Kooperatifçilik tarihi ve kooperatif-şirket ikilemi

-
Aa
+
a
a
a

Birlikte Üretiyoruz'da Alper Can Kılıç ve Gökçe Türkmen, kooperatifçilik alanında akademik çalışmalarını ve araştırmalarını sürdüren Ferit Serkan Öngel ve Uygar Dursun Yıldırım ile "Şirketlerden Kooperatiflere, Rekabetten Dayanışmaya” ve “Krize Karşı Kooperatifler” kitapları üzerine konuşuyor ve yakın kooperatifçilik tarihine göz atarak kooperatif-şirket ikilemini irdeliyorlar.

""
Kooperatifçilik tarihi ve kooperatif-şirket ikilemi
 

Kooperatifçilik tarihi ve kooperatif-şirket ikilemi

podcast servisi: iTunes / RSS

Birlikte Üretiyoruz programında bugün kooperatifçilik konusunda değerli çalışmaları olan iki kıymetli konuğumuz var; Ferit Serkan Öngel ve Uygar Dursun Yıldırım. Sohbetimize konuklarımızın kısa biyografileriyle başlıyoruz.

Ferit Serkan Öngel:1975 Gölcük doğumlu. Lisans eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi İstatistik bölümünde; yüksek lisansını Marmara Üniversitesi İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalında, doktorasını ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehircilik Ana Bilim Dalında tamamladı vedoçentliğini Sosyal Politika alanında aldı.

Uzun yıllar sendikalarda araştırma ve toplu sözleşme uzmanlığı görevlerinde bulunan ve 2015 yılından itibaren Gaziantep Üniversitesi’nde görev yapan
Ferit Serkan Öngel, şu anda Lizbon Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Öngel’in Kapitalizmin Kıskacında Kent ve Emek başlıklı bir kitabı, emek ve meslek örgütleri için hazırladığı çok sayıda araştırma kitabı, kooperatifler üzerine Uygar Dursun Yıldırım ile birlikte hazırladıkları iki derleme kitabı bulunmaktadır.

Uygar Dursun Yıldırım:2014 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi doktora programını tamamladı. Akademik uzmanlık konuları arasında kooperatifler, kırsal dönüşüm, kent ve gıda sistemleri ve mevsimlik tarım işçileri gibi konular yer almaktadır. Halen Gaziantep Üniversitesi İslahiye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde doktor öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

Gökçe Türkmen:Şimdi ikinizi bir arada davet sebebimiz olan, sizler tarafından derlenen, iki kitabınızdan bahsetmeyi isteriz. Birisi Şirketlerden Kooperatiflere, Rekabetten Dayanışmaya; emeğin ve doğanın sömürüsüne dayanan mevcut sistemi aşmaya çalışan bir perspektifle, yeni kooperatifçilik hareketine katkı sunmayı amaçlayan bir derleme.

Diğeri de - ilk kitabınız aynı zamanda -
Krize Karşı Kooperatifler; çok özet haliyle dayanışma ve işbirliği ihtiyacı ile yatay örgütlenmeler temelinde gelişen, yeni dönem kooperatifçilik anlayışına dair tespitler içeren bir tartışma, deneyim ve alternatifler içeren bir kitap.

Her iki kitapta da çalışmalarıyla katkı sunan değerli isimler var. Dinleyicilerimize önce hangisini okumasını, nereden başlamalarını önerirsiniz? Bize biraz kitaplarınızın içeriklerinden bahseder misiniz?

Ferit Serkan Öngel:Tabii sırasıyla gitmekte fayda var. Biz ilk önce bu işe girdiğimizde ‘Krize Karşı Kooperatifler’ başlığıyla girdik yani gerçekten gündemi de çok belirleyen, kooperatif gündemini de belirleyen bir husustu kriz meselesi ve o çerçevede de belli başlıklar tanımladık. Kooperatifleri tanımlarken kooperatiflerin devlet ve belediyeyle ilişkileri, sendikalarla ilişkileri, uluslararası alanda yaşanan gelişmeler, bunları içeren bir kitaptı. O anlamda çok ilgi gördü, ikinci baskıyı da yaptı. Yani gördüğü ilgi bağlamında, aslında önemli bir ihtiyaca da cevap verdi. Çünkü biraz daha bu tip alana bakan, mevzuata dayalı yaklaşımlarına hâkim olduğunu görüyoruz ve biraz daha sosyal politikayla ilişkili bir biçimde ele aldığımız için de ilgiyi uyandırdığını düşünüyorum ben kendi adıma.

Uygar Dursun Yıldırım: Serkan Hoca gereken şeyleri söyledi zaten - ben de bir iki cümleyle ekleme yapayım; Krize Karşı Kooperatifler, daha çok tarım gıda alanındaki kooperatifleşme deneyimleri üzerinde duran bir çalışma. Bu birinci kitabımız, içinde on farklı yazarın makalesi var. Biz Serkan Hoca'yla birlikte editörlüğünü üstlendik. Aslına bakarsanız, Türkiye'de son on yıldır kooperatifleşme alanında çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Biz o hareketi temsil eden bir kitap yazmaya çalıştık. Tabii ikinci kitaba doğru geçerken de şunu gördük; sadece tarım gıda alanı değil farklı sektörlerden, farklı alanlardan, birçok kooperatif deneyimi gelişiyor; bilişim alanında Albatros Bilişim Kooperatifi, eğitim alanında, tiyatro, sinema alanında, birçok sektörde, alanda kooperatifler kuruluyor. Doğal olarak biraz ikinci kitabı tarım gıda alanı dışındaki alanlara ayırdık ve mümkün olduğunca dünyadaki ve Türkiye'deki deneyimlere kitaplarda yer vermeye çalıştık. İkinci kitapta da 13 yazarın farklı makalesi var. Yani birincisi daha çok tarım gıda alanını, ikincisi ise tarım gıda alanı dışındaki sektörleri kapsayan deneyimleri içeren bir çalışma.

Alper Can Kılıç:Canınıza sağlık, çok teşekkür ederiz çalışmalarınız için. Hazır sizi yakalamışken, bizim ilk programımızda da biraz hızlı geçtiğimiz yakın kooperatifçilik tarihine bir yolculuk yapalım isteriz. Önemli gelişmelerin üstünden hızlıca geçtik, yeni nesil günümüz kooperatifçiliğine adım adım yaklaşmayı hedefliyoruz. Cumhuriyet tarihinden günümüze kadar aktarabileceğimiz, bilmemiz gereken neler var? Bizimle neler paylaşabilirsiniz?

F.S.Ö: Ben bu konuda bir giriş yapayım; Türkiye'de bağımsız bir kooperatifçilik hareketinin geliştiği yıllar, 1960’lı yıllar olarak tarihlenebilir. Yaşanan toplumsal uyanışa bağlı olarak o güne kadar devletin büyük oranda dizayn ettiği bu alanda kendi varlığını ortaya koyan unsurlar açığa çıkmıştır. 1960’lı yıllarda, ‘61 Anayasası’nda kooperatifçiliğin önünü açan, bağımsız kooperatifçiliği teşvik eden bir takım uygulamaların da olduğunu görüyoruz. Özellikle yurt dışına, Almanya'ya çalışmak için gidecek olanların kooperatif kuran köylerden seçilmesi; kalkınma kooperatifi, köy kalkınma kooperatifi olan yerlerden seçilmesi önemli bir unsur oluyor. 1960’lı yıllar boyunca pek çok olumsuz örnek var. Çünkü insanlar kooperatifin ne olduğunu bilmeden, bir takım teşvikler nedeniyle kooperatiflere giriyorlar - tıpkı bugünküne benzer biçimde. Ama o hareket kendi içinde iyi örnekleri öne çıkartıyor ve işte ‘Köy-Koop’ diye gerçekten Türkiye'de tarım alanında köy kalkınma kooperatiflerinin örgütlü yapısına dönüşen ‘70’lerin ortalarından itibaren çok güçlü, hatta kendi olanaklarıyla traktör üretmeyi bile düşünen geniş bir hareketin parçası haline gelebiliyor.

Yine benzer bir şekilde tüketim kooperatifçiliğinin bu dönemde hızlı bir ivme gösterdiğini görüyoruz. Özellikle sendikaların bu konudaki faaliyetleri çok. Çarpıcı yine, ‘Halk KOP’ diye yaygın bir ilişki ağı olduğunu görmek mümkün. Aslında tarım alanında yaşanan bu hızlı gelişim, aynı zamanda bir aydınlanmayı da beraberinde getiren bu gelişim, 1980’li yıllarda geriye düşmeye başladığını, devletin de sistematik politikalarla aslında bu alanı denetlemek, kontrol etmek adına yeni uygulamaları harekete geçirdiğini
ve dolayısıyla 60’lı yıllarda doğan, bağımsız kooperatifçilik hareketinin 80’li yıllarda ağır bir darbe aldığını söyleyebiliriz. Özellikle 80’li yıllarda konut kooperatifçiliği - aslında bir taraftan küreselleşme sürecinin getirdiği bu kentlerin yeniden yapılanması meselesiyle de beraber okunabilecek bir hikaye konut kooperatifleri - hızla gelişiyor ve aynı zamanda hızlı bir yozlaşma da oluyor. Çünkü 60’lı yıllarda bu işin taşıyıcılığını yapan ilerici kadrolar, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı ortamda bir şekilde ortadan kayboluyorlar ve böyle bir durumda karşı karşıya kalınmış oluyor ve aslında kooperatifçilik hareketini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

60’lı yıllardaki bağımsız kooperatifçilik hareketi - ki olumsuz örnekler içinden öne çıkan iyi örneklerin yarattığı bir deneyimdir - toplumla iç içe geçen tarım alanında gelişen bir deneyimdir. 80’li yıllarda konut kooperatifçiliğiyle kişilerin mülk sahibi edindirilmesi temelindeki konut politikalarının yarattığı o yolsuzluklar girdabının içinde prestijini kaybettiği bir dönemden geçilmiş oluyor
ve bugüne doğru bu olumsuzluklar içinden çıkan bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Aynı zamanda neo-liberal politikalarla da çok yakından ilişkisi var çünkü örgütsel olan, toplumcu her türlü fikrin bir şekilde ortadan kalktığı, örgütlü davranan insanların kabiliyetini giderek yitirdiği bir süreç bu süreç. Bundan sonrasıbelki Uygar Hoca daha detaylı bugüne getirebilir diye düşünüyorum.

U.D.Y:Teşekkür ederim, Serkan Hoca'nın bıraktığı yerden devam edeyim; 2000’li yıllar kooperatifleşme anlamında kendisini önceleyen tarihsel dönemlerle karşılaştırdığımızda oldukça ilginç bir dönem çünkü birçok boyutuyla farklı deneyimlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Türkiye'de kooperatifçilik genellikle tarım, gıda ve konut sektörü üzerinde yoğunlaşmıştır yani geleneksel olarak bu iki alanda kooperatifler oldukça yaygındır. Ama 2000 sonrası tarım ve gıda alanında yine kooperatifçilik yaygınlaşıyor. Tarımsal kalkınma kooperatifçiliği, tüketim kooperatifçiliği anlamında, kooperatiflerin yeniden canlanması, gıda krizi-tarım sorunu tartışmalarının ürettiği en önemli sonuçlarından biri ama gıda alanı dışında az önce söylediğim, ikinci kitapta yer verdiğimiz deneyimlerden görebileceğimiz gibi farklı sektörlerden kooperatifler de yaygınlaşıyor.

Kadın kooperatifçiliğinde çok yeni bir dönem başlıyor, sosyal kooperatifçilik diye yeni bir tür ortaya çıkıyor. Yine önceki dönemlerde örneklerini göremediğimiz deneyimler bunlar. Bütün bunlara baktığımızda daha yerel nitelikler taşıyan kooperatifler, dağınık parçalı kooperatifler yani o 60’lı, 70’li yılların, 80’li yılların, o merkezi devletin güçlü olduğu yıllarda, merkezi devletin kooperatifçiliği vesayet altına aldığı yıllardan farklı olarak bu bahsettiğim deneyimler daha yerel, dağınık
ve parçalı özellikler taşıyor.

Tabii bu dönemin çok özel sebepleri var;
bunlardan bir tanesi gıda krizi. Birçok boyutuyla derinleştiği için gıda krizine bir müdahale, alternatif geliştirme arayışı oldukça yaygın. Ekoloji alanda yaşanan kriz, istihdam/işsizlik alanında yaşanan kriz gibi derinleşen, çok boyutlu kriz koşulları kooperatifleri yeniden bir reçete olarak bir alternatif olarak gündeme getiriyor. Belki birazdan onların da detaylarına girebiliriz.

G.T:Çok teşekkür ederiz. Aslında daha önceki programlarımızda da konuşmuştuk; 80’lerde ve 90’larda alınan kararlar neticesinde kooperatifçiliğe vurulan darbeyle, kooperatifçilikle ilgili verdikleri olumsuz izlenimle, Türkiye tarihinde kooperatifçilikle ilgili kalan bir olumsuz ön yargı oluşmuş gibi görünmekte. Düşünüyorum, 80’lerde başlamış ve neredeyse 40 sene içerisinde böyle iyi bir noktaya gelmiş ama o yükü kaldırmak da bir 20 sene sürmüş, bugüne gelmişiz. Şimdi yeni nesil kooperatiflerle ilgili Serkan ve Uygar'a sorular soracağız ama önce konuklarımızın, dinleyicilerimiz için seçtiği bir parça var. Eddie Vedder’ınInto the Wild albümünden “Society” sizlerle olacak.

A.C.K: Merhaba 95.0 Açık Radyo dinleyicileri. Birlikte Üretiyoruz programına kaldığımız yerden devam ediyoruz. İkinizi bir arada en son Albatros Bilişim Kooperatifi'nin lansmanında görmüştük ve orada yaptığınız konuşmada da, “Kooperatifçilik, kapitalizme bir çözüm değildir. Ancak varoluş amacına uygun kullanılırsa kapitalizmin içinde bir çözüm olabilir,” şeklinde bir yorumunuzu ortaya koymuştunuz. Yani kooperatiflerin kapitalizme değil, şirketlere bir alternatif olabileceğine dair bir çıkarım diyebilir miyiz bunun için? Öncelikle birinci sorum bu. Bu yaklaşım şirket ve kooperatif ikilemindeki taşları biraz daha yerine oturtuyor gibi gelmişti bize. İlk programda da biz bunu tartıştık hatta kulaklarınızı da çınlattık. Yine bu konu üzerinden bu söylemi biraz açabilir miyiz?

F.S.Ö: Aslında bu soruya cevap vermek için kooperatiflerin doğduğu ortama bir dönüp bakmak gerekiyor. Yani endüstri devriminin açığa çıktığı, insanların herhangi bir güvencesinin olmadığı, haklarının olmadığı, devletin sosyal işlevinin henüz açığa çıkmadığı, insanları koruyan yasaların olmadığı koşullar…

Kooperatifler de aşağıdakilerin/en alttakilerin hayatta kalabilmek adına, hayatın her alanında yani barınma sorunundan sağlıklı gıdaya erişime kadar pek çok alanda bir araya gelerek, kredi ihtiyacına, borç meselesine, sosyal güvenceye kadar kendi aralarında kurdukları oluşumla
rdır - dayanışma temelinde kurdukları oluşumlar. Zaten bu, kuruluşundaki doğası gereği, aslında bir dayanışma pratiği. Bir şirket formundan onu ayıran temel unsur bu! Ama tabii ki bu dayanışma pratikleri sonrasında baktığımızda devasa sendikaların yönlendirdiği, yönettiği büyük sigorta şirketlerine, gayrimenkul şirketlerine falan dönüşmüş. Yani Avrupa'daki pek çok büyük banka, sigorta şirketi, kimi gayrimenkul şirketleri; bunların kökenine baktığınızda kooperatiflerin yani işlerin dayanışma temelinde o ihtiyaçlarını çözmek için bir araya gelerek kurdukları dayanışma temelindeki kooperatiflerin olduğunu görüyoruz.

Burada amaç çok net, çok belirgin; dayanışma. Amaç, insanların kendi dertlerini, sıkıntılarını hiçbir güvencenin olmadığı koşulda yeniden inşa etme. Bugün de tarihsel olarak baktığımızda kapitalizm bir geri dönüş yaşıyor yani sosyal fonksiyonlarını giderek piyasaya terk ediyor ve bu süreçte kooperatifler aslında tam da yeniden büyük bir ihtiyaç olarak kendini ortaya koymuş durumda ama aynı zamanda sermaye de bu alanı dizayn etmek istiyor. Yani burada sermaye açısından da kullanışlı bir araç olarak görüldüğünü söyleyebiliriz çünkü zaten yeni liberalizmin temel işlevlerinden biri devlet, piyasa, sivil toplum. Sivil toplum alanına da tam da sermayeyle kurduğu ilişkilerle var olan bir kooperatif düzeyinde konmaya çalışılıyor. Ama zaten doğasında dayanışma temelli bir meseleyi kurduğunuzda onun yeşermemesi mümkün değil. Bizim de sahada zaten gördüğümüz temel örnek bu; yeşerme. Belki onun üzerine konuşmak lazım, sözü Uygar'a bırakıyorum.

U.D.Y: Teşekkür ederim. Ben de şöyle bir katkı yapayım; aslında şirketlerin kapitalizm içinde rolleri çok net - bunu anlamak, o şirketlerin kapitalizmin yeniden üretimdeki rollerini saptamak daha açık bir şekilde ortaya koyabilir ama kooperatifin rolleri daha karmaşık çünkü az önce Serkan Hoca'nın söylediği gibi 19. yüzyıl erken örneklerine baktığımızda yani kooperatiflerin ilk örneklerine baktığımızda, daha çok işçi sınıfı içerisinde ortaya çıkan örgütlülükler olarak kooperatifleri görüyoruz. 20. yüzyıl deneyimlerine baktığımızda, örneğin sosyalist deneyimlerde merkeziyetçi bir yapının bir uzantısı olarak kooperatiflerin gelişim gösterdiğini görüyoruz veya geç kapitalistleşen ülkelerde bir kırsal kalkınma aracı olarak tarım kooperatiflerinin gündeme geldiğini görüyoruz.

21. yüzyıla geldiğinde de dayanışma ekonomileri perspektifi içinde kooperatifler gelişim gösteriyor. Kimi zaman Avrupa örneklerinde Serkan Hoca'nın az önce değindiği Avrupa, Batı Avrupa, Hollanda, Almanya, Fransa gibi kooperatifçiliğin güçlü bir şekilde geliştiği örneklerde de serbest piyasa sisteminin bir parçası. O sistemle eklemlenmiş, kendi markaları olan, karlılık hedefi olan, o piyasa içerisinde diğer firmalarla, şirketlerle rekabet edebilecek bir ölçeği olan kooperatifler. Şimdi
ise bunların hepsine tek bir kavram kullanıyoruz. O nedenle kooperatifin ne olduğunu anlamak şirkete göre biraz daha zor, biraz daha karmaşık ama şöyle söyleyebiliriz; sistem içerisinde kimi zaman sistemin yeniden üretiminde rolleri olan, kimi zaman da sistemi aşma yani o serbest piyasa ekonomisi içerisinde dayanışmacı ilişkiler etrafında üretimin, tüketimin, tedarik ilişkilerinin düzenlenmesi gibi bir perspektifi de olan, daha yerel ölçekte kurulan bir yapıdan söz ediyoruz. O nedenle, kooperatiflerle ilgili en kafa karıştırıcı şey bu - hem kimi deneyimlerde karşıt roller üstlenebiliyor yani serbest piyasa sistemi içerisinde dayanışmacı bir ekonominin inşası içinde bir takım roller üstlenebiliyor, hem de kimi zaman serbest piyasaya eklemlenmenin farklı, alternatif bir yolu yani şirketler dışında ikinci bir yol olarak gündeme geliyor. Oradaki kooperatiflere baktığımızda markalaşma gibi bir gündemi de olabiliyor; girişimcilik, verimlilik, karlılık.Yani o serbest piyasa sistemine ait bir takım ilkelerin de o kooperatiflerde geçerli olduğunu görüyoruz. O nedenle, kooperatifler üzerine genel, romantik bir iyiden bahsetmekten ziyade, bunların farklı ülkelerde, farklı tarihsel dönemlerde içinde bulundukları sistem, piyasa içinde aldıkları rollere daha dikkatli bakmak gerekir diye düşünüyorum.

G.T:Belki de o zaman iyidir, kötüdür gibi değil de; yenidir ve incelenmesi, üzerine düşünülmesi iyi olur gibi bir şey olabilir. Sizin kitaplarınızdan birinde olan bir not karşımda,  şimdi onu okumak istedim; ‘Rekabetin karşısına dayanışmayı; parçalanmanın ve yabancılaşmanın karşısında kolektiviteyi; hiyerarşinin karşısında katılımcılığı ve eşitlikçi ilişkileri koyan bir yönetim anlayışıyla, üretimden tüketime bir süreci organize etmeyi hedefleyen bir yeni yapıdır bunlar’ demişsiniz. Bunun üzerine şöyle bir şey geldi aklıma. Sizlerle program öncesi sohbet ederken, devlet sosyal misyonlarından arındıkça kooperatifçilik bir zorunluluğa dönüşüyor ve bu deneyimi yaşayarak da dayanışmanın önemini daha iyi anlıyoruz gibi bir yorumunuz olmuştu. Bu gibi ihtiyaçlar vurgusuyla ortaya çıktığı tespit edilmiş olan, yeni nesil kooperatifleri birazcık açabilir miyiz?

A.C.K: Ek olarak, bu ideallerin toplamı yani dayanışma temelli örgütlenme aslında oluşmasını istediğimiz bir yapıya doğru, bir evrilmeyi temsil ediyor fakat diğer taraftan da kooperatiflerin devlet politikası şeklinde araçsallaştırıldığını da görüyoruz. O halde burada ne tip bir dönüşüm söz konusu? Bu bağlamda da anlatabilirseniz çok seviniriz.

F.S.Ö: Ben kısaca gireyim, ardından yine Uygar'a bırakayım sözü; 1970’lerde, 70’lerin sonrasında yaşanan dönüşüm özellikle İtalya'da mesela sosyal kooperatifçilik özellikle kamu hizmetleri alanında açığa çıkan ve temel amacı kooperatiflerin geleneksel misyonu olan, kendi kendine yardımdan daha öte, birilerine yardımı amaçlayan kooperatif modellerinin çıktığını görüyoruz ki bunlar zaten sosyal kooperatifler olarak tanımlanıyor. Yani bildiğimiz kooperatiflerin yapısından farklı özelliğe sahip yapılar bunlar ve zaten doğasında birtakım kolektivizmle bağlantılı olarak ve demokratik misyonları itibariyle hak savunuculuğu temelinde de kendisini tanımlayan bu kooperatiflerin bir başka versiyonu açığa çıkmış durumda. Bunlara hibrit model de denilebiliyor, sosyal kooperatif de denilebiliyor, çok paydaşlı kooperatifler olarak da nitelendirilebiliyor ve aslında bir taraftan belli oranlarda da kar amacı bitmeyen kuruluşlar, sivil toplum örgütlerine benzeyen yapılara dönüşebiliyor. Dolayısıyla burada ikisi arasında, çok önemli bir ayrım var. Belki bunun üzerine biraz düşünmek gerekir. Yani kooperatifi nasıl olmalı? Kooperatif kendi aramızda kurduğumuz dayanışma mıdır yoksa birilerine yardım için kurduğumuz, kimimizin de buradan bir şekilde ekonomik sürekliliğimizi sağladığımız yapılar mıdır? Yeni nesil kooperatif açısından bundan sonrası konuşulabilir ama temelde bizim sahada da tespit ettiğimiz iki temel unsur var; gerçekten bunu antikapitalist bir misyonla yerine getiren, başka bir dünya umudunu da kendi içinde barındıran bir perspektifi de görebildiğimiz yapılar olduğu gibi, tam da devletin direkt müdahalesiyle dizayn etmeye çalıştığı örnekler de görünüyor. Ama demin söylediğim gibi 60’lardaki kooperatifçilik hareketi de 70’lerde Köy Koop’u yaratan dinamik de aslında bir takım teşviklerin sonucunda oluşmuştu yani dayanışma temelinde bir şey üretmeye çalıştığınızda ya da bu formu bir şekilde aktive ettiğinizde ister istemez orada bir şeylerin yeşermemesi mümkün değil. Olumsuz pek çok örnek çıkacaktır ama bu dinamik kalıcı örgütsel dayanışma pratikleri de yaratacaktır diye düşünüyorum ve bir vadede yakınlaşmaya da başlayacaktır bu anti-kapitalist kooperatif bakışıyla piyasanın domine ettiği, belirlediği pratiklerin birbirine yakınlaşacağını düşünüyorum.

U.D.Y: Şöyle devam edeyim ben de; son dönemde sizin söylediğiniz gibi yeni nesil kooperatifçilerin, kooperatifçilik deneyimlerinin yaygınlaştığını görüyoruz. Bunların en önemli misyonu, devletin boşalttığı alanlarda kimi kamusal işleri yerine getirmeye çalışması yani normalde bir kooperatif kendi üyelerinin dar amaçlı çıkarlarına hizmet eder. 60’lı ve 70’li yıllarda veya önceki dönemlerde gördüğümüz kooperatiflerin kendi ortaklarına yönelik bir çalışması, üretim faaliyeti, ekonomik faaliyeti olduğunu görüyoruz ama son dönem kooperatifler sadece kendi üyelerini değil devletin boşalttığı kimi sosyal, kamusal işleri de tamamlamaya çalıştığını hatta sadece üreticiler, tüketiciler bakımından değil bir takım ekolojik ilkeler, sürdürülebilirlik, ‘doğadaki canlıları da gözeten bir üretim ve tüketim pratiği mümkün olabilir mi?’ soru ve tartışmaları üzerinden yeni bir kooperatifçilik anlayışı geliştirilmeye çalışılıyor. Çok fazla deneyim birikiyor son dönemde ve bu deneyimler farklılaşmasına rağmen bunların hepsinin ortak özelliği dayanışmacı bir içeriğinin olması. Kadın kooperatiflerinin, sosyal kooperatiflerin geliştiğini söyledim - bu kooperatiflerin hepsi az önce söylediğim gibi sistem içerisinde karşıt roller taşımasına rağmen belirli bir dayanışma temelinde bir takım olanaklar sağlıyor - bu da bana kalırsa umut verici bir gelişme.

G.T:Çok teşekkür ederiz. Siz böyle konuyu açtıkça bizim de aklımıza bir sürü soru geliyor ‘onu da konuşabiliriz, bunu da yapabiliriz’ diye ama şu an süremizin dolduğunu gözlemliyoruz. Yanıtlarınız ve katıldığınız için çok çok teşekkür ederiz. Yine ufkumuz açıldı ve ileride konuşabileceğimizi düşündüğümüz güzel konu başlıkları bıraktınız, belki yine ağırlarız sizleri hatta. Çok sağ olun.

F.S.Ö / U.D.Y: Biz teşekkür ederiz. Sağ olun davet ettiğiniz için.

G.T:Önümüzdeki programlarda kooperatiflerden temsilciler ağırlamaya başlayacağız. Bakalım emeğin ve dayanışmanın ayak seslerini bize ilk duyuracak kooperatifimiz hangisi olacak? Tekrar görüşmek dileğiyle.

A.C.K: Evet merakla bekliyoruz Gökçe. Geçmiş bölümlerin kayıtlarını da podcast üzerinden ya da Açık Radyo’nun web sitesinden dinleyebilirsiniz. 95.0 Açık Radyo’da Birlikte Üretiyoruz programını dinlediniz, esen kalın.

G.T:Hoşça kalın.