Piyasalar neden kendi kendilerini düzeltemezler?

-
Aa
+
a
a
a

Yayın hakkı 2002- The New Republicİlan tarihi: 08.21.02Yayın tarihi: 09.02.02

Ülkenin tümü mali skandallara ve şirket yolsuzluklarına karşı tetiğe geçmiş durumda. Öfkemize, duyulan şaşkınlık da eşlik etmekte: Nasıl olabildi? Aslında hiç şaşırmamalıyız. 1990ların hızlı yükselişinin etkileri ve şu anki iflaslarla beraber reform yapılması için kopan yaygara gerçekte mali piyasalarda sürekli görülen bir özelliktir.

Asıl şaşırtıcı olan, bu kadar çok yükseliş-düşüş döngüsünden sonra bile mali piyasaların nasıl işlediğini doğru dürüst anlamıyor olmamızdır.

Hakim olan görüş pazarların kendini dengelediğini söylemektedir; alıcıların ve satıcıların buluştuğu bir fiyatın oluşması gibi. Bu kanı araç gereç, eşya pazarları için doğru olabilir ama özellikle mali piyasalar için doğru değildir. Mali piyasalarda dengeye ulaşmak zordur çünkü mali piyasalar bilinen ve belirlenmiş miktarlarla çalışmazlar; bugünkü kar hesaplarına bağlı olarak geleceğin karını hesaplamaya çalışırlar. Mali piyasalardaki oluşumlar aslında sadece yansıtıyor olması gerektiği ana ekonomik ögeleri etkileyebilir. Son yılların, borsa piyasasında bu kadar dramatik ve irrasyonel gözüken bir yükseliş ve ardından bir o kadar dramatik ve irrasyonel bir düşüş yaratmış olmasının sebebi de budur. Arz-talep ile pazar fiyatları arasında tek yönlü değil iki yönlü bir bağlantı bulunmaktadır: Döngüsel bir biçimde pazar fiyatları da arz-talep dengesinin durumunu değiştirebilir. 1987’de yazdığım Finansın Kimyası adlı kitabımda, bu iki yönlü ilişkiyi “geri yansıma” olarak adlandırmıştım. Ve bu ifadenin, şu sıralar finans piyasalarında oluşmuş kargaşayı genelde kabul edilmiş olan denge fikrinden daha iyi açıkladığını düşünüyorum. Bu iki yönlü ilişkiden ötürü dengenin nerede olduğunu kestirmek mümkün değildir. Bu ağ içinde olan herkes sadece bilinmez değil, bilinemez olan bir geleceğe bakmak zorundalar. Geri yansıma teorisi sonuca ulaşmak için yeni bir yol önermez; sonuca ulaşmanın imkansız olduğunu savunur. Örneğin Internet denen balonun içinin boş olduğu, iflas edeceği tahmin ediliyordu ama ne zaman olacağını tahmin etmek imkansızdı. Yolun her noktasında karar verilmesi gereken ayrımlar var ve asıl içerik ancak bu kararlar verildikten sonra belli olabiliyor. Böyle bir bakış açısı ekonomistlerin bilimsel iddialarının temelini çürütüyor. Bilimsel teoriler, açıklamak ve tahmin etmek için vardır. Geri yansımayi kabul etmek, genel olarak sosyal bilimlerin ve bilhassa ekonominin bilimsel olarak güvenilir tahminlerde bulunamadığını kabul etmeyi gerektirir. Bu henüz gerçekleşmemiş bir paradigmasal değişimdir.

Ancak, geri yansıma kesin tahminler veremese bile, dikkate değer bir açıklama gücüne sahiptir. Birincil olarak, mali piyasalarda oluşan eğilimin nasıl kendi kendini güçlendirici ya da yıkıcı olabileceğini açıklar. Boş bir balon yaratmak için genel eğilim öncelikle kendi kendini güçlendirici olmalıdır. Ama bu durum ancak sürdürülemez ve ters yönde kendi kendini güçlendirici (yani yıkıcı) hale gelene kadar devam eder. Bütün yükseliş-düşüş dizileri bu sırayı takip eder. İkincil olarak, mali kararların sağlam bile olsa sonuç tahminlerine dayandırılamayacağının farkına vararak, geri yansıma, yanlış anlamaların yükseliş-düşüş dizisinin gelişmesinde oynadığı role işaret eder. Ogden Şirketi başkanının (erkek kardeşimin mühendislik işini sattığım kişi) büyük işletme patlamasının çöküşünden sonra bir öğle yemeğinde bana anlattıklarını çok net olarak hatırlıyorum: “Şirketin kazançları alt üst olmuş durumda çünkü karşımda oynayabileceğim seyirci yok.” Hisse değeri düşmüş olduğundan, o hisseyi şirketler edinmek ve dolayısıyla kazançlarını sihirli bir şekilde yükseltmek için kullanamıyordu artık.

Şu anda da benzer bir durumdayız. Yakın zamandaki yükselişte, şirketler, ellerinde hisse senedi fiyatlarının devamlı artmasını sağlayan ve sürekli yükselen beklentileri tatmin edebilmek için kazançlarını yükseltebilecek ne araç varsa hepsini kullandılar. Akıllı finans mühendisleri yepyeni araçlar icat etti ve yasal olanlar tükendiği zaman, bazı şirketler yasal olmayanlara yöneldi. Piyasa değişince, yasal olmayan yöntemlerin bazıları ortaya çıktı. Örneğin, Enron, birçok diğer şirket gibi, borçlarını bütçe raporunun dışında tutmak için özel amaç mevcudiyetleri (SPEs) kullandı. Ama diğer çoğu şirketten farklı olarak, özel amaçlı mevcudiyetlerin borcunu garantilemek için kendi hisse stoklarını kullandı. Kendi hisselerinin fiyatı düşünce, manzara ortaya çıktı ve yaptığı başka mali yolsuzluklar da ortaya dökülerekten Enron, iflasa doğru sürüklendi. Enron’un iflası borsa piyasasındaki küçülme modasını güçlendirdi ve bu daha fazla iflasa ve şirket ve bireylerin işlediği kabahatlerin duyulmasına yol açtı. Hem bu küçülme modası hem de düzeltici hareket için oluşan güçlü talep kendini güçlendirici bir şekilde hız kazandı. Bu tam da geri yansımanin öngördüğü şeydir.

Bu olayların gelişiminde şaşırtıcı olan hiçbir şey yoktur. Daha önce çok kez olmuştu. Asıl şaşırtıcı olan bizim şaşırmış olmamızdır. Ne de olsa, şu anda uygunsuz bulunan olan birçok yöntem gayet açık bir şekilde uygulanmaktaydı. Herkes, Microsoft ve General Electrics gibi en iyi şirketlerin, düzenli olarak artan bir kazanç görüntüsünü koruyabilmek için sayılarla oynamakta olduğunu biliyordu. Hatta, yatırımcılar yönetimin sadece bunu yapabilme kabiliyetine göre ödül verdi. Özel amaçlı mevcudiyetler raftan satın alınabildi ve yatırım bankaları özel tasarımlar sağlayabilmek için yerleşik finans departmanları kurdu. Tyco’nun yönetim kadrosu, bazıları Tyco’nun Bermuda Şirketi tarafından kıyıdan uzaklaştırılabilen şirketler edinerek kazancın artmasını sağlayabildiklerini gururla açıkladı. Ve yatırımcılar Tyco’nun kazançlarına yüksek bir katsayı verdiler. Hisse seçenekleri sadece kabul görmekle kalmadı aynı zamanda hiçbir maliyeti olmadan icrai tazminatlar sağladıklarından hisse ortaklarının değerini yükseltmek için çok kullanışlı bir araç olarak görüldü. Yönetimin, dikkatini herşeyden çok hisse senedi fiyatlarına odaklanmasında cesaret verici oldu.

Eğer bugünkü kriz ile diyelim ki 60lı yılların sonundaki büyük işletme patlaması (yatırımcıların bu kazancın nereden geldiğine bakmadan pay başına düşen kazancın yükselmesini ödüllendirdiği zamanlar) arasında büyük bir fark varsa, bu bir ölçüt farkıdır. Büyük işletme patlaması, borsa piyasasının sadece bir parçasını (büyük işletmeler ve onların edindikleri şirketler) ve halkın “go-go” adı verilen fonların ön ayak olması ile yatırım yapan bölümünü teşkil ediyordu. Büyük işletmeler genel finansal yapıyı tehdit etmeye başlayınca, bu yapı onların yolunu kesmeye başladı. 90ların patlaması ise bunun aksine bütün şirket ve yatırım topluluğunu içerdi ve bugünün yapısı, politik yapı da dahil olmak üzere, bu durumun suç ortakları idi. Enron, WorldCom ve Arthur Andersen, Amerikan toplumunun tüm kesimlerinden - şirket elemanlarından, yatırım uzmanlarından, politikacılardan, medyadan ve büyük ölçüde halktan - gelen cesaret verici ve aktif bir destek olmadan, bu yakışık almaz faaliyetlerle uzun süre devam edemezlerdi. Büyük işletme patlaması, yapının içinden bir tepki sonucu bitmesine karşın, patlamanın kendi yolunda ilerlemesine izin verildi ve düzeltici ölçütler için bir arayış ancak çöküşten sonra başladı. Şimdi bile, profesyonel bir iş yönetimi şirketi zararı azmış gibi göstermeye çalışıyor. Çareler ararken, birkaç ihlalciyi örnek göstermek yeterli değildir. Hepimiz buna dahil edildik ve hepimiz dünya görüşümüzü yeniden gözden geçirmeliyiz. Geri yansıma teorisine göre yanlış anlamalar veya hatalı fikirler genelde, en azından kısmen, yükseliş-düşüş döngüsünden sorumludurlar. 90larda neyin yanlış gittiğini inceleyerek iki ögeyi açıkça tanımlayabiliriz: profesyonel standartlarda düşüş ve çıkar çatışmalarında dramatik bir yükseliş. Ve ikisi de aslında aynı büyük sorunun belirtileri: nasıl kazanıldığına bağlı olmaksızın parasal kazancın yüceltilmesi. Meslekler –avukatlar, muhasebeciler, güvenlik analizi uzmanları, şirket memurları ve bankacılar – kar amacının uzun süredir mevcut olan profesyonel değerleri geride bırakmasına izin verdi. Güvenlik analizi uzmanları yatırım bankacılığı işi elde edebilmek için hisseleri yükseltti; bankacılar, avukatlar ve denetleyiciler de aynı nedenle aldatıcı uygulamalara cesaret verdiler ve yardım ettiler. Benzer olarak, çıkar çatışmaları delice bir hırsla kar edebilmek için göz ardı edildi. Suç sayılan uygulamaları aslında az sayıda insan yapmış olmasına karşın, birçok kişi geriye bakınca şüpheli ve yanıltıcı gözüken faaliyetler içine girdi. Bunu yaparken güven verici olan yasal fikirleri-Genel Olarak Kabul Edilmiş Muhasebe İlkeleri’ni (GAAP) -takip ettiler ve herkesin aynı şeyi yaptığını bilmenin rahatlığı ile devam ettiler. Genel ilkeler detaylı olarak düzenlenince – GAAP’de olduğu gibi – kurallara, mantığa aykırı bir şekilde yan çizilmesi daha kolay hale geliyor. Yapısal finans adında genelde kural çiğnemeyi amaç edinmiş yeni bir endüstri doğdu. Finansal bir yenilik bir kere ortaya atıldığı zaman, hevesle taklit edildi ve kabul edilebilir olanın sınırları, atılgan veya vicdansız uygulamacılar tarafından derece derece genişletildi. Bir çeşit doğal seleksiyon sistemi devredeydi: etki altına alınmayı reddedenler kenarlara itildi; uygulamaların önderliğini yapanlar tehlike işaretlerini göremediler çünkü kendi başarıları ve başkalarından aldıkları desteğin, takviye ile kendilerinden geçtiler. Bir kaynağın Financial Times’a dediği gibi, “Buzdağını göremediler çünkü dağın üstünde kendileri oturuyordu.”

Mali başarı için fark gözetmeden verilen uğraşın altında genel çıkara en iyi hizmet edecek şeyin insanların kendi dar,özel çıkarlarını elde etmesine izin verilmesi olduğu inancı yatıyordu. 19. Yüzyılda buna “laissez-faire” deniyordu, ama bu inancın çoğu taraftarı Fransızca konuşmadığından ben çağdaş bir isim verdim: piyasa köktenciliği Piyasa köktenciliği, Ronald Reagan’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı ve kısa bir süre sonra Margaret Thatcher’ın İngiltere başbakanı olarak seçildiği zamanlarda, 1980li yıllarda baskın hale geldi

Amacı, devlet düzenlemeleri ve diğer devlet müdahalelerini ekonomiden kaldırmak ve paranın serbest dolaşımını ve girişimciliği hem içeride hem uluslararası düzeyde teşvik etmek idi. Finans piyasalarının küreselleşmesi pazar tutucusu bir proje idi ve aksayan yönleri ortaya çıkmadan önce göze çarpan bir ilerleme yaptı. Piyasa köktenciliği yanlış ve tehlikeli bir ideolojidir. En az iki noktada yanlıştır. Birincisi, mali piyasaların işleyişini temelden yanlış okuyor olmasıdır. Piyasaların kendini dengelediğini varsayar ve bu denge kaynakların en iyi biçimde dağılmasını sağlar. Akademik ekonomistler genel dengenin çok ötesine geçmişlerdir – çoklu dengeler söz konusudur – ama piyasa köktenciliğini savunanlar arkalarında sağlam bilim - sadece ekonomi değil aynı zamanda Charles Darwin’in en uygun olanın hayatta kalışı teorisi - olduğuna inanmaya devam etmektedir. İkincisi özel çıkarları genel çıkar ile eşitleyerek, piyasa köktenciliği kişisel çıkar için verilen uğraşa ahlaki değer bahşeder. Ama eğer finans piyasaları, geri yansıma teorisinin de dediği gibi, kendi kendini dengeleme eğiliminde değil ise kişisel çıkarlar ortak çıkara eşitlenemez. Kendi mekanizmalarına bırakıldığında, finans piyasaları sosyal açıdan yıkıcı uçlara gitmeye meyillidirler.

Pazar mekanizmasına ahlaki bir değer bahşedilmesi daha da derine inmektedir. Pazarları ayıran tam da ahlaki açıdan hiçbir özellik taşımıyor olmalarıdır – yani ahlaki değerlendirmeler pazar fiyatlarında kendilerine yer bulmazlar. Bunun nedeni verimli pazarlar, tanım itibari ile, o kadar çok katılımcıya sahiptir ki hiçbir katılımcı tek başına fiyatı etkileyemez. Bazı katılımcılar ahlaki çelişkilerden dolayı geriye çekilseler bile diğerleri sadece sınırsal fiyat değişikliklerinde onların yerini alacaktır. Örneğin, ahlak savunucuları alkol ve tütün şirketlerinin para kazanmasını önleyemiyor olmasının sebepleri az çok diğer daha az günahkar teşebbüsleri önleyemiyor olmasının sebepleri ile aynıdır. Sonuç olarak bu sosyal sonuçlar o kadar küçüktür ki, anonim pazar katılımcılarının yaptıkları hareketin doğuracağı sosyal sonuçlarla çok ilgili olmasına ihtiyaç yoktur. Finans piyasalarının ahlak anlayışının bulunmayışı verimliliklerine katkıda bulunan etkenlerden biridir: Katılımcıların getirilerini doğuracağı sosyal sonuçları göz önüne almadan en yüksek seviyeye çıkarmada tek yönlü düşünmesine izin verir. (Verimli çalışan bir pazar kavramı sadece bir soyutlamadır. Gerçekte birçok büyük katılımcı anonim değildir ve onların kararları diğerlerinin durumlarını değiştirebilir.) Tam da pazarların ahlaki değerlerden yoksun olması yüzünden kaynakların paylaşımını tamamiyle onlara bırakamayız. Toplum ortak çıkarlar gözetmeden birarada kalamaz. Eğer kişisel çıkarlar ortak çıkar ile eşitlenemiyorsa, ortak çıkar pazar yoluyla değil başka bir yolla tanımlanmalıdır.

Bu noktada kural koymak ve kurallara uygun davranmak arasına bir fark koymalıyız. Pazardaki katılımcılar olarak, kurallara uygun hareket ettiğimiz sürece kendi şahsi çıkarımızı kovalayabiliriz. Ama kural koyan insanlar olarak, ortak çıkar doğrultusunda hareket etmeliyiz ve bir demokraside hepimiz kural koyan insanlarız. Piyasa köktencileri ortak çıkarın en iyi biçimde, herkesin kendi şahsi çıkarını elde etmesine izin vererek sağlanacağını iddia ederek aradaki farkı sildiler. Bu ideolojiye taraftar olanlar kuralları kendi çıkarlarına uygun şekilde yöneltmekten vicdan azabı duymazlar. Sonuç tam rekabet değil zengin ve güçlü olanın kendi ayrıcalıklı durumunun keyfini ahlaki açıdan da haklı gösterek çıkardığı eski kapitalizmdir.

Piyasa köktenciliğinin tehlikeleri özellikle uluslararası alanlarda belirginleşir. Uluslararası mali kurumlarımızın gelişimi küresel finans piyasalarının gelişim hızına yetişemedi. Bunun sonucunda 1980’den beri birçok uluslararası mali kriz gördük. Bunların ekonomimizdeki etkisi nispeten az oldu çünkü ne zaman bir kriz bizim geleceğimizi tehdit ettiyse Federal Rezerv ciddi bir biçimde müdahele etti – 1998’deki Uzun Vadeli Para Yönetimi Krizinde olduğu gibi. Ama diğer birçok ülke – Arjantin, Brazilya, Meksika, Tayland, Endonezya, Kore, Rusya – harap oldu, bazıları bunu birden çok kez yaşadı. Finans piyasalarının doğası gereği güvenilemez olduğunu ve daha büyük pazarların güvenilirliği sağlayabilmek için daha güçlü devlet kurumlarına ihtiyaç duyduğunu farketmek yerine piyasa köktencileri tam ters sonuca ulaştılar: Onlar dengesizlik ve güvenilir olmayan ortamdan Uluslararası Para Fonu’nu (IMF) sorumlu tutuyor. IMF’nin kurtarıcı paketlerinin, piyasaları, normalde yapacaklarından daha fazla kredi genişletmesi için cesaretlendirerek ahlaki bir çelişki yarattığını savunuyorlar. IMF, bu piyasa köktenciliğinun baskısına teslim olarak politikasını para yardımından, özel sektörün de ödün vermesi gereken “para yardımını geri alma” politikasına çevirmiş durumdadır. Yatırım bankaları bağışlarla harekete geçmediği için, para yardımını geri alma yükü içinde oynadıkları rol için kendilerine ödeme yapılmasını istiyor. Bu da daha yüksek faiz demek oluyor ki, bunun daha da ötesi gelişmekte olan bir ülkenin ekonomik büyümesinin temelini çürütmek oluyor.

1997’den 1999’a kadar gelişmekte olan piyasalarda süren krizin ardından IMF’nin politikasında yapılan değişiklik borç veren ülkelere giden paranın maliyetini arttırdı. Bunun sonucunda son yıllar, şu anda 400 milyar doları yani milli hasılanın yüzde dördünü aşmış olan ve sürekli artan Amerika’nın mevcut hesap açığının da gösterdiği gibi, ters yönde, çevreden merkeze bir para akışı görmüştür. Bu akış, zamanı kestirilemese de sonunda patlayacak olan başka bir içi boş balon oluşturmsa oluşturma durumundadır. Doların yakın zamandaki düşüşü kötüye işarettir, özellikle de euro ve yen gibi diğer güçlü alternatiflerin çok da çekici olmadığı bir durumda. Brazilyadaki mali kriz daha da tehdit edicidir. Piyasa köktencilerinın bakış açısından Brezilya herşeyi doğru yapmıştır ama her nedense bugün bonoları dolar olarak yüzde yirmiden fazla kazanç getirmektedir. Bush yönetimi önceki muhalefet politikasını tersine çevirdikten sonra IMF az bir zaman önce 30 milyar dolarlık geniş bir para yardımı hazırladı; ama piyasalar bundan pek etkilenmedi. Piyasalar, ahlaki çelişkiden ve özel sektörün yükü taşımaya ortak olmasından bahsedildikten sonra, bundan sakınmakta kararlılar. Kısa bir düzelme süresinden sonra, kazanç tekrar yüzde yirminin üzerinde bir yerde durdu. Finans piyasaları böylesine yüksek faiz oranları koydurtarak kendi söylediklerini gerçekleştiren kehanetlerle Brezilyayı borcunu ödeyemeyecek hale sokuyor. Eğer Brezilya başaramazsa, şu anda oluşturulmuş şekli ile uluslararası finans sistemi başarısız olmuş demektir. Küresel finans piyasaları şu anki şekli ile sürdürülemeyecek, eşit olmayan bir oyun alanı yaratmışlardır.

Sistemin düzelmesi için IMF’nin özel sektörden kredi alamayan ülkelere en son çare olarak borç verecek ve gelişmekte olan ülkeleri daha çok yerel ekonomik büyüme yapabilmeleri ve böylece Amerika’nın başı çektiği büyümeye olan bağımlılıklarının azalabilmesi için teşvik edecek bir yapı halini alarak kuvvetlendirilmesine acil ihtiyaç vardır. Bu uzaklara da ulaşabilecek yapısal değişiklikler gerektirmektedir ama henüz Bush yönetiminin ve diğer ekonomik otoritelerin bu ihtiyacı farkettiğine dair bir işaret yok – kısmen çünkü pazar ekonomisini tutucu bir şekilde savunmaya devam ettikleri için.

Ülke içi durumlarda olduğu gibi uluslararası alanda da piyasa köktenciliği, topluca yapılan şahsi çıkar uğraşının ekonomik güvenilirlik ve denge getirdiğini farzeder. Ama bugünün karışıklığı gösteriyor ki, etik ilkelerin ve sosyal kaygının yokluğu – hükümetler arasında veya muhasebeciler arasında olsun – muazzam bir güven eksikliği ve dengesizlik yaratmaktadır. Değerler de pazar fiyatlarını belirleyen aynı refleksiv işlemle şekillendiriliyor. Daha önce açıkladığım gibi, biri değerler ve ana ekonomik ögeler (şirketlerin ve hükümetlerin ekonomik performansı) arasında, diğeri de değerler ve pazar fiyatları arasında olmak üzere iki yönlü bir ilişli vardır. Bir arz ve talep eğrilerinin fiyatları belirlediği, ekonomik teoride okutulan ‘normal’ ilişki var; bir de piyasaki gelişmelerin katılımcıların değerlerine ve ana ögeler olarak adlandırılan şeylere geri çarpması şeklinde olan ters, refleksiv ilişki var. Katılımcıların değerleri piyasaki gelişmelerden daha çabuk etkilendikçe, sistem de daha dengesiz oluyor. Sıkıca korunmuş etik, profesyonel ve sosyal ilkeler finans piyasalarını dengede, güvende tutarak çapa görevi görür. O zaman koşullar ekonomik teori ile şart koşulmuş olan koşullara yaklaşır: Değerler, az çok piyasalardan, pazardan bağımsızdır ve sonuç az ya da çok güvenilir bir denge noktasındadır. Ama insanlar başka hiçbir şeye dikkat etmeden mali başarının ardından koştuğunda, önce kendi kendine destek veren ama sonunda yıkıcı olan işlemlerin istekli katılımcıları olurlar.

Yakın zamandaki yükseliş-düşüş döngüsünde olan da aynen bu idi. Warren Buffet ve başka birkaç kişi daha 90ların mantıksız coşkunluğuna kapılmayı reddettiler ve kararlarını ekonomik performansın ana ögeleri üzerinden vermeye devam ettiler. Ama yatırımcıların büyük bir çoğunluğu kendi kendine destek verdiğin bu çekime kapıldılar ve daha önce hiç hisseye yatırım yapmamış birçok insan içeri çekildi. Kısıtlamaların kaldırılması girişimci ve keşifçi yetenekleri atağa geçirdi; hisselerde pay sahibi olanların çıkarları başka dikkate alınması gereken konulardan önce geldi. Coşkunluk tamamiyle mantıksız değildi. Sadece ana ekonomik ögeler beklentilere yetişemediğinde bu süreç sürdürülemez hale geldi. Başka bir deyişle etik ve profesyonel ilkeler işlemleri, süreci belirli sınırlar içinde tutamayınca oldu. Güvenilirlik, değişmezlik hakkındaki tartışma sadece finans piyasaları değil genel olarak toplumla da ilgili. Gördüğümüz gibi finans piyasaları ahlak değerleri içermiyor, halbuki toplum paylaşılan, ortak birtakım değerler olmadan güvenilir ve dengede kalamaz. Ahlak değerleri içermiyor olma finans piyasalarını verimli hale getirse de, aynı zamanda insani olmaktan çıkarıyor. Politik yolları kullanarak – milli hasılada verimlilikten ödün vermek olarak gözükse bile -- insanlık kavramı konmalıdır. Amerikan politikasının kaçırdığı temel kavram budur. Pazar ekonomisini tutucu bir şekilde savunanlar, güdülen politikanın asıl amacının piyasaları verimlilik ve ekonomik büyüme adına devlet düzenlemelerinden korumak olduğu konusunda kendilerini ve başkalarını ikna etmeyi başardı. Her türlü şekli ile sosyalizmin başarısızlığına işaret etmektedirler. Ama bu tartışma hatalı bir mantığa dayanmaktadır. Düzenlemelerin mükemmel olmadığı ve düzenleme, müdahele yapılmayan piyasanın mükemmel olduğu gerçeğinden çıkmaz. Gerçek, piyasalar da dahil olmak üzere tüm insan eseri olan yapılar, o ya da bu şekilde tam olarak mükemmel olamazlar. Mükemmellik bizim ulaşabileceğimizin çok ötesindedir. Bu nokta, pazar ekonomisi konusunda olanlar da dahil, tutucu görüşlerin daima yanıldığı noktadır:

Onlar asıl gerçeğe ulaşabildiklerini savunurlar.

Emin olmak için, yeni bir düzenleyici çerçeve geliştirirken düzenlemelerin piyasalardan daha bile kusurlu olmaya yatkın olduğunu hatırlamamız gerek. Hataların düzeltilmesine izin verecek bir geri besleme mekanizmasına ihtiyaçları vardır. Düzenlemelerin olduğu bir piyasayı merkezi planlamadan daha üstün yapan da budur. Piyasalardan ya da serbest konuşma veya seçimlerden gelecek bir geri besleme mekanizmasının olmaması durumunda, hükümetlerin ne kadar yanlış yapabileceğinin sınırı yoktur. Ama demokrasi, tıpkı hükümetin finans piyasalarının aşırılıklarını içerebilmesi gibi, hükümetin aşırılıklarını belli sınırlar içinde tutabilir. Son yirmi yıl gibi bir zamanda – özellikle 90lardan beri – finans piyasalarına çok fazla başıboş dizgin verdik. Fırsat eşitliği, çevre koruması, toplum güvenliğinin sağlanması gibi önemli konuların zararına olacak şekilde, şirketlerin karlarını en yükseğe çıkarmasına izin verdik. Profesyonel standartlar yerle bir oldu ve çıkar çatışmaları çoğaldı. Bu eksiklikleri gidermek daha güçlü devlet müdahaleleri gerektirmektedir. İlginçtir, ortamı temizlemekte en etkili olabilecek ölçüt, en büyük 947 şirketin müdürlerinin ve finansdan sorumlu görevlilerinin bir önceki yılın başına kadar olan tüm hesaplarını onaylamalarının talep edildiği yakın zamanda SEC tarafından çıkarılan yönergedir. Hesaplar şirketin mali durumunun açık ve tatmin edici bir görüntüsünü vermezse, GAAP ile uyum içinde olsa bile, görevliler suçlu sayılabilecekler. Yönerge, görevlilerin uyarı hakkında yanılmaları ve şüpheli olan tüm yöntemleri açığa vurmaları için yeterli derecede belirsizdir. Tekrardan genel ilkelerin özel kurallara göre üstünlüğünü ileri sürer. Bunu yaparken SEC’nin Mike Milken’den önceki, ilkelerin köstebek ticareti ve hisse manipülasyonu gibi henüz mahkeme kararlarınca yerleştirilmediği zafer günlerine kulak verir.

Mevzuat cevabın sadece bir parçasıdır. Kanundaki değişikliklere yaklaşımdaki temel bir değişiklik eşlik etmelidir. Son incelemede profesyonel standartlar yalnızca mesleklerin kendisi tarafından sağlanabilir ve çıkar çatışmaları sadece, insanlar, kişisel çıkardan başka olarak bir ortak çıkar tanırlarsa önlenebilir. Bu tür bir içsel değişim olmadan, yeni düzenleme ve yeni mevzuat sadece daha fazla kaçmayı teşvik edecektir. Pazardaki tüm katılımcıların bir anda böyle bir etik dönüşümden geçeceğini beklemek gerçekçi olmaz. Ama halkın fikri ve halk söylemi –90larda gördüğümüz gibi – bireysel davranışlar üzerinde dramatik bir etki yapabilir. Amerikalılar, her birinin kendi çıkarı peşinde koştuğu bir insan topluluğu ile toplumun genel çıkarı tarafından yönlendirilen insanlar arasındaki farkı yeniden öğrenmeliler. Amerikalıların bu farkı ne kadar iyi öğrenebildikleri, bu ülkenin ve bu dünyanın ekonomide güvenilir bir dengeye ve zenginliğe geri dönüp dönemeyeceğini tespit edecektir.