Yıldızların Elçisi, Ayın Komşusu: Fairuz

-
Aa
+
a
a
a

Günümüzün coşkulu Ortadoğu müzik sahnesinde, Fairuz hiç şüphesiz kendine özgü, ayrıcalıklı bir yer alıyor. 1940’ların sonlarına doğru Lübnan Ulusal Radyosu’nda koro kızı olarak fiilen sanat kariyerine başlayan Fairuz, yaklaşık 30 yıl sonra bir idol konumuna ulaştı. “Lübnan’ın Ruhu” olarak da tanınan ve Ortadoğu’nun her köşesinde lanse edilen sanatçı, “Doğu’nun Yıldızı” olarak bilinen Oum Kalthoum’dan (Ümmi Gülsüm) sonra bu coğrafyanın gördüğü gelmiş geçmiş en tanınan müzik şahsiyeti.

Bu saygınlığın en önemli nedenlerinden biri, mezhep ayrımcılığının dorukta olduğu bir coğrafyada, Fairuz’un müziğinin ayırım yapmadan, herkese eşit mesafede ve kaynaştırıcı olması. Politik ve dinsel dalgalanmalar yaşayan bu bölgenin yakın tarihinde görülen en istikrarlı ve sorumlu figürlerden biri diyebiliriz kendisi için.

1934’te doğan ve asıl adı Nuhad Haddad olan sanatçı, Maruni ve Hristiyan bir ailenin en büyük çocuğu. Daha genç yaşlarda müziğe olan sevgisi onu ailesinin önünde özel konserler vermeye teşvik etti. Bu özel gösterilerin tek amacı vardı, o da daha çok müzik dinleyebilmesi için ailesinin ona ufak bir radyo alması. Bu hayali gerçekleştikten sonra Fairuz, o dönemin en meşhur Mısır kadın şarkıcıları Leyla Murad ve Asmahan’ın eserlerini yorumlayarak kendini geliştirdi. Müziğe olan tutkusu ve sesi ona kısa bir sürede Lübnan Konservatuvarı’nın ve yeni açılmış olan Lübnan Radyosu’nun kapılarını araladı.

Adım attığı bu iki önemli kapı sayesinde Fairuz’un yolları bestekâr Mansour ve Asi Rahbani kardeşler ile kesişti. O dönemde tüm gün bir polis olarak çalışan Asi Rahbani, Fairuz’a duyduğu inanç nedeniyle istifa edip tüm vaktini müziğe ve bestelerine ayırmaya karar verdi. Daha sonra tarih sayfaları bu ikiliyi karı koca olarak yazdı. Rahbani kardeşler Fairuz’un Batı müzik modüllerini tecvid (Kuran-ı Kerim'in bütün metninin uygun şekilde söylenmesi) kadar başarılı söylediğini fark edince, özellikle o dönemlerde Beyrut’ta meşhur olan Arjantin tangoları ve rumbalarını temel alan orijinal besteler üretmeye başladı.

Açıkçası kendi dönemlerinin ilerisinde olan bu üçlü, bir anlamda oryantal füzyon tarzını başlatan kişiler oldular. Elbette o an buna bir isim vermeyi kimse düşünmedi, ama onlar sadece müzikte yeni bir çağa adım atmanın heyecanı içerisindeydiler. Üçlü, Ekim 1951’de Arjantinli Eduardo Bianco ve ekibi ile stüdyoya girdi ve dünya onu “Fairuz” (yani “Cevher”) adıyla tanıdı.

Ancak Fairuz’u Arap dünyasında idolleştiren eser tamamıyla Arapça olarak bestelenen ‘Itab’ (İftira) adlı, baştan sona duygusal ağıtlarla bezenmiş olan şarkı oldu. Bu güvenle Rahbani kardeşler Arap dünyasında o zamanlarda dominant olan Mısır tarzı müzikten sıyrılıp kendilerine özgü Lübnan ezgilerine yönelmeye başladılar. Mansour Rahbani bir zamanlar verdiği bir demeçte, Yolumuzu Mısır ezgilerinden ayırıp kendi dağlarımızda esen rüzgârın fısıltısını ve kendi denizlerimizin renklerini yansıtan bir müzik yapmak istiyoruz,” demişti.

Elbette sanatçının kariyerinde şansın da önemli bir unsur olduğunu unutmamak gerek. Fairuz, Lübnan halkı ile ilk defa 1957 yılında, Baaleck’teki Jüpiter Tapınağı’nın tiyatrosunda buluştu. Halk adeta duyduğu müzik karşısında büyülendi ve onu dinledikçe daha fazla istedi. Fairuz uzun süren bis silsilesi sonunda sahneden zor ayrıldı. Başka tarzların var olabileceğini halkına kanıtlayan Fairuz, o gece Jupiter Tapınağı’nı, yüzyıllar boyunca şahit olduğu depremlerden daha çok salladı.

Rahbani kardeşlerin bu yeni müzik tarzı, Lübnan folklorundan beslenin yanısıra Bizans ayin ve dualarından, Arap ve Endülüs repertuvarından da ilham aldı. Bestelerin çoğunda, klasik Arap orkestrasyonu ve Batı enstrümanlarını bir arada kullanıyordu.

O zamandan beri Arap dünyasında , Fairuz ve Rahbani kardeşlerin Mozart’ın 40. Senfonisinden yola çıkarak besteledikleri “Ya Ana Ya Ana” adlı ve Mendelssohn’un viyola konçertosunun birinci bölümünden ilham aldıkları “Lina Wa Ya Lina” adlı bestelere benzer bir başka örnek çıkmadı, bu da her iki bestenin önemini ortaya koyuyor elbette.

Kısa bir süre sonra operet ve müzikaller Fairuz’un repertuvarında yer almaya başladı. Aktörlüğü ise vokal yeteneğinin gölgesinde önemsenmeyen bir özelliği oldu, zira insanlar sinemaya onu sesi için izlemeye gidiyorlardı; iyi mi kötü mü oynadığı hiç kimsenin umurunda değildi.

Fairuz’un tüm Arap dünyasında yarattığı fırtına, pekçok şair ve bestecinin eserlerini onun okuması için sıraya girmelerine neden oldu. Böylece Fairuz’un repertuarına bir anda 1.500’ün üzerinde beste eklenmiş oldu. Bunların hepsi konserlerde seslendirildi, ancak sadece 800 tanesi kayıt edilebildi. 1960’larda ve 1970’lerde de pek çok Arap başkentinde sahne alan Fairuz, bu büyük ilgi karşısında Amerika ve Avustralya’daki Arap diyasporasına da ulaşmayı başardı.

1986 yılında Londra’daki Royal Festival sahnesinde verdiği konserin biletleri karaborsada 1000 Pound’un üzerinde alıcı buldu. Bu rakam günümüz için bile fahiş bir tutar.

Ne yazık ki sanatçının ülkesi çok fazla politik dalgalanma yaşadı. Özellikle 70’lerin ortasından 90’ların başına kadar süren ve bir türlü sonuca varmayan iç savaş sırasında Fairuz ülkesini terk etmeyi reddetti. Amacı halkının yanında durmaktı. Ülkede şiddet ve ayrımcılık bitene kadar sahneden elini ayağını çekmeye karar verdi; bu kararını sadece bir defa bozdu, o da ikiye bölünmüş Beyrut’ta sahnelen “Petra” opereti için. Amacı yine kaynaştırıcı olmaktı.

Fairuz gibi bir sanatçının böyle bir ortamda ve dönemde halkını sesinden mahrum etmesi pek çok toplumu etkiledi. Fairuz hep dolaylı olarak mezhepleri bir ahenk içerisinde yaşamanın yollarını aramaya teşvik etti. Sanatçının toplum üzerindeki etkisi o kadar büyüktü ki, barış yanlısı radyolar bu kritik iç savaş döneminde her sabah güne Fairuz’un bir parçası ile başladılar.

Kocası Asi Rahbani’nin 1986’daki çlümünden sonra, oğulları Ziad babasının yerini doldurdu. Ziad, Fairuz’un müziğine yeni bir çehre getirdi ve onu caz ile birleştirdi. 2002 tarihli “Wala Kif” adlı albüm, 70’lerine merdiven dayamış olan Fairuz’un, farklı tarzlara ne kadar kolaylıkla adapte olabileceğinin göstergesi oldu.

Fairuz, Lübnan’da ve dünyanın pek çok yerinde hâlâ yok satan konserler vermeyi sürdürüyor. Sanatçının prodüktörlüğünü kendisinin yaptığı ve baştan sona Ziad Rahbani tarafından bestelenen parçalardan oluşan en son albümü “Eh… Fi Amal” 7 Ekim 2010’da çıktı. Bunu ise iki konser takip etti. Konserlere gelen seyircilerin izdihamı, Lübnanlıların Fairuz’a duydukları tükenmek bilmeyen aşkın hâlâ sürdüğünün ve uzun bir süre daha tükenmeyeceğinin en büyük kanıtı.

Daha fazla bilgi için: www.fairuzonline.com

Fairuz’un albümlerinden bir öneri listesi:

Jerusalem In My Heart (A Chahine & Fils/Voix De L’Orient - 1972 – yeni basım 1997)

Andaloussiyat (A Chahine & Fils/Voix De L’Orient - 1966 – yeni basım 1997)

Wala Kif (EMI International – 2002)

The Lady & The legend (Manteca – 2005)

The Very Best of fairuz Volum 1 (A Chahine & Fils/Voix De L’Orient – 1994)

Immortal Songs (EMI/ A Chahine & Fils/Voix De L’Orient – 1993)