Adamotu: Gizemli Dünyanın Tuhaf Bitkisi

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

Bu programda kara büyüyle birlikte her kültürde yer bulan ilginç bir bitkinin hem aydınlık hem de karanlık yüzüne bakıyoruz. Karanlık taraf diyoruz ama, bu bitki de dünya üzerindeki her canlı ve her bitki kadar bütünsel varlığımız için değerli. Bu durum aslında bu tür “gizemli” bitkilere atfedilen, yüklenen anlamlarla, dilden dile hep anlatılagelen korkutucu hikayelerle ilgili. 

Adamotu: Gizem Dünyasının Tuhaf Bitkisi
 

Adamotu: Gizem Dünyasının Tuhaf Bitkisi

podcast servisi: iTunes / RSS

Adamotu, diğer bir adıyla Mandragora, patlıcangiller (Solanaceae) familyasına ait, sarı ya da mavimsi-mor renkli çiçekler açan bitki türlerinin ortak adı.Gizemli bir bitki olarak her kültürde yer edinmeyi başarmış. Farklı coğrafyalarda isimler de değişmiş. Tılsımına pek çok toplum inanmış. Büyücülükte, türlü cadılık işlerinde, iksir ya da büyü malzemesi olarak her yerde karşımıza çıkan bir bitki… Şifalı yönleri olduğu kadar, belli bir dozu aşınca ölümcül olabilen bir bitki… Aslında birçok bitkinin de Mandragora gibi hem aydınlık hem de karanlık bir yüzü var. Peki, nasıl oluyor da Mandragora birçok efsanede ve büyü hikayesinde yıllar yılı başrole oturabiliyor? Çok açık ki köklerinin tuhaf görünüşü yüzünden. Patlıcangiller familyasından olan gövdesi, kolları ve bacaklarıyla tıpkı bir insana benziyor. “Şeytan Mumu” da denmiş adamotuna.  Çünkü geceleri uzaktan titrek bir alev gibi görünen bir ışık saçtığı için diye de anılır olmuş. Adamotunun sıcak iklimlerde yetişen bir bitki olduğu için ateşböceklerini çekmesinden dolayı böyle bir inanış yerleşmiş olduğunu düşünebiliriz.

                                                                      

Türkler ise “abdüsselamotu” adını vermişler, "Adamotu" elması diye de anılıyor. Türklerde de adamotunun topraktan koparıldığında açı içinde çığlık attığına; kendisini topraktan ayıran kişiye ölüm getirdiğine inanılırmış. Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Diyarbakır Efsaneleri’nde, bu bitkinin kökünü kesince tıpkı insan kanına benzer kan aktığına inanıldığı yazar. Kökü çıkarmak için en iyi zaman da beklendiği gibi dolunay gecesidir. O dolunay gecesinde zehirli gazlar çıkarma riski olduğu için adamotuna, rüzgar yönünden yaklaşmak gerekiyordu.

                                                             

Yunan ve Roma dönemlerinde de bu otun büyü alanında kullanılmış. Romalı yazar, natüralist ve filozof Yaşlı Plinius'un da botanik kitabında adamotunun sökülmesiyle ilgili bir ifadesi var: Kökü sökü söken kişi, elindeki kılıcın ucunu bitkinin üstünde tutarak etrafında üç kez döner, bitkinin etrafındaki toprağı itina ile temizler, yüzünü batıya çevirerek kökü topraktan çıkarırmış.

1. yüzyılda Kudüs’te yaşamış tarihçi Flavius Josephus’a göre ise, açığa çıkan köke uzun bir ip bağlanıp ipin ucu halka yapıldıktan sonra bir hafta aç bırakılmış siyah bir köpeğin boynuna geçirilirmiş. Sonra köpeğe bir et parçasını koklatıp uzağa fırlatılırmış. Eti kapmak için fırlayan köpek, kökün topraktan sökülmesini sağlarmış. Bu tuhaf hikayeye göre, o an bitki, kulakları sağır eden acı bir çığlık atarmış ve köpeğin de acı içinde inleyerek ölümüne neden olurmuş. Kök sökücüye de bitkinin acı çığlığından etkilenmemesi için kulaklarını mumla sıkıca kapamasını öneriyor.

                                                                          

                                                     

Harry Potter filmlerinden birinde bir sahnede, büyücülük okulunda öğrencilere adamotunu nasıl söküp, daha büyük bir saksıda tekrar köklendirecekleri öğretiliyor. Adamotunun keskin çığlığını duymamaları için kulaklıkları da vardır.

Bu rivayetler, ülkemizin Ege ve Akdeniz bölgelerinde hala söylenegeliyor. Kökleri topraktan çıkaranın sağır olduğu ve cin çarpması ile öldüğü inancı Anadolu'da yaygın olduğundan, bu iş için hala köpek kullanıldığı; bu esnada, bitkinin çığlığı sağırlık yapmasın diye davul ve teneke çalındığı söyleniyor. Artık aramızda olmayan değerli bitki avcılarımızdan, botanikçi Prof. Dr. Turhan Baytop'a göre ise bunlar kökçülerin başkaları kök sökmesin diye yaydığı aslı astarı olmayan rivayetlerden ibaret. Baytop da adamotu köklerinin ağrı kesici, uyutucu, yatıştırıcı, cinsel kudreti arttırıcı etkilere sahip olduğunu Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi kitabında. Abdüsselamotu, adamotu, ademotu, at elması (Silifke), hacılarotu, insanotu, kankurutan, toskafa kavunu (Silifke), yerelması (Side) gibi türlü türlü isimler almış Anadolu’da…

Bir başka inanış ise tam tersine bahçesinde adamotu yetiştiren kişinin ödüllendirildiğini söylüyor. Adamotuna verdiği her şey iki katı olarak sahibine geri dönermiş. Toplanması saldığı o zehirli gaz nedeniyle tehlikeli olmasına rağmen, uzak durulması şöyle dursun, afrodizyak özellikleri ve tılsım olarak kullanılıyor olması talebi de artırmış tarih boyunca.Tuhaf görünüşlü bu bitki sadece büyücülerin değil, falcıların da kehanet nesnesi olmuş. Gelecekle ilgili sorulan sorulara cevap verir, günün sırlarını ortaya dökermiş.

Eski Mısır kültüründe de adamotu ilahi bir güce sahip. Eski Mısırlılar Adamotunun kökünü bir sıvıda bekletir ve bunu içen kişiye sağlık, canlılık ve uzun ömür vereceğine inandıkları bir iksir elde ederlermiş. Hıristiyanların ikonalar önünde ateş yakmaları gibi, Mısırlılar da ateş yakarak adamotuna adak adarlarmış.

Yahudilikte de adamotunun cennette yetiştiğine dair bir inanış var. Şabat ayinine gitmeden önce, ıssız yerlerden ya da darağacı dikilen yerlerin yakınından toplanan adamotlarından yapılmış merhemi sürerlermiş. Kimi kökleri kadın, kimi kökleri erkek vücuduna benzeyen bu bitki, cinsellik ve doğurganlıkla da bir ilgisi var. Sarı meyveleri yenirse, cinsel gücü artırdığına inanılan adamotunun köklerini, İyonyalılar doğurganlığı simgeleyen tılsımlar olarak üzerlerinde taşımışlar. Aşk, güzellik ve şehvet tanrıçası Afrodit, diğer adının Mandragonitis olmasının da nedeni bu olsa gerek.

                                                             

Kabalcı Yayınevinden çıkan Nimet Yıldırım’ın Fars Mitolojisi sözlüğünde, İran mitolojisindeki yaratılış öyküsünde adamotunun yeri olduğundan bahsedilmekte.  Yaradılış mitine göre ilk insan Keyumers’in ölürken yere dökülen tohumlarından yani spermlerinden kırk yıl sonra bir adamotu yeşermiş. İlk çift, Meşy ve Meşyane, bu bitkide birbirlerine yapışık olarak doğmuş ve zaman içinde bedenleri birbirinden ayrılarak insan görünümüne kavuşmuşlar. Mit ansiklopedisine göre, Tevrat’ın Yaradılış bölümünde adamotuyla ilgili dinsel bir hikaye var: Yakub, Lea ile evlenmiştir ama Lea’nın rahmi tanrı tarafından mühürlenmiş olduğu için Yakub’a bir çocuk veremez. Yakub da gider, malumunuz ikinci bir kadınla, Rahel’le evlenir.  Bunun üzerine Tanrı Lea’nın Yakub’un gözünde ikinci kadın olmasından rahatsızlık duyup hamile kalması için ona adamotunu verir. Ardından Lea altı erkek çocuğu dünyaya getirir ve kocasının sevgisini yeniden kazanır. Doğurganlık sembolü olarak kabul edilen adamotu, bazı edebi metinlerde de karşımıza çıkıyor. Fransız yazar Gustav Flaubert “Herodias” adlı öyküsünde Salome’nin dansıyla ilgili olarak “siyah şalvarında adamotu desenleri vardı… Bir kelebekten daha hafif Salome uçmaya hazır görünüyordu” diye yazıyor. Shakespeare, Romeo ve Jüliet’in o can alıcı final sahnesinde, Paris’le evlenmemek için belladonna yani güzelavratotunu içip sahte ölümünü tasarlayan Jülyet’in aile mezarlığına diri diri gömülme korkusunu

“Ya duyarsam topraktan sökülen adamotlarının çığlıklarını / Çıldırmış bu çığlıkları duyan ölümlüler…”

dizeleriyle dillendirir. Hıristiyanlar ise şeytana tapmayla özdeşleştirdikleri adamotunu, cadıların büyülerinde kullandıklarına inanıyorlardı. Büyücülerin vazgeçilmez bitkisi olur. Orta Çağ’da gizli inançların bir sembolüdür.

Lale çılgınlığına ya da orkide çılgınlığına benzer bir durum, adamotu için de yaşanmış zamanında. Orta Çağ Almanya’sında adamotunu kutsal sayan kült hızla ülke çapında yayılmış. William Turner 1562 tarihli Niewe Herball kitabında bu sahte adamotu figürinlerden de bahseder. Artan talep yüzünden kimi ağaç oymacıları ve şarlatanlar, adamotu benzeri bitkilerin köküne erkek veya kadın şekli veriyor ve bunu adamotu diye satıyorlarmış. Göz yerine darı yerleştirirlermiş. Bu minik figürinlerin, yani heykelciklerin şeytani güçlere sahip olduğuna ve bu gücün sahibi tarafından iyi veya kötü amaçlarla kullanıldığına inanılırmış. 

Ölümle, darağacıyla ilişkilendirilen bu bitkinin haksız yere, masum olmasına rağmen asılan insanların toprağa düşen gözyaşlarından ürediğine inanılırmış. Belki de bu yüzden İzlanda'da adamotu'na "Hırsızkökü" (Thjofarot) adı verilmiş. Küçük Darağacı Adamı da denen Adamotu ile ölüm arasındaki ilişki öylesine güçlü kurulmuş ki bu esrarlı bitkinin intihar eden kişilerin öldüğü yerde yetiştiğine de inanılmaya başlamış. Bir süre sonra kiliseler ve yerel idareler bu heykelcikler sahiplerini, büyücülükle suçlayıp cadı avına başlamışlar.

Cadı avı sürdükçe sahipleri heykelcikleri elden çıkarmaya başlarlar ama efsane bu ya öyle kolay kolay da kurtulamazlar. Evden atılan adamotu figürinleri bir süre sonra evde tekrar beliriyordu. Öyle ki yakmakla veya nehre atmakla kurtulamazlar. Zira, kısa bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi kutularında tekrar beliriveriyorlardı.  Şeytani güçleri insanın başa çıkamayacağı kadar büyüktür adamotu figürinlerinin. Bu yüzden de "büyücülerin" asılmaları, yakılmaları ve linçler yıllar yılı devam eder; Jean d'Arc dahi göğsünde bir parça adamotu kökü taşımakla itham edilir.  Bunu ve hakkında yapılan pek çok suçlamayı reddetmesine rağmen, bedeni ve sözümona kötü ruhu işkence ve ateşten kurtulamaz.

Adamotunun gizem dünyasına ait bir bitki olarak kabul edilmiş olmasının bir nedeni daha var: Belli bir dozun üzerinde alındığında vücutta uyuşma etkisi yaratan bir bitki. Bu sersemlik hali deliliğe yol açabiliyor; yüksek dozda ise ölüme bile sebep olabiliyor. Hazreti İsa çarmıhtayken dudaklarını ıslatmakta kullanılan sünger de büyük ihtimalle adamotu ve mirra (mürrüsafi) ekstresi taşıyordu. Ünlü Anadolu Hekimi Dioscorides, adamotu kök kabuğundan hazırlanan şarabın anestezik olarak, ameliyat olacak ve dağlanacak hastalara verildiğini 1. yüzyılda söylüyordu. Dioscorides, adamotu kökünün kabuğundan yapılan iksirin, ameliyat olacaklara ve dağlanacaklara verilmesiyle bunların derin bir uykuya dalacaklarını ve böylelikle sancı çekmeyeceklerini söyleyen ilk hekim.

İbni Sina (980-1037) da Kanun adlı eserinde adamotu tohumundan hazırlanan lapanın eklem ağrılarını giderdiğinden ve tohumlarının rahim hastalıklarını iyileştirdiğinden bahsetmiş. Bitkinin her kısmı yararlıydı. Yapraklarından hazırlanan çay yaralara ve iltihaplara karşı kullanılırdı. Bazan fitil olarak verilirdi. Kök kabuğu idrarla karıştırıldıktan sonra kusturucu, müshil ve ağrı kesici olarak verilirmiş.

Sezar ve Büyük İskender'in de seferlerinde adamotu'nu benzer şekilde kullandıkları söylenir. Sezar adamotunu Sicilyalı korsanlara karşı, Büyük İskender ise doğu seferi esnasında kullanmıştı. Romalı askerler, mahkumlarına işkence edip çarmıha germeden önce, "Ölüm Şarabı" ya da "Morion" denen bir içki içiriyorlardı. Bu içki adamotundan yapılıyordu. Şarabı içen ölüme benzer bir uyku haline giriyor, nefesi kesilip, nabzı duruyordu. 

https://twitter.com/botanitopya

https://www.instagram.com/botanitopya/

 

 

Şarkıcı / YorumcuParça AdıAlbüm AdıSüre
Modest Mussorgsky Çıplak Dağda Bir Gece