'Pornografik Yazının Oda Müziği'

-
Aa
+
a
a
a

“Kötülüğün metafizikçisi” George Bataille kutsalı, kan ve semen, sidik ve dışkıyla kirlenmiş olanda bulmuş; her türlü tabu karşısında dayanılmaz bir aşma isteği duymuştur. Nietzsche’yi çağrıştıran dionysius bir coşkuyla günah işlemenin
özgürleştirici bir eylem olduğunu vurgulamıştır. İlk gençlik başkaldırısında çoğu insan tanrıtanımazlığa yönelir. Bataille tam aksi bir yol izledi, katolikliği seçti: “Ergenliğim sırasında, ben de dinsizdim. Fakat, Ağustos 1914’te bir rahibe gittim ve 1920’ye kadar nadiren, en fazla bir haftayı günahlarımı itiraf etmeden geçirdim! 1920’de yeniden değiştim, gelecekteki şansım dışındaki şeylere inanmaya son verdim.” (Gözün Hikayesi, s.82). Altı yıl süren bu bağlanma ona, günah ve kutsal kavramları üzerinde uzun uzadıya düşünme, bu kavramları köklü biçimde sorgulama, anlamlarını tersyüz etme olanağını verdi.

Bataille 1920’lerde, Ulusal Kütüphane’de çalışmaya başladı. Gündüzler kütüphanede görev yapıyor, geceleri Paris’in genelevlerini dolaşıyordu. “Genelev, benim gerçek kilisem” diyordu. Dinsel olanla erotik olanın kaynaşması onu cezbediyordu.

Bataille ‘kutsal’ı örgütleyici bir ilke olarak değil, özgürleştirici bir güç olarak görür. Kendini sınır aşmalarda, aşırılıklarda açığa vuran gizemli bir güç. Hristiyanlık kutsal’ı dünyevi olanın ötesine yerleştirmişti. Oysa, kutsal burada, bu dünyadadır. Kirlenmiş halde buradadır. Kirlidir ve yaklaşanı da kirletir. Hem tiksinti verir, hem de cezbedir. İnsan kutsal’ı arzuyla, kösnülce yakınlaşmak ister tıpkı İsa’nın ve ermişlerin dinsel deneyimlerinde olduğu gibi. 

Batalille’e göre edebiyat, özellikle de şiirsel metinler masum değildirler. Ritüele benzer niteliklere sahiptirler. Okura kötülük yapar, onunla kötülük yoluyla iletişim kurarlar. Fakat aynı zamanda, bu niteliklerinden dolayı okura mistik ve erotik bir iç deneyim yaşatırlar. Edebiyat kötücül ve kösnüldür.

Susan Sontaj, Bataille’in kitaplarını “pornografik yazının oda müziği” olarak niteliyor. Bataille’in 1928 yılında, Lord Auch adıyla yazdığı ‘Gözün Hikayesi’ gerçekten Sontag’ın sözünü ettiği anlamda bir oda müziği. Onun dünyasının temel taşlarını oluşturan metaforları anlayabilmek, kavramları kavrayabilmek açısından büyük önem taşıyan bir oda müziği.

Batailli, gençliğini Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşamış bir kuşağın üyesidir. Bu kuşağın en lirik şairleri siperlerde öldüler (örneğin, Wilfred Owen), savaşın dehşeti karşısında ya da ateşkesin hemen ertesinde intihar ettiler. (örneğin, Georg Trakl ve Jacques Vaché). 1916 yılında Bataille de orduya yazılmıştı; fakat tüberküloz tanısı konulunca terhis edildi. Onun hayatında savaşın dışında trajediler, travmalar da vardı: “Ben doğduğum zaman, babam genel felce yakalanmıştı ve annemi bana gebe bıraktığı zaman çoktan kör olmuştu; doğumundan çok da uzun olmayan bir süre sonra, kötü huylu hastalığı onu tekerlekli koltuğa mahkum etti. Ancak, annelerine aşık olan pek çok erkek bebeğin tersine, ben babama aşıktım. Artık onun geleceği, felcine ve körlüğüne bağlıydı. İnsanların çoğu gibi tuvalete gidip işeyemiyordu; bunun yerine işini tekerlekli koltuğundaki küçük bir lazımlıkla görürdü ve çok sık işemesi gerektiği için bunu benim önümde, bir battaniyenin altında yapmaktan utanmıyordu” (Gözün Hikayesi, s.74).

Bataille’in çocukluk travmalarının kaynağı sadece frengili babası değildir. Anılarında aklını yitirmiş, birkaç kez intihar girişiminde bulunmuş bir annenin de yeri vardır: “Babamın çılgınlık krizinden sonra, annem de, kendi annesinin onu maruz bıraktığı şeytanı bir sahnenin sonunda birdenbire aklını kaybetti... O kadar kötü bir durumdaydı ki, bir gece odamdaki mermer şamdanlı mumları kaldırdım, uyurken onlarla beni öldürebileceğinden korkuyordum” (Gözün Hikayesi, s.76)

Bataille, okuru dehşete düşüren çocukluk anılarını, “müstehcen bir tasarım sırasında ortaya çıkan kimi acıklı imgelerle” birleştirir, anılarını kendi bakışınca dahi tanınmaz hale getiriyor. Onları dönüştürerek yaşama döndürüyor. Bunu neden yapıyor? Bu sorunun yalın bir yanıtı var: Bataille anılarını bozuyor; çünkü onlar, “anlamların en şehvetlisini” ancak böylesi bir bozulma sürecinde kazanıyorlar.

Roland Barthes, Gözün Hikayesi’ni “metaforik bir kompozisyon” olarak adlandırıyor. Göz, bu kompozisyonun ana metforudur. Olduğu gibi ortaya konulmuş, açık, duru bir metafor. Barthes’in sözleriyle, “arı metafor hiçbir zaman tek başına söylem oluşturamaz”. Bataille’in kompozisyonunda göz metaforu başka metaforları doğuruyor. Özyaşamsal kaynakları olan bu metaforlar birbirlerinin yerini alıyorlar. Simone ölü rahibin başucunda, sinek konmuş gözü eline alarak, “görüyor musun? Bu bir yumurta” diyor. Bataille metaforları değiş tokuş ediyor.

Bataille’in metaforik kompozisyonunda göz birkaç kez oyulur. Simone rahibin, boğa da matadorun gözünü oyar. Bu ikincisi, Bataille’in 1922 yılında İspanya’da gerçekten tanık olduğu bir olaydır. La Rochefoucauld, “insan iki şeye doğrudan bakamaz, güneşe ve ölüme” der. Bataille’in tanıklık ettiği olayda boğa matadorun gözünü kör edici bir güneşin altında oymuştur. Ve Bataille, La Rochefoucauld’un söylediğinin tam aksine, hem güneşe, hem ölüme doğrudan bakmıştır.

Gerçeküstücü ressam Viktor Brauner, 1931 yılında yaptığı oto-portrede kendini tek gözü oyulmuş, oyuğundan kanlar akar halde resmetmiştir. Altı yıl sonra meydana gelen bir kazanın ışığında bakıldığında Brauner’in kehanette bulunduğunu söylemek mümkün. Gerçekten, 1937 yılında stüdyosunda kavgaya tutuşan iki arkadaşını ayırmaya çalışırken cam kırıklarının gözüne isabet etmesi üzerine Brauner tek gözünü yitirdi. Fakat burada bizi ilgilendiren sadece kehanet ya da yazgının önceden okunabilmesi değildir; Bataille ve kuşağının, gerçeküstücülerin oyulan ve çıkarılan göz saplantısıdır. Ne vardır bu saplantının ardında?

İki büyük savaş arasındaki zaman diliminde bu kuşağın perspektifi parçalanmıştı. Parçalanmış perspektifi onarmak, eski bakıştan kurtulmak istiyorlardı. Bunun üstesinden gelebilmek için öncelikle kişisel tarihlerini gözden geçirmek zorunda olduklarını biliyorlardı.

Bunuel, Endülüs Köpeği’nin çekimi sırasında tuttuğu notlarda jiletle kesilen göz sahnesinin bir “düş imge” olduğunu belirtir. Bunuel’in “düş imge”sinde göz erkeklik organının yerini almıştır ve gözün kesilmesi iğdiş edilme korkusunu yansıtır. (Bunuel notlarında ayrıca, “babamın ölümü benim için kesin bir an oldu” der ve babasının ölümünden sonra onun yatağında yattığını, onun çizmelerini giydiğini ilave eder.)

Oedipus karmaşası Bataille’de de vardır. Kökleri çok derine, annesinin rahmine düştüğü güne uzanır; ama o, “bilmece”yi çözmüştür: “Babam annemi bana gebe bıraktığı zaman kör olduğu için, gözlerimi Oedipus gibi parçalayamıyorum”. Bu nedenle, rahatlamak için ölmüş babasının yatağından yatan Bunuel’den farklı bir yol izler: “Geceleyin annemin cesedinin başında, çıplak olarak mastürbasyon yaptım”.

Bataille’in gözü oymasının, yuvasından söküp almasının nedeni uygar insanın akılcılığından kaçıp kurtulmak, yeniden mağaraya dönmektir. Bu aynı zamanda, baskılanmış olanın geri dönüş yolunda attığı önemli bir adımdır, fakat yeterli değildir. Yolculuğun tamamlanabilmesi için başın koparılması da zorunludur.

Modern devlet akıl temelinde örgütlenmiştir; kendini akılla meşrulaştırır. Yasaları ve yaptırımları akla uygundur. Devlet düzeni öncelikle bir akıl düzenidir. Bütün yurttaşlarından “aklın yolu”nu izlemelerini ister. Akıl böylelikle ortak bir yaşamı mümkün kılar. Modern devlet yurttaşlarına açıkça “itaat edin” demez. Onları “sağduyulu davranmaya” çağırır. Bunun anlamı, “yasalara uyun ve uysal olun”dur. Bataille başsız bir insanı, başı eğilmiş bir insana tercih eder.

Bataille, 1937 yılında, Roger Caillois ve Michel Leiris ile birlikte Sosyoloji Koleji’ni kurdu. 1939 yılında savaşın patlak vermesiyle faaliyetlerini durduran bu alternatif okulda iki yıl boyunca dönemin pek çok entelektüeli dersler verdi. Koleji’in amaçları arasında kutsalı yeniden tanımlamakta vardı ve Bataille bu projenin bir uzantısı olarak Başsız (Acephalé) adlı bir dergi çıkardı. Fakat, Başsız yalnızca bir dergi değildi; devrimci bir örgüttü aynı zamanda. Lideri olmayan ve doğrudan eylem için kolayca harekete geçebilecek bir örgüt. Anarşizmin politik kültürüne göre biçimlenmiş, doğrudanlık, içtenlik için elverişli bir kollektivite. Kurumlaşmaya, katılaşmaya karşı bir panzehir.

Bataille 1920’lerde, gerçeküstücülerin politik ve estetik başkaldırısına katıldı; yazıları gerçeküstücü dergilerde yayımlandı. Fakat, Breton ile anlaşmazlığa düşünce onlardan ayrıldı. Faşizme karşı mücadele amacıyla kurulan Karşı Saldırı (Contre-Attaque) örgütünde Bataille ve gerçeküstücülerin yolları bir kez daha kesişti. Ne ki, bürokratik sosyalistlerin, Halk Cephesi’nin faşizme karşı etkin mücadele ürütemediğini düşünen gerçeküstücüler ve onlara yakın entelektüeller tarafından kurulan bu örgüt uzun ömürlü olamadı, bir süre sonra dağıldı. Başsız bir anlamda, yarım kalmış söz konusu projeyi yeniden hayata
geçirmeyi hedefliyordu. Ancak vurgulamak gerekiyor: Gücünü arzunun yıkıcılığından alan bu öndersiz örgüt salt direnişi değil, devrimci mikro politikalar yürütmeyi de amaçlıyordu.

Başsız bu amacını gerçekleştiremeden dağıldı. 1939 Eylül’ünde Fransa’nın Almanya ile savaşa girmesi üzerine, Ulusal Kütüphane’deki görevinden istifa ederek Paris’ten ayrıldı, bir kır evine çekildi. O kır evinde yaşadığı 1941-44 yılları arasında, “Madame Edwards” ve “Nietzsche Üzerine” de dahil, en önemli yapıtlarını kaleme aldı.

Başsız vizyonu 1968 sonrasında, Deleuze ve Guattari’nin devrimci mücadelede şizofren arzunun önemini vurgulayan felsefelerinde, moleküler toplumsal hareketlerin pratiğinde canlandı. Bataille’in “başsız”ı, 1968 sonrası şizo-politikalarda “organları olmayan beden”e dönüştü.

Akıl ve arzu arasında şiddetli ve kesintisiz bir çatışma vardır. Akıl birleştirir, homojenleştirir; oysa arzu, iktidarı reddeder. Aklın önüne koyduğu yasaları tanımaz. Yasaların gücüne boyun eğmez, çoğunluğa katılmaz. Dışarıda kalır.

Akıl bedeni denetler; arzuyu bastırır, arzunun devrimci coşkusunu söndürmeye ve onun sınır tanımaz gücünü engellemeye çalışır. Arzunun, hayatın akışı içinde başıboş dolaşmasına asla izin vermez. Arzuyu bedenden kovar ve bedeni bir et yığını haline getirir. Bataille bedeni aklın tahakkümünden kurtarmak için insanın başını kesmiş insanı başsız yapmıştı. Deleuze ve Guattari arzuyu bütün canlılığıyla, bütün coşkusuyla bedende tutmak için organları kesip atarlar. “Organları olmayan beden”, arzudan yoksun, bir et yığını olarak bedenin tam karşıtıdır.

Gözün Hikayesi / George Bataille / Çev. N.B.Sereryan ve A.GürsoyÇiviyazıları, 158 s., İstanbul, 2001