Yedi gün süren bir dayanışma yolculuğu

-
Aa
+
a
a
a

6 Şubat depremlerinin ardından İstanbul'dan bölgeye yedi gün süren bir dayanışma yolculuğu gerçekleştiren Evren Yüzügüzel, Seher Çubukçu ve Burak Üçok'la konuşuyoruz.

""
İstanbul'dan deprem bölgesine yedi gün süren bir dayanışma yolculuğu
 

İstanbul'dan deprem bölgesine yedi gün süren bir dayanışma yolculuğu

podcast servisi: iTunes / RSS

İsmail Başöz: Merhabalar Açık Radyo'dayız, 95.0. Dayanışma Kuşağı’nda sizlerle beraberiz. Ben İsmail Başöz. Bugün üç güzel arkadaşımızı konuk ediyoruz, bisikletleriyle İstanbul'dan Antakya'ya kadar gidip bağış toplayan arkadaşlarımız; Evren Yüzügüzel, Seher Çubukçu ve Burak Üçok. Hoşgeldiniz arkadaşlar.

Seher Çubukçu: Merhabalar.

İ.B.: Evet birinizden başlayalım. Önce yaptığınız işi kısaca bir anlatalım sonra süreçten bahsedelim, oldu mu?

Evren Yüzügüzel: Olur tabii ki, ben başlayayım. Biliyorsunuz, 6 Şubat günü kötü bir olay yaşadık ve on bir ilimizi etkileyen, çevre illeri de etkileyen bir felaket yaşadık. ‘Bu felaketin ardından bizler neler yapabiliriz?’ diye düşünürken en iyi bildiğimiz ve keyifle yaptığımız işi bir amaca dönüştürmeye çalıştık. Bu da bisiklete binmekti. ‘Bisikletle acaba depremzedeler için depremden etkilenen vatandaşlarımız için bir şeyler yapabilir miyiz?’ diye düşünürken aklımıza İstanbul'dan Hatay'a kadar pedallamak geldi ve bunu bir faydaya dönüştürüp sürdüğümüz yol boyunca bağış toplayabiliriz diye düşünüp yola çıktık. Bin 100 km pedallayarak her bir kilometre başına bin TL gibi bir hedef belirleyip, toplamda bir milyon 100 bin liraya ulaşmaya çalıştık. İşin açıkçası ilk böyle başladı. Daha sonra yolda zaten çeşitli yani çok farklı duygular içerisinde sürüp Hatay'a kadar yedi gün boyunca pedalladık.

İ.B.: Yedi günde bin 100 km’yi yaptınız.

E.Y.: Aynen.

İ.B.: Para hedefinize tam ulaşamamışsınız gerçi bildiğim kadarıyla ama çok da önemli değil zaten.

Önemli olan farkındalık yaratmaktı, bir dayanışma örneği sergilemekti

E.Y.: Evet. 235 bin liraya ulaşabildik ve kampanyayı sonlandırdık. Burada önemli olan açıkçası bir farkındalık yaratmaktı, bir dayanışma örneği sergilemekti. İnsanlara örnek olup, belki başka insanlar bizden bir şeyler görüp farklı kampanyalar başlatabilir veya farklı yardım kuruluşlarıyla dayanışma örneği sergileyip farklı bir şekilde dokunabilirlerdi oradaki insanlara. Tabii ki de hedefimize ulaşsak güzel olurdu ama ulaşacağımız hedef aslında bir karınca büyüklüğünde bile değil neredeyse. Çünkü takdir edersiniz ki gördüklerimiz yani yıkım çok büyük olduğu için biz en azından farkındalık yarattığımızı ve hedefimize ulaşmış hissediyoruz kendimizi.

İ.B.: İki tane sorum var. Bu süreç içerisinde yanılmıyorsam Ahbap’la bir iş birliği halindeydiniz?

E.Y.: Evet. Yani yasal olarak Ahbap'ın Fonzip hesabı üzerinden bağışlar toplandı. Orada bağışlar birikti ve şimdi Ahbap'la oturup, bir karar verip ve ‘bu toplanan bedel ne için kullanılacak?’, ‘hangi alanda daha çok ihtiyaç var?’ ona göre bir yol haritası belirleyeceğiz.

İ.B: Peki pratikte toplama işini sosyal medyadan duyurarak mı yaptınız?

E.Y.: Evet, doğrudur. O kısmı da Seher'e bırakayım ben.

S..Ç.: Evet. Sosyal medyada kendi hesaplarımızdan paylaştığımız Fonzip platformundaki linkle insanlara ulaştık. Bağışlar Ahbap Derneği'nde toplanıyordu. Onları sosyal medya hesaplarımızda paylaşımlar yaparak sürekli canlı tutmaya çalıştık. Çok güzel destek gördük, birçok kişiye ulaştık bu anlamda. Herkes de kendi hesabında paylaştı. Böyle güzel bir zincir oluştu. O değerliydi bizim için.

İ.B.: Burak, peki yola çıkmadan önce son soruyu da sana sorayım, sonra yola çıkalım. Bisikletle ilişkiniz yani kabaca bahsedersek ne yapıyorsunuz? Profesyonel değilsiniz bildiğim kadarıyla, hepinizin bir işi var.

Burak Üçok: Evet, profesyonel değiliz. Yarı profesyonel diyelim aslında. Günün erken saatlerinde kalkıp, sabahları antrenman başlığı altında sporumuzu yapıp, hafta sonları da İstanbul'da sürebileceğimiz farklı rotalarda antrenman tadında bisiklet süren kişileriz. Bizler de, üçümüz de zaten bisikletle beraber, bisikletin tanıştırdığı insanlarız. Bu tura çıkarken de zaten profesyonel olarak değil tamamen amatör bir ruhla hareket edip, uzun bir sürede bu yolu katedip, kampanyayı şekillendirmekti amacımız.

İ.B.: Peki. Yola çıkmaya nasıl karar verdiniz ve nasıl çıktınız? Hadi kim başlamak istiyorsa buyurun.

E.Y.: Valla aslında çok ani gelişti. İlk başta ben tek kişi olarak planlamıştım ve sosyal medya hesabım üzerinden ‘böyle bir kampanya başlatırsam bana destek olur musunuz?’ diye bir anket açmıştım. Tek başıma yola çıkacağımı düşünüyordum. Ama sağolsun Seher ve Burak burada çok güzel bir dayanışma örneği göstererek, “Biz de seninle gelmek istiyoruz” dediler ve iyi ki de gelmişler. Çünkü mental olarak zaten zor bir yolculuktu açıkçası. Onların varlığıyla bu süreç daha da hafiflemiş oldu, daha çok şey paylaştık. Burak ve Seher'in katılmasıyla da daha çok insanla etkileşim kurmuş olduk, daha fazla insana ulaştık. Yani ilk başta böyle başladı.

İ.B.: İstanbul’dan çıktınız yola.

E.Y.: Evet. Birinci gün İstanbul'dan, 17 Nisan'da çıktık yola. Bostancı'dan, Anadolu Yakası’ndan ve Yalova üzerinden Bilecik'e kadar gittik. İlk gün bizi uğurlayan arkadaşlarımız oldu. Tabii biz şu anda hep böyle programlara üç kişi olarak katılıyoruz ama arka planda aslında bizimle birlikte olan, araç takibinde arkadaşlarımız vardı, Yeşim Yeşiltaş ve Aykut Koç vardı. Onlar sağolsunlar, üç ve dört gün olarak bölüşerek bize destek oldular ve araçla takip ettiler. Aslında işin arka planında büyük bir organizasyon da vardı. Tek başımıza değildik hiçbir zaman, insanlar her alanda bize destek olmuş oldular, hem maddi hem de manevi olarak. Dolayısıyla insanların desteklerini hissetmek de çok değerliydi. İkinci gün mesela müthiş bir dayanışma örneği oldu, onu Seher'e bırakacağım. Seher'in Eskişehir'den arkadaşı bizi çok güzel karşıladı Eskişehir'de.

S.Ç.: Evet. Eskişehir'de Ayşe Akgündüz, Gran Fondo Yarışları’nda tanıştığım bir arkadaşım, bisikletten yine kazandığım dostlardan. Kampanyamızı paylaştığımız zaman, rotaları paylaştığımız zaman sosyal medyada Eskişehir'den geçecektik ve “Sizi karşılayacağız, dolmaları sarıyorum, börekleri yapıyorum,” şeklinde hemen bağlantı kurduk. Karşıladılar ve küçük bir mola verdik Eskişehir'de onlarla birlikte. Eskişehir'den Sivrihisar'a kadar bize eşlik ettiler, o da çok unutulmazdı o zaman.

İ.B.: Kaç kişiydiniz o zaman?

S.Ç.: Ayşe'yle birlikte dört kişi sürdük.

E.Y.: Bu arada eşi de tabii bize destek oldu.

S.Ç.: Takip etti bizi, o da araçla destek oldu.

İ.B.: Peki dolmalar, sarmalar?

S.Ç.: Dolmalar ve böreklerle çok güzel beslendik molada, Eskişehir'de. Sonra Ayşe'nin şansına, Eskişehir'den çıktıktan sonra, son 30 km boyunca doluya benzer bir yağmura yakalandık. O da unutulmaz bir andı. İki kadın birlikte, yolda onunla bu zorluğu paylaştım.

İ.B.: Bisikletleyken oldu değil mi?

S.Ç.: Evet sürerken.

Kendi içimizde de her zaman bir dayanışma örneği olduğu için hiçbir zaman birbirimizi yarı yolda bırakmadı

E.Y.: Biz hep böyle dışarıdaki dayanışmalardan, bize destek olan insanlardan bahsediyoruz ama bizim kendi içimizde de tabii çok büyük bir dayanışma örneği vardı. Yani mesela ben Eskişehir'den Sivrihisar'a 30 ton, 30 km’de yağmur altında, mental olarak çok zorlandığımda sağolsun Burak beni komple çekti. Mesela bisiklet sporunda, ‘çekme’ diye bir tabir vardır. Burak sağolsun, beni bekledi, 30 km boyunca birlikte sürdük. Yani kendi içimizde de her zaman bir dayanışma örneği olduğu için hiçbir zaman birbirimizi yarı yolda bırakmadık. ‘Benim gücüm, kuvvetim yerinde, ben basıyorum gidiyorum’ diye bir şey yoktu. Çok uyumlu bir ahenk içerisinde sürdük açıkçası. O kendi içimizdeki dayanışma da bence çok güzeldi.

İ.B.: Günde ortalama 150 km’ye denk geliyor yanılmıyorsam.

B.Ü.: Dediğiniz gibi 150 km’lik bir ortalama çıkıyor ama yeri geldi iki km sürdük, yeri geldi aktif dinlendik ve üç km’lik sürüşler gerçekleştirdik. Ama dediğim gibi toplamda da bin 100 km’yi yedi gün içerisinde tamamlamış olduk.

İ.B.: Senden alalım biraz da yolda olup bitenleri. Diyor ki Evren, “Çekti beni.” Elinden tutup çekmediğini tahmin ediyorum sonuç itibariyle.

B.Ü.: Yani en zor günümüzdü ikinci gün. Eskişehir üzerinde Sivrihisar'a gidiyorduk ve Seher'in söylediği gibi 30-35 km’ye yakın çok ciddi bir yağmur altında sürmek durumunda kaldık. Onun öncesinde de ciddi tırmanışlar ve ciddi bir rüzgarla da mücadele ettik. O gün aslında rotaları da güncelledik. Hemen dedik üçüncü gün dinlenelim. Çünkü ertesi gün 200 km’lik bir rota vardı. Orayı biraz kısıp, kalacağımız lokasyonu değiştirip, biraz mola vermek istedik. Çünkü üst üste hayli yorucu bir süreç olacaktı. Yol da çok keyifli geçti. Birlikte, üç arkadaş güzel vakit geçirdik. Birbirimize aslında destek olduk. Bisiklet sporu tamamen birbirine destek olmaktan geçiyor zaten. Bir takım gibi hareket ettik.

Ben yola çıkmadan önce hep İskenderun'a ulaşacağımız günün hayalini kuruyordum zaten. ‘O duygusal yoğunluğu nasıl yaşarız?’, hep bunları değerlendiriyordum. İskenderun'a varmadan önce Adana'da bizi karşılayan bisikletçi arkadaşlarımız oldu, İskenderun'a gelmeden Dörtyol'da bizi yoldan karşılayan bisikletçi arkadaşlar oldu. Hatta Adana'dan İskenderun'a, bizle beraber süren başka bisikletçi arkadaşlarımız da vardı.

İ.B.: Takiptesiniz tabii bu arada değil mi? Sosyal medyadan bu arkadaşları takip ediyorlar bir şekilde, bekliyorlar aslında sizi.

B.Ü.: Aynen o şekilde oldu. Bizimle sosyal medya üzerinden iletişime geçtiler. Bu sıkıntıları, deprem sıkıntısını birebir yaşamış insanlardan bir şeyleri dinliyor olabilmek, onlarla empati kurabiliyor olabilmek bizim için çok daha farklı oldu. Çünkü böyle bir tecrübemiz olmamıştı. Biz uzaktan, televizyondan takip edebildiğimiz kadar gündemi takip ediyorduk. Orada yaşananlar, onların gözünden, onların tarafından dinlemek bizi çok etkiledi. Biz manevi yanına odaklanmıştık zaten, neyle karşılaşacağız diye. Gördüklerimiz zaten çok kötüydü ve oradaki insanların nasıl mücadele ettiklerini gördüğümüz zaman da aslında ne kadar doğru bir iş yaptığımızın farkına vardık. Sağolsunlar, bizi orada misafir gibi ağırladılar. Biz onlara karşı hep mahcup olduk ama onlar da bizim yaptığımız işin nasıl bir farkındalık yaratabileceğini, insanlar üzerinde nasıl bir etki yaratacağını çok iyi bildikleri için bize son derece destek oldular. Güzel dostluklar biriktirdik bu sürüşte. Güzel insanlarla tanıştık, güzel anılarla da döndük.

İ.B.: Evet. Bu arada konaklamalarınız gece oldu. Onları da organize ettiniz yanılmıyorsam yolda.

B.Ü.: Önceden planlamıştık aslında. Her gün bir hedefe gittik. Nerede süreceğimize kadar her şey hazır ve planlıydı. Günlük planlarla yola çıktık aslında. Gün içerisinde de, bir önceki geceden nerede mola vereceğimize, ne kadar süreceğimize kadar her şey planlı bir şekilde organize ettik.

İ.B.: Dinleyici gözüyle bakınca, bir an bu sorunun akla gelebileceğini düşündüm. Yani siz buradan oraya kadar, durmadan, bisikletin üstünde kalarak sürmediniz. Bunu belirtelim. Buradan oraya kadar bisiklet üstünde değildiniz, şimdi bunun bir altını çizelim.

B.Ü.: Aynen.

İ.B.: Peki, İskenderun'a varmadan önce yolda başka duygularınız, zorluklarınız, ‘nereden çıktık bu yola?’ gibi hisleriniz?

E.Y.: Hiç olmadı. ‘Neden böyle bir yola girdik?’, ‘neden kendimizi bu kadar zorladık?’ diye bir düşünceye hiç girmedik açıkcası.

İ.B.: Tahmin ediyorum. Fiziksel olarak yorgunluk gerçekten mental olarak da insanı çok yoruyor. Bu sıradaki o zayıflık hali, yani zihinsel zayıflık hali de başına gelebilir insanın diye söyledim.

Mental olarak hazırdık, bizi ayakta tutan o kısım oldu

E.Y.: Aynen. Yani biz yola çıkmadan önce aslında şunun farkındaydık; tam da kış sezonundan çıktığımız için tam olarak antrenmanlı değildik. Yani fiziksel olarak aslında yüzde yüz hazırlıklı değildik. Ama bizim hazır olduğumuz nokta ‘mental olarak’tı, mental olarak hazırdık. Bizi ayakta tutan o kısım oldu. Yoksa gerçekten fiziksel olarak hazır olmadığınız bir yol. Bin 100 km’yi tabii ki de bir gün boyunca sürmüyorsunuz. Bin 100 km’yi parça parça sürdük ama her ne kadar parça parça da olsa her gün 150 – 200 km bisiklete binmek çok yıpratıcı bir şey. Ama mental olarak odaklandığımız için çok fazla yormadı. Yani hep Burak'ın söylediği gibi aklımızda Ata'ya giriş sahnesi vardı, nelerle karşılaşacağımız vardı. Ya da ‘acaba bu yaptığımız iş oradaki insanlara dokunabilecek mi?’, ‘bir nebze olsun onların sorunlarını çözebilecek miyiz?’ düşünceleri sürekli arka planda olduğu için çok zorlandığımızı söyleyemem. Tabii ki de zaman zaman, ikinci gün gibi doğa şartlarından dolayı zorlandığımız anlar oldu ama hiçbirimiz bırakmayı bir an bile düşünmedik. Hatta araçla takip eden arkadaşlarımız mesela, beni zorladılar, “Bırak, çok kötü durumdasın, araca bin. Bunun yarını da var, yarın devam et,” diye. Ama o kadar odaklanmıştık ki hiçbirimiz bırakmadık açıkçası. O yüzden mental anlamda iyi hazırlanmışız demek ki bu yolculuğu rahat bir şekilde bitirebildik.

Şu çok güzeldi; Yani tüm bisiklet grupları mesela üçüncü gün Böyle gün gün gidersek, birinci günü, ikinci günü diye, üçüncü gün bisiklet grupları mesela. Umuda Pedal Derneği var mesela, bisikletçilerin toplandığı bir dernek çatısı. İnanılmaz güzel bir hareket başlattılar ve sosyal platformlarda tüm bisiklet gruplarını bir araya getirerek bağış kampanyasını bir anda yukarı doğru çektiler, duyurdular. Yani ikinci ve üçüncü günün zorluğu üzerine o bağışların gelmesi bizi daha da motive etti. Bu sefer daha keyifli sürüyorsunuz tabii. Gün gün, her gün farklı şeyler yaşadık. Dördüncü gün mesela, artık farklı bir coğrafyaya giriyorsunuz, İç Anadolu'dasınız. Aksaray'daydık. Hasandağı’nı görüyorsunuz bir yandan, tepesinde karlar var. Yani bir yandan doğanın içerisindesiniz, bir yandan duygusal bir yolculuk yapıyorsunuz. Aslında bu süreç boyunca hepimiz kendi iç yolculuğumuzu yaptık bir şekilde. O yüzden her güne farklı bir duygu dalgalanması yaşadık diyebilirim.

S.Ç.: Yani o kadar motiveydik ki ben üçümüzü, kumbarasında para biriktirip insanlara yardım etmek isteyen üç çocuk gibi görüyordum. Çünkü her mola verdiğimizde, Evren mesela, kampanyanın durumuna bakıyordu. “Hadi! Biraz daha, biraz daha,” diyordu. Yani orada bağış bir trend, heyecanlı çocuklardık. O da çok duygusaldı.

İ.B.: Yolda gidiyorsunuz, o alacağınız mesafeyi alıyorsunuz. Akşam konaklama yerinize oturup, şöyle yatmadan önce bir sohbet ediyorsunuz. Hadi, birazcık oralardan anekdot alalım.

B.Ü.: Yani öncelikle zaten gün boyu bir hedefe ulaşmaya gayret gösteriyorsunuz. Gider gitmez aslında ilk düşündüğüm şey de ‘ne yiyeceğiz?’ oluyor. Önce bir yemek organizasyonu yapıyoruz. Daha sonrasında aslında günün kritiğini, bir sonraki günün planlamasını yapıyorduk. Seher'in söylediği gibi, oradaki odak noktası yapılan bağışlardı. ‘Bu bağışı nasıl arttırabiliriz?’ diye sosyal medyadan farklı paylaşımlar yapıp, her akşam da aslında bizleri takip eden, bizlere destek veren kişileri Instagram üzerinden canlı yayın yaparako günün kritiğini, bir sonraki gün bizi neler bekliyordan bahsediyorduk. Kendimizi sürekli motive ettik. Evren'in dediği gibi antrenmanımız çok eksikti aslında, kıştan çıktığımız için çok azdı. Mental olarak kendimizi sürekli motive edip, en üst seviyede olmaya çalıştık. Çünkü her sabah yeni bir maceraya, yeni bir süreç içine dahil oluyorsunuz.

E.Y.: Biz sanırım akşamları şöyle bir ruh haline büründük açıkçası; yaptığımız işin farkındaydık. Bir yandan da hüzünlü bir tarafı olduğu için çok böyle konuşamıyorduk da, dillendiremiyorduk da bazı şeyleri. Çünkü yorgunluktan ziyade İskenderun'a girdiğimizde, Hatay sınırlarına girdiğimizde bizi nelerin bekleyeceğini bilmiyorduk, nelerle karşılaşacağımızı bilmiyorduk, nasıl bir ruh halinde olacağımızı bilmiyorduk. Onun hüznü vardı biraz açıkçası. O hüzünle birlikte sadece sürüşe daha çok odaklanmaya çalıştık ve duygusal taraflara, o taraflara sürükleyecek şeylere çok girmemeye çalıştık. Müzik bile dinlemedik yani. Müzik dinlemekten ben mesela utandım. Uzun düşünsenize, 200 kilometrelik bir yola çıkıyorsunuz, ara ara köy yollarına girdik çıktık ama orada mesela, o doğanın içerisinde giderken bisikletçilerin belki de en hoşlandığı şey müzik dinlemek olabilir. Ama biz onu dahi yapamadık. Ama bunu bir eksiklik olduğu için söylemiyorum. Utandık yani gönlümüz el vermedi çünkü. Ulaşacağımız yerdeki durum hep aklımızda vardı. Açıkçası böyle değişik duygular yaşadık. Biraz o yüzden akşamları sadece, yine İngilizce tabirle söyleyelim, kampanyayı promote etmeye çalıştık. Sosyal medyadan çalışmalarımız oldu, canlı yayınlarımız oldu. Birileriyle mesajlaştık, “Sen de bak kampanyaya, destek ol, yaymaya çalış,” diye. Tek amacımız daha çok insana ulaşmaktı.

İ.B.: Seher sana soracağım. Deminden beri konuşuyoruz, oraya girmek, deprem bölgesine girmek. Biraz oradan bahsedelim son beş dakikamızda.

S.Ç.: Evet, en duygusal anımızdı. Adana'dan sonra Hatay'a doğru yaklaştıkça çok duygusallaştık. Açıkçası üçümüz de sanırım biraz gözlerimiz dolu dolu sürdük. Orada unutamadığım anlardan biri; besin takviyesi. Araçtan bize bar uzatıyorlardı, ben çok fazla başaramıyordum. Araca, elimi uzatamıyordum. Arkadaşlarım bana destek oluyorlardı, araçtan bar alıp bana uzatıyorlardı. Öyle öyle derken, ben de tam böyle gözyaşlarıyla sürerken, Burak seslendi, “Seher al,” dedi. Ben de yine bar uzatıyor zannettim. Bir baktım bir yerden papatya koparıp bana uzattı. O da kendi içinde yaşadığı o duygusal anını benimle paylaşmış oldu. O unutulmaz bir andı. Üçümüz de aynı şeyi düşünüp dillendiremediğimizi düşünüyorum. Yani o acıya, oradaki insanların bulunduğu zor duruma bir şekilde empati yapıyorduk. O an çok güzeldi.

B.Ü.: Duygusal bir andı. Orada yaşananları, o gece yaşananları düşünmeye başladık. Beraber sürdüğümüz, bize eşlik eden arkadaşlarımız hep o gece neler yaşandığını anlattılar bize. Aslında bu kabusun yaşandığı yerde onları dinliyor olabilmek beni çok etkiledi. Zaten böyle bir vicdan azabı içerisindeydik, bir şeyler yapmadık bugüne kadar, çok fazla destek olamadık noktasındaydım ben. Aslında iyi bir şeyler yapabilmek için de bu sürüşün içerisine dahil oldum. Sonra oradaki insanların bu depremle ilgili yaşananların unutulmaması için ne kadar çok çaba sarf ettiğini görünce, doğru bir iş yaptığımızın da farkına vardık. Aslında ilk hedefimiz tamamen bağış toplamak vs. değildi zaten, burada bir farkındalık yaratmaktı. Oraya da gittiğimizde, insanlardan gördüğümüz tepkilerle de bu farkındalığı doğru bir şekilde yarattığımızı düşündüm. Her şey unutuldu yani oradaki insanların yaptığımız şeyi de takdir ettiğini görünce ne bir yorgunluğumuz kaldı ne bir şey kaldı. Hatay'a vardığımız, İskenderun’a vardığımız an hayatımda dediğim gibi böyle bir şeyi başarmak noktasında beni en çok motive eden, en çok duygulandıran andı.

Tek dileğimiz insanların unutmaması

E.Y.: Benim de açıkçası unutamadığım sahne, gerçekten bir resim tablosu gibi unutamadığım sahne, tam Hatay tabelasının önündeydik. Hatay'a giriyoruz, Burak yerden gelinciklerin ve papatyaların olduğu yerden papatya alıp sonrasında Seher’e uzatması, o bütün yolculuk boyunca yaşadığımız duygusal anı anlamlandırdı. Her şeyi o sahnede barındırıyordu. Hiç tanımadığımız insanlar İskenderun'da, Adana'da bize çok güzel destek oldular. Biz onlara destek olmak için yola çıkmışken onların bizi karşılaması, ağırlaması, son gün evlerinde misafir etmesi, karnımızı doyurması, inanılmaz paha biçilemez şeylerdi. Hepsine sonsuz teşekkürler. Ercan Abiye, Evren Abiye, yani dinlerler, inanılmaz katkıları oldu. Ankara Bisiklet ve Doğa Sporları Derneği (ABİDOSD), Sahra Spor Kulübü... Oradaki insanların bizi alıp saatlerce yol üzerinde beklemeleri, sonrasında Antakya'ya vardığımızda bizi o sokaklarda gezdirmeleri, o yıkıma tanıklık etmek, çok yüreğimiz burkuldu. Öyle bir durumda bile bize hala yardım etmeye çalışmaları inanılmaz duygusal anlardı. O yüzden tek dileğim, insanların unutmaması. Biz hep, ‘Hatay, Hatay’ diyoruz ama tüm bu depremin yaşandığı bölgeleri bir gün bile olsun unutmamalarını çok isterim insanların. Çünkü gerçekten sadece üç yıl, beş yılla olacak işler değil. O yüzden her gün çok değerli diye düşünüyorum ve her bir kuruş yardım da çok değerli diye düşünüyorum.

İ.B.: Bundan sonra da unutmamak için bisikletçiler olarak belki dayanışma kampanyaları yapmayı düşünürsünüz. Hatırlatmak için, unutturmamak için, sadece para toplamak için değil. Farkındalık için de yapılabilir değil mi?

E.Y.: Aynen.

İ.B.: Çok teşekkürler arkadaşlar. Dayanışma Kuşağı’nda Evren Yüzügüzel, Seher Çubukçu ve Burak Üçok'la beraberdik. Bizimle beraber olduğunuz için çok teşekkür ediyoruz.

E.Y.: Biz teşekkür ederiz. Çok sağolun ilginiz için.

İ.B.: İstanbul'dan Antakya'ya kadar bisiklet sürerek bir kampanya oluşturdunuz, tamamladınız. Herkes adına da teşekkür ederim. Evet, önümüzdeki programlarda görüşmek üzere, hoşçakalın diyorum ben de.

E.Y.: Hoşçakalın.

S.Ç.: Hoşçakalın.