Prof. Dr. Necmi Aksoy Geleceğin Bahçelerini Anlatıyor

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

Botanik bahçesi felsefesini nasıl kurarız, geleceğe uzanan bir botanik bahçesi tanımını nasıl kurgulanmalı? Program konuğumuz Düzce Ün. Orman Fak. Orman Botaniği Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Necmi Aksoy ile sohbetimiz bu hafta da devam ediyor.

 Botanik bahçelerinin kuruluş amacı ve felsefesi (II)
 

Botanik bahçelerinin kuruluş amacı ve felsefesi (II)

podcast servisi: iTunes / RSS

-Geleceğe uzanan bir botanik bahçesi nasıl kurgulanmalı, nasıl bir anlayış üzerine temellendirilmeli? Bu konuyla ilgili bir çalışmanız var bildiğim kadarıyla, bunu bizimle paylaşabilir misiniz?

Botanik bahçelerinin kökenlerine bakalım önce. 17. ve 18. yüzyılda, yeni kıtaları keşfetmek üzere yapılan yolculuklarda, daha önce görülmemiş egzotik canlıların keşfi gündemde. Doğayı anlama, doğadaki yaşamı anlama yolculukları hız kazanıyor bu dönemde.

 

Bunların en başında Alman doğa bilimci Alexander von Humbolt’un Güney Amerika gezisi var ki Charles Darwin ondan çok etkilenmiştir. Fransız natüralist Comte de Buffon’un Doğa Tarihi adlı eserini yazıyor. Bu yolculuklardan getirilen canlı hayvanları, fosilleri, jeolojik bulguları, canlı materyalleri nasıl bir araya getirelim, nasıl bir yaşam alanı tasarlayalım sorusuyla başlıyor her şey.

-Doğa müzelerinin öncülleri, koleksiyoncuların oluşturdu bu merak kabinleri aslında değil mi? Egzotik ülkelerden getirilmiş kurutulmuş bitkiler, fanuslardaki hayvanlar, fosiller ve birçok örnek sergileniyor bu merak kabinlerinde…

Elbette. Bu buluşlar ve keşifler aristokrasi tarafından da desteklenince hem doğa tarihi müzesi hem botanik bahçesi kurma fikri gelişmeye başlıyor. Bitkiler herbaryumlarda kurutuluyor, tanımlanıyor. Doğanın, yaşamın bütünselliğini anlamak, öğrenmek ve keşfetmek amacıyla yolculuklar yapılıyor.

Hans Sloane’nin müzecilik fikri ve Jamaika gezisi, onun tüm koleksiyonunu satın alınarak İngiltere’deki ilk müze Montagu House’un kurulması, meşhur koleksiyoncu Joseph Banks’in Kaptan Cook ile yapmış olduğu Avustralya gezisi çok önemli bu anlamda. Hatta Avustralya’ya özgü bir ağaç ve çalı türüne Banks’e ithafen Banksia adı verilmiştir. Darwin’in Beagle ile yaptığı yolculuğunda da Güney Amerika’dan çok sayıda bitki toplamıştır. Hatta bir bitkiye Berberis darwinii ismi verilmiştir; Kaptan Fitz Roy’un adı verilen bir servi türü de vardır Şili’de.

Doğayı bütünsel olarak anlayabilmek için müzeler de böyle tasarlanmaya başlıyor; bitkiler, hayvanlar, habitatlar, jeolojik oluşumlar arasındaki bağlantılar kurularak, bir anlamda yaşamın çeşitliliği anlatılmaya çalışılıyor. Doğa tarihi ve jeoloji müzeleri, herbaryumlar, fosiller, canlı bitkilerin olduğu bahçeler ve tropikal bitkilerin sergilendiği seralar 1800’lü yıllarda bütünsel bir bakışla birlikte tasarlanmaya başlıyor.

Önce Fransız botanikçi ve zoolog Jean-Baptiste Lamarck evrim üzerine araştırmaları, daha sonra Darwin dünyayı değiştirecek evrim fikrini temelini attığı müthiş bir yolculuktan çok sayıda doğa tarihi koleksiyonlarıyla dönmesi de yüzyıla damgasını vuran gelişmeler. Bununla birlikte Avrupa’da botanik bahçeleri ve doğa tarihi müzelerinin birlikte tasarladığı yaşam alanını kurma fikri ortaya çıkıyor.

Bu da ilk olarak Fransa’da 13. Louis ile birlikte atılıyor; onun yaptığı Paris Doğa Tarihi Müzesi’nde yalnızca doğa tarihi yoktur, bitkiler de canlı seralar da vardır. Aynı yaklaşımı Viyana’da, Belvedere Sarayı’nda da görebiliyoruz. 1800’lü yıllara geldiğimizde Osmanlı İmparatorluğunda II. Mahmut ile başlayan, sonra Abdülaziz ile devam eden Batı’yı anlama ve Batıyla birlikte bir değişim gündeme gelir ve Avrupa’ya bir gezi yapılır. Aslında bu geziye amcası Abdülaziz ile birlikte Abdülhamit de katılır.

-Nereye yapılmıştı bu gezi?

Viyana’ya, Paris’e, İngiltere’ye aslında Batı’yı tanımak için yapılmış bir gezidir bu. Bu vesileyle İstanbul’a ilk heykeller de gelmeye başlamıştır. Abdülaziz ile birlikte Beşiktaş’taki Dolmabahçe Sarayı, Ihlamur Kasrı gibi kasırlar yapılmaya başlıyor. Bu gezinin de etkisiyle Osmanlının son dönemde yapılan saraylara baktığımızda Barok ve Rönesans tarzıyla inşa edilmiş çok sayıda bahçe yapılmaya başladığını görürüz. Özellikle Abdülaziz’in ve I. Abdülhamit’in doğaya olan ilgisi nedeniyle hem Avrupa’dan hem de Uzakdoğu’dan, Japonya’dan çok sayıda ağaç da getirilmiş. Ihlamur Kasrındaki yaşlı bir Ginkgo Japonya’dan getirilmiştir mesela…

-Çok yaşlı bir manolya ağacı da var…

Endonezya’dan, Japonya’dan bugün nesli tükenmiş olan çok sayıda egzotik kuş türü de getirilmiş. Yüzyıl sonra da olsa o dönemde bir şekilde bir bilinç oluşmaya başladığını görüyoruz. Bunun en ilginç örneği Abdülhamit’in Maslak’taki Av Köşkü’dür; bahçesinde aslında 1800’lerin tarzını yansıtan limonluk vardır. Limonlukta kendisinin getirdiği Japon Sikas bitkisini, kamelya çay bitkisini, etrafında sekoya ve manolya ağaçlarının dikildiği özel bir tasarım olduğunu görüyoruz.  Bu da bize şunu gösteriyor: 1900’lü yıllarda Batılılaşma ile birlikte adı konulmamış bir bahçe tasarımı var; botanik bahçesine benzer yapılar yapılmış. Ama temelinde kesinlikle bir bilimsellik, bir sistematik yok.

-Oysa bilimsel bir temele oturmalı ki geleceğe de aktarılabilsin.

Hatta size şunu söyleyeyim. Berlin’deki Dahlem Botanik Bahçesi ve Müzesi’nde çalışmıştım; Almanların botanikte geliştirmiş olduğu Engler sistemine göre düzenlenmiştir burası. Yani bu botanik bahçesini gezerken özellikle çiçekli bitkilerin evrimini gösteren Engler sistemine göre tasarlanmıştır. Coğrafi keşif yaparken, bitkilerin nasıl evrim geçirdiğini canlı olarak görme şansına sahipsiniz. Günümüze geldiğimizde ise artık Engler’den, Cronquist sistemi ve daha sonra da ona karşı Kew Royal Botanical Gardens ve Missouri Botanical Garden’ın çektiği, kapalı tohumların kökenine dair Angiosperm Phlogeny (APG III-IV) denen üçüncü ve dördüncü sınıflama sistemine göre botanik bahçeleri tasarlanıyor. Dünyadaki ana 7 biyomu tanımlayacak olanlar, eğitim bölümü, tıbbi bitkiler, herbarium gibi değişik bölümlerle tasarlanıyor. Amacına göre bu botanik bahçelerinin bu yönleri ön plana çıkartılıyor. Yaşamın çeşitliliğini anlamak için modern veri tabanı sistemiyle birlikte yaşam ağacı da ortaya çıkarılmış oluyor. 300.000 bitki veriyi anlamak için ortak veri tabanları kuruluyor. Aslında 2000’lı yıllarda Kew Garden’ın Norveç’te, buzların altında kurduğu Millenium Seed Bank bu anlamda çok önemlidir. Endemik tohumların saklandığı bir yerdir burası.

-Londra’nın dışında kurulmuş olan Eden Project o da bu kapsamda mı, yoksa daha farklı bir konsept mi?

Aslında Eden Project, dünyanın en büyük ekoloji projesi Biyosfer 2 gibi fütüristik bir yaşam alanı. Farklı iklim kuşakları olan ya da izole olarak kendi iklimini oluşturan yapılar. Kullanılmayan bir maden ocağını kurulmuştur burası…

-Keşke biz de bunu yapabilsek… Peki sizin için ideal bir botanik bahçesi nasıl olmalı? Geleceğe yönelik hayalinizi sorayım…

Çok teşekkürler bu soru için. Botanik bahçeleri aslında doğa felsefesini yansıtan alanlar. Aslında bir botanik bahçesinde bütün bir yaşamı görmeli… Gingkodan sikasa , sikastan kozalaklı bitkilere, manolyalardan çift çenekli bitkilere nasıl bir evrimleşme olduğunu olmalı. Doğa tarihini, jeoloji ve paleontoloji bilimini de içeren, canlı bitki koleksiyonları, herbaryum, tohum bankası ve hortikültürün olduğu bir Biyo-Park; yaşamın çeşitliliğini ve bütünselliğini de gösteren bir evrim galerisi biçiminde tasarlanmalı. Ana hedef, doğaya bütünsel bakış… Nasıl dünya bir Gaia hipotezi ise, yaşayan bir makro organizmaysa bir botanik bahçesi de bu yaşayan sistemin bir parçası gibi kurgulanmalı.

-Ülkenin florası ve faunası hakkında bir farkındalık yaratması açısından da önemli.

Elbette, doğa ile içi içe olmak bir kültür. Doğa bilimlerinin ilerlemesinin temelinde de bu yatar. Düşünen, araştıran, eleştiren bireyler olmalı… Biyolojik çeşitliliği araştıran bu aslında birer Nuh’un Gemisi’nin gelecek versiyonlarıdır aslında. Biraz distopik belki ama Mars’ta su bulunmuşken, arazi satışlarından bile söz etmeye başlamışken, belki de bunları konuşma zamanı..

-Nuh’un Gemisi efsanesinde, bitkilerin adı geçmez nedense. Belki bu ikinci Nuh’un gemisinde bitkiler, başat rol alabilir.

Sorun şu: İklim değişikliği kapımızda, müthiş bir karbon birikimi var. Hangi canlıların yok olacağını öngörüp, bunları geleceğe nasıl taşıyacağımız üzerine makro planlar yapmak zorundayız. Karbon emisyonunu tutmak için ağaçlardan nasıl yararlanacağımızı, hangi ağaçları dikmemiz gerektiğini bilmek zorundayız. Yeryüzünde canlıların türleşme hızı, canlıların yok olma hızının altında kaldıysa biz zaten altıncı büyük yok oluşun eşiğindeyiz demektir. Yaklaşık 11.700 bitki taksonunun yaşadığı, dünyanın en sayılı biyolojik çeşitliliğinden birine sahip olan, üç önemli flora kuşağının ortasında olan ülkemizde, her bölgeye her ilçeye bir botanik bahçesi planlanması gerekiyor.  Elimizde bunun için yeterince doğal kaynak da var, yetişmiş insan kaynağı da var. Bütüncül bir bakışla bir şekilde bunu yapmazsak doğada neyi kaybettiğimizi ölçme şansımız da yok. Tabii, biz yeni bitki türü tanımlamakta çok iyiyiz, iki haftada bir yeni bir bitki bulunuyor ama bunun ötesine geçmek gerekiyor. Dünya Botanik Bahçeleri Birliğinin üyesi olan ulusal bir botanik bahçesi, buna bağlı olarak farklı kentlerde kurulacak bahçelerde makro ve mikro hedeflere göre sorunlar çözmeliyiz. İthal ettiğimiz bitkileri, endüstriyel bitkileri ya da şifa bitkilerini biz kendi bahçelerimizde üretebiliriz. Örneğin biz Düzce Üniversitesi’nde süs ve tıbbi bitkiler üzerine bir araştırma merkezi kurarak bunu hedef alan bir botanik bahçesi tasarlamaya başladık. Umarım somut olarak Batı Karadeniz bölgesi için olan bu modeli geliştirerek bütün ülkeye yayma şansımız olabilir.