Mert Fırat: “Birçok kenti kaybettik. Bunun travması çok ağır.”

Diğerkâm
-
Aa
+
a
a
a

Depremin ilk gününden bu yana sahada olan, İhtiyaç Haritası’nın kurucularından Mert Fırat’la afet bölgelerindeki durumu konuşuyoruz.

Fotoğraf: İhtiyaç Haritası
Fotoğraf: İhtiyaç Haritası
Bugünden sonra yapılması gerekenler
 

Bugünden sonra yapılması gerekenler

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Damla Özlüer: Herkese merhaba. Bu hafta deprem yayınımıza devam ediyoruz. Korkunç bir şey yaşadık hep beraber. Bu yaşadığımız afetin sancılarını, sarsıntılarını hissetmeye daha çok uzun zaman devam edeceğiz. Bugün özel bir konuğumuz var bizlerle beraber. İlk günden itibaren sahada olan, sahayla birebir ilgilenen sevgili İhtiyaç Haritası’ndan Mert Fırat bizlerle. 

Rauf Kösemen: Hoş geldin Mert.

Mert Fırat: Hoş bulduk. Çok teşekkür ederim.

D.Ö.: Sahadan yeni geldin. Güncel bilgiler sende. İhtiyaç Haritası ilk günden itibaren çok hızlı bir koordinasyonla sahaya indi. Şimdi git gide artan bir dayanışmayla ve farklı ekiplerle, bağlantılarla ilerliyorsunuz. Ne durumdayız?

M.F.: Çok teşekkür ediyorum bize yer verdiğiniz için. Her zamanki gibi, Elâzığ depremi, İzmir depremi, Düzce depremi ve yangın felaketi gibi Afet Platformu ve İhtiyaç Haritası olarak ilk gün gittik. Bizim de kurucusu olduğumuz Afet Platformu çok etkin çalıştı. Tabii artık tecrübe ve bir arada çalışma kültürü kazandık. Bu sivil toplumda çok önemli. Toplulukların bir araya gelmesinin dışında bir arada verimli biçimde çalışabilmesi çok önemli. İhtiyaç Haritası olarak ilk gün gitmemizin sebebi hep şu: O sürecin içinde bütün bu afete dışarıdan bakabilmek. Yerel yönetimlerden kamusuna kadar etki alanı geniş çalışma koşulları düzgün yapılanmış kurumların bile bir şekilde aksadığını görüyorsunuz. Çünkü onlar da afetin parçası oluyorlar. Yani maalesef Hatay İtfaiyesi çok büyük kayıplar verdi. Belediye binası komple çöktü. Çok büyük kayıplar verdi. Dolayısıyla oraya çok hızlı bir şekilde ulaşmanın yolunu arıyoruz ki hiç değilse öncelikli süreçte “elimizden gelenler ne olabilir”, bunu bulalım. Hangi grupları ne hızla önceliklendirip hızlandırabiliriz, örgütleyebiliriz bu tarafa doğru? Afet bölgesine doğru bakıyoruz. Hatay'da da aynı şeyi yaptık. Burada tabii bir yandan da benim durumum var, afette yakınlarımı kaybettim. O süreçte afetzede gibiydim. Kurucularımızdan Ali Ercan Özgür de öyle. O da Maraşlı. Onun da yakınları çok ciddi zararlar gördü. Evlerinden oldular. Şehir değiştirmek durumunda kaldılar. Biz Maraş'ta, Hatay'da, Antakya'da, Adıyaman'da yapılandık ve oraları ziyaret edebilme, oradaki depolarımızı ve koşulları da görebilme imkânına, o koşullara destek verebilme fırsatına eriştik. İlk gittiğimiz gün Hatay EXPO'nun alanını sağ olsun belediyeden hızlı aldık. Onun sonucunda da hem İhtiyaç Haritası hem de Afet Platformu olarak bu 7.500 metrekarelik alana kurulduk. Bir ecza biriminden tutun giyim, kıyafet, battaniye, çocuk bezi, yetişkin bezi, her türlü gıda ihtiyacının da olduğu, 70 ila 100 arası değişen motokuryelerin olduğu, aynı zamanda yirmi beş otuz araçlık pikap ve çeşitli araçlarımızın olduğu, kendi yakıtımızı, yemeğimizi sağladığımız, bütün ihtiyaçlarımızı üç aşağı beş yukarı eksikleri, kusurlarıyla yürütebildiğimiz bir alanımız var. Şimdiye kadar yüz elliden fazla tır girişi oldu oraya. İkinci bir depoyu AFAD'ın da olduğu bir yapıyla örgütlüyoruz.

Ayrıca belediyelerle, yani Defne Belediyesi, Hatay Belediyesi, Antakya Belediyesi, Hatay Büyükşehir Belediyesi, Samandağ Belediyesi, Hatay'ın çevre ilçeleri ve mahalleleri ile birlikte, data seti hazırlıyoruz. O data seti sayesinde de ilk günden beri hangi köye gittik, ne yaptık, Nereye ne oranla destek olduk, bunların dokümanını offlineda tutuyoruz. Çünkü bunları haritalandırmak her zaman çok iyi bir fikir olmayabiliyor. Desteği alacak topluluğu, kişiyi ya da lokasyonu onlineda haritalandırmak böyle bir süreçte kimi güvenlik zafiyetleri ve açıkları ortaya çıkarabiliyor.  Bu nedenle offlineda tutuyoruz. Daha önce Elazığ'da, İzmir'de de benzeri koşulların içinde yine benzeri gerekçelerle bunu yapmıştık.

Bunun yanında Maraş'ta İskenderun'da, iki tane Antakya'da, üç tane de Adıyaman'da, aşağı yukarı 8 tane depomuz var. Bir yandan onları organize ediyoruz. Oraya sürekli tırları yönlendiren ayrı bir ekibimiz var. İlk 7 günde yerel yönetimler normal olarak afetzede olduğu için aksaklıklar yaşandı. Çevre belediyelerinin yardıma geldiği, konuşlandığı, kamunun etkin biçimde rol alabilmeye başladığı bir noktadayız. Bir haftadan sonraki süreç artık bu kurulmuş depolara düzenli gıda tedarikini, çadır ihtiyacını ya da bundan sonraki süreçte konteyneri, aslında güncel ihtiyaçları düzenli aktarabilmekte. Bunun yanı sıra da hayatı normalleştirici adımları atmakta fayda görüyoruz. Türk Psikoloji Derneği de yine sahada. Onlarla daha önce yaptığımız çalışmalar var. Sağ olsunlar onlar da yine sahada hem çadır kurmak hem de köy köy gezip veri toplamakla ilgili çok etkin bir şekilde planlama yapıyorlar.

R.K.: Afet sonrası psikososyal destek için hazırlığa başladılar.

M.F.: Doğru, aynen öyle. Zaten daha önceden çalışmıştık. Pandemi döneminde de benzer projeler yaptık. Travmatik süreçlerden dolayı hem sağlık çalışanları hem de hastalar için ortaya çıkan bazı psikolojik travmalar ve sorunlarla ilgili onlarla bir çalışmalar yapmıştık. Şimdi de iş birliğinden doğan o pratikten dolayı burada da birlikte hareket edeceğiz elimizden geldiğince. Onlarla birlikte olmayı istiyoruz.

Bir yandan da çok ciddi bir göç var. 8. günden arkaya doğru bakarken şehirlerde ilk günden itibaren hiç durmadan bir boşalan trafik söz konusu olduğunu görüyoruz. Bu yüzden de zaten bir sürü şehrin içinde aksama oldu. Şimdi o göç biraz duruldu. Çünkü giden herkes gitti. Belki daha küçük bir dalga daha olacaktır. Mersin, Niğde, Antalya, Konya, Bursa çok ciddi bir göç aldı. Bursa 200, 250 bin civarı göç aldı. Mersin 200 bin kişiydi, 400 bin oldu. 1 milyonu bulması bekleniyor. Şimdi bu şehirlerin kapasiteleri belli. Aslında pandemi sürecinde de aynı şeyi görmüştük. Hatırlarsanız Bodrum gibi örnekler vardı. Şehrin nüfusunun bir anda 2 milyona kadar çıktığını biliyoruz. Mersin tabii kapasitesi Bodrum'dan daha yüksek bir şehir ama yine de bu ani göçten doğacak birçok ihtiyaç olacak. Tabii Millî Eğitim Bakanlığı’nın aldığı kararlar, uygulamalar var. YÖK'ün aldığı kararlar ve uygulamalar olacak. Bu da tabii eğitim hayatını oradaki insanların normalleşme sürecini bir biçimde sekteye uğratacak. Antakya, Hatay özelinde konuşacak olursak, şehrin yüzde doksanının ağır hasarlı ya da orta hasarlı olduğu göz önünde bulundurursak, zaten başka bir çare de yok. Şimdi bu şehirlerin yeniden yapılanması süreçleri var. Şehirler tamamen yok oldu gibi gözüküyor. Tamamen yok olmuş. Birbirimiziİklimce Sohbetler’den de tanıdığımız için hiç tanışmıyormuşuz gibi konuşmayalım. Diyoruz ya, hani bizim bu toprağa ve toprakla kurduğumuz imar ilişkisiyle verdiğimiz zarar böyle oluyor bir biçimde. Şundan dolayı diyorum: Çünkü Hatay kendi başına zaten bir tarım arazisi komple. Yani tarım alanı. Çok da verimli topraklar. Maalesef tarım arazilerinin üzerine kurulmuş birçok yapı var. Bu deprem de bu arada etki ve tür olarak gerçekten başka bir deprem. Ortadan ikiye ayrılmış zeytinlikler gördüm. Üstünde herhangi bir inşa olmamış ama toprak dışına çıkmış. Distopik gelebilir. Ama gerçekten zeytinlik sağdan sola tam ortadan yarılmış. Ali Ercan Özgür'le birlikte şehirler arası, köylere mahallelere giderken gerçekten gözlerimize inanamadık. Yani böyle de başka da bir özelliği var bu depremin. Evet. Ama bir yandan da şehirler gerçekten kalmamış. Yani Vali Konağı, Hatay'ın ilk Hatay Cumhuriyeti olduğunda kurulduğu Hatay Cumhuriyeti Meclis Binası. Yani 500 yıllık binalar, Habib Binecer Camii, Uzun Çarşı... Mesela onlar bile dışarı fırlamış.

Tabii ki fay hattının 2011’de keşfedildiğini unutmamak lazım. Şu an 2023’ten 2011’e geri geldiğimizde alınan kararların ya da alınamayan önlemlerin bu ölçekte çok ciddi etkisi mutlaka olmuştur ama şimdi yeniden kurulurken düşünmek gerek. Bir şehir planlamacısı, kent tasarımcısı değilim. Onları bilmiyorum. Ama günün sonunda bu şehirler yeniden sıfırdan yapılanacak ve tabii ki herkes için çok önemli olan kentin hafızası dediğimiz bu binaların, yapıların yeniden tesis edilmesi gerek. Ya kentin psikolojisini ve sosyolojisini yeniden kazandırılması? Kentin de bir yası var. Bir kent kaybettik. Sadece bir de değil birçok kenti kaybettik. Bunun travması çok ağır her birimiz için. Sebebini, sonucunu, her şeyi bir kenara bırakalım. Şehrin hafızası, kültürel miraslar, hatıralar aynı kişiler gibi geri dönemez şeyler olabiliyor bazen. Ama günün sonunda bu oradaki harekete geçirdiği duygu, insanlar, oradaki o birlikte ve destekleme duygusu ile, hani iyileşmenin diyemesek de en azından kabullenmenin sonrasında artık iyileşmenin yavaş yavaş başladığı bir süreci yaşıyoruz. Yani orada çadırlarda böyle afetzedelerin olduğu, başka şehirden memleketine sadece yılda bir kere iki kere gelen, başka şehirlere başka ülkelere taşınmış insanların da olduğu, her jenerasyondan insanların olduğu bir yapıdan, bir destekleşmeden bahsediyoruz. Her şehir için neredeyse bunu söyleyebiliriz. Hiç ayırmadan. Bu da çok acayip bir tecrübe, acayip bir deneyim. Ne diyeyim?

D.Ö.: Tam bu noktada Mert, bu yası hep birlikte yaşayacağız. Bu yastan çıkışla beraber önümüzde çok da uzun bir süreç olduğunu ülkece biliyoruz. İlk bir haftayı, on günü acil müdahaleyle geçirdik. Şimdi ise bundan sonrasında yapılacak çok fazla iş var önümüzde. Bir yandan da söylediğin müthiş bir enerjiyi ortaya çıkardı. Bu ortaklaşmak için birlikte hareket etmek için müthiş dayanışma ağlarını da ortaya çıkardı. Ki aslında bunu 1999 depreminde de çok görmüştük. Yine görüyoruz ve bu dayanışma bu noktada nereye doğru evriliyor? Hem sivil toplum hem kamu kurumlarıyla birlikte baktığımız zaman nereye doğru evriltmeliyiz, neler yapabiliriz, neleri değiştirerek ilerleyebiliriz? Siz çünkü İhtiyaç Haritası olarak da başka başka partnerlerle de yan yana gelerek yeni oluşumlarla da destekliyorsunuz bölgeyi, sahayı. Buradan nereye gitmeliyiz?

M.F.: Buradan aslında yeni bir iyileşme stratejisi, bir kalkınma stratejisi kurgulamamız gerekiyor. Elbette kamu kurumlarıyla ve yereller yönetimlerin stratejisiyle bir arada yeniden kararlar alınacak ve yolculuk başlayacak. Ama burada uluslararası toplumu ve sivil toplumu, verdiği emeği ve varoluş için aldığı sorumluluğu unutmamak gerekir. İnşaat sürecinde sivil toplumu ve oranın halkını dinlemek lazım. Çünkü o insanların oraya yeniden gitmesinin, oradaki yaşamı yeniden inşa etmenin çok ciddi ve zorlu olduğunu biliyor olmamız gerekir diye düşünüyorum. Ekonomileri çöken, bir tane bile bakkalın açık olamadığı bir durumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu tarafta üretimin, yaşamın, eğitimin, sağlık hizmetlerinin, sosyal ekonomik yaşamın yeniden kurulması için sivil toplumun, tüm uzmanların, akademik kadroların, yapıların ciddi bir şekilde bir ortaklık içinde çalıştığı ve herkesin birbirini dinlediği, ani kararların değil, yavaş yavaş bazı şeylerin birlikte çözülebildiği bir stratejik toplantının, yapının olması gerektiğini düşünüyoruz. Bir tarafta da dünyadaki uluslararası modellere de bakıyoruz. Yani bunu neyle kıyaslarız? Çok büyük afetler çok büyük depremler tabii var ve onların geri dönüşleriyle ilgili planlamalar var. Velhasıl 2011’de keşfedilmiş bir fay hattı var. Fay hattının bölgeye verdiği zarar, raporlayabileceğimiz bir çıktı var elimizde bundan sonraki kurulum için. Dolayısıyla buradaki öğrenmelerin değerlendirilmesi gerektiğini ve bunun katılımcı bir şekilde yapılması gerektiğini, tek bir karar mekanizması, tek bir yapıyla değil de katılımcı bir yapıyla sonuca gitmesi gerektiğini düşünüyoruz. Zaten Şu anda birçok aile kopmuş, bölünmüş, parçalanmış. Yapısı böyle insan toplulukları var. Kimin artık çocuğu yok. Kiminin artık bir ebeveyni yok. Maalesef farklı farklı durumlar bile söz konusu. O tarafta da bunun planlamasıyla ilgili stratejik planları öne almaya çalışıyoruz. Yani Millî Eğitim Bakanlığı’na bakıyoruz. Bu tarafta bu anlamda çalışan eğitim kurumlarıyla birlikte bir çalışma yapıyoruz.

"Kaynaklarımızı bir anda sadece çadır kentlere, konteyner kentlere değil daha sürülebilir yapılara yönlendirmeliyiz"

D.Ö.: Bir yandan da ortaya çıkan bu enerjiyi sürekli kılmaya, daim kılmaya yönelik de çalışmaya ihtiyacımız var belki. Çünkü özellikle bu kadar büyük bir afet içerisinde ilk acil müdahale dalgasından sonra hem desteklerin hem de dayanışmanın azalması ya da yavaş yavaş sönümlenmeye başlamasına karşın bu dayanışmanın uzun bir maraton olduğunu unutmamalıyız. Çünkü biraz önce söylediğin çok kritik iki şey vardı. Birincisi koca koca kentler kaybettik. Bunun yasını hep birlikte tutacağız dedin. Ki bu koca koca kentleri kaybetmiş olmanın ülkenin tümüne çok büyük etkisi olacak. İkincisi de çok büyük bir göç var. Bununla beraber her şehirde, her mahallede etkileri hissedilmeye ve yaşanmaya devam edecek. O yüzden bu dayanışma enerjisini de uzun bir maratona çevirebilmeye ihtiyacımız var.

M.F.: Kesinlikle. 20-25 milyon insanı etkileyen, 3 milyondan fazla iç göçün olduğu bir afetten bahsediyoruz. Bu göç bile kendi başına bir afet. Çünkü o göç dalgası çıkılan kenti zarara uğratırken ister istemez bir yandan gidilen lokasyonlara da zarar veriyor. Bunun yanı sıra senin de işaret ettiğin gibi buradaki destekleri de sürdürülebilir kılmak, ilgiyi alakayı hiç koparmadan devam ettirmek gerekiyor. Çünkü yeni yapıların kurulması da zaman alacak. Bu anlamda bunun da bir stratejik planı var. Sivil toplum tarafı olarak birlikte akıl yürüttüğümüz projelerimiz var. O yüzden kaynaklarımızı bir anda sadece çadır kentlere, konteyner kentlere değil daha sürülebilir yapılara yönlendirmeliyiz. Tabii insanların belirli ölçüde barınmasını sağladıktan sonra o kaynakları oraya doğru aktarmak peşindeyiz. Uluslararası toplumun ve içerideki sivil toplumun ilgisini, alakasını nasıl kaybetmeyiz diye çeşitli planlamalar yapıyoruz. Çünkü dediğim gibi ilk doksan gün kritik. Doksan günde alınan kararların ve planlamaların motivasyon buradayken, tüm dünya bu bölgeye, bu afete bakıyorken, çok doğru değerlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz.

D.Ö.: Bu noktada son iki dakikaya girdik. Biraz önce söylediğin engelliler ve onlarla ilgili ayrı yapılması gerekenler var. Afetzede kadınların, çocukların, ailelerin ihtiyaçları var. Çok fazla kapsamamız gereken alan var. Bir yandan da bütün dinleyicilerimiz ben ne yapabilirim diye soruyorlar. Bu ilgiyi sürekli tutmanın önemini belki söylemek ve belki sürekli olarak destek verebileceklerini, gönüllü çalışmalara katkı verebileceklerini söylemek lazım. Tekrarlamak da lazım diye hissediyorum. Çünkü herkesin kapsayacağı bir alan var şu anda. Yapılacak çok iş var sanki.

M.F.: Çok iş var. Fakat şöyle de bir şey var: Bu bizim için bir okul gibi bir tarafıyla. Bir de iç karartmak için söylemiyorum; Birleşmiş Milletler verilerini de takip ediyoruz hep beraber. 2000’den 2020’ye kadar afetlerin yüzde sekiz yüz arttığını da söylemiştik. Artık başka bir dünyadayız. Afetlerle yaşamak durumunda olduğumuz bir dünya düzenine giriyoruz. Bunu da çok net dünyanın her tarafında görüyoruz. Yangınlarından, selinden, depremlerine kadar dönüşen bir dünya var. Dolayısıyla gönüllüğü yıl boyu devam ettirmek, buraya olan ilgiyi buradan gelecek talepleri doğru yönetmek, hiçbir şey yapmasak bile gelen yardımların, taleplerin, alınan kararların yerelde, kamuda, sivil toplumda nasıl olduğunu takip etmekle sorumluyuz. Gerçekten hepimiz bu süreçlerden sorumluyuz ve görüyoruz ki bu kentler uzağımızda gibi görünse de hayatlarımızı etkiliyor. Çok net görüyoruz bunu. 25 milyon, 30 insanı etkiliyor demek Türkiye'nin üçte birini etkiliyor demek. Aslında Türkiye'nin tamamını had safhada etkiliyor demek.

R.K.: Programın sonuna geldik. Kesmek zorunda kaldım. Kusura bakma. Şöyle söyleyelim. Türkiye'nin ekseriyetini etkileyen dedin. Oradan devam edelim. Ekseriyetini etkileyen bu afetin ardından yayın yapmaya ve dayanışmaya devam edeceğiz. İhtiyaç Haritası her zaman bizimle olacak. Platformumuz onlara her zaman açık. Mert Fırat bizimle birlikteydi. Kendisine teşekkür ediyoruz. 

M.F.: Ben teşekkür ederim. Sağ olun.