim yapmaması noktasına geliyorsunuz, dolayısıyla "Komisyonculuğu kaldırıyoruz" dedikten sonra geri dönülüp bakıldığında bu gerçekle yüzleşildi. Ne olabilir? Bu sefer o ürünü, domatesi getiriyor komisyoncuya veriyor. Aslında getirdiği domates bir kez kalite bakımından çok farklı bir içeriğe sahip yani içinde birinci sınıf ürün de var, ikinci, üçüncü kalite ürün de var. Komisyoncu onu oradaki bir alıcıya verdiği zaman o da alıp o ürünü sınıflandırıyor. Diyelim ki 50 kuruştan alıyor domatesi, onu sınıflandırdığı zaman bir bölümünü bir liradan satıyor, ikinci kalite olanı 75 kuruştan satıyor, vs. yani bunu yapacak olan mekanizmayı üretici örgütü, bir üretici kooperatifi, bir birlik olsa tamam o zaman komisyonculuğa çok gerek kalmayacak ve üretici de o zaman bu girdileri kendi örgütünden temin edecek, o örgütün bir paketleme tesisi olacak, sınıflandırma tesisi olacak. Bu yapı oluşturulmadığı için komisyonculuğu kaldırdığınız zaman Antalya’daki ürünü İstanbul’a ulaştırmanız mümkün olmuyor zaten. Bu nedenle de bundan vazgeçildi şu anda ve o askıya alındı, yani hal yasası yeni değişiklik –deyim yerindeyse- çöktü daha çıkmadan. Yine burada da bir yanlış teşhis var yani orada deniliyor ki “Türkiye’de çok hal var, 171 tane hal var, biz bunu kapatıyoruz, sadece 35 tane kalacak”. Ürün toplama merkezleri oluşturulacak ama orada da bunu kim yapacak, o ürünü oraya kim getirecek, nasıl tasnif edilecek, bunların hiçbiri yok yasada. Dolayısıyla yasa değişikliği şu an askıya alındı, henüz çıkmadı ama yasayla zaten biraz önce siz de belirttiniz bunun yapısını, organizasyonu düzenlersiniz yoksa yasa çıkardık fiyat düşecek veya fiyatlar artacak diye bir şey yok. Şunu yapabilirsiniz yasayla, şu anda mesela üreticide KDV yok ama tüketicide yüzde 8, bunu yasayla düzenlersiniz yüzde 8 civarında bir fiyat düşüşü ilk etapta sağlayabilirsiniz. Hep söylüyorum, işin temeline inmeden yani üretici, biraz önce anlattığım örnekte üretici daha üretime başlarken zaten 1-0 yenik başlıyor.
PC: Siz bu son yazdığınız yazıda da çok detaylı bir şekilde yer vermişsiniz “Marketlere, depolara baskın ve cezalarla gıda fiyatı düşürülmez” diye gayet açık ve net bir şekilde izah etmişsiniz. İlgi duyan dinleyicilerimiz varsa www.tarimdunyasi.net adresinden de girerek bu makaleyi okuyabilirler. Belki tekrar başa dönerek bütün bu fiyat artışlarını nasıl düzenleyeceğiz? Yani insanların kilosu 6-7 liraya patateste de geçmişte geçen sene sorun yaşadık, soğanda yaşadık, bunlar temel gıda maddeleri, herkesin evine giren gıda ürünleri ve herkesin kullandığı, herkesin tükettiği ürünler başta bunlar olmak üzere, tabii meyve ve sebze de temel. "Şimdi mevsiminde olanı yiyin!"... E mevsiminde olan da ucuz değil, bunu da herkes market alışverişi yapıyor ve herkes bu gerçeğin de farkında. Fiyatları düşürmek için bu saatten sonra yapılabilecekler muhakkak vardır, ne yapmak lazım?
AEY: Öncelikle bu mevsiminde konusuna da bir açıklık getirmek gerekiyor, eskiden bunlar 20 yıl önce diyelim bu mevsimsellik vardı ama bugün gelişen sera teknolojisiyle, üretim teknolojisiyle artık mevsiminde diye bir kavram açıkçası kalmadı. Her ürünü artık her mevsimde bulabiliyorsunuz, hatta mesela kiraz üretimi Türkiye’de 45 günlük bir dönemi kapsıyor ama kiraz üreten bir firma dünyanın değişik bölgelerindeki üreticilerden ürün alarak bunu 12 aya yaymaya çalışıyor. Yani Şili’den kiraz getirerek Türkiye’deki markete “Ben bunu 45 gün, iki ay değil de en az 8-9 ay tüketiciye sunabilmeliyim” diyor, market de bunu istiyor “Ben senden ürün alacağım ama bunu 12 ay rafıma koyacak bir ürün istiyorum, bunu bana temin edeceksin” diyor. Yani mesela domates, patlıcan, biber, bunlar artık eskiden yazın üretilirdi Haziran’dan sonra tüketilirdi ve kış için de kurutularak saklanırdı. Kışın da bunun kurusu tüketilirdi, yani domates kurusu, patlıcanın, biberin kurusu tüketilirdi ama şimdi 12 ay zaten bu ürünler piyasada var ama şöyle var, bazen tarla üretimi olduğu zaman daha fazla ürün oluyor, sera ürünü olduğu zaman daha az oluyor, daha az olunca da fiyatı yükseliyor. Sorun sadece bu da değil, belirttiğiniz gibi mevsiminde dediğimiz ürünler de şu anda pahalı, sadece onlar değil. Aslında pahalı dediğimiz de tartışmalı bir konu, eğer girdi maliyetleriniz yüksekse ürün de pahalı oluyor ama burada üreticiye yansıyan bölümüne baktığınız zaman üretici bundan hani fiyat 10 liraya çıktığı zaman üretici bunun 9 lirasını almıyor, fiyat 5 lira iken üretici bunun bir lirasını alıyorsa, fiyat 10 lira olduğu zaman da üretici bunun ancak iki lirasını alabiliyor. Dolayısıyla burada şeyi, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli söyledi “Mevsiminde tüketin ürünleri, fiyat o zaman düşer” dedi. O zaman biz de mevsimine göre bakan seçme hakkımız olsun, mevsimine göre diye bir şey kalmadı ki! Bakanın bundan bile haberi yok açıkçası. Ne yapılması gerektiğine konusunu da kısaca belirteyim, birincisi bizim tarıma bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Biz hep şunu bekliyoruz, tarımsal üretim yapan çiftçilerin maliyetleri ne kadar artarsa artsın biz hep domates 1 lira olsun, soğan 50 kuruş olsun, patates 1 lirayı geçmesin, hep böyle bir bakış açımız var. Halbuki maliyetler artarken bu mümkün mü? Çiftçinin para kazanmadan bunu yapması mümkün değil. O zaman öncelikle şu an yapılan o gıda zincirinin her halkasıyla tek tek ilgilenmek yerine, sonuçla ilgilenmek yerine bunu bir bütün olarak ele alıp üretimden başlayarak, üretim aşamasında bizim ne sorunumuz var? Bunları çözerek sofraya doğru gelmemiz gerekiyor. Yani ne sorunumuz var? Girdi maliyetlerimiz çok yüksek, üretici sattığı ürünle yerine yenisini üretecek ürünü koyamıyorsa orada bir sorun var, onu çözmemiz gerekiyor. Çiftçi para kazanamazsa üretimi sürdüremeyecek, sürdüremeyince üretim azalacak ve fiyatlar da yükselecek. Bu ekonominin genel kuralı. Ürün kayıplarıyla ilgili çok konuşuluyor ama bir türlü o organizasyon sağlanamıyor. Türkiye yılda 50 milyon ton yaş sebze ve meyve üretiyor, bunun yüzde 25’i direkt çöp oluyor. Tabii birçok ülkede kayıplar var ama yüzde 25 dediğiniz zaman çok yüksek bir oran, bunu önlemeye yönelik hiçbir çaba, hiçbir çalışma yok. İklim değişikliği artık ürünlerin çiçeklenme dönemi, ürünlerin yetişme dönemlerini değiştiriyor, yani buna uygun tohumu geliştirmeniz, buna uygun sera alt yapısını veya tarlada üretim yapıyorsanız buna uygun üretime yönlendirmeniz gerekiyor. İklim değişikliği bizde hiç ciddiye alınmıyor, sanki yokmuş gibi davranılıyor.
PC: Maalesef doğru.
AEY: Halbuki hergün yaşıyoruz işte bu felaketleri daha da çok yaşayacağız, e buna yönelik de bir önlem alınmıyor. Bir de ithalat sarmalını kırıp biraz önce söylediğim gibi, yani çiftçiye şu mesajın verilmesi gerekiyor "Biz ürünlerimizi sende alacağız, sen para kazanacaksın, yaşamını bununla sürdüreceksin, ben böyle fiyatlar hemen kıpırdayınca hemen ithalat yapmayacağım". Bu mesajı çiftçiye vermemiz gerekiyor, yani kapsayıcı, bütüncül bir politika olması lazım, böyle zincirin her halkasıyla ilgilenerek bu iş çözülemeyeceğini zaten on yıllardır görüyoruz açıkçası.
PC: Çok teşekkür ediyoruz Ali Ekber Bey, hem çok toparlayıcı oldu hem bilgilendirici oldu, verdiğiniz bilgiler için tekrar teşekkür ediyoruz ve umalım ki hem başından itibaren üreticinin o alın terinin, emeğinin göz ardı edilmediği ve tüketicinin de bütün o zincir halkalarından sonra sofralara gelen gıdanın da hem güvenilir hem ucuz bir şekilde insanlara ulaştırılması bundan sonra sağlanır diye umutlu bir şekilde bitirelim.
AEY: Ben de çok teşekkür ediyorum, çok sağ olun! Çok güzel bir noktaya değindiniz; ucuz olması kadar güvenli olması da önemli, bence onu da başka bir zaman konuşmak lazım.
PC: Doğru. Peki çok teşekkür ediyoruz.
AEY: İyi günler, çok sağ olun!
PC: Evet, bu hafta Ekonomi Ekoloji programında güncel bir konuyu ele almaya çalıştık, uzman yazar, Dünya gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım’la birlikte. Marketlerdeki fiyat yüksekliğiydi konumuz, umarız ki bundan sonra bu konu da öne alınır iktidar tarafından. Hepimizi ilgilendiren bir konu, hızlı çözümler bulunur diye umut ediyoruz. Bu hafta da programımızın sonuna geldik, haftaya görüşmek üzere.